RAKAMLARLA SOVYET İKTİDARININ 40 YILI (1917-1956)
ÖN AÇIKLAMA
Bir akademisyen, iktisatçı, işçi, köylü, liseli, üniversiteli öğrenci, ev kadını; velhasıl toplumun bütün kesimleri için aydınlatma, sonuçlar çıkartma amaçlı bir derlemedir bu. Veriler oldukça açıklayıcı, anlamak istemeyene dahi anlatıcı olduğundan dolayı yorumları oldukça kısa ve bazen de can sıkıcı. Bunu hazırlayanlar şunu demek istemiş olabilirler: 40 yıllık Sovyet gerçeği, sosyalizm gerçeği budur; Sovyet iktidarının mücadelesini, sosyalizmi bu verilerle ölçülebilir hale getiriyoruz. Aksi taktirde bir istatistik derlemesinin, yığınının başkaca ne anlamı olabilir?
İsterseniz bu verilerden hareketle sosyalist üretim biçiminin; komünizmin bu ilk aşamasının ekonomik yasalarını bizzat açığa çıkartabilir, yorumlayabilirsiniz. Her şeyden önce mülkiyetin sınıfsal karakterini birkaç sene içinde sömürücü sınıfın elinden alınması ve proletarya diktatörlüğü koşullarında toplumsallaştırılması SSCB'de sosyalizm olgusunun olmazsa olmaz başlangıcıdır.
Üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti zemininde maddi değerlerin üretimindeki (sanayi, madenler, tarım) gelişme, sosyalizmin inşa edilişini veya da edilmeyişini ölçmenizi sağlar. Bu gelişmeyi; sosyalist inşanın ölçülebilirliğini sosyalist sanayi ve kolektifleşmiş tarımda işçi sınıfı ve emekçi köylülüğün sosyalist düzeni ve çalışmayı (yaygın ama yanlış kavramla ifade edecek olursak “emeği”) ne derece sahiplendiklerinde ve üretime bakışlarında görmekteyiz.
Ekim Devrimi'nin sonucu olarak kurulan sistem “insan merkezli” miydi veya da değil miydi sorusunun cevabını proletarya diktatörlüğünün eğitime verdiği önemden anlayabilirsiniz. Ezici çoğunluğu okuma yazma bilmeyen bir toplumdan sınıf bilinçli bir toplum oluşturmanın yolunun eğitimden geçtiğini ve sonuçlarının ölçülebilir olduğunu bu derlemeden anlıyoruz.
Aynı ölçülebilirlik ulusal sorun için de geçerlidir. Sosyalizmde; proletarya diktatörlüğü koşullarında ulusal sorun nasıl ele alınır ve çözülür sorusunun maddi sonuçlarını da bu derlemede görmekteyiz. Özbekler Özbek, Tacikler Tacik, Ermeniler Ermeni, Gürcüler Gürcü vb. olarak sosyalist ulusal bilince sahip olabilmişlerse bunun yegane nedeni Sovyet iktidarı döneminde bu bilincin elde edilmesi için atılan adımlardır; pratiktir. Bu pratik ölçülebilir.
Kadın sorununun ele alınışında da aynı gelişmeyi görmekteyiz. Kadının hiçleştirilmiş olduğu Çarlık döneminin geride kalmasını ve kadının erkekle “eş değerli” olma süreci oldukça sancılı gelişmesine rağmen bu derlemede bu konuyla bağlam içinde sunulan veriler bu alandaki gelişmenin de ölçülebilir olduğunu göstermektedir.
SSCB'de kadın sorunu bir kadın devrimi olarak ele alınmıştır. Bu verilerden bu gerçeği okuyamayan, göremeyen, kadın devrimini olsa olsa veya en fazlasıyla soyut kavrıyor demektir.
Bu istatistik derlemesinde üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olduğu SSCB ve özel mülkiyette olduğu önde gelen emperyalist ülkelerle karşılaştırmalar da bulacaksınız.
Ekonomide, toplumsal ilerlemede, bilinçte sosyalizmin inşası veya sosyalist toplum kıyaslanama, ölçülemez diyorsanız o zaman siz, yedi düvelde sadece sosyalist devrimlere katılmamış, aynı zamanda o devrimlere önderlik etmiş; deryalar dolusu tecrübeye sahip olan birisi olarak SSCB'de toplumun, her etnik kökenden insanın Sovyet toplumu ve Sovyet insanı olma sürecinin sonuçlarını değerlendiremiyorsanız siz dişiyle tırnağıyla kazıya kazıya, söke söke yeni bir toplum yaratanları yok sayıyorsunuz, küçümsüyorsunuz. Ben bu gaflet içinde kulaç atanlardan değilim. Üstelik yedi düvelde sadece sosyalist devrimlere katılmamış, aynı zamanda o devrimlere önderlik etmiş; deryalar dolusu tecrübeye sahip olan birisi hiç değilim. Sadece söz konusu bu verileri kuru anlamsız rakamlar olarak görmeyen, onları okumaya, anlamaya çalışan, bu anlamda da 'demek ki o zaman sosyalizmi kurmak için böyle mücadele etmişler, bugün yapılması gereken aynı tecrübelerin tekrarı olamaz, o tecrübelerden dersler çıkartarak ilerlememiz gerekir' diyenlerdenim.
Buna, yıllardır çeşitli makalelerde, kitaplarda yararlandığım bu istatistik derlemesini Ekim Devrimi'nin 100. yılında Türkçeye çevirecek kadar değer veriyorum.
Bu derleme SSCB'de sosyalizmin inşasının nasıl gerçekleştirildiğinden ziyade, gerçekleştirmenin kendisini toplumsal ve ekonomik alanlarda mevcut istatistik verilerle göstermektedir. Toplumsal ve ekonomik alanda sosyalizmin inşası bir biçimde belli kıstaslar temelinde ölçülebilir, kıyaslanabilir olması gerekir. Bu anlamda bu derleme bir hazinedir.
Bu derleme, istatistiğin de bir bilim olduğunu göstermektedir. Ama önce, istatistiğin de bir bilim olduğu üzerinde biraz durmamız gerekir. Ne de olsa istatistiği sayı, tablo, veri yığını olarak algılayanlardan geçilmeyen bir ülkenin insanlarıyız. Veri okumayı; sayı, tablo değerlendirmeyi pek öğrenemedik, daha doğrusu öğrenmemiz için bunun eğitimi yapılmadı. İstatistik verilerin değerlendirilmesinde “kör” kaldık. Öyle ki, bu konuda dünya proletaryasının önderleri Marks, Engels, Lenin ve Stalin'in istatistik verileri doğru yöntemle kullanarak varmış oldukları sonuçlardan da ders çıkartmadık. İstatistik verileri görünce “öcü görmüş gibi” olanlarımız hiç de az değildir. Sayıları, istatistik verileri göz ardı ederek örneğin Marks'ın Kapital'ini, Lenin'in sayılardan, tablolardan geçilmeyen ekonomi üzerine yazılarını nasıl anladığımıza bir türlü akıl erdiremiyorum.
İstatistik anlayışsızlığa karşı mücadele etmek de hepimizin görevi olmalıdır.
Bu derlemenin devasa bir propaganda içeriği var; bunu maddi güce dönüştürmek bizim elimizde.
Bu derlemedeki veriler bir istatistik yığını değildir. Bu derleme devasa bir propaganda içeriğine sahiptir. Önemli olan bu verileri nasıl ve hangi amaçla kullanacağımızı bilmemizdir. İsteyen bu verilerden hareketle SSCB’de sosyalizmin inşa edildiğini kanıtlayabileceği gibi, isteyen böyle bir inşanın söz konusu olmadığını kanıtlamaya çalışabilir. Bu veriler her halükarda 40 yıl boyunca SSCB’de ekonomik ve toplumsal alanda gerçekleştirilenleri görünür kılmaktadır; gözler önüne sermektedir.
Devrimci propaganda diyalektik materyalist yönteme, nesnelliğe, gerçeğe dayanan propagandadır. O halde bu yönteme göre hareket etmek zorundayız ve bu derlemedeki verileri bu yöntem ışığında analiz etmeliyiz. Konumuz bağlamında devrimci propagandanın amacı, hitap edilen kitleyi SSCB’de sosyalizmin inşası üzerine eğitmek ve onları sosyalist öğretiyle donatmaktır. SSCB’de sosyalizm inşa edildi mi, edilmedi mi’nin ötesinde hala sosyalizm iyi bir teoridir, ama kurulamaz türünden düşünceler dünyanın her yerinde savunulmaktadır. Sosyalist inşayı görünür kılan, ölçülebilir kılan bu veriler sosyalizm teoride iyidir, ama pratikte uygulanamaz türünden düşünceler için bir panzehirdir. Önemli olan bu panzehri kullanmasını bilmemizdir.
Devrimci, komünist propagandanın görevi, bilinçlendirmeyi esas almasıdır. Bu nedenle propagandacı, gerçeğin nesnel analizini yapmak zorundadır. Gerçekliğin nesnel analizi, genel konuşmayı, kahrolsunu, yaşasını, yüzeyselliği dışlar. Bilimsel inandırıcılığı, iknayı, gerçeği esas alır. Propagandacı gerçekliği, bütün çıplaklığıyla; çelişkileri ve karmaşıklığıyla anlatmasını ve hitap ettiği kitleyi adeta büyülemesini bilmelidir. Bunu yapabilmek için propagandacı gerçeğe sadık kalmak zorundadır. "III. Enternasyonal'in Görevleri Üzerine" makalesinde Lenin "Proletaryanın gerçeğe ihtiyacı vardır ve onun davası için hiçbir şey, iyi görünen, terbiyeli, dar görüşlü yalan kadar zararlı değildir" der (C.29, s. 493).
Demek ki, propaganda adına, iyi niyetle de olsa yalan söylemek, yalanla insanların, çevrenin/tabanın duygularını sömürmek davaya zarar verir. Siyasal mücadeledeki savaş hilelerini, düşmana karşı psikolojik mücadeleyi yığınlara yönelik devrimci propagandanın kapsamına dahil edemeyiz. Proletarya “terbiyeli yalan”a ihtiyaç duymaz; çünkü proletaryanın sosyalist öğretisi, maddi toplumsal gerçeğe, sınıf hareketi ve mücadelesine dayanan bilimsel bir teoridir. Bu derleme bize SSCB; bu ülkede sosyalizmin inşası üzerine güya propaganda amaçlı, nesnel gerçekliği hiçe sayan, duyumların ürünü olan “terbiyeli yalan” yerine maddi gerçeğin ne olduğunu sunmaktadır. Bu derleme aslından tam da şu mesajı veriyor. SSCB’de sosyalizm olgusu üzerine “terbiyeli yalan” söyleme, gerçeğe göre hareket et. O halde gerçeğe sadık kalmak zorundayız. Bir konu üzerine analiz yaparken, bu bağlamda SSCB’de sosyalizm olgusu üzerine analiz yaparken kullandığımız kavramların hakkını vermeliyiz; kavram, ifade ettiği içerikle aynılaşmalıdır.
Kanıt, sav ve tez üzerine kafa karışıklığının olduğu yerde propagandanın veya ele alınan konunun içi boşaltılmış demektir; bu durumda “serbest atış” söz konusudur, yani “terbiyeli yalan”, hatta “terbiye edilmemiş yalan” da kullanılır. Nitelikli ve verimli düşünmek, belli sonuçlara varmak isteyen için kanıt, zorunlu bir unsurdur. Kanıtlanması gereken ne olursa olsun, her kanıt, iki bileşenden oluşur. Bunlardan birisi tez, diğeri ise savdır/argümandır; yani kanıt nedeni. Bu iki bileşenin mantıksal bağlamına kanıt yöntemi denir. Kanıt yönteminin diğer adı, “gösterme”dir. Bu derleme de yeteri kadar göstermiyor mu, görünür kılmıyor mu? Tez, doğruluğu veya yanlışlığı gerçeklik olduğu veya gerçeklik olmadığı kanıtlanması, ortaya çıkartılması gereken bir ilkedir, kuraldır.
Sav (argüman) ise kanıtlanması gereken tezin gerçekliğinin sonuçlandırıldığı ilkedir. Yani ortada bir tez var (diyelim ki, SSCB’de sosyalizmin inşası veya tersi ); bu tezin doğru olabileceği gibi yanlış da olabilir. Bu doğru veya yanlış ancak ve ancak kanıtlanarak savunulabilir. Savununun kanıtlanması ise, sav denen kanıt nedenlerinden (olgulardan, istatistik verilerden, materyallerden vs.) hareketle yapılabilir. İşte bu istatistik derleme bize bu olanağı vermektedir.
"İstatistik ve Sosyoloji" makalesinde Lenin "...Karmaşık ve zor bir sorunun...üstesinden gelmek için...tam gerçekler, tartışmasız gerçekler...özellikle gereklidir...Bütünlüğü ve bağlamları içinde alındıklarında gerçekler, sadece 'inatçı' değil, bilakis kanıt gücü olan şeylerdir" der (Lenin, C.23, s. 285).
Bu derlemeye tam da bunun için ihtiyacımız var.
Sosyalizm, sadece ekonomi, istatistik veri yığını değildir diyebilirsiniz. Doğru söylemiş olursunuz. Ama bu söylem eksik olur. Proletarya diktatörlüğü olmaksızın, sosyalist demokrasi olmaksızın, işçi sınıfı ve emekçi yığınların yeni toplumun inşasına her bakımdan katılmaları olmaksızın diye başlayıp bir dizi koşul saydıktan sonra sosyalizm inşa edilemez diyebilirsiniz. Kültür devrimini, kadınların toplumsal ve ekonomik yaşamda eşitliğini, ulusların kendi kaderini tayin hakkını istatistik verilerle nasıl ölçeceğiz, nasıl tespit edeceğiz diye bilirsiniz. Bu derlemede bunları ölçmenin, karşılaştırmanın maddi verilerini bulmaktayız.
Komisyon, Ekim Devrimi'nin ürünü olan SSCB'de yeni toplumun inşasını, bu inşada katedilen mesafeyi ölçülebilir kılmak için SSCB'nin 1917-1956 arasındaki tarihini farklı bölümlere ayırarak ele almış. Bu bölümlerin hepsi, kısa açıklamalı istatistik veri yığınından ibarettir. Bunları, istiyorsanız, bolca materyal sunan, değerlendirilmesi istenen kaynak olarak da görebilirsiniz. Ama en azından Ekim Devrimi'nden sonra, proletarya diktatörlüğü koşullarında ekonomik ve toplumsal bakımdan oldukça geri Rusya'nın nasıl SSCB'ye dönüştüğünü; yaşamın her alanında hangi adımların atıldığını; teoride genel hatlarıyla formüle edilmiş sosyalizmin soyut olmaktan çıkartılarak nasıl somutlaştırıldığını; hangi güçlüklere karşı nasıl mücadele edilerek kurulduğunu bu verilerde görebiliriz.
Okuru bu istatistik derlemeye bir biçimde “hazırlamak” için “Sınıf Pusulası”nın 4. sayısında yayımlanan (Kasım-Aralık 1999) “Bir Bilim Olarak İstatistik” yazısına burada yer veriyoruz.
BİR BİLİM DALI OLARAK İSTATİSTİK
İki nedenden dolayı böyle bir konu üzerine yazmayı doğru bulduk. Birinci neden, ekonomi üzerine yazılarımızda istatistik göstergeleri/verileri sıkça kullanmamız. İkinci neden de bir bilim dalı olarak istatistiğin kavranmaması. Hatta küçümsenmesi. Anlaşılan o ki, istatistik veriler, sayılar okunamıyor. Oysa bazen bir tablonun birkaç sayfalık yorumdan daha çarpıcı, daha açıklayıcı, daha öğretici olabileceği düşünülmüyor. Tabii ki bu, bugünün bir sorunu değil. Yılların alışkanlığı, istatistik göstergelere karşı yılların biriktirdiği önemsememe. Bu, aynı zamanda, bir bilim dalı olarak istatistiği kavrayış eksikliğinden dolayı önemsememe anlamına gelir. Bu yazımızda konuya genel hatlarıyla açıklık getirmeye çalışacağız.
1- İstatistiğin Konusu
Burada istatistik kavramıyla sosyal-ekonomik istatistiği kastediyoruz. Matematik istatistiğinin bazı yöntemlerinin doğa bilimlerinde kullanışı konumuz dışı. İstatistik, toplum bilimlerinden birisidir. Toplum bilimleri, toplumsal gelişmeleri inceler. Engelsin belirttiği gibi toplum bilimleri -madde ve hareketini konu alan doğa bilimlerinin aksine- "insanların yaşam koşullarını, toplumsal ilişkileri, hukuk ve devlet biçimlerini, felsefeden, dinden, sanattan vb. oluşan ideal üst yapıları ile birlikte tarihsel ardışıklarını ve o günkü sonuçlarını" inceler. (Anti-Dühring, Marks, Engels. c 20, s. 82).
Hukuk bilimi, tarih bilimi, ekonomi ve iktisat bilimleri vb. toplum bilimleri çerçevesinde olan bilim dallarıdır. Her bir toplum bilimi, insanların toplumsal ilişkilerinin belli bir bölümünü konu edinir; her birisinin kendine özgü, o bilim dalını ifade eden araştırma konusu vardır. Örneğin tarih, geçmişe ilişkin toplumsal ilişkileri, bu ilişkilerin gelişme yasallığını araştırırken, politik ekonomi, "insan toplumunun çeşitli gelişme aşamalarında toplumsal üretim ve maddi varlıkların dağılım yasalarını araştırır" (Politische Ekonomie, Lehrbuch, Berlin 1955, s. 7).
İstatistik de, tarih, hukuk, felsefe gibi bir toplum bilimidir. Bilim olarak istatistiğin de kendine özgü konusu vardır. O, bu araştırma konusuyla diğer toplum bilimlerinden ayrılır. Bu, istatistiğin konusunun sınırlarını da belirler.
İstatistiğin konusu, nesnel olarak var olan doğada ve toplumdaki kütle ve kütlesel görüngülerin bütün ve kısmi bağlamlarıdır. İstatistik, toplumsal kütle görüngülerini, bu görüngülerin belli zaman ve mekanda yasallıklarının etkisini araştırır. İstatistik nicel ilişkilere dayanır ve bunları nitel belirliliği ile bağlam içinde ele alır veya;
-istatistik, somut tarihsel ve toplumsal görüngülerin hacmi ve sayısal ilişkilerini konu edinir ve
-bu hacim ve sayısal ilişkilerde ifadesini bulan toplumsal gelişmenin yasallıklarını açığa çıkartır. (Bkz. T. Koslow. "Über Gegenstand Methode der Statistik", Sowjetwissenschaft, Gesellschafswissenschaftliche Abteilung, 1952, No, 2, s. 181)
Kütle ve kütlesel görüngüler ve toplumsal kütle görüngülerden anlaşılması gereken, insanların toplumsal yaşamlarının ve hareketlerinin görülebilir ifadeleridir. Bunlar, içsel zorunluluk, yasallık gereği kütlesel olarak açığa çıkan ve reddedilmesi mümkün olmayan görüngülerdir. Örneğin Türkiye'de sanayi üretimi veya daha geniş anlamda ele alırsak toplumsal toplam ürün (TTÜ), birçok münferit işletmelerin toplam ürünü olarak var olur. Sanayi üretimi veya TTÜ, toplumsal kütle görüngülerinden birisidir ve çok sayıda aynı cinsten münferit görüngülerden (tek tek işletmelerin üretiminden) oluşur. Ancak bu görüngülerin kütlesel olarak ortaya çıkmaları ve bu ortaya çıkış sürecinin tekrarlanması, toplumsal yaşamda buna ilişkin yasallıkların ortaya çıkartılmasını olanaklı kılar. Lenin, "Karl Marks" makalesinde, "Kapital'i kast ederek, "Marks burada bireysel (münferit-Sınıf Pusulası) bir görüngüyü değil, kütlesel bir görüngüyü, toplumun ekonomisinin bir parçacığını değil, bilakis bütünselliği içinde bütün ekonomiyi araştırıyor... Marks analizinde, ekonomik kütle görüngülerinden toplumsal iktisadın bütününden hareket ediyor, tek tek olgulardan veya rekabetin dış görüngülerinden değil" diye yazıyor (Lenin, Seçme Eserler. C. l. s. 44, Alm.)
Sadece münferit görüngülerden hareketle yasallık tanınamaz. Bu görüngüler, şu veya bu şekilde tesadüfi karakter de taşıyabilirler. Yasallığın tanınabilmesi, bu bir yasallıktır denebilmesi için görüngülerin kendilerine özgü olan özelliklerinin bilinmesi gerekir. Hal böyle olmasına rağmen, bütünsellik çok sayıda tekil/parça görüngülerden oluştuğu için, bütünselliğe varabilmek, onu tanımlayabilmek için işe tekil olanı araştırmakla başlamak gerekir.
Bu konuda Lenin şöyle diyor;
"Münferit olan, genele götüren bağları dışında var olmaz. Genel olan, münferit olanın içinde, münferit olanla var olur. Her münferit olan, ( şu veya bu biçimde) genel olandır. Her genel olan, her münferit olanın (bir parçacığıdır veya bir yönü veya özüdür). Her genel olan, sadece, bütün münferit şeyleri yaklaşık olarak kapsamına alır". (Philosophische Hefte", C. 38, s. 340)
Demek oluyor ki istatistik, toplumsal yaşamın münferit görüngülerinden hareket ederek genel olana varır. Örneğin her bir işletmenin işgücünden ve üretiminden hareketle sonuca varır. Burada istatistik, aynı cinsten olan bu kütlesel görüngüleri bir arada ele alır ve böylelikle bu görüngülerde tipik olanı açığa çıkartır ve onların yasallığını inceler. Bütün işletmelerin üretim ve işgücünü beraber ele almakla istatistik, bunların nasıl geliştiklerini, nasıl bir yapıya ve kapsama sahip olduklarını, birbirleriyle (üretim ve işgücü) ilişkilerinin nasıl olduğunu açığa çıkartır ve karakterize eder.
Bir ülkede hangi üretim biçiminin hakim olduğunu, istatistik verileri değerlendirmeksizin tespit etmeye çalışmak, başlı başına bir maceradır. Bu, kaçınılmaz olarak öznelliğe (subjektivizme) götürür. Örneğin feodal üretim tarzının hakimiyeti veya "feodal sömürünün hakimiyeti" kanıtlanmak isteniyorsa feodal üretim birimlerinden ve bağımlı köylünün "işgücü"nden hareket ederek, bunların gelişmişlik durumu, yapısı, kapsamı ve birbirleriyle olan ilişkileri açığa çıkartılarak genel olana varılmış olur.
İnsanların birbirleriyle olan ekonomik ilişkileri; altyapı ve üst yapı arasındaki, doğa ile toplum arasındaki ilişkiler kütlesel görüngüleri oluştururlar ve istatistiğin konusudurlar. İstatistik, genel olarak toplumsal yaşamın bütün alanlarını kapsamına alır, ama bu alanların; toplumsal görüngülerin hepsini kendi inceleme konusu olarak görmez; toplumsal görüngülerin bir kısmı başka bilim dalları tarafından incelenir.
Öyleyse istatistik, çok çeşitli özellikler içinde var olan aynı cinsten toplumsal görüngülerle uğraşır. Bu nedenle istatistik, münferit görüngüleri inceler, çünkü bunlar, toplumsal kütle görüngülerinin ifadesidir. İstatistik, kütlesel görüngüleri öze ilişkin noktalarında bir araya getirerek onlarda tipik olanı açığa çıkartır.
Her görüngünün nicel ve nitel özellikleri vardır. Bu nedenle istatistik, görüngüleri nicel olarak kapsamına alır ve niteliği ile bağları içinde inceler. Nitelik, bir görüngünün yapısını ifade eder. Örneğin, kapitalizmde bir işletmenin niteliği, onun kapitalist mülkiyet biçiminde olmasıdır ve var olabilmesi için de yabancı işgücünün sömürüsüne dayanmasıdır. Bir toplumsal görüngünün niceliği kendisini büyüklüğünde, miktarında, süresinde vs. gösterir. Örneğin büyük bir işletme, üretiminin kapasitesi ve çalışanların sayısal çokluğuyla karakterize olur.
Diğer toplum bilimleriyle karşılaştırıldığında istatistik biliminde karakteristik olan, istatistiğin, toplumsal kütle görüngülerinin incelenmesine nicelik açısından yaklaşması ve ancak nicelik üzerinden araştırılan konunun niteliği hakkında sonuçlara ulaşmasıdır. Nitelik ve nicelik arasındaki sıkı bağ, özellikle teorik analizde açığa çıkar. Teorik analizle görüngülerin farklı niteliğinin niceliklerinde ifadelerini nasıl bulduklarını tespit etmek mümkündür. Örnek; kırsal alanda, toprakta mülkiyet dağılımını (nicelik) ele almaksızın, köylülüğün sosyal katmanlarına ayrışıp ayrışmadığını, işletme büyüklüğü bazında köylülerin tasnif edilip edilemeyeceği sonucuna varamazsın. Kırsal alanda sömürü ilişkilerini (nicel) incelemeksizin sömürünün sınıfsal karakterini -burjuva veya feodal- (nitel) tespit edemezsin. Hal böyle olmasına rağmen bu sorun coğrafyamızda çok basite indirgenmekte. Örneğin, Maocular, kapitalist görüngülere kanarak sömürünün kapitalist olduğuna inanmayın, esas sömürü biçimi feodaldir diyebiliyorlar veya Türkiye'de ve dünyanın yarısında "yarı-feodal üretim tarzı"nı hakim kılabiliyorlar veya Türkiye'de ekonomide tarımın daha önemli olduğunu savunabiliyorlar. Bu tespitlerin (nitel) doğruluğu veya yanlışlığı nicel olanların araştırılmasından geçer.
Bizim Maocular, tam da bundan "öcüden korkar gibi" korkuyorlar.
Demek oluyor ki istatistik, birtakım sayıların, rakamların birbiriyle ilişkisi olmayan niceliklerin bir araya getirilmesi değildir. Bu konuda Lenin şöyle der.
"Bir istatistik, keyfi bir şekilde bir araya getirilmiş sayısal değerler vermemelidir. Tersine o, sayıların yardımıyla yaşamın meydana getirmiş olduğu ve getiriyor olduğu araştırılan görüngünün farklı sosyal tiplerini aydınlatmalıdır" (C. 18, "Arbeitstag und Arbeitsjahr im Gouvernement Moskau" makalesinden).
Ekonomi üzerine yazılarımızda Lenin'in bu anlayışına göre hareket ettik, ediyoruz.
Marks, Engels, Lenin ve Stalin genel olarak kapitalizmin şu veya bu ülkede gelişmesinin ve özellikle de Stalin sosyalist inşanın çeşitli sorunlarını incelemek için istatistik verilerini oldukça kapsamlı olarak kullanmışlardır. Onların amacı, tarihsel somut durumu /gerçekliği sayısal değerler ve ilişkilerle ve sayısal değerlerde ve ilişkilerde tespit etmekti. Lenin, "Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi" eserinin "ikinci önsöz"ünde şöyle der;
"Rusya'nın sosyal ekonomik düzeninin ekonomik araştırma ve istatistik verilerin eleştirel işlenmesi temelinde ele alınan analizi, şimdi devrim seyri içinde bütün sınıfların alenen siyasi olarak ortaya çıkmalarıyla doğrulanmıştır"(C. 3. s. 17).
Özellikle Lenin'in Rusya'nın sosyo-ekonomik gelişmesine ilişkin birçok yazısı tamamen istatistik verilerle yüklüdür. Lenin, bu sayısal değerleri ülkenin tarihsel somut gerçekliğini tam tespit etmek için değerlendirmiştir.
Marks, Engels, Lenin ve Stalin, istatistik araştırmalarının sonuçlarını açıklama amaçlı kullanmamışlardır.
2-İstatistiğin Yöntemi
Her bilim, konusunu veya ele aldığı sorunu incelemek için bir yönteme gerek duyar. Yöntemsiz araştırma, inceleme olmaz. Bu anlamda yöntem ve konu, ayrılmaz bir birliğin/bütünlüğün ifadesidir. Bütün bilimler için olduğu gibi bir toplum bilimi olan istatistik için de yöntem, materyalist diyalektiktir.
Bilindiği gibi materyalist diyalektik, doğada ve toplumda genel hareket ve gelişme yasalarının bilimidir. Bu bilim, görüngülerin incelenmesine nasıl yaklaşılması gerektiğini gösteren bir kılavuzdur. Bu nedenle Marksist istatistik yöntemi, toplumsal gerçekliğin en doğru fotoğrafını çıkartmak için materyalist diyalektiğin ilkelerine göre hareket eder; bu ilkeleri kılavuz olarak alır. Bunun anlamı şudur; istatistik, toplumsal görüngüleri, birbirlerinden kopuk bir şekilde var olan görüngüler olarak ele alamaz, bu görüngülerin sürekli gelişme içinde olduklarından; dolaylı ve dolaysız bağlantılardan, eskinin yok olduğundan, yeninin doğuşundan ve bu gelişmenin zıtların mücadelesinde basitten karmaşığa, mükemmele doğru ilerlediğinden hareket eder. Örnek; bir ülkede iç pazarın oluşmasını nasıl gösterebiliriz? Bunun için, meta üretiminin boyutlarını, pazar olanaklarını, ulaşım olanaklarını, nüfusun yapısını, vb. bilmek/tespit etmek gerekir. Bu toplumsal kütle görüngülerinin birbirleriyle ilişkili münferit olanların incelenmesi demektir. Ancak bu görüngüler -bolca sayılar, rakamlar- incelendikten sonra bir ülkede iç pazarın oluşup oluşmadığı, oluştuysa hangi zaman dilimi içinde oluştuğu tam anlamıyla tespit edilebilir.
Demek oluyor ki, istatistiğin yöntemi, görüngülerin kütlesel incelenmesidir, bu görüngülerin nicel-nitel analizidir. Ancak böyle bir yaklaşımla birbirleriyle bağlantı içinde olan görüngülerin bu bağlantıları açığa çıkarılabilir, çeşitli gruplaştırmalar ve tasniflerle münferit görüngülerin özellikleri, incelenen kütlenin genel özellikleri belirlenebilir.
Burjuva istatistik, toplumsal görüngüleri metafizik ve idealist biçimde ele alır. Burjuva istatistik, toplumsal görüngülerin incelenmesi sonucunda tespit edilen yasallıkları çarpıtır, burjuva düzenin devamına hizmet edecek bir şekilde yorumlar. Örneğin, burjuva istatistiğin babası/kurucusu olarak tanımlanan Belçikalı Adolf Ouetelet (1796-1874) istatistik ölçüleri, toplumsal görüngüleri kapitalist toplumun gelişme yasalarının değişmezliği ve ebediliği olarak yorumlamıştır. Önemli olan, kapitalist düzenin tarihselliğini, geçiciliğini, onun yerini yeni bir sistemin alacağını gösteren toplumsal görüngülerle bile kapitalist düzenin ebediliğini açıklayabilmektir.
Ouetelet'ten bugüne burjuva istatistiğin yönteminin metafizik ve idealist özünde bir şey değişmemiştir.
Marksist-Leninist istatistik yöntemi, sosyal ve ekonomik ilişkileri karakterize eden sayısal göstergelerdeki değişmeyi soyut teorilerle açıklamaz. Tam tersine gelişmenin nedenini üretim ilişkilerinde arar. Marksist-Leninist yöntem, toplumsal görüngülerin istatistik fotoğrafındaki her değişmeyi siyasi ve ekonomik ilişkilerle bağları içinde ele alır.
Marksist istatistik yöntemi açısından toplumsal görüngülerin sayısal araştırılmasına tarihsel ve somut yaklaşım esastır. Marksist istatistik yöntemine göre istatistik görüngüleri, olduğu gibi, toplumsal yaşamın ortaya çıkarttığı yalın haliyle kaydeder. Toplanılan materyali nesnel içeriği temelinde inceler. Bunu yaparken dikkatini süreçlerin özünü, her bir sürecin gelişme aşamalarını ifade eden özelliklerini açığa çıkartmaya yöneltir.
İstatistik çalışmasında tümevarım, tümdengelim, analiz ve sentez gibi yolları kullanır. Örnek; toplumsal gelişmenin yasalarına dayanarak istatistik, genelden özele geçer, ekonominin bütününden onun her bir dalına geçer ve onun bileşeni olan unsurları tasnif eder veya özelden genele doğru; ekonominin her bir bileşeninden bütününe doğru bir yol izler. Bu durumda esasen aynı özellikler taşıyan münferitlikler (ekonomide işletmeler) grup, alt grup vb. biçimlerde tasnif edilebilirler. Bu tasnif, bütünün bölümler içinde ifadesidir. Marksistler için burada istatistik veriler/rakamlar vs. tarihsel materyalizmin ve Marksist politik ekonominin teorik ilkelerine göre değerlendirilirler.
Somutlaştırırsak: Örneğin Türkiye'de kapitalist üretim biçiminin hangi aşamasının (basit meta üretimi, manifaktür ve makinalı büyük üretim) hakim olduğunu tespit etmek için ayrıntıyı ifade eden münferit üretim birimlerini istatistik veri/materyal olarak alırsın, tasnif edersin, analiz edersin ve varılan sonuç sentezdir. Böyle bir yol izlemeden bir ülkede üretim biçimi, hakim sömürü biçimi tespiti yapamazsın veya coğrafyamızda Maocuların yaptığı gibi, "ampirik verilerle yola çıkmayı yanlış bulursun. Bu, tam da bir metafizik yöntemdir ve nesnel gerçeklikle karşı karşıya kalmaktan duyulan korkudur. Çünkü "ampirik veriler", toplumsal kütle görüngüleridir ve bunlar siyasi ve ekonomik ilişkileri yansıttıklarından temel siyasi tespitlerin doğruluğunun ve yanlışlığının doğrudan göstergesi olurlar. Ayrıntıya girmezsen, örneğin kırsal alanda köylülüğün sosyal tabakalara ayrışmasını ve kırsal alandaki mülkiyet ilişkilerinin gelişmişlik durumunu (sentez) tespit edemezsin.
Demek oluyor ki istatistik, aynen diğer bilimler gibi, genelleştirme ile uğraşır. Lenin, "Tarım Sorunu ve Marks Eleştirmenleri" makalesinde E. David revizyonistini "olgular materyalini,... genelleştirmesini ve birbirine bağlamasını anlamıyor" diye eleştiriyordu. (C. 13, s. 170). Demek ki, münferit olgulardan; her bir toplumsal olgudan genelleştirmeye gitmeyi, bu olguları birbirine bağlamasını ve sonuçlar çıkartmasını kavramak zorundayız.
Genelleştirme görevinin çözümünde istatistik yönteminin önemini Lenin'in şu sözlerinden de anlıyoruz. "Bir Adım ileri, İki Adım Geri" yazısında o, konuya ilişkin olarak şöyle der; ".. Tabloyu daha canlı kılmak, dağınık, bölük pörçük, birbirinden ayrı büyük küçük bir sürü olay yerine gerçek bir tablo edinmek... için... temel tipleri bir çizelgede gösterme kararı aldım. Büyük olasılıkla böyle bir yöntem, birçoklarına tuhaf gelecektir, ama sonuçları en doğru ve tam biçimde genelleştiren ve özetleyen bir başka yöntemin bulunabileceği konusunda kuşkuluyum" (C.7, s. 336/337)
Demek oluyor ki çizelge, grafik genelleştirmede ve sonuçları çıkarmada oldukça önemlidir.
İstatistik yöntem, tarihsel somut gerçekliği tanımak için bir dizi bilimsel usulden yararlanmaktadır.
İstatistik biliminin yöntem ve konusunun genel bir tanımlamasını Otsrovityanov şöyle yapıyor:
"İstatistik, bağımsız bir toplum bilimidir. Toplumsal kütle görünümlerinin nicel yönünü, ayrılmaz bağları içinde nitel yönüyle birlikte inceler; toplumsal gelişmenin yasallıklarının nicel ifadesini mekan ve zamanın somut koşulları altında inceler. İstatistik, toplumsal üretimin nicel yönünü, üretici güçlerin ve üretim ilişkilerinin bütünselliği içinde ve toplumun kültürel ve siyasi yaşamının görüngüleriyle bağları içinde inceler. Ayrıca, istatistik, doğal ve teknik faktörlerin toplumsal yaşamdaki nicel değişmeler üzerine etkisini ve toplumun yaşamının doğal koşulları üzerinde toplumsal üretimin gelişmesinin etkisini araştırır, istatistiğin teorik temelini tarihsel materyalizm ve Marksist-Leninist politik ekonomi oluşturur. Bu bilimin ilkelerine ve yasalarına dayanarak nicel değişmeleri somut toplumsal kütle görüngülerinde tasavvur eder ve onların yasallıklarını açıklar" (Arbeits- und Forschungsmehoden der Statistik", Heft 21 der Schriftenreihe; "Aus Sowjetischer und Volksdemokratischer Wirtschftsliteratur", Berlin 1955, s. 17. Verlag, Die Wirtschaft).
3-İstatistiğin Teorik Temelleri
Marksist istatistik biliminin teorik temelini, toplumun gelişme yasaları üzerine Marksist-Leninist öğreti oluşturur. Yanı sıra, Marksist-Leninist felsefe ve politik ekonomiye dayanır. Demek oluyor ki, diğer toplum bilimleri gibi, Marksist istatistik bilimi de araştırmalarına tarihsel materyalizm ve Marksist politik ekonomi temelinde yaklaşır.
Bilindiği gibi, tarihsel materyalizm, materyalist dünya görüşünün toplumsal gelişmelerin araştırılmasında kullanılmasıdır. Aynı şekilde, Marksistler için istatistik, toplumsal kütle görüngülerini zaman ve mekan koşulları altında ele aldığı için, bu görüngülerin maddesel olduğundan, nesnel olduğundan hareket eder. İstatistik, gerçekliğin kavranmasında payına düşen görevi yerine getirmek zorundadır.
Marks, Engels, Lenin ve Stalin'in eserlerinde istatistik araştırmalarda politik ekonominin temel ilkelerine ve ortaya çıkardığı sonuçlara dayanılması gerektiğini çok yönlü olarak temellendirmişler ve açıklamışlardır.
Politik ekonomi, insanların ekonomik ilişkilerinin, üretici güçlerin üretim ilişkileri üzerinde etkisinin vs. bilimidir. Bir toplum bilimi olan politik ekonomi sınıfsal karakter taşır.
"Tümüyle nesnel, önyargısız, gerçekten korkmayan bir politik ekonomi olası mıdır? Hiç kuşkusuz olasıdır. Böyle bir nesnel politik ekonomi, sadece kapitalizmin çelişkilerini örtmeye ve çıbanlarını gizlemeye ilgi duymayan, çıkarları toplumun kapitalist boyunduruktan kurtulmasının çıkarları ile çakışan, çıkarları insanlığın ilerici gelişmesinin çıkarları ile aynı çizgide olan sınıfın politik ekonomisi olabilir. Bu sınıf, işçi sınıfıdır. Bundan dolayı, nesnel ve salt kendi çıkarlarını düşünmeyen bir politik ekonomi, ancak işçi sınıfının çıkarlarına dayanan bir politik ekonomi olabilir. Böyle bir politik ekonomi, Marksizm-Leninizmin politik ekonomisidir" (Politische Ökonomie, Lehrbuch, s. 14, Berlin 1955).
Politik ekonomi, ekonomi bilimleri içinde en önemli olanıdır, çünkü o, "toplumun tarihsel gelişme sürecini bütün somut çeşitliliği içinde araştırmayı kendine görev edinmez. O, toplumsal iktisadın her bir sisteminin temel özelliklerinin temel kavramlarını öğretir" (Agk, s. 13).
