Header Ads

Header ADS

Bütün Gücümüzü "Baş Düşmana" Karşı yoğunlaştıralım -2

STALIN: BİR SİYAH EFSANE'NİN TARİHİ VE ELEŞTİRİSİ

Domenico Losurdo

Portekizceden Çeviren David Ferreira

Anti-Emperyalist Mücadeleye “şatafatlı-çarpık” Bir Bakış

İyi bilindiği gibi, Togliatti, 1935'te Komünist Enternasyonal'i Nazi-faşizmi baş düşman olarak tanımlamaya ve ona karşı birleşik cephe ve halk cephesi programını desteklemeye iten siyasi geri dönüşün baş kahramanlarından biriydi. Bu pozisyonu almak komünistler açısından kolay değildi. Troçkist propaganda, zamanın en büyük iki sömürge imparatorluğunu (İngiltere ve Fransa'yı) ikincil düşmanlar ve dolayısıyla Sovyetler Birliği'nin potansiyel müttefikleri arasına yerleştirdiği gerçeğinden dolayı, bunu sömürgecilik karşıtlığına ihanet olarak suçlamaktan vazgeçmedi. Yeni siyasi çizgiye karşı direniş, diğer yönelimlerden bile geldi. Örneğin Carlo Rosselli'yi ele alalım. Hayatının son yıllarında, 1937'de Mussolini'nin ajanları tarafından öldürülmeden önce, liberal-sosyalizmin lideri komünistlere oldukça yakındı, ve "sosyalist devrim"in ve "sosyalist üretim örgütlenmesi"nin "devasa Rus deneyimi"ne sempatiyle bakmıştı (Roselli 1988, s. 381). Parantez içinde söylenmesine rağmen, yine de mutlak netlik olmadan: Carlo Roselli'nin liberal-sosyalizmi, daha sonra Norberto Bobbio'yu karakterize eden liberal-sosyalizmden çok farklıydı! Yine de, en azından başlangıçta, Rosselli, Komünist Enternasyonal'in dönüşüyle ilgili çekincelerini dile getirdi ve devrimci ortodoksluk adına konuştu:

Geleneksel Marksist teori bir kenara bırakıldı ve giderek 'demokratik savaş' teorisine doğru sürüklendi. Mevcut çatışma artık emperyalistler arası bir savaşın sonucu değil, barışçıl devletler (proleter devlet) ile faşizm, özellikle Alman faşizmi arasındaki bir savaşın sonucu olacaktır. Komünist partiler, en azından “Rusya ile müttefik ülkelerdekiler” “union sacrée”ye zorlanacaklar (Rosselli 1989-92, cilt 2, s. 328-29).

Diğer bir deyişle, Komünistler, anti-faşist birlik bayrağını dalgalandırarak, Birinci Dünya Savaşı sırasında kınadıkları vatansever sloganları kendileri atıyor olacaklar.

Bu tartışmacı yaklaşım, uluslararası durumdaki köklü değişiklikleri gözden kaçırıyordu veya anlamıyordu. Aynı liberal sosyalizm temsilcisi, 9 Kasım 1934'te ki yazısında, “Sovyet rejiminin çöküşünün, kaçınmamız gereken muazzam bir felaket olacağını” söylemişti (Rosselli 1988, s. 304). 1914 ile ilgili olarak, kapitalizm ile sosyalizm arasında yeni bir çelişki araya girmişti. Ve bu çelişkinin sadece bir yönüydü. Yirmi yıl önce Lenin, Birinci Dünya Savaşı'nı sömürgelerde “köle sahipleri arasında köleliğin pekiştirilmesi ve güçlendirilmesi için verilen bir savaş” olarak tanımladıktan sonra şunları eklemişti:

Bu durumun özgünlüğü, bu savaşta sömürgelerin kaderinin kıtadaki askeri mücadele tarafından belirlenmesidir” (LO, 21; 275 ve 277): “köle sahipleri”, büyük sömürgeci güçler ve emperyalistler, inisiyatifi elinde bulunduranlardı.

Bu, II. Dünya Savaşı arifesinde ve sürecinde artık geçerli değildi: Ekim Devrimi tarafından desteklenen dünya anti-sömürge devrimi çoktan başlamıştı; sömürge köleleri, pasiflik ve teslimiyet durumlarını geride bırakmışlardı. Başka bir deyişle, Birinci Dünya Savaşı'nı karakterize eden emperyalistler arası çelişkinin yanı sıra, kapitalizm ile sosyalizm arasındaki çelişkinin yanı sıra büyük sömürgeci güçler ile isyan eden sömürge köleleri arasındaki çelişkiler de vardı. Ve bu son çelişki, saldırıdaki emperyalist güçlerin (Hitler Almanya’sı, Emperyalist Japonya, faşist İtalya) sömürge geleneğini benimseme ve radikalleştirme, daha eski uygarlıklara ait ulusları (Rusya ve Çin) bile boyun eğdirme ve köleleştirme niyetleri (Hitler Almanya'sı, emperyalist Japonya, faşist İtalya) nedeniyle daha da keskinleşti. Hatta Fransa gibi bir ülke bile sömürgeciliğe ya da yeni sömürgeciliğe boyun eğdirmeyle karşı karşıyaydı.

Lenin bunu bir dereceye kadar öngörmüştü. 1916'da II. Wilhelm'in ordusu Paris'in kapılarındayken, büyük Rus devrimcisi bir yandan o sırada sürmekte olan dünya savaşının emperyalist karakterini yeniden belirlerken, diğer yandan olası bir tersine dönüşe dikkat çekmişti:

Eğer devasa çatışma “Napolyon tarzı bir zaferle ve bir tür özerkliği elinde tutan bir dizi ulus devletin boyun eğdirilmesiyle sonuçlanırsa (...), o zaman Avrupa'da büyük bir ulusal savaş mümkün olurdu” (LO, 22; 308).

