Header Ads

Header ADS

Taliban ve ABD anlaşması üzerine

Yakın tarih boyunca, çarpık bir şekilde ABD aşkı, ya da abartılı, derinlere yerleşmiş ABD efsanesi, onun yenilgisinde her zaman bazı bahaneler aramış, ya yenilgiyi reddetmiş ya da çoğu durumda bir şekilde "yenilgiden zafer" yaratmakla sonuçlanmıştır. Afganistan'daki ABD yenilgisi ile ilgili olarak alınan yaklaşımlar bu gerçeklerden soyut değil, tam tersine yenilgiyi inkar etmek için düzinelerce “senaryo”nun yaratıldığı en güncel örnektir.

Genel olarak ciddi ekonomik ve siyasi tavizler içermeyen bir “anlaşma” tek başına yenilgi gerçeğini ortadan kaldırmasa da, bu özelde bu yenilgiyi anlaşmaya bağlamak için kullanılan söz konusu anlaşma, kökeni ve kökeni ile bağlantılı olarak aşağıdaki olaylar ve gelişmeler incelendiğinde gerçekte yenilgiyi kanıtlamaktadır. 

Marksist Leninistler, sırf gerici bir hükümeti savunuyormuş gibi göründüğü ve/veya savunuyormuş gibi görüneceği için gerçekleri dile getirmekten korkmazlar. Emekçi kitlelerin çıkarları ve mücadeleleri göz önünde bulundurularak gerçeklere dayalı bir analiz yapılmalı ve özel her zaman genel çıkarlara tabi tutulmalıdır. Leninistler  sırf "özelde" olumsuz olabileceği ya da fiilen olumsuz olduğu için gerçekleri gizleyemez ve böylece "genelin" çıkarları için olumlu olduğu gerçeğini perdeleyemez.

Bu yorum, yeterli düzeyde Marksist Leninist teorik bilgiye sahip kişilere yönelik olduğu için, parçanın (özel) çıkarlarını bütünün (genel) çıkarlarına tabi kılma sorunu üzerinde durmak zorunda kalmayacağım.

Taliban'ın iktidarı ele geçirdiği tarihten hemen önce ve sonra söz konusu anlaşmanın sürecini  ve somut durum ve olayları inceleyelim.

Şubat 2020'deki bu anlaşmadan önce Taliban, kontrol ettiği alanlarda ve sayıca azınlıktaydı. ABD nin, başına bir Dünya Bankası elemanı olan kukla Hükümet'i, kurumsal olarak, askeri olarak ve kontrol ettiği yerlerde büyük güce sahipti. Başka bir deyişle, ABD açısından onun Afganistan'daki ekonomik, siyasi ve stratejik çıkarları kukla hükümet tarafından garanti altına alınmıştı.

ABD ve kukla hükümet bundan o kadar emindi ki, diğer Afgan gruplarından ve bazı uluslararası gözlemcilerden gelen Taliban'ın Afgan hükümetini tanımayı reddetmeye devam etmesinin gelecekte sorun yaratabileceğini savunan ve bu nedenle, Taliban'ın da katıldığı geçici bir hükümet kurulması önerilerini reddettiler.

ABD, kukla hükümetin çıkarları ve kendi adına Taliban ile bir anlaşmaya ulaşmayı tercih etti ve bu süreci başlattı.

Ortaya sürülmeye çalışılan “izlenimin” aksine, “anlaşmanın” temel amacı, kukla rejiminin iktidarını ve devamlılığını garanti altına almaktı. Bu anlaşma ne Taliban'ın iktidarı alması için ABD ile Taliban arasında bir anlaşmaydı ne de böyle bir girişimde bulunmaları için açık bir kapı değildi, tam tersine bu olasılıktan kaçınmaktı.

“Anlaşmayı” okursak, Taliban liderlerinin politika, strateji ve taktiklerde daha akıllı ve  kurnazlaştıkları olasılığı nedeni dışında, söz konusu anlaşmayı imzalamayı kabul etmeleri şaşırtıcı gelir. Zaten anlaşma süreci içinde Taliban'ın güvenilirliği konusunda şüpheler vardı ve ABD askeri baskısı olmadan Taliban'ın anlaşma şartlarına uyma konusunda hiçbir yaptırıcı niteliği olmayacağına dair endişeler dile getiriliyordu. Diğerleri, Taliban'ın "Amerikan birliklerinin geri çekilmesi için zaman kazanmaya" çalıştığına ve ABD'nin ülkenin kontrolünü zorla ele geçirmelerine engel olmayacak derecede ABD'nin geri çekilmesine yetecek kadar müzakerelerde kaldıklarına dair endişelerini dile getirdiklerinde tam on ikiden vuruyorlardı.

ABD, Şubat 2020'deki anlaşmanın imzalandığı günden önce güçlerini geri çekmeye başladı. Taliban “modernleşme” politikası kartını oynadı. Eylül 2020de Taliban siyasi lider yardımcısı Molla Abdul Ghani, “Bağımsız, egemen, birleşik, gelişmiş ve özgür bir Afganistan peşindeyiz” diyordu.

15 Ocak 2021'de ABD askeri kuvvetleri sayısı  işgalden bu yana en düşük olan 2.500 seviyesine düşmüştü.

Aynı ay ABD ile Taliban arasındaki çatışma keskinleşmeye başladı.

31 Ocak 2021'de yayınlanan ve Kabil'deki kadın Yüksek Mahkeme yargıçlarının öldürülmesinden ve Taliban'ın herhangi bir bağlantısı olduğunu reddettiği diğer saldırılardan Taliban'ı sorumlu tutan ortak bir bildiri, Taliban'ın başlangıç  ateşini daha da alevlendirdi. 

Buna rağmen  Taliban akıllı siyaset oynamaya devam etti. 

Şubat 2021'de Taliban, kontrol ettikleri alanlarda belirli hakları koşullarla korumaya kararlı olduklarını söylüyordu.

Taliban üzerinde tetikleyici etki yapmış olabilecek en önemli olay, ABD'den gelen ve Başkan Ghani'den diğer Afgan siyasi liderleriyle acilen "birleşik cephe" kurmasını isteyen tarihsiz bir mektubun ve taslak raporun yayınlanmasıydı.

Raporda, mevcut organlara ya Taliban üyeleri eklenerek ya da geçiş hükümeti sırasında Taliban'ın katılımı askıya alınarak Afgan parlamentosu ve il meclislerinde yapılan değişiklikler yer alıyordu. Bu, sözde “anlaşma”ya ciddi bir darbe oldu.

13 Nisan'da Başkan Biden'ın ABD askerlerini 1 Mayıs'tan sonra Afganistan'da tutma kararının raporu yayınlandı. Taliban'ın tepkisi şu oldu; 
"Bütün yabancı güçler anavatanımızdan tamamen çekilinceye kadar, Afganistan hakkında karar verecek olan hiçbir konferansa katılmayacağız."
14 Nisan'da Başkan Joe Biden, Amerika Birleşik Devletleri'nin 1 Mayıs'ta 11 Eylül 2021'e kadar tamamlanacak “nihai geri çekilmeye” başlayacağını duyurdu. Aynı rapor, ABD askerlerinin Afganistan'ı terk etmesinden sonra bile ABD'nin terörle mücadele çabalarını "ufuk ötesinde" sürdürme niyetinden bahsederken, Biden şunları söylüyordu; Afganistan'da terörle mücadele yeteneklerimizi ve bölgedeki önemli varlıklarımızı teröristlerin yeniden ortaya çıkmasını önlemek için yeniden düzenleyeceğiz. Bu, Taliban'ı mutlu etmedi.

15 Nisan'da Taliban, “Cihat'ın Sesi” yayınında  ABD'yi Şubat 2020 anlaşmasını ihlal etmekle suçladı. ABD'nin 1 Mayıs'tan sonra kalma kararının "prensipte Taliban güçlerinin gerekli her türlü önlemi almasının yolunu açtığını, dolayısıyla gelecekteki tüm sonuçlardan Amerikan tarafının sorumlu tutulacağını" belirtti.

Buna ilave olarak, 8 Mayıs 2021'de Taliban'ın kesinlikle reddettiği Kabil'deki kız öğrencilerini hedef alan saldırı için, ABD tarafından Taliban'ın açıkça suçlanması, Amerika Birleşik Devletleri'ni çeşitli alanlarda Afgan hükümet güçlerini desteklemek için Taliban'a karşı hava saldırıları başlatmaya sevk ettiği Mayıs ayında başlatılan Taliban saldırısının etkinliğini artırdı. 

Katar'daki Al Udeid Hava Üssü'nden ve Basra Körfezi'nden Taliban'a yönelik hava saldırılarıhaftalarca devam etti.

ABD hava saldırılarının yanı sıra  " ABD hava saldırıları Taliban'ın Afganistan'daki ilerlemesini yavaşlatmaya yardımcı oldu ”, “Pentagon, tek başına Amerikan hava gücünün isyancı saldırıyı geri püskürtmek için yeterli olmayacağı konusunda uyardı” türünden haberler ve yorumlar muhakkak ki Taliban'ın gözünden kaçmadı. Muhtemelen bu nedenle, Afgan hükümetinin kalıcı ateşkes teklifleri, Taliban tarafından kesinlikle reddedildi ve saldırılarını sürdürdü, birkaç sınır geçişini ele geçirdi. Bunu Kandahar ve Herat da dahil olmak üzere birçok kentsel alana doğrudan saldırılar izledi.

Ancak basında ve medyada “Taliban olsa olsa tüm ülkeyi ele geçirme kapasitesine sahip olmayan bir gerilla isyanıdır” şeklindeki değerlendirmeler ve beklentiler hâkim olmaya devam etti. ABD, hava kuvvetlerine sahip 300.000 kişilik Afgan ordusunun Taliban'ı durdurabileceğine ikna olmuştu.

Bununla birlikte, Taliban ilk eyalet başkentini 6 Ağustos'ta ele geçirdi - ve 15 Ağustos'ta Kabil'in kapılarına dayandılar.

10 Ağustos'ta Biden, “Afgan liderlerin 'ülkeleri için savaşmaları' gerektiğini, Afgan hükümetinin Taliban ilerlemesini geri püskürtmek için ihtiyaç duyduğu her şeye sahip olduğunu” söylüyordu.

17 Ağustos'ta Taliban Kabil sarayındaydı.

Yenilgiyi kabul eden Biden: 'Çıkış için aceleci davranmayacağız. Bunu sorumlu, bilinçli ve mantıklı bir şekilde yapacağız” sözünü verdi, ve Saygon' la bağlantılanmasıyla ilgili olarak, "İnsanların elçiliğin çatısından kaldırıldığını gördüğünüz hiçbir durum olmayacak" dedi.

Ne yazık ki dünya büyükelçiliğin çatısından değil de uçaklardan düşen insanlara tanık oldu…

Sonuç olarak, liberal ve oportünist nedenlerle saldırgan, işgalci emperyalizmin yenilgisini inkar etmek, öznel,  Marksist Leninistlerin bir tutumu DEĞİLDİR. Özellikle oportünist yaklaşımı haklı çıkarmak için, bir “anlaşmayı” bağlamından ve bütünlüğünden koparmak ve onu "doğrulamanın" temeli olarak sunmak, geriye kalan tüm somut olay ve gelişmeleri göz ardı etmek, verili bir olay veya durumun  Marksist-Leninist bir değerlendirmesi değildir ve olamaz.

Yenilgi yadsınamaz bir gerçektir ve nasıl gerçekleştiğine ve “özelde” kimin yararlandığına bakılmaksızın “genel” açısından bir artıdır. Somut gerçekte, yine, kazananın hükümet olarak “niteliği” ne olursa olsun, o ülkenin ve insanlarının kalkınmasının önündeki ilk ve en önemli engeli ortadan kaldırdığı için "özel" açısından da bir kazanımdır.

“Kadın hakları” konusuna odaklanmak, önemli bir endişe olmasına rağmen, kadınların kurtuluşu, karşı karşıya kalınan ekonomik ve politik sorunlarla ayrılmaz bir şekilde bağlantılı olduğundan, söz konusu ülkenin ana sorunu DEĞİLDİR.

“Sermayenin boyunduruğundan kurtuluş” diyor Lenin, “kapitalizmin daha da gelişmesi ve ona dayanan sınıf mücadelesi olmaksızın imkansızdır.” Stalin'in sözleriyle, "özgürlüğe doğru atılan her adım, resmi demokrasinin talepleriyle çelişse bile, emperyalizme vurulan bir buharlı çekiç darbesidir."

Erdoğan A

Ağustos 2021

"Kadın Sorunu"na odaklanmak ve eski RAWA'yı feminist olarak sunan yazıyla ilgili FaceBook'a yaptığım kısa yorumdan.

"Çürümüş zihni" ile Taliban bile, kadın hakları sorununun sadece yukarıdan aşağıya tanıtılarak çözülecek bir sorun olmadığını, bunun bir sosyal, kültürel değişim sorunu olduğunu, yani hem yukarıdan aşağıya hem de aşağıdan yukarıya oluşacak değişikliklere bağımlı olduğunun bilincinde. 

Toplumun en alttaki geniş kesimi, yukarıdan aşağıya bir "implantasyon" çözümüne hazır olmadığında, sadece kadınlar için değil, onu getiren hükümet içinde daha fazla sorun yaratacaktır.  O kokuşmuş fikirli adam bile  "Durum normale dönene ve kadınlarla ilgili prosedürler yaşama uygulanana kadar evde kalma geçici olarak devam edecektir. "dediğinde bu gerçeği görebilmişti.

Peki, (soldaki) bu gerçekçi olmayan, aceleci yaklaşımın kaynağı nedir?

Bu tür makalelerden birini okumak, yaklaşımın kaynağını açıkça ortaya koymaktadır.

Kadın sorununu ekonomik ve toplumsal sorundan yalıtan yaklaşım  Marksist değil, "feminist" yaklaşımdır. Kadınların toplumsal ve insani konumu ile ekonomik siyasal sistem ve dolayısıyla egemen kültür arasında ayrılmaz bir bağlantısı vardır. Marksistler büyük resme ve sorunun kaynağına bakarlar, özellikle fanatik olarak dindar, şeriat kurallarına sahip feodal bir ülkede, feminist "ütopik" reformizm çağrıları kadınların kurtuluşunun cevabı değildir ve olamaz.

Bu tür reformist çağrılar olsa olsa dikkati genel sorundan uzaklaştırır, daha da kötüsü, "kadınlar ABD işgali altında özgürleştirildi, şimdi onlar gittikten sonra tersine dönecek" propagandasının bir parçası haline gelir. Bu tek başına tarihsel gerçeği büyük ölçüde örtbas eder.  50'li ve 80'li yıllarda sosyal ve ekonomik yaşamda yer alan Afganistanlı kadınların, ABD'nin "Mücahitler" ve kuklası Taliban hükümetine verdiği destek ve işgalle birlikte yılların süreci içinde tersine dönmüştür. Tüm hesaplarda, işgal yıllarında, kadınlara tecavüz ve köle olarak satılma doruk noktasındaydı.

Bazıları için ABD ile olan "aşk, sempati" ilişkisi nedeniyle ABD'nin yenilgisini idrak edemiyor ve kabul edemiyorlar ve bunu örtbas etmek için en tuhaf senaryolar üretiyorlar.

Diğerlerine gelince, "Taliban'ı savunuyormuş gibi görünme" korkusu, Marksizm'in temel sorularından ve yaklaşımından kaçınılmasına neden oluyor ve bu nedenle, sorunun herhangi bir somut analizi ve çözümü olmaksızın, onları soyut ifadelerle arka plana atıyorlar.
**
Bu arada, ne RAWA Devrimci Afgan Kadınları Derneği, ne de Meena Keshvar  feminist değildi, ancak ikisi de devrimciydi. Meena, Maoist bir örgüt olan Afganistan Kurtuluş Örgütü'nün liderinin eşiydi.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.