Header Ads

Header ADS

KAYYUM - NE VERDİK Kİ NE İSTİYORUZ?

I .Okcuoglu
23 Ağustos 2019 Cuma

TÜRK İŞÇİ SINIFI KENDİ KENDİNE BU BİLİNCE VARACAKSA BİZİ NEDEN ÖZNE OLARAK GÖRSÜN?

20 Ağustos 2019 tarihli etha’da yayınlanan bir yazı (Arif Çelebi, “Türkiye işçi sınıfının ikilemi: Kürtlerle birlikte özgürlük ya da burjuvaziye kölelik” oldukça düşündürücüdür.

Yazıda Türk işçi sınıfına hitap ediliyor, bir nevi çağrı yapılıyor. Söylenen şu:
“Kürtlerin ulusal köleliği sürdükçe Türk devleti ve onun sahibi Türk burjuvazisi Türk işçi ve emekçilerine daha az ücret ve daha yoksul bir hayat dayatacaklardır. Kürtlere karşı yürütülen sömürgeci savaşın bedeli de yalnızca Kürtlere ödetilmeyecek Türk işçi ve emekçilerin sırtına da yıkılacaktır. Türk-İş başkanı ile faşist şefin ortaklaştığı konu budur. İşçi ve emekçilerden fedakarlık istiyorlar. Ne için? Kürtleri ezmek, kazandıkları belediyelere el koymak, anadilde eğitim hakkını tanımamak, Rojava'yı işgal etmek için.”
Türk işçi sınıfına ‘sen bunu anlamadın’ deniyor. Ufuk darlığını içeren bir anlayışla Türk işçi sınıfına hitap ediliyor. Çok düşündürücü!

1-“Kürtlerin ulusal köleliği sürdükçe Türk devleti ve onun sahibi Türk burjuvazisi Türk işçi ve emekçilerine daha az ücret ve daha yoksul bir hayat dayatacaklardır” görüşüne karşı Türk işçi sınıfının cevabı şudur: Kürtlerin köleliği son bulsa da; Kürt ulusu özgürlüğüne kavuşsa da Türk işçi ve emekçileri daha az ücretten; daha çok yoksulluktan kurtulamayacaklardır. Bu, kapitalizmin doğasına aykırıdır. Öyleyse sorun, sadece Kürtlerin ulusal köleliğinin sürmesi değildir. Kürtlerin ulusal kölelik zincirini parçalama mücadelesine daha çok ücret, daha az yoksulluk için değil, bunun haklı bir mücadele olduğu bilincinde olduğum için katılırım.

Türk işçi sınıfı, sınıf bilinçli örgütlü olsaydı böyle derdi.

2-”Kürtlere karşı yürütülen sömürgeci savaşın bedeli de yalnızca Kürtlere ödetilmeyecek Türk işçi ve emekçilerin sırtına da yıkılacaktır. Türk-İş başkanı ile faşist şefin ortaklaştığı konu budur. İşçi ve emekçilerden fedakarlık istiyorlar. Ne için? Kürtleri ezmek, kazandıkları belediyelere el koymak, anadilde eğitim hakkını tanımamak, Rojava'yı işgal etmek için.”

Türk işçi sınıfı, sınıf bilinçli örgütlü olsaydı bu anlayışın eksik olduğunun farkında olurdu: Sadece “Kürtleri ezmek, kazandıkları belediyelere el koymak, anadilde eğitim hakkını tanımamak, Rojava'yı işgal etmek için.” değil, bölgesel ve uluslararası alanda rekabet gücü kazanmak için, savaş sanayini; askeri-sanayi kompleksini geliştirmek için; toplamda sermaye birikimine ivme kazandırmak için, “ulusal” zenginlikleri Türk tekelci sermayesine peşkeş çekmek için “fedakarlık istiyorlar”!

Türk işçi sınıfı, sınıf bilinçli örgütlü olsaydı “istenen fedakarlığın” bu yönünün de farkında olurdu!

“Kürt ulusu özgür olmadan Türk işçi ve emekçileri burjuvazinin boyunduruğundan kurtulamaz, aksine bu boyunduruk her geçen gün daha da ağırlaşacak, işsizlik, yoksulluk ve sefalet katlanacaktır.”

Kürt ulusu özgür olunca Türk burjuvazisi Türk işçi ve emekçilerini boyunduruk altında tutmaktan var mı geçecek? İşsizliği, yoksulluğu ve sefaleti yok mu edecek?

Türk işçi sınıfı, sınıf bilinçli örgütlü olsaydı bu anlayışı reddederdi. Sınıf bilinçli örgütlü Türk işçi sınıfı, burjuvazinin boyunduruğunu parçalamanın, işsizliği, yoksulluğu ve sefaleti yok etmenin ancak ve ancak mevcut burjuva düzeni yıkmaktan ve sınıf olarak iktidara gelmekten geçtiğinin bilincinde olarak mücadele ederdi.