Bu 1939 ve 1945 yılları arasında dünyanın büyük bir bölümünde gerçekleşen senaryonun ta kendisiydi: her iki durumda da Hitler'in Avrupa'da ve Japonya'nın Asya'da elde ettiği Napolyon zaferleri, ulusal kurtuluş savaşlarını kışkırtmakla sonuçlandı. Çelişkilerin çokluğunu ve birbirleriyle etkileşimini göz ardı eden Rosselli, 1934 yılının Ekim ayında “içinden geçmekte olduğumuz tarihsel aşamayı” “faşizm, emperyalist savaş ve kapitalist çöküş aşaması” olarak tanımladı (Rosselli 1988, s. 301).  “Kapitalist çöküş”e yapılan atıf, Sovyet Rusya'nın yükselişine üstü kapalı bir gönderme olabilirken, her durumda, burada özetlenen senaryo, sömürgeciliğe karşı, devrim ve direniş ve ulusal kurtuluş savaşlarını tamamen görmezden geliyordu.

Belki de 1935'teki siyasi dönüşe karşı direnişi açıklayan sadece uluslararası durumdaki değişiklikleri anlamanın zorluğu değildi. Özellikle sosyal ve tarihsel bütünlüğün tam bir anlayışını sağlama arzusuyla karakterize edildiğinden, Marksizm bazen tarihsel ve sosyal süreçlerin karmaşıklığını basitleştiren ve düzleştiren bir anlama tarzı olarak okunmuştur (ve tahrif edilmiştir).

Gramsci, fikirlerin ve ideolojinin rolünü göz ardı ederek, kişinin “maddi” nesnelere ne kadar çok güvenirse, o kadar “Ortodoks” olduğuna dair “barok inancı” besleyen “uygulama felsefesinin çocukça sapmasına” dikkat çekmişti.  (1975, s. 1442) Bu onun Felsefi değerine ek olarak üslup değeri için unutulmaz bir pasajdır: Ortodoksluğun kendinden menkul savunucuları, “barok inancın” takipçileri olarak alaya alınırlar! Ne yazık ki, bu kendini çok farklı bir düzeyde gösterebilir: uluslararası ilişkileri analiz ederken, emperyalist ülkeler listesini olabildiğince genişleterek kendilerini anti-emperyalizmin önde gelen savunucuları olarak görenler var; onların hepsi aynı seviyeye koyuluyor! Böyle barok bir bakış açısının Lenin'e tamamen yabancı olduğunu söylemeye gerek bile yok.

Lenin, 1916'da klasik sömürgecilik ile yeni-sömürgecilik arasındaki ayrımı yaparken, ikincisinin “siyasi ilhak”a değil, “ekonomik ilhak”a dayandığını belirtmekte ve bu önermeyle ilgili olarak, yeni-sömürgeciliğe, Arjantin'e ilave olarak bir örnek sunar: Portekiz bile “aslında Britanya'nın bir 'uyruğu' idi” (LO, 23; 41-42).

Şüphesiz ki, büyük devrimci, Portekiz'in de bir sömürge imparatorluğuna sahip olduğunu (ki buna karşı mücadelenin devam etmesi gerektiği barizdi) göz ardı etmedi; buna rağmen (asla gözden kaçırılmaması gereken) asıl konu, Britanya İmparatorluğu'nun bir şekilde -en azından ekonomik düzeyde- bir parçası haline gelen Portekiz'in yeni-sömürgeliğe boyun eğmesiydi. Portekiz'in bir şekilde Britanya İmparatorluğu'nun -en azından ekonomik düzeyde- bir parçası haline gelen yeni-sömürgeci boyunduruğuna girmesiydi. Başka bir yerde, 1916'da Lenin'in, II. Wilhelm'in Almanya'sının, kendi payına büyük bir sömürge imparatorluğuna sahip olan Fransa gibi bir ülkeye yeni-sömürgeciliğe boyun eğdirme olasılığını hesaba kattığını gördük.

Togliatti'nin, barok anti-emperyalizm anlayışı olarak tanımlanabilecek olanı eleştirirken arkasına aldığı- dayandığı, Lenin'in bu dersidir:

“Bolşeviklerin temel niteliklerinden biri [...] ve devrimci stratejimizin temel noktalarından biri, herhangi bir anda baş düşmanın kim olduğunu anlama ve bu düşmana karşı tüm gücümüzü nasıl yoğunlaştıracağımızı bilme yeteneğimizdir. ”

Şunu da eklemek gerekir ki, bu, ne kadar olağanüstü etkili olursa olsun, soyut bir açıklama sorunu değildir. Togliatti'nin Salerno Dönüşü'nü duyurduğu sırada Pietro Badoglio'nun İtalya'da hâlâ hükümetin lideri olduğu akılda tutulmalıdır; tesadüfi olmayan, diğerlerinin yanı sıra Addis Ababa dükü unvanını taşıyan Badoglio: faşizmin emperyalist suçlarının çılgınlığına katılmıştı. Yine de, tarihin bu kötü şöhretli bölümü, Üçüncü Reich tarafından Mussolini'nin suç ortaklığıyla İtalya'ya dayatılan işgal rejimine karşı ulusal kurtuluş mücadelesinin aciliyeti açısından ikincildi.

Devamı

Togliatti, Stalin ve Soğuk Savaş

Çeviri

Erdogan A

Eylül 2021

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.