Anlattığımızı somutlaştıralım; istatistik araştırmaya, görüngülerin teorik analizi ile başlıyor, bunu yaparken politik ekonominin bilgilerine dayanıyor ve politik ekonominin kategorilerinden hareket ediyor. Çıkış noktası böyle olsun ve Türk sanayisinin 1950-1999 dönemi araştırılmak istensin. İstatistik ne ile işe başlar? İstatistik, öncelikle, Türkiye'nin ekonomik ilişkilerini analiz etmek zorundadır. Ancak bundan sonra işletmelerin gruplandırılmasına, büyük ve küçük işletmelerin ekonomideki ağırlığına, tekel olgusunun olup olmadığına vs. geçilebilir. Bunu yaparken istatistik, bir dizi kavramlara ulaşır veya kavramlar ortaya çıkartır. Araştırılan görüngüler, bütün temel özellikleriyle bu kavramlarda ifade edilirler. Bu kavramlar, istatistik şifrelerdir/işaretlerdir. Bunlardan hareketle istatistik, görüngüleri sayısal olarak karakterize eder ve analiz eder. Örnek, kiracı köylülük bir kavramdır. Kiracı köylülük "yarı-feodal ülkelerde oldukça yaygındır" denirse, o zaman bunun kanıtlanması gerekir. Bunu yapmaz ve ampirik verilerle yola çıkmanın yanlış olduğunu söylersen, o zaman bir toplum bilimi olarak istatistiği reddetmiş olursun. İkinci örnek; küçük üretim, büyük ölçekli üretim birer kavramdır. Sayısal olarak küçük üretim ekonomide hakim olabilir. Ama bu, üretilen değer açısından da hakimiyet anlamına gelmez. O halde yapılması gereken, istatistiğin bu toplumsal görüngüleri sayısal olarak karakterize etmesi ve analiz etmesidir. Türkiye açısından bunun sonucu şudur; sayısal olarak küçük üretim (işletme) büyüklere oranla çok fazladır. Ama üretim değeri bakımından büyük işletmelerin ekonomideki hakimiyeti küçük olanlarla karşılaştırılamayacak kadar belirgindir.
Lenin şöyle diyor;
"Bir dizi sorun ve oldukça temel, modern devletlerin ekonomik yapısını ve gelişmesini ilgilendiren sorunlar, önceleri genel mülahazalar ve yaklaşık veriler temelinde çözülen sorunlar bugün, söz konusu ülkenin bütün alanı için belli bir bütünlüklü programa göre toplanmamış ve istatistiğin uzmanları tarafından bir araya getirilmemiş çok sayıda verilere dayanılmaksızın bir ölçüde dahi olsun ciddi bir şekilde incelenemezler" (C. 16, s.435, "Modern Tarımın Kapitalist Sistemi" yazısından).
Demek oluyor ki, istatistiksiz politik ekonomi olamayacağı gibi, politik ekonomisiz istatistik de olmuyor.
İstatistik konusunda Lenin'i dinleyelim;
"Toplumsal görüngüler alanında olağanüstü yaygın ve o derece de yanlış olan bir yöntem vardır. Yani münferit olguları (bağından kopartarak) çekip almak ve örneklerle hokkabazlık yapmak. Örnekleri sadece derlemek zahmet istemez, ama ya anlamı yoktur veya sadece katışıksız olumsuz anlamı vardır. Çünkü esas olan, münferit durumların dayandıkları somut tarihsel durumdur. Gerçekler, bütünlükleri içinde, bağlamları içinde ele alındıklarında sadece 'inatçı' değil, bilakis mutlaka kanıt güçlü şeylerdir. Ama münferit olgular (gerçekler- SP.) bütünden kopuk olarak, bağlamından kopuk olarak ele alındıklarında veriler eksiktir, keyfi olarak (bağından koparılarak) çekip çıkartılmıştır. Çünkü tam da bu, verilerle hokkabazlık yapmaktır veya daha da kötü. Örneğin, önceleri ciddiye alınan ve öyle de kalmak isteyen bir yazar 20. yüzyılın Avrupa'sında bazı gelişmelerin açıklanması için Moğol boyunduruğu gerçeğini örnek alırsa bu, sadece, gerçeklerle hokkabazlık yapmak olarak tanımlanabilir mi veya siyasi şarlatanlıktan bahsetmek daha doğru olmaz mı?...
Tam ve tartışmasız olgulardan bir temele ulaşmaya çalışmak gerekir. Bu temele dayanılmalı ve bu temelle her bir 'genel' veya 'örneklere dayanan' bugünlerde bazı ülkelerde ölçüsüz kötüye kullanılan gözlemlerle yüz yüze gelinebilmeli. Bunun gerçek bir temel olması için esas olan, münferit olguları (bağından kopartarak) çekip almak değil, bilakis söz konusu soruna ilişkin olguların bütün kompleksini göz önünde tutmaktır, istisnasız olarak. Çünkü, aksi taktirde kaçınılmaz olarak olguların keyfi seçildiği veya bir araya getirildiği üzerine şüphe, tamamen haklı şüphe doğar...
Bu düşüncelerden hareketle istatistik ile başlamak istiyoruz. Bunu yaparken istatistiğin, bazı okurlarda uyandırdığı... derin antipatinin bilincindeyiz" (C. 23, s. 285/286, "Statistik und Soziologie" makalesinden).
Biz de bunun bilincindeyiz. Okur rakamları/sayıları okumuyor, "genel gözlemlere" bile rağbet etmiyor. Ama sorun sadece "bazı okur" ile sınırlı değil. Marksizm adına konuşan küçük burjuvazi, bugünün Türkiye'sinde toplumsal gelişmişliği neredeyse ortaçağ karanlığı içinde yaşıyor olduğumuzu kanıtlamak (!) için nesnel gerçeklerden, gerçek istatistik verilerden öcüden korkar gibi korkuyor! Bunların istatistiğe duydukları antipati ölçüsüzdür.
4- İstatistiğin Görevleri
İstatistik, incelenmesi gereken toplumsal görüngüleri dört açıdan tasnif eder; a-kapsam; b-yapı; c-diğer görüngülere olan ilişkiler ve d-görüngülerin değişimi ve gelişmesi. Böyle bir tasniften sonra istatistik konuyu dört aşamada ele alır; a-teorik analiz; b-kapsama; c-hazırlık ve d- değerlendirme.
İstatistik, incelenmesi gereken toplumsal görüngüleri kapsam, diğer görüngülerle olan ilişkiler ve görüngülerin değişimi ve gelişmesi bakımından tasnif etmekle toplumsal görüngülerin nicel yönlerinin özelliklerini ifade etmiş olur. Bu, öncelikle yapılması gerekendir. Sonra sıra, dört aşamalı çalışma sürecine gelir. Örnek; Türkiye'de kapitalist üretim biçiminin, "yarı -feodal üretim tarzı"nın, kapitalist sömürünün veya feodal sömürünün, burjuva mülkiyetin veya feodal mülkiyetin hakim olup olmadığını veya hangilerinin hangi oranda var olduğunu tespit etmek için her biri birer toplumsal görüngü olan bu görüngüleri, bu nesnel, maddi görüngüleri kapsamı, yapısı, diğer görüngülerle ilişkileri ve bu görüngülerdeki gelişme ve değişim bakımından tasnif etmiyorsan; bu zahmetli ve kesin olarak temel siyasi saptamalara götürecek ilk adımı atmıyorsan geriye tek bir anlayış kalıyor; istatistiği bir toplum bilimi olarak kavramamak ve sayısal verilerle, örneklerle hokkabazlık yapmak (Lenin).
Toplumsal görüngülerin nicel yanlarının temel karakteristiğini veren bu tasniften, ilk işten, sonra sıra, dört aşamalı çalışmaya gelir. Bu çalışmanın her bir aşamasının anlamı şöyledir.
a- Teorik analiz
Marksist istatistik, tarihsel materyalizmin ve politik ekonominin ilkelerinden hareketle ele alınan toplumsal görüngülerin özüne inmeye çalışır. Teorik düşünceler, ele alınan konu hakkında belli istatistik şifreler/işaretler/göstergeler ortaya çıkartır. Sonuç itibariyle bunlar sayı ve kavram bütünlüğüdür ve toplumsal görüngülerin nicel ve nitel yönlerini ifade ederler. Ancak bunların yardımıyla çalışma sürdürülebilir. Örnek; bir ülkenin gayrisafi üretimi. Burada bir taraftan söz konusu ülkenin gayrisafi üretimi ifade ediliyor. Bu bir kavramdır ve aynı zamanda ülkedeki bütün sanayi işletmeleri içinde geçerlidir. Diğer taraftan bu kavram; gayrisafi üretim, hacim (miktar) bakımından da açıklık ister. Ama kapsam (miktar), işletmeden işletmeye farklıdır. Teorik analiz bütün bunları göz önünde tutmak zorundadır.
b- Kapsam
Burada söz konusu olan, göstergelerin sayısal hacminin tespitidir. Araştırılmak istenen toplumsal görüngülerin her biri yukarıda belirttiğimiz dört açıdan tasnif edilmek zorundadır. Örnek; bugün -dün de- Türkiye kırında mülkiyet/üretim ilişkilerini tespit etmek için yararlanılabilecek sayısız istatistik materyal vardır. Bu materyali değerlendirmeksizin, şurada veya burada görülen feodal kalıntıyı tarımsal yapıları belirleyen bir büyüklük olarak kabul ediyorsan, bunu kanıtlamak zorundasın. Yani kırsal alanda üretimi, mülkiyet ilişkileri, köylünün parçalanmışlık durumu açısından -bunların hepsi birer toplumsal görüngüdür- incelemek, bunların kapsamını belirlemek zorundasın. Ama Maocularımız, bunun tam da tersini yaparak sakın ha "kapitalist görüngülere inanmayın, Türkiye'de sömürü kapitalist değil, feodaldir" diyebiliyorlar.
Kapsamı tespitle istatistik, verili zaman ve mekan koşullarında her bir somut toplumsal görüngü üzerinde bilgi sahibi olur.
c-Hazırlık
Burada söz konusu olan, münferit görüngüler üzerine veriler hakkında ve görüngülerin bütünü hakkında bilgilerin toplanması ve sosyal-ekonomik tiplerine veya karakteristik özelliklerine göre ayrıştırılmasıdır.
d- Değerlendirme
Burada söz konusu olan, teorik analizle görüngülerin özü üzerine elde edilmiş olanın derinleştirilmesidir. Bunu yapmak için istatistik, matematik yöntemine başvurulabileceği gibi, sayısal materyali daha da anlaşılır/kavranır yapmak için tablolardan ve grafiklerden de yararlanır. Yani sayısal materyal tablolaştırılır / grafikleştirilir” (“Sınıf Pusulası”, sayı 4, Kasım-Aralık 1999).
İbrahim Okçuoğlu
15 Temmuz 2017
*
Ama bir soruna değinmeden geçmeyeceğim. SSCB’de sosyalizmin inşası üzerine söylenmedik, uydurulmadık bir şey kalmadı dersek abartmış olmayız. Burjuvazi, sosyalist inşayı anlatırken korku ve dehşet yaymaktan çekinmemiştir. Öyle ki, sonunda faşizm ve sosyalizmi; Hitler ve Stalin’i aynı kefeye koymuştur. Bunu anlıyoruz. Nihayetinde inşa edilen sosyalizm, burjuva düzenin, kapitalizmin mezar kazıcısıydı.
Batı Marksizmini de anlıyorum. Bugünkü “Post-Marksizm”in öncelleri olan bu unsurlar, uzlaşmacı sınıf mücadelesiyle bir yere varılamayacağını gösteren Ekim Devrimi ve sosyalizmin inşasını gelecek için; burjuva sınıf iktidarı için en büyük tehlike olarak görmüşler ve ona göre hareket etmişlerdir. Bu da anlaşılır.
Ancak, Lenin’in deyimiyle “hergele” Troçki ve tetikçilerinin genel olarak sosyalizm ve özel olarak da SSCB’de inşa edilen sosyalizm hakkında uydurmaları, teoriye ve Sovyet pratiğine ihanetin ötesindedir. Troçki ve tetikçilerinin Marksizm-Leninizme, sosyalizme, komünizme, SSCB’ye, inşa edilen sosyalizme, Stalin’e duydukları nefret, kin, düşmanlık emsalsizdir.
SSCB’de sosyalizm inşa edilirken Batı’da, kapitalist dünyada proletarya diktatörlüğünü, inşa edilen sosyalizmi yıkmak için müttefik arayan ve bulan Troçki’den başkası değildi. Troçki, Avrupa burjuvazisinin “Kızıl Napolyon”u olarak dolaşırken, Sovyet insanı sosyalizmi inşa ediyordu.
II. Dünya Savaşında Alman emperyalizminin SSCB’deki beşinci kolu görevini üstlenenler Troçki ve tetikçilerinden başkaları değildi.(Bkz.:“Düştüysek Kalkarız, Daha Ölmedik Ya!”, Troçki, “24 Ayar” Anti-Komünistin Hikayesi, İbrahim Okçuoğlu;13 Şubat 2013 - 29 Kasım 2014 Cumartesi, http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com)
Troçki kendi seçimi olan yolunun sonuna gelmişti: 1930'lu yılların ikinci yarısına gelindiğinde Troçkizm “işçi sınıfı içinde siyasi bir akım” olmaktan çıkarak “yabancı devletlerin casusluk organlarının hizmetinde çalışan zararlı unsurlar, bölücüler, casus ve katillerden oluşan ilkeden ve düşünceden yoksun, işçi sınıfının yeminli düşmanı olan bir çete”ye (Stalin) dönüşmüştü.
İşte bu “katiller...çetesi”nin tek tutarlı yanı, Marksizm-Leninizme, SSCB’ye, sosyalizmin inşasına durmaksızın saldırılarını devam ettirmeleridir. “Hergele” Troçki ne uydurduysa aynen tekrar ediyorlar. Birkaç örnek:
-”Ekim Devriminin önderlerinden biri olan Troçki hain ilan edilecek...”.
Açıklaması: Troçki’yi hiç kimse hain ilan etmedi. Ancak, kendi karşıdevrimciliği sonucunda hain olduğunu kendisi ortaya koydu: 1930'lu yılların ikinci yarısına gelindiğinde Troçkizm “işçi sınıfı içinde siyasi bir akım” olmaktan çıkarak “yabancı devletlerin casusluk organlarının hizmetinde çalışan zararlı unsurlar, bölücüler, casus ve katillerden oluşan ilkeden ve düşünceden yoksun, işçi sınıfının yeminli düşmanı olan bir çete”ye dönüşmüştü.
-”Sosyalizm sınıfsız ve devletsiz toplumdur...”
Açıklaması: Ne Marks, ne Engels ne Lenin ve ne de Stalin ”Sosyalizm sınıfsız ve devletsiz toplumdur” iddiasında bulunmuşlardır. Bu saçmalık “hergele” Troçki’ye ve tetikçilerine aittir.
-”Stalinizmin teorik alandaki suçlarından biri de, kapitalizmden komünizme geçiş konusundaki Marksist açılımları bilinçli olarak tahrif etmesidir. Bu tahrifat nedeniyle dün olduğu gibi bugün de dünya genelinde sol harekette, sosyalizmi proletarya diktatörlüğü dönemi ile özdeş sayan bir anlayış
yaygındır.”
Açıklaması: Sosyalizmi proletarya diktatörlüğü ile özdeş sayan; bunun teorisini yapan Marks’tır, Engels’tir, Lenin’dir, Stalin’dir.
-”Oysa Stalinist gelenek, sosyalizm evresini, kapitalizmden sınıfsız topluma geçiş dönemi yani proletarya diktatörlüğü dönemi ile aynı şeymiş gibi gösterir.”
Açıklaması: Sadece Marks’ın “Gotha Programı” sorunun ne olduğunu açıklar; bu geçiş döneminin sosyalizm olduğunu döne döne en çok anlatan Marks, Engels ve Lenin’dir. Uygulayanlar da Lenin ve Stalin’dir.
-”Bir dünya sistemi kurmuş bulunan kapitalizmin tasfiyesinin ancak dünya ölçeğinde gerçekleşeceği ve sınıfsız toplum düzeninin de ulusal değil bir dünya düzeni olacağı çok açıktır. Bu bakımdan işçi sınıfının devrimi (sosyalist devrim) bir dünya devrimidir...Tek ülkede işçi sınıfı iktidarının kurulması mümkündür ve bu olasılık devrimin siyasal boyutunu ilgilendirir. Oysa sosyalist kuruculuk asla tek ülkede tamamlanamaz ve bu gerçeklik de devrimin toplumsal boyutuna işaret eder.”
-“Fakat esasen sosyalist devrim, işçi sınıfının çeşitli ülkelerde iktidara gelmesiyle birbirine eklemlenen ve bu sayede kapitalizmin geri dönüşsüz tasfiyesini mümkün kılan sürekli bir devrim sürecidir. Ve bu devrim ancak dünya ölçeğinde tamamlanabilir.”
-”1936 yılına gelindiğinde Stalin, Sovyetler Birliği’nde sosyalist düzenin artık tamamen gerçekleştiğini açıklamıştır.” (Elif Çağlı; “Tek Ülkede Sosyalizm” İddiası Sosyalizmin İnkârıdır, 1 Eylül 2006)
Bu veya benzeri değişmez saçmalıkları herhangi bir Troçkist sitede bulabilirsiniz. Yani bu saçmalıklar sadece E. Çağlı’ya özgü değildir.
Son üç iddianın; tek ülkede sosyalizmin nihai kuruluşu mümkün değildir; sosyalist devrim, bir sürekli devrim sürecidir ve ancak dünya ölçeğinde tamamlanabilir; Stalin SSCB’de sosyalist düzenin artık tamamen gerçekleştiğini açıklamıştır türünden savların cevabını da aşağıdaki yazışmada görüyoruz:
Manturovsk Reyonu, Kursk Bölgesi, SBLKGB Propagandacısı İvan Filipoviç, SSCB’de sosyalizmin nihai zaferi konusunda Stalin yoldaşın ne düşündüğünü sormak için aşağıdaki mektubu yazar:
İvanov İvan Filipoviç’in Stalin’e mektubu:
"Değerli Stalin Yoldaş!
Şu soruya açıklık getirmenizi ivedilikle rica ediyorum: Bizim burada, hatta Komsomol Bölge Komitesi'nde, ülkemizde sosyalizmin nihai zaferi üzerine iki tür anlayış var, yani birinci grup çelişkiler ikinci grup çelişkilerle karıştırılmakta. Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin kaderi üzerine kaleme aldığınız yapıtlarda, iki grup çelişkiden söz ediliyor - iç çelişkiler ve dış çelişkiler.
Birinci gruptaki çelişkileri çözmüş olduğumuz ortadadır; sosyalizm ülke içinde zafere ulaşmıştır.
Ben, ikinci grup çelişkiler üzerine, yani sosyalizm ve kapitalizm arasındaki çelişkiler üzerine yanıt istiyorum. Sosyalizmin nihai zaferinin, dış çelişkilerin çözümü, müdahaleye karşı, dolayısıyla kapitalizmin restorasyonuna karşı tam bir garanti anlamına geldiğine işaret ediyorsunuz. Ne var ki, bu çelişkiler grubu bütün ülkelerin işçilerinin çabalarıyla çözümlenebilir.
Lenin yoldaş da bunu öğretmektedir bize: "Dünya ölçüsünde nihai zafere ancak bütün ülkelerin işçilerinin ortak çabasıyla ulaşılabilir."
SBLKGB Bölge Komitesi propagandistleri seminerinde, sizin yapıtlarınıza dayanarak, sosyalizmin nihai zaferinin ancak dünya ölçüsünde olanaklı olduğunu söyledim. Ne var ki, Bölge Komitesi çalışanları, Uroşenko (Komsomol Bölge Komitesi birinci sekreteri) ve Kaselkov (propaganda müfettişi), benim çıkışımı Troçkist bir çıkış olarak nitelendiriyorlar.
Onlara, sizin yapıtlarınızdan bu soruna ilişkin bölümler okumaya başladım, fakat Uroşenko, üç ciltlik derleme yapıtı kapatmamı önerdi ve şöyle dedi: "Stalin yoldaş bunu 1926'da söylemişti, fakat şimdi 1938 yılındayız. O zaman daha nihai zafere ulaşmamıştık, oysa şimdi nihai zafer elde ettik. Artık müdahaleyi ya da restorasyonu düşünmek bize yakışmaz." Devamla şunu söyledi: "Şimdi sosyalizmin nihai zaferine ve müdahaleye ve kapitalizmin restorasyonuna karşı tam güvenceye ulaşmış bulunuyoruz". Böylece, Troçkizme yardımcı olmakla suçlandım propaganda çalışması yapmam engellendi ve şimdi Komsomol'de kalıp kalmamam tartışılmakta.
Sizden Stalin yoldaş, şu soruyu açıklamanızı rica ediyorum: Sosyalizmin nihai zaferine ulaştık mı, yoksa bugüne kadar uluşamadık mı? Belki de ben, günümüzdeki değişikliklerle bağıntılı tamamlayıcı güncel materyaller bulamadım.
Benim düşünceme göre, Uroşenko'nun Stalin yoldaşın bu soruna ilişkin yapıtlarının eskidiği yönündeki açıklaması anti-bolşevik bir açıklamadır. Ve acaba Bölge Komitesi çalışanları, beni Troçkist olarak değerlendirirken doğru mu davranmışlardır? Bu benim için çok kırıcı ve incitici olmuştur.
Sizden ricamı reddetmemenizi ve yanıtınızı şu adrese göndermenizi rica ediyorum - Manturovsk Reyonu, Kursk Bölgesi, Birinci Sasems Köy Sovyeti, İvanov İvan Filipoviç.
18.1.1938, İ. İvanov; Manturovsk Reyonu, Kursk Bölgesi SBLKGB Propagandisti İvan Filipoviç.
*
Stalin’in cevabı:
Elbette siz haklısınız, İvanov yoldaş, ideolojik karşıtlarınız, yani Uroşenko ve Kaselkov yoldaşlar haksızdır.
Şundan dolayı:
Bir ülkede, bu durumda bizim ülkemizde, sosyalizmin nihai zaferi sorununun iki farklı yanı olduğu kuşku götürmez.
Ülkemizde sosyalizmin nihai zaferi sorununun birinci yanı, ülkemizdeki sınıfların karşılıklı ilişkileri sorununu kapsamaktadır. Bu iç ilişkiler alanıdır. Ülkemizin işçi sınıfı, köylülüğümüzle çelişkilerini aşabilir, onunla bir ittifak kurabilir, işbirliği yapabilir mi? Ülkemizin işçi sınıfı, köylülükle ittifak halinde ülkemizin burjuvazisini yenebilir, elinden toprağı, fabrikaları, maden ocaklarını vs. alabilir ve kendi güçleriyle yeni, sınıfsız toplumu, tam sosyalist toplumu kurabilir mi?
Leninizm bu sorulara evet yanıtı vermektedir. Lenin, "tam sosyalist toplumu kurmak için gerekli her şeye sahip olduğumuz"u öğretiyor. Demek ki, kendi güçlerimizle burjuvazinin üstesinden gelmek ve sosyalist toplumu kurmak zorundayız, bunu yapabiliriz. Daha sonraları faşizmin casus ve ajanları haline gelen Troçki, Zinovyev, Kamenev ve diğer baylar ise, diğer ülkelerde, kapitalist ülkelerde sosyalist devrimin zaferi olmaksızın ülkemizde sosyalizmin inşası olanağını yadsıyorlardı. Bu baylar, ricatlarını diğer ülkelerde "devrimin zaferi" sahte dayanağıyla gizleyerek, meselenin özü itibariyle ülkemizi burjuva gelişme yoluna geri çekmek istiyorlardı. Partimizin bu baylarla çatışmasının nedeni işte buydu. Ülkemizin daha sonraki gelişme süreci partimizin tamamen haklı olduğunu, oysa Troçki ve kumpanyasının haksız olduğunu göstermiştir. Çünkü bu dönemde burjuvaziyi tasfiye ettik, köylülükle kardeşçe işbirliğini sağladık, diğer ülkelerde sosyalist devrimin zaferinin olmamasından bağımsız olarak, ana hatlarıyla sosyalist toplumu kurduk.
Ülkemizde sosyalizmin zaferine ilişkin sorunun birinci yanıyla ilgili durum budur.
İvanov yoldaş, Uroşenko ve Kaselkov yoldaşlarla tartışmanız, sanırım, sorunun bu yanıyla ilgili değil.
Ülkemizde sosyalizmin zaferi sorununun ikinci yanını ülkemizle, öteki ülkelerin, kapitalist ülkelerin karşılıklı ilişkileri sorunu, ülkemizin işçi sınıfıyla, öteki ülkelerin burjuvazileri arasındaki karşılıklı ilişkiler sorunu oluşturur. Bu dış, uluslararası ilişkiler alanıdır. Bir dizi güçlü kapitalist ülkenin kuşatması altında bulunan bir ülkenin muzaffer sosyalizmi, kendisini, bir askeri saldırı (müdahale) tehlikesine karşı ve dolayısıyla da ülkemizde kapitalizmin yeniden kurulması girişimine karşı güvence altında olduğunu düşünebilir mi? İşçi sınıfımız ve köylülüğümüz, öteki ülkelerin burjuvazilerini kendi güçleriyle, kapitalist ülkelerin işçi sınıflarının ciddi yardımları olmaksızın, kendi burjuvazisini yıktığı gibi yıkabilir mi? Başka türlü söylendiğinde: Ülkemizde sosyalizmin zaferinin nihai olduğu, yani sosyalizmin tek ülkede muzaffer olduğu ve kapitalist kuşatmanın sürdüğü koşullar altında, bu tek ülkede sosyalizmin, askeri saldırılardan ve kapitalizmi yeniden kurma çabalarından tamamen uzak olduğu söylenebilir mi?
Ülkemizde sosyalizmin zaferi sorununun ikinci yanıyla bağıntılı olan sorunlar bunlardır.
Leninizm bu soruları hayır diye yanıtlamaktadır. Leninizm, "burjuva ilişkilerin restorasyonuna karşı güvence anlamında sosyalizmin nihai zaferi, sadece uluslararası ölçekte olanaklıdır" demektedir. (Bkz. SBKP(B) XIV. Konferansı bilinen kararı). Bu, uluslararası proletaryanın ciddi yardımının olmaksızın sosyalizmin bir ülkede nihai zaferi görevinin çözülemeyeceği güç olduğu anlamına gelir. Bu, elbette, elimizi kolumuzu bağlayıp, dışarıdan yardım beklentisiyle, oturmamız gerektiği anlamına gelmiyor. Tam tersine, uluslararası proletaryanın yardımı, ülkemizin savunma gücünün artırılması, Kızıl Ordu ve Kızıl Donanma'nın güçlendirilmesi, bütün ülkenin askeri bir saldırı ve burjuva ilişkilerin restorasyonu girişimine karşı mücadele için seferber edilmesi çalışmasıyla birleştirilmelidir.
Lenin konuya ilişkin şöyle diyor:
"Sadece bir devlet içinde değil, bir devletler sistemi içinde yaşıyoruz ve Sovyet Cumhuriyetinin emperyalist devletlerle yan yana uzun süre varlığını sürdürmesi düşünülemez. Sonunda ya biri ya öteki zafere ulaşacaktır. Bu sona kadar da, Sovyetler Birliği ile bu burjuva devletler arasında bir dizi korkunç çatışma kaçınılmazdır. Bunun anlamı, egemen sınıfın, proletaryanın, eğer egemenliğini sürdürmek istiyorsa, sürdürecekse, bunu askeri örgütleriyle de kanıtlamak zorunda olduğudur." (Lenin, SE, Cilt VIII, Almanca baskı, s. 35, 36).
Ve devamla:
"Bize karşı kinlerini açıkça ifade eden insanlar, sınıflar, hükümetler tarafından kuşatılmış bulunuyoruz. Bir saldırıyla aramızda her zaman kıldan ince bir sınır olduğu akıldan çıkarılmamalıdır." (Cilt XXVII, s. 117, Rusça).
Bu sözler, Lenin'in her zaman yaptığı gibi, süslenmeden, acı, ama dürüst ve gerçeklere uygun sert ve acı söylenmiş sözlerdir.
Bu koşullar temelinde Stalin'in "Leninizmin Sorunları" yazısında şöyle denmektedir:
"Sosyalizmin nihai zaferi, müdahale girişimleri ve dolayısıyla restorasyona karşı tam bir güvencedir; çünkü bir ölçüde ciddiye alınacak bir restorasyon girişimi, sadece dış destekle, sadece uluslararası sermayenin desteğiyle gerçekleşebilir. O nedenle, devrimimizin bütün ülkelerin işçileri tarafından desteklenmesi ve daha da ötesi, bu işçilerin, en azından bazı ülkelerde zafere ulaşması, ilk muzaffer ülkenin müdahale ve restorasyon girişimlerine karşı tamamen güvence altında olması için, sosyalizmin nihai zaferi için, zorunlu koşuldur." (Leninizmin Sorunları, 1932 İlk Dizisi, Alm. Baskı, s. 347).
Gerçekten de, kapitalist kuşatma gerçeğine gözlerini kapamak ve dış düşmanlarımızın, örneğin faşistlerin, uygun fırsatta SSCB'ye askeri saldırı gerçekleştirmeyeceğini düşünmek gülünç ve aptalcadır. Bunu sadece gözü hiçbir şey görmeyen palavracılar veya da halkı uyutmak isteyen gizli halk düşmanları düşünebilir. Müdahale en ufak bir başarı kaydettiğinde müdahalecilerin ele geçirdikleri reyonlarda, Sovyet sistemini yıkıp yerine yeniden burjuva sistemi kurmayacaklarını düşünmek, bundan daha az gülünç değildir. Denikin ve Kolçak, işgal ettikleri bölgelerde burjuva sistemi yeniden kurmadılar mı? Faşistler, Denikin ve Kolçak'tan daha mı iyiler? Kapitalist kuşatma varolduğu müddetçe, askeri müdahale ve restorasyon girişimi tehlikesini sadece aptallar veya da çalım satarak düşmanlıklarını saklamaya çalışan ve halkı demobilize etmeyi amaçlayan gizli düşmanlar reddedebilir. Eğer bir ülke kapitalist kuşatma altındaysa, müdahale ve restorasyon tehlikesine karşı tamamen güvence altında değilse, o ülkede sosyalizmin zaferi nihai olarak görülebilir mi? Bunun yapılamayacağı açıktır.
Tek ülkede sosyalizmin zaferi sorununun durumu budur.
Bu sorunun iki farklı soru içerdiği ortaya çıkıyor: a) Ülkemizde iç ilişkiler, yani burjuvazinin yenilmesi ve sosyalizmin eksiksiz kurulması sorunu ve b) Ülkemizin dış ilişkileri, yani ülkemizin askeri müdahale ve restorasyon tehlikesine karşı tam güvenliğinin sağlanması sorunu. Birinci sorunu çözmüş bulunuyoruz; burjuvazi ülkemizde tasfiye edilmiş ve sosyalizm esas itibariyle kurulmuştur. Buna bizde, sosyalizmin zaferi, ya da daha doğru söylendiğinde, tek ülkede sosyalist inşanın zaferi deniyor.
Eğer ülkemiz, çevresi bir dizi kapitalist ülkeyle kuşatılmış bir durumda değil de, bir adada bulunsaydı, bu zaferin nihai bir zafer olduğunu söyleyebilirdik. Fakat bir adada değil, önemli bir kısmı sosyalizmin ülkesine karşı düşmanca tavırlar içinde olan, müdahale ve restorasyon tehlikesi yaratan bir "devletler sistemi"nde yaşadığımıza göre, açıkça ve dürüstçe ülkemizde sosyalizmin zaferinin nihai olmadığını söylüyoruz. Bundan da, ikinci sorunun henüz çözümlenmediği, henüz çözümlenmek zorunda olduğu sonucu çıkar. Daha da ötesi: İkinci sorun, birinci sorunun çözüldüğü biçimde, yani ülkemizin yalnızca kendi çabalarıyla çözdüğü gibi çözülemez. İkinci sorunu çözmek, uluslararası proletaryanın ciddi çabalarının, bütün Sovyet halkının daha ciddi çabalarıyla birleştirilmesi sayesinde mümkün olacaktır. SSCB işçi sınıfının burjuva ülkelerin işçi sınıflarıyla uluslararası proleter ilişkileri güçlendirilmeli ve sağlamlaştırılmalıdır. Ülkemize karşı girişilen herhangi bir askeri saldırı durumunda, burjuva ülkelerin işçi sınıflarının işçi sınıfımıza yapacağı politik yardımlar, aynı şekilde işçi sınıfımızın burjuva ülkelerin işçi sınıflarına her türlü yardımı örgütlenmelidir; her tarafta Kızıl Ordu, Kızıl Donanma, Kızıl Hava Filosu, Savunmayı, Havacılığı ve Kimyayı Teşvik Etme Topluluğu (Ossoaviahim) güçlendirilmeli ve sağlamlaştırılmalıdır. Dış düşmanlarımız tarafından gelecek herhangi bir "kaza" veya da "marifet"in bizi gafil avlamaması için, askeri saldırı tehlikesi karşısında, bütün halk seferberlik durumunda tutulmalıdır...
Mektubunuzdan, Uroşenko yoldaşın başka düşüncelere, pek Leninist olmayan düşüncelere sahip olduğu anlaşılıyor. Anlaşıldığına göre, bu yoldaş, "bugün sosyalizmin nihai zaferine ulaştığımızı, müdahale ve kapitalizmin restorasyonuna karşı tamamen güvence içinde olduğumuzu" iddia ediyor. Uroşenko yoldaşın temelde haksız olduğu kuşku götürmez. Uroşenko yoldaşın böyle bir iddiası sadece, çevremizdeki gerçekliği kavramamak ve Leninizmin en temel ilkelerini anlamamakla veya da burnu büyümüş genç bir bürokratın boş caka satmasıyla açıklanabilir. Eğer gerçekten "müdahaleye ve kapitalist restorasyona karşı tam güvence"ye sahipsek, güçlü bir Kızıl Ordu'ya, Kızıl Donanma'ya, Kızıl Hava Filosuna, güçlü bir Savunmayı, Havacılığı ve Kimyayı Teşvik Etme Topluluğu’na, uluslararası proleter ilişkilerin güçlendirilmesine ve pekiştirilmesine neden ihtiyacımız olsun?
Kızıl Ordu'nun güçlendirilmesi için harcanan milyarlarca rublenin başka ihtiyaçlar için kullanılması ve Kızıl Ordu'nun asgari düzeyde tutulması, hatta dağıtılması daha iyi olmaz mı? Uroşenko yoldaş gibi insanlar, subjektif olarak davamıza bağlı olsalar bile, objektif olarak davamız için tehlike oluşturuyorlar, çünkü caka satmaları sayesinde, isteyerek veya da istemeyerek (hiç fark etmez) halkımızı uyutuyor, işçi ve köylüleri demobilize ediyor, herhangi bir uluslararası karışıklık durumunda, bizi gafil avlaması için, düşmana yardım ediyorlar.
Anlaşıldığına göre, "propaganda çalışmalarından alındığınız ve Komsomol'de kalıp kalmamanızın tartışılması"na gelince yoldaş İvanov, korku duymanıza gerek yok. SBLKGB Bölge Komitesi'ndekiler, gerçekten Çehov'un Assubay Pirişibeyev'ine benzemek istiyorlarsa, bu oyunu kaybedeceklerinden kimse kuşku duymasın. Bizim ülkemizde Pirişibeyev'ler hiç sevilmez.
Şimdi artık, "Leninizmin Sorunları" kitabındaki tek ülkede sosyalizmin zaferi sorunuyla ilgili bölümün eskiyip eskimediğine kendiniz karar verebilirsiniz. Şahsen ben, bunların eskimesini, dünyada kapitalist kuşatma, askeri saldırı tehlikesi, kapitalizmin restorasyon tehlikesi vs. gibi can sıkıcı şeylerin olmamasını çok istiyorum. Fakat ne yazık ki, bu can sıkıcı şeyler varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar.”
12 Şubat 1938, J. Stalin. (Stalin, Eserler, Cilt 14, sayfa 185-192, İnter Yayınları)
Şimdi soru şu:
Bu gerçekler bilindiği halde Troçki ve tetikçileri, dün ve bugün neden hala yalan söylemeye, SSCB’de sosyalizmin inşası konusunda inkarcılığa devam ediyorlar? Neden hala, tek ülkede sosyalizm kurulmazı yanlış anlamayı, sahtece yanlış anlamayı sürdürüyorlar? Çok açık; Troçki ve dünkü ve bugünkü tetikçileri, sınıfsal açıdan, ideolojik olarak Marksizm-Leninizmin yeminli düşmanlarıdır; onların varlık iksiri, Marksizm-Leninizm düşmanlığıdır. Troçkizmin başka bir özelliği yoktur.
Aşağıdaki veri yığını, SSCB’de 1917-1956 arasında yaşamın her alanında sosyalizmin inşası için yapılanları ve elde edilen sonuçları göstermektedir. Troçki ve tetikçileri bu gerçekler, sosyalizmin inşasında elde edilen sonuçlar karşısında sürekli susmuşlardır. Ancak, dünya burjuvazisini, inşa edilen sosyalizme, Bolşeviklere ve Stalin’e karşı politik olarak besleyen çarpıtmalara ve düpedüz yalanlara sarılmışlardır. Bugün “sol” diye geçinen birçok çevre ve kişilerin SSCB’de sosyalizmin inşası üzerine kullandıkları savlar Troçki ve tetikçilerine aittir.
Oysa Troçki ve tetikçileri SSCB’de sosyalizmin inşasını nesnel gerçeklik temelinde eleştirebilirlerdi Sürekli maval okumalarına gerek yoktu.
Bu kitap, SSCB’de sosyalizmin inşasını eleştirmek, yanlışını göstermek isteyenler için de derli-toplu bir veri yığınıdır.
*
Yayınevi çalışanlarına ve bu kitabın basımına katkı sunan Murat, İmam ve Aligül arkadaşlara teşekkür ederim.
İbrahim Okçuoğlu
Nisan 2020
İÇİNDEKİLER
BÖLÜM I
TEMEL SOSYO – EKON0MİK GÖSTERGELER
BÖLÜM II
SSCB'DE SOVYET TOPLUMUNUN VE DEVLET DÜZENİNİN
ZAFERİ, PEKİŞTİRİLMESİ VE GELİŞTİRİLMESİ
BÖLÜM III
SOVYETLER BİRLİĞİ –GÜÇLÜ BİR SANAYİ DEVLETİ
BÖLÜM IV
SSCB – SON DERECE MAKİNELEŞMİŞ SOSYALİST BÜYÜK TARIM ÜLKESİ
BÖLÜM V
DEVASA İNŞA PROGRAMININ GERÇEKLEŞTİRİLMESİ
BÖLÜM VI
SOSYALİZMİN ÜLKESİNDE ULAŞTIRMA SİSTEMİ
BÖLÜM VII
SSCB – ÇALIŞMA HAKKININ GERÇEKLEŞTİRİLDİĞİ VE İŞSİZLİĞİN TASFİYE EDİLDİĞİ ÜLKE
BÖLÜM VIII
SSCB'DE KÜLTÜR DEVRİMİ
BÖLÜM IX
SOVYET HALKININ MADDİ REFAHININ ARTMASI
Hiç yorum yok