“Türk işçi ve emekçilerine yalnızca yoksulluk boyunduruğu vurulmuyor, işçi sınıfı ve ezilenler faşizme mahkum ediliyor. Faşizm olmadan bu boyunduruk sürdürülemez. Sömürgecilik zinciri kırılmadan faşizm ortadan kaldırılamaz. Faşizme karşı mücadele sömürgeciliğe karşı mücadeleden ayrı düşünülemez. Bu nedenledir ki Kürt ulusal özgürlük mücadelesi ile Türk işçi ve emekçilerin burjuvaziye ve onun devletine karşı mücadelesi iç içe geçmiştir, birbirinden ayrı düşünülemez.”

Türk işi sınıfına, Kürt kardeşlerinle burjuvaziye, onun devletine, faşizme, sömürgeciliğe karşı mücadelen iç içe geçmiştir, ama sen bunun farkında değilsin deniyor.

“Kürtlerin seçimle kazandıkları belediyeleri Türk devleti zorbalıkla gasp etti. Türk işçi sınıfının buna karşı tutumu ne olacak? Onun adına konuştuğunu söyleyen sendika, dernek ve partilerin tutumu ne olacak?”

Türk işçi sınıfı, bu olup bitenler karşısında; “Kürtlerin seçimle kazandıkları belediyeleri Türk devleti(nin) zorbalıkla gasp et(mesi)” karşısından senin tavrın ne olacak diye soruluyor yazıda.

Dışarıdan birisi; gelişmelere kıyıdan-köşeden bakan birisi gibi soruluyor ve o işçi sınıfı “adına konuştuğunu söyleyen sendika, dernek ve partilerin tutumu ne olacak?” diye soruluyor. Yani “Onun adına konuştuğunu söyleyen sendika, dernek ve partilerin tutumu ne olacak?” medet umuluyor.

Sonra Türk işçi sınıfının ne yapması - yapmaması gerektiği direktif/talimat biçiminde açıklanıyor:
"Ben ekmeğime bakarım" diyenler bilecek ki o ekmeğin yarısı sömürgeci savaş için kullanılmaktadır. Kürdistan sömürgeci boyunduruk altındayken, iradesi hiçe sayılırken, belediyelerine el konulurken hiçbir Türk işçisi "ekmeğime bakarım" diyemez. "Ekmeğine bakmak" istiyorsa Kürt ulusunun özgürlük mücadelesine omuz verecek, ezen ulus ayrıcalıklarının arkasına saklanmayacak, kendi ulusundan sömürgeci burjuvaziye karşı Kürt ulusal özgürlük güçleri ile birleşerek, faşizme baş kaldıracaktır, başka yolu yok. Sınıf bilincinin de sınıf mücadelesinin de kilit konusu budur.”
Yine soruna uzaktan bakan birisi gibi biraz da kızgın bir tonla “işçi sınıfı ve onun adına konuşan örgütleri” azarlıyor:
“Sınıf mücadelesini kendi başına ekmek mücadelesine, sendikal mücadeleye indirgeyenler bilmeli ki sömürgeciliğe ve faşizme karşı politik özgürlük mücadelesine, demokrasi mücadelesine katılmayan bir işçi sınıfı ve onun adına konuşan örgütler burjuvazinin kölesi ve uşakları olmaktan kurtulamazlar”.
Sınıf bilinçli Türk işçi sınıfı, kızgın bir tonla kendine dayatılan, sınıf misyonunu karartan bu anlayışı eksik bulurdu. Türk işçi sınıfının veya Kürt, Ermeni işçi sınıfının tarihsel misyonu faşizme, gericiliğe karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesiyle sınırlı değildir. İşçi sınıfı, demokrasi ve özgürlük mücadelesini sosyalizm için mücadeleden kopuk olarak ele almaz, ufkunu bu mücadele ile sınırlandırmaz. Ama yazıda sınırlandırılıyor.
Sınıf bilinçli Türk işçi sınıfı böyle düşünürdü!

Türk işçi sınıfının içinde bulunduğu bilinç çıkmazının nedenlerini doğru tespit ediyor:
 “Türk ırkçılığı ve şovenizm böyle bir bilincin oluşmasının önündeki en büyük ideolojik engellerdir. Türk burjuvazisi bu yolla Türk işçi ve emekçilerini aldatmaktadır.”
Ama çözümü yine kendi dışında, başka yerde, kendiliğindencilikte görüyor:
 “Öyle anlar olur ki perde yırtılır, gerçek durum göz çıkartıcı hale gelir. Daha önce kayyım atanan belediyelerin seçimle geri alınmalarının üzerinden beş ay geçmeden gasp edilmesini haklı görenler ırkçılık ve şovenizmin bilinçli militanları olabilir ancak.”
Çözümde belirleyici özne olduğunu, eh en azından olması gerektiğini unutuyor:
“Türk işçi sınıfı tam da böyle bir anla ve bu anın sınavı ile karşı karşıyadır: Kürtlerle birleşerek faşizme ve sömürgeciliğe karşı özgürlük mücadelesi mi yürütecektir yoksa burjuva devlet ve sınıfın giderek ağırlaşan boyunduruğuna kendi eliyle halkalar mı ekleyecektir.”
“Kürt ulusal onuru ile Türk emekçi onuru birleşmek zorundadır. Amed, Van, Mardin belediyeleri yalnızca Kürdistan'dan değil İstanbul'dan, İzmir'den, Ankara'dan, Adana'dan, Mersin'den, Samsun'dan koparılıp alınabilir. Sınıf mücadelesinin öncelikli gündemi budur.” Çok doğru bir anlayış. Ama bu işi kim yapacak sorusun yine açıkta kalıyor.

Söz konusu yazının en azından yarısını, sorun anlaşılsın diye buraya aktardım. İşçi sınıf dendiğinde ruh halimizi yansıtan bir anlayışla karşı karşıyayız. Burada sorulması gereken soru şudur:

NE VERDİK Kİ NE İSTİYORUZ?

Türk işçi sınıfının “Hali pür-melali ile bizim bu sınıfı anlamada içine düştüğümüz “Hali pür-melal”imiz arasında örtüşen bir durum var: Onun bizden haber yok, bizim de ondan haberimiz yok veya ara sıra böyle çağrılar yapmak durumunda kalınca onu hatırlıyoruz.

Aşağıda bir örnekleme yapacağım için işin teori yanını anlatmayı bırakalım. Komünist partinin tarihi misyonu, misyonu devrimi gerçekleştirmek olan işçi sınıfını örgütlemektir; bunu yapabilmek için ona sınıf bilincini taşımaktır. Onu demokratik, ekonomik; düzen çerçevesinde kalan mücadeleden ve örgütlenmelerden (sendikalar, dernekler vb.) daha ileri sınıf bilinçli örgütlenmesi olan parti örgütlenmesine çekmektir. İşte o zaman bu sınıf seni diler; çağrılarına kulak verir; Kürt kardeşinin yanında, devletin karşısında yer alır. II. Dünya Savaşında, Sovyetler Birliği açısında Büyük Anavatan Savaşında “Büyük kardeşinin evine düşman saldırmış, sen böyle yerinde mi duracaksın” dendiğinde Kırgız, Özbek, Türkmen kızıl ordu mensupları Alman faşistlerini Berlin’e kadar kovalayanlar arasında yer almışlardı. Çünkü onları yönlendiren, onlara bu savaşa katılmanın ne denli doğru olduğunu anlatan, kavratan bir parti vardı.

Biz ne yapıyoruz? Sadece söz konusu bu yazıda değil, bir çok yazımızda soruna, işçi sınıfını örgütleme sorununa dışarından bakanların, sorunu başkalarına havale edenlerin, hatta “Onun adına konuştuğunu söyleyen sendika, dernek ve partilerden” beklentileri olanların havasıyla yaklaşıyoruz.

Yırtılması gereken perdeden bahsediyoruz, birleşilmesi gerektiğinden bahsediyoruz, sorunu genel hattıyla doğru koyuyoruz, ama kendimizi, bu işleri yapması gereken özne yerine koymuyoruz. Dışarıdan birisi gibi hareket ediyoruz, perdeyi biz yırtacağız demiyoruz, perdenin yırtılacağı bir an’ın geleceğinden bahsediyoruz; o an’ı biz örgütleyeceğiz, bunun için varız demiyoruz. Perdenin kendiliğinden yırtılmasını veya birilerinin bu perdeyi yırtmasını bekliyoruz.

Sorun dışarından birisi gibi ele alınırsa o zaman şu sorular sorulur:
-Demek ki, işçi sınıfını örgütlemek diye bir sorununuz yok!

-Demek ki, Türk işçi sınıfının sınıf bilincine ulaşma sorununu kendi dışınızda; başkalarının yapması gereken bir iş olarak görüyorsunuz!

-Demek ki, sınıf partisi olma diye bir iddianız yok!

-Demek ki, Marksist Leninist Komünistlerin işçi sınıfına dışarıdan sınıf bilinci taşımak diye bir sorunu yok!

Veya da; öncelleriyle birlikte neredeyse 50 yıllık bir tarih sürecinde bu sınıfa, sınıf bilinci taşıdık ama bizi anlamadı veya da bu görevi sadece lafta önemsedik, fiiliyatta ise o sınıfı örgütlemek için üzerimize düşeni yapmadık! Hangisi doğru?

-Türk işçi sınıfına “ezen ulus ayrıcalıklarının arkasına saklanmaması” gerektiğini öğrettik mi, bu konuda onu bilinçlendirdik mi?

-”Kürdistan sömürgeci boyunduruk altındayken, iradesi hiçe sayılırken, belediyelerine el konulurken hiçbir Türk işçisi "ekmeğime bakarım" diyemez”in ne anlama geldiğini Türk işçi sınıfına öğrettik mi, bu konuda onu bilinçlendirdik mi?

-Türk işçi sınıfına “Öyle anlar olur ki perde yırtılır” yerine bu perdeyi biz yırtacağız, bizden başkası yırtacak durumda değildir, bu perde böyle-şöyle örgütlenme ve mücadeleyle yırtılır dedik de duyarsız mı kaldı?

-O sınıf, kendisinin katıldığı mitingler, konferanslar yapmamıza rağmen bizi anlamadı mı?

-O sınıfı, yerinde; işletmelerde, fabrikalarda, mahallesinde örgütlememize rağmen çağırdık da gelmedi mi?

-Sınıf bilinçli Türk işçi sınıfı, eminim ki, Kürt ulusunun yanındadır, onun sorunlarını sahiplenir, sevincini kendi sevinci olarak, üzüntüsünü kendi üzüntüsü olarak görür. Türk işçi sınıfı Kürt ulusuyla duygudaştır, Kürt işçisiyle yoldaştır.
Ama ona bu bilinci verdik mi?

-Bu sınıf ile özne olarak “haşır neşir” olduğumuz, hala ders çıkartılabilecek bir “hikayemiz” var mı?

Bu nedenle; 

NE VERDİK Kİ NE İSTİYORUZ?

Veya da:

TÜRK İŞÇİ SINIFI KENDİ KENDİNE BU BİLİNCE VARACAKSA BİZİ NEDEN ÖZNE OLARAK GÖRSÜN?

Bu konuda Lenin’e kulak verelim:

Aşağıdaki alıntılarda Rusya yerine Türkiye’yi, sosyal-demokratizm yerine Marksizm-Leninizmi, sosyal-demokratlar yerine de Marksist Leninist Komünistleri, otokrasi yerine faşizm, faşist diktatörlük kavramlarını koydum. Bakalım karşımıza ne çıkacak:

“Rus Sosyal-Demokratlarının Görevleri” (1897) yazısından:
“...Marksist Leninist Komünistlerin pratik faaliyetlerinin amacı, bilindiği gibi, proletaryanın sınıf mücadelesine önderlik etmek ve bu mücadeleyi kendisini gösterdiği her iki biçim içerisinde örgütlemektir: Sosyalist (sınıf sistemini yıkmayı ve sosyalist toplumu örgütlemeyi hedefleyen, kapitalist sınıfa karşı mücadele) ve demokratik (Türkiye’de siyasal özgürlüğü kazanmayı ve Türkiye’nin siyasal ve toplumsal sistemini demokratikleştirmeyi hedefleyen, faşist diktatörlüğe karşı mücadele). 
Sosyalist faaliyetle başlayalım... Marksist Leninist Komünistleri sosyalist faaliyetleri, bilimsel sosyalizmin öğretilerini propaganda yoluyla yaymaktan, işçiler arasında, varolan toplumsal ve ekonomik sistemin, onun temeli ve gelişmesinin doğru bir kavranışını, Türkiye toplumundaki çeşitli sınıfların, karşılıklı ilişkilerinin, bu sınıflar arasındaki mücadelenin, işçi sınıfının bu mücadeledeki rolünün, onun çöken ve yükselen sınıflara karşı, kapitalizmin geçmişine ve geleceğine karşı tutumunun kavranışını, uluslararası Marksizm-Leninizmin ve Türk işçi sınıfının tarihsel görevinin kavranışını yaymaktan oluşur... 
İşçiler arasında ajitasyon, Marksist Leninist Komünistlerin, işçi sınıfının mücadelesinin bütün kendiliğinden görünümleri, işçiler ve kapitalistler arasında, çalışma günleri, ücretler, çalışma koşulları vs., vs. üzerine çıkan bütün çatışmalar içerisinde yer alması demektir. Bizim görevimiz, faaliyetlerimizi işçi sınıfı yaşamının gündelik pratik sorunlarıyla kaynaştırmak, işçilerin bu sorunları anlamalarına yardımcı olmak, işçilerin dikkatlerini en önemli istismarlara çekmek, onların işverenlere karşı taleplerini daha kesin ve pratik olarak formüle etmelerine yardımcı olmak, işçiler arasında dayanışma bilincini, bütün Türk işçilerinin, uluslararası proletarya ordusunun parçası olan birleşik bir işçi sınıfı olarak, çıkarlarının ve davalarının ortaklığı bilincini geliştirmektir. İşçiler arasında eğitim çevreleri örgütlemek, bunlarla Marksist Leninist Komünistlerin merkezi grubu arasında düzenli ve gizli ilişkiler kurmak, işçi sınıfı yayınlarını yayınlayıp dağıtmak, işçi sınıfı hareketinin bütün merkezleriyle haberleşmeyi örgütlemek, ajitasyon bildiri ve bildirgeleri yayınlayarak dağıtmak ve bir tecrübeli ajitatörler grubu yetiştirmek – kaba hatlarıyla, Türkiye’de Marksizm-Leninizmin sosyalist faaliyetlerinin görünümleri böyledir. 
Bizim çalışmamız birincil ve esas olarak fabrika, kent işçilerine yöneliktir. Marksist Leninist Komünist Parti güçlerini dağıtmamalıdır; faaliyetlerini, Marksist-Leninist fikirleri kabule en hazır, entelektüel ve politik bakımdan en gelişmiş ve ülkenin büyük siyasal merkezlerindeki sayılarının ve yoğunluklarının üstünlüğüyle en önemli durumda olan sanayi proletaryası üzerinde yoğunlaştırmalıdır... 
Şimdi de Marksist Leninist Komünistlerin demokratik görevleri ve demokratik çalışmaları üzerinde duralım. Bir kere daha tekrarlayalım ki, bu çalışma, sosyalist faaliyetle kopmaz bir biçimde bağlantılıdır. İşçiler arasında propaganda yürütürken, Marksist Leninist Komünistler, siyasal sorunlardan kaçınamazlar ve siyasal sorunlardan kaçınma, hatta onları kenara itme gibi bir girişimi derin bir hata ve uluslararası Marksizm-Leninizmin temel ilkelerinden bir ayrılma olarak göreceklerdir. Bilimsel sosyalizmin yayılması ile eş zamanlı olarak Marksist Leninist Komünistler, işçi sınıfı kitleleri arasında demokratik düşüncelerin yayılması görevini önlerine koyarlar; bütün görünümleri içinde faşizmin, onun sınıf muhtevasının, onu devirmenin gerekliliğinin, siyasal özgürlük ve Türkiye’nin siyasal ve toplumsal sisteminin demokratikleştirilmesi elde edilmeksizin işçilerin davası için başarılı bir mücadele sürdürmenin imkansızlığının kavranmasını yaygınlaştırmak için uğraşırlar. İşçiler arasında acil ekonomik talepleri üzerine ajitasyon yürütmede Marksist Leninist Komünistler, bunu, işçi sınıfının acil politik ihtiyaçları, sıkıntı ve talepleri üzerine ajitasyon ile, her grevde, işçilerle kapitalistler arasındaki her çatışmada kendini gösteren polis zulmüne karşı ajitasyon ile, işçilerin genel olarak Türkiye yurttaşları olarak ve özel olarak da en kötü baskı altında bulunan ve en az hakka sahip olan sınıf olarak haklarının kısıtlanmasına karşı ajitasyon ile, işçilerle dolaysız temas içerisine giren ve işçi sınıfına kendi siyasal kölelik konumunu çok açık bir biçimde gösteren faşizmin her önde gelen temsilcisi ve uşağına karşı ajitasyon ile kopmaz bir biçimde bağlarlar. Ekonomik alanda işçilerin yaşamını etkileyen ve ekonomik ajitasyon amacı için kullanılmadan bırakılan hiçbir sorun olmaması gerektiği gibi, aynı şekilde, politik alanda da politik ajitasyon için konu olmaya yaramayacak hiçbir sorun yoktur. Bu iki türden ajitasyon Marksist Leninist Komünistlerin faaliyetleri içinde aynı madalyonun iki yüzü olarak kopmaz bir biçimde birbirine bağlanmıştır. Hem ekonomik ve hem de siyasal ajitasyon proletaryanın sınıf bilincini geliştirmek için eşit ölçüde gereklidir; hem ekonomik, hem de siyasal ajitasyon Türk işçilerinin sınıf mücadelesine yol göstermek bakımından eşit ölçüde gereklidir, çünkü her sınıf mücadelesi bir siyasal mücadeledir. İşçilerin sınıf bilincini uyandırarak, birleşik eylem ve Marksizm-Leninizmin idealleri uğruna savaş için onları örgütleyerek, disipline ederek ve eğiterek her iki ajitasyon türü de, işçilerin acil sorunlar ve acil ihtiyaçlar karşısında kendi güçlerini ölçmelerini, düşmanlarından kısmi tavizler koparmalarını ve böylelikle ekonomik durumlarını düzeltmelerini sağlayacak, kapitalistleri işçilerin örgütlü gücü karşısında geriletecek, hükümeti işçilerin haklarını genişletmeye, taleplerine kulak kabartmaya zorlayacak ve hükümeti, güçlü bir Marksist-Leninist örgüt tarafından yönlendirilen işçi kitlelerinin düşmanlığından, sürekli bir korku içinde tutacaktır. 
Sosyalist ve demokratik propaganda ve ajitasyon arasındaki ayrılmazcasına sıkı bağlantıya ve her iki alandaki devrimci faaliyetin tam paralelliğine işaret etmiş bulunuyoruz. Bununla birlikte, bu iki türden faaliyet ve mücadele arasında büyük bir farklılık vardır. Farklılık şudur ki, ekonomik mücadelede proletarya, hem toprak sahibi soyluluğa ve hem de burjuvaziye karşı, belki küçük-burjuvazinin proletaryaya yönelen unsurlarından aldığı (bu da her zaman değil) yardım hariç, mutlak olarak tek başına bulunur. Oysa demokratik, siyasal mücadelede Türk işçi sınıfı tek başına değildir; bütün siyasi muhalefet unsurları, katmanları ve sınıfları, faşizme düşman olduklarından ve ona karşı şu ya da bu biçimde mücadele ettiklerinden, onun yanında bulunmaktadır. Burada proletarya ile yan yana, burjuvazinin ya da eğitilmiş sınıfların ya da küçük -burjuvazinin, faşist hükümet tarafından zulmedilen milliyetlerin, dinlerin, mezheplerin, vb., vb. muhalif unsurları bulunmaktadır. Ortaya çıkan sorun doğal olarak işçi sınıfının bu unsurlara karşı tutumunun ne olması gerektiğidir. Dahası, faşizme karşı ortak mücadelede onlarla birleşmeli değil midir? Ayrıca bütün Marksist Leninist Komünistler Türkiye’deki politik devrimin sosyalist devrime ön gelmesi gerektiğini kabul etmektedirler; dolayısıyla onların faşizme karşı savaşmak için, şimdilik sosyalizmi bir yana bırakarak, siyasi muhalefet içerisindeki bütün unsurlarla birleşmeleri gerekmez mi? Bu faşizme karşı savaşı güçlendirmek için hayati değil midir?... 
Marksist Leninist Komünistler bir yandan şu ya da bu muhalefet grubunun işçilerle dayanışmasına işaret ederlerken daima işçileri ötekilerden ayıracaklar, daima bu dayanışmanın geçici ve şarta bağlı olduğuna işaret edecekler, daima, yarın kendilerini bugünkü müttefiklerinin karşısında bulabilecek olan proletaryanın bağımsız sınıf kimliğini vurgulayacaklardır...Yalnızca belirli sınıfların bilinçli olarak kavranan gerçek çıkarlarına dayanan savaşçılar güçlüdürler, çağdaş toplumda şimdiden ağır basan bir rol oynamakta bulunan bu sınıf çıkarlarını bulanıklaştırmak için yapılacak her girişim, yalnızca savaşçıları güçten düşürecektir. Bu birinci noktadır. İkinci nokta, faşizmin sonuna kadar tutarlı ve kayıtsız şartsız tek düşmanı olduğundan ötürü, yalnızca işçi sınıfı ile faşizm arasında hiçbir uzlaşma mümkün olmadığından ötürü, yalnızca işçi sınıfında demokrasinin hiçbir kayıt koymayan, kararsız olmayan ve geriye dönüp bakmayan bir savunucu bulabilmesinden ötürü, işçi sınıfının faşizme karşı mücadelede kendisini ayrı tutmasının gerekliliğidir... 
Ezilen milliyetler ve zulmedilen dinler arasındaki demokratik unsurlara gelince, herkes bilmekte ve görmektedir ki, nüfusun bu kategorileri içindeki sınıf antagonizmleri, faşizme karşı ve demokratik kurumlardan yana herhangi bir kategori içindeki sınıfları birbirine bağlayan dayanışmadan daha derin ve daha güçlüdür. Yalnızca proletarya, faşist rejimin tutarlı biçimde demokratik, herhangi bir taviz ya da uzlaşmaya gidemeyen, kararlı bir düşmanı olabilir – ve sınıf konumundan ötürü de olmalıdır. Yalnızca proletarya siyasal özgürlük ve demokratik kurumlar uğruna öncü savaşçı olabilir. Birinci olarak, bu, siyasal zorbalık, içinde bulunduğu konum kendisine bu zorbalıkta herhangi bir değişiklik sağlama fırsatı vermeyen proletaryanın üzerine en ağır bir biçimde çöktüğü içindir – o, üst makamlara hatta memurlara bile ulaşamaz ve kamuoyunu da etkileyemez. İkinci olarak, siyasal ve toplumsal sistemin tam demokratikleştirilmesini sağlamaya yalnızca proletarya yeteneklidir, çünkü bu, sistemi işçilerin avuçları içerisine yerleştirecektir. İşte, işçi sınıfının demokratik faaliyetlerinin öteki sınıf ve grupların demokratik özlemleriyle kaynaşmasının, demokratik hareketi zayıflatmasının, siyasi mücadeleyi zayıflatmasının, onu daha az kararlı, daha az tutarlı ve daha uzlaşmaya yatkın hale getirmesinin nedeni budur. Öte yandan, eğer işçi sınıfı demokratik kurumlar uğruna mücadelenin öncü savaşçısı olarak öne çıkarsa, bu, demokratik hareketi güçlendirecektir, siyasal özgürlük mücadelesini güçlendirecektir, çünkü işçi sınıfı bütün öteki demokratik ve siyasi muhalefet unsurlarını mahmuzlayacak, liberalleri siyasal radikallere doğru itecek, radikalleri de bugünkü toplumun bütün siyasal ve toplumsal yapısından geri dönülmez bir kopuşa sürükleyecektir...Türkiye’deki bütün gerçek ve tutarlı demokratlar, Marksist Leninist Komünist olmalıdırlar... 
Marksizm-Leninizmin sınıf mücadelesinde önderlik ettiği proletaryanın, Türk demokrasisinin öncü savaşçısı olduğunu gösterdiğimizde, Türkiye’de Marksizm-Leninizmin siyasi görevleri ve siyasi mücadeleyi geri plana attığı şeklindeki çok yaygın ve çok garip bir görüşle karşılaşırız. Gördüğümüz gibi, bu görüş gerçeğin tam zıddıdır. Sıklıkla izah edilmiş ve daha ilk Türk Marksist-Leninist yayınlarda ve Emeğin Kurtuluşu grubu tarafından yurt dışında yayınlanan broşür ve kitaplarda açıklıkla ortaya konmuş olan Marksizm-Leninizmin ilkelerini anlamakta düşülen bu şaşırtıcı yanılgıyı nasıl açıklamalı? Bizim görüşümüzce bu şaşırtıcı gerçeğin açıklaması, şu aşağıdaki üç koşulda yatmaktadır. 
Birinci olarak, bu, kendi program ve faaliyet planlarını, ülkede işlevi olan gerçek sınıfların, tarih tarafından belirli ilişkiler içerisine yerleştirilmiş bulunan sınıfların kesin bir değerlendirilmesi yerine soyut fikirler üzerine kurmaya alışkın eski devrimci teorilerin temsilcilerinin Marksizm-Leninizmin ilkelerini anlamaktaki genel yetersizliklerinde yatar. Türk demokrasisini destekleyen çıkarların bu gerçekçi tartışmasından yoksunluk, yalnızca Türkiye’de Marksizm-Leninizmin Türk devrimcilerinin demokratik görevlerini geri plana bıraktığı görüşüne yol açabilir. 
İkinci olarak, bu, ekonomik ve politik konular ile sosyalist ve demokratik faaliyetler bir tek bütün içerisinde, proletaryanın sınıf mücadelesinin tekliği içerisinde birleştirildiğinde, bunun, demokratik hareketi ve siyasal mücadeleyi zayıflatmadığını, tersine, onu halk kitlelerinin gerçek çıkarlarıyla daha da yakınlaştırarak, politik sorunları “aydın tabakanın tozlu çalışmalarından” çıkartıp sokağın, işçilerin ve emekçi sınıfların bağrına dökerek ve soyut fikirlerin yerine en çok sıkıntısını proletaryanın çektiği ve Marksist Leninist Komünistlerin ajitasyonlarını onun temeli üzerinde sürdürdükleri siyasal baskının gerçek görünümlerini yerleştirerek güçlendirdiğini anlamaktaki yetersizlikte yatar. Türk radikaline çoğunlukla öyle görünür ki, ileri işçilere doğrudan doğruya ve içtenlikle siyasal mücadeleye katılmak çağrısı yapmak yerine, Marksist Leninist Komünist, işçi sınıfı hareketini geliştirme, proletaryanın sınıf mücadelesini örgütleme görevine dikkati çeker ve böylelikle onun demokrasisinden geriye çekilir, siyasal mücadeleyi geri plana atar. Fakat eğer bu geri çekilme ise Fransız özdeyişinde kastedilen cinsten bir geri çekilmedir: “Il faut reculer pour mieux sauter!” (Daha iyi sıçramak için geri çekilmek gerekir.)... 
Çok önceden söylendiği gibi devrimci bir teori olmaksızın hiçbir devrimci hareket olamaz ve şu içinde bulunduğumuz zamanda bu gerçeğin kanıtlarını ileri sürmek bile gereksizdir. Sınıf mücadelesi teorisi, Türk tarihinin materyalist anlayışı ve Türkiye’deki bugünkü siyasal ve ekonomik durumun materyalist değerlendirilmesi, devrimci mücadeleyi belirli bir sınıfın belirli çıkarlarına sıkı sıkıya bağlamanın ve onun öteki sınıflarla olan ilişkisini çözümlemenin gerekliliğinin kavranması... 
Türkiye’de Marksizm-Leninizmin önünde hâlâ muazzam ve henüz hemen hemen hiç el değmemiş bir çalışma alanı bulunmaktadır. Türk işçi sınıfının uyanışı, bilgi, örgütlenme, sosyalizm için, sömürücülerine ve ezenlerine karşı mücadele için kendiliğinden çabalaması, her geçen gün daha yaygın, daha çarpıcı bir biçimde gözle görülür hale gelmektedir. Türk kapitalizminin yakın zamanlarda yapmış bulunduğu muazzam ilerleme, işçi sınıfı hareketinin genişlik ve derinlik bakımından kesintisiz bir biçimde büyümeye devam edeceğinin bir garantisidir. Şimdi gözle görülür bir biçimde, kapitalist devrenin, sanayide “işlerinin rast gittiği”, iş hayatının canlı olduğu, fabrikaların tam kapasiteyle çalıştıkları ve sayısız yeni fabrikanın, yeni girişimin, anonim şirketin, demiryolu şirketinin, vs., vs. mantar gibi yükseldiği döneminden geçiyoruz. Bu sınai “refah” dönemini izlemek zorunda olan kaçınılmaz ve çok keskin bir çöküşü önceden haber vermesi için insanın peygamber olması gerekmez. Bu çöküş, küçük mülk sahipleri kitlelerini iflasa sürükleyecek, işçi kitlelerini işsizler saflarına savuracaktır ve böylelikle çoktan beridir her sınıf bilinçli, düşünen işçinin karşısında bulunan sosyalizm ve demokrasi sorunlarıyla bütün işçileri yakıcı bir biçimde karşı karşıya getirecektir. Marksist Leninist Komünistler, bu çöküntü geldiğinde, Türk proletaryasını, daha sınıf bilinçli, daha birleşik, Türk işçi sınıfının görevlerini anlayabilen, -şimdi muazzam kârlar elde etmekte olan ve zararları da her zaman işçilerin üzerine yıkmaya uğraşan- kapitalist sınıfa karşı koymaya yetenekli ve Türk işçilerinin ve tüm Türk halkının elini kolunu bağlayıp engelleyen polis faşizmine karşı tayin edici bir mücadelede Türk demokrasisine önderlik etmeye yetenekli duruma getirmiş olmalıdırlar. 
Öyleyse iş başına yoldaşlar! Değerli zamanımızı yitirmeyelim! Marksist Leninist Komünistlerinuyanmakta olan proletaryanın gereksinimlerini karşılamak için, işçi sınıfı hareketini örgütlemek için, devrimci grupları ve onların arasındaki karşılıklı bağları güçlendirmek için, işçilere propaganda ve ajitasyon yayınları sağlamak için, Türkiye’nin her yerine dağılmış bulunan işçi çevrelerini... birleştirmek için yapması gereken daha pek çok şey var!” (Lenin; Eserleri, C. 2, s. 329-350).

“NE YAPMALI”dan (1902):
“İşçilerin Marksist-Leninist bilince asla sahip olamayacaklarını söyledik. Bu bilinç onlara dışarıdan getirilmeliydi. Bütün ülkelerin tarihi göstermektedir ki, işçi sınıfı, salt kendi çabasıyla sadece sendika bilincini, yani sendikalar içerisinde birleşmenin, işverenlere karşı mücadele etmenin ve hükümeti gerekli iş yasalarını çıkarmaya zorlamanın vb. gerekli olduğu inancını geliştirebilir. Oysa sosyalizm teorisi, mülk sahibi sınıfların iyi eğitim görmüş temsilcileri tarafından, aydınlar tarafından geliştirilen, felsefi, tarihsel ve iktisadi teorilerden doğup gelişmiştir. Toplumsal konumlarıyla, modern bilimsel sosyalizmin kurucuları Marks ve Engels de, burjuva aydın tabakasına mensupturlar. Keza, Rusya’da sosyal-demokrasinin teorik öğretisi, işçi sınıfı hareketinin kendiliğinden gelişmesinden tamamen bağımsız olarak doğmuştur; devrimci sosyalist aydın tabaka arasındaki düşünce gelişmesinin doğal ve kaçınılmaz bir sonucu olarak doğmuştur” (s. 385/386)
Bu, (Raboçeye Dyelo’nun kavrayamadığı bir şeyi) işçi sınıfı hareketinin kendiliğindenliğinin her türlü putlaştırılmasının, bilinçli unsurun Marksizm-Leninizmin rolünün her türlü küçümsenmesinin, bunu küçümseyenin onu isteyerek yapıp yapmamasından tamamen bağımsız olarak, işçiler üzerinde burjuva ideolojisinin etkisini güçlendirmek anlamını taşıdığını göstermektedir. Bütün bu ideolojinin öneminin abartılması konusunda, bilinçli unsurun rolünün abartılması vb. konusunda söz edenler, katıksız ve yalın işçi hareketinin, eğer işçiler yalnızca “kendi yazgılarını liderlerinin ellerinden kurtarırlarsa, kendisi için bağımsız bir ideolojiyi geliştirebileceğini ve geliştireceğini düşünmektedirler. Ama bu derin bir yanılgıdır. (s. 393-394)
Çalışan yığınların hareketlerinin süreci içerisinde kendi başlarına formüle edecekleri bağımsız bir ideolojiden söz edilemeyeceğine göre, tek seçenek şu oluyor ya burjuva ideolojisi ya da sosyalist ideoloji. İkisi arasında bir orta yol yoktur (çünkü insanlık üçüncü bir ideoloji yaratmamıştır ve ayrıca da sınıf karşıtlıklarıyla parçalanmış bir toplumda sınıf-dışı ya da sınıf-üstü bir ideoloji söz konusu olamaz). Öyleyse, herhangi bir biçimde sosyalist ideolojiyi küçümsemek, ona birazcık olsun yan çizmek, burjuva ideolojisini güçlendirmek anlamına gelir. Kendiliğindenlikten çok söz edilmektedir. Ama işçi sınıfı hareketinin kendiliğinden gelişmesi, onun burjuva ideolojisine tabi olmasına, Credo programı doğrultusunda gelişmesine yolaçar; çünkü kendiliğinden işçi sınıfı hareketi, trade-unionculuktur, sadece sendikacılıktır ve trade-unionculuk, işçilerin burjuvaziye ideolojik köleliği demektir.
Demek oluyor ki, görevimiz, Marksizm-Leninizmin görevi, kendililindenliğe karşı savaşmak, işçi sınıfı hareketini burjuvazinin kanatları altına sokmak yolundaki bu kendiliğinden trade-unioncu
çabadan uzaklaştırmak, ve devrimci Marksizm-Leninizmin kanadı altına sokmaktır. (S. 395-396)
Karşımıza şu sorun çıkıyor: