Faşizm Üzerine - Yaşar Ayaşlı
Yaşar Ayaşlının Faşizm Üzerine yazıları - Bağlantılar Sendika.org a
Faşizmle mücadele teorik donanım, tarih bilgisi ve doğruyla yanlışı ayırt etme becerisi gerektirir. Bu, Marksist faşizm analizinin gözden düşürüldüğü, genel devrimci hareketin zayıf olduğu, buna karşılık onlarca yeni “teori”nin ortalıkta cirit attığı günümüz koşullarında, ihmal edilmeye gelmeyecek bir konudur.
Tekelci aşamada burjuvazi parlamenter demokrasiyi boynunda bir yük olarak görmektedir. Lenin’in “siyasal demokrasi serbest rekabete, siyasal gericilik ise tekellere tekabül eder” dediği bu aşamada, siyasi gericilik iliklerine işlemiş burjuvazi demokrasiyi yok etme eğilimine girecektir. Finans kapital, istikrarın sağlanamadığı ülkelerde ve dönemlerde, parlamenter sistemin ipini çekmekte tereddüt etmez
Avrupa’da beklenmedik bir hızla yayılan faşist hareketlerin, devrimci dalganın düşüşüyle (1918-1923) bağlantılı yükselişleri tesadüf değildir. En radikal karşıdevrim biçimi olan faşizm, en radikal devrim biçimi olan Sovyet devrimine karşı kapitalizmin kurtarıcısı olarak sahneye çıkmıştır
Siyasi iktidarın faşistlere devredilmesi basit bir hükümet değişikliği olmayacak, iktidar şeklinde bir değişiklik olarak cisimlenecektir. Devlet biçiminin değişmesi demek, eski burjuva demokratik biçimin yasal veya yasa dışı yollardan ortadan kaldırılması, devletin tek parti önderliği altında yeni baştan örgütlenmesi ve siyasal gücün karizmatik liderin elinde toplanması demektir. Faşist devlet örgütlenmesinin en yüksek biçimi ve son aşaması olan totalitarizm, her faşistin gönlünden geçen ideal bir durumu ifade eder.
Faşistler iktidara seçimle, iç savaşla, “aşağıdan yukarıya”, “yukarıdan aşağıya”, paramiliter veya militer yollarla gelebilirler. Bunları tek yanlı yorumlamak, mutlaklaştırmak yanılgıya yol açar. İktidara ister “aşağıdan yukarı”, ister “yukarıdan aşağı” gelsinler, her halükârda ters yönde bir hareketle çemberi tamamlamak durumundadırlar.
Emperyalist sistem yaşadığı sürece faşizm yok olmayacak, her toplumsal fenomen gibi değişim yasalarına tabi olarak varlığını koruyacaktır. “Neo” ön eki 1950’lerden sonra yeniden canlanan faşist hareket ile selefi arasındaki ilişkiyi tanımlar. “Neo-faşizm” ise hem yenisi ile eskisi arasındaki farklılığı hem de ikisi arasındaki sürekliliği yansıtır. Birinden diğerine geçişte kopuş tali, süreklilik esastır. Her ikisinin de ideolojik kaynakları, siyasi amaçları ve sınıfsal karakterleri birdir; ikisi de şoven milliyetçi, az veya çok ırkçı, koyu antikomünist, halk düşmanı ve zorbadır. Özetle aralarındaki farklar nitel değil niceldir, özleri birdir.
Devletin baskı mekanizmalarının sürekli güçlendirilmesi, neo-faşist partilerin hükümetlere ve parlamentolara ortak olmaları ya da ana muhalefet rolü üstlenerek ana akım siyasete dahil olmaları 2008 krizine bir cevaptır. Avrupa ve ABD başta olmak üzere hemen her ülkede çeşitli maskelerle faaliyet yürüten irili ufaklı binlerce neo-faşist, neo-Nazi, ırkçı, aşırı sağcı grup büyük sermayeden bağımsız değil. Bunların lüzumu halinde vakti zamanında Mussolini ve Hitler’in yaptıkları gibi tek parti çatısı altında birleşmeleri zor olmaz.
Faşizmin İkinci Dünya Savaşı sonunda öldüğü, o günden beri varlık gösteremediği, 20.yüzyılın son yarısında ve yeni yüzyılda onun yerini “sağ popülizm”in aldığı savı, evrensel faşizmi kayırıp kollayan, onu gündemden düşürerek anti-faşist bilincin dikkatinden kaçırmaya çalışan liberal bir yalandır. 21. yüzyıl başında “faşizmin geri dönüşü”ne, “popülizmin geri dönüşü” denmesiyse daha büyük bir yalandır.
Sınıf mücadelesinin üç biçimi de (ekonomik, ideolojik-teorik ve siyasi mücadele) vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Bununla birlikte temel ekseni ekonomik ve ideolojik mücadele değil, siyasi mücadeledir. Her ikisi de siyasi mücadeleye tabidir. Bu nedenle Lenin, “herhangi bir devrimin en önemli sorunu devlet iktidarı sorunudur” demiştir. Devrime giden yolda siyasi mücadeleyi esas halka olarak kavramak, Gramsci’nin hegemonya analizinde özellikle vurguladığı ideolojik-kültürel mücadelenin önemini reddetmek anlamına gelmez. Siyasi mücadele gücünü ideolojik hegemonya derecesinden alır. Poulantzas ise bu yaklaşımı tersine çevirmektedir: Ona göre iktidar mücadelesi her şeyden önce ideolojik mücadeledir, politik mücadele ona tabidir.
Latin Amerika faşizmi nesnel önkoşullarının Avrupa’dan geri olması, geç kapitalist ve bağımlı yapısı gereği egemen sınıf fraksiyonlarının henüz tek bir partide temsil edilememesi, partinin yerini ordunun alması, faşist kitle hareketinin oldukça düşük olması, dış dinamiklerin önemli rolü, faşist demagojinin görece zayıflığı gibi kendi koşullarından kaynaklanan özelliklere sahiptir.
Batılı akademisyenlerin bazılarına göre faşizm burjuva karşıtı devrimci bir harekettir, bazılarına göre de emeğin ve sermayenin çıkarlarını birleştiren yeni bir sosyal sistemdir. Nihayetinde faşizmin bir “devrim” olduğu noktasında birleşirler.
Faşizmin liberal demokrasi ile sosyalizm karşısında “üçüncü yol” olduğu savı, toplumsal dayanağını oluşturan küçük burjuvazinin ara bir tabaka olmasından çıkarsanır. Görüneni esas alan yüzeysel bir görüştür bu. Politik bir hareket yalnız sosyal tabanına bakılarak değerlendirilmez. Esas önemli olan hangi sınıfın çıkarlarını savunduğu, program ve projelerinin kime hizmet ettiğidir
Nasıl darbeyi tek başına 24 Ocak Kararları’nın bir sonucu olarak görmek tarihsel gelişmeyi ekonomik etkenlerle sınırlayan bir çeşit ekonomizm idiyse, tek taraflı olarak ABD tezgahıyla açıklamak da iç dinamikleri hiçe sayan metafizik bir varsayımdı. 12 Eylül darbesi, henüz başlangıç aşamasındaki düşük yoğunluklu iç savaşı, yönetememe krizini, sermaye birikimi modelinin tıkanmasını, Ortadoğu’da ABD hegemonyasında ortaya çıkan çatlakları onarmak için yapılmışt
Hiç yorum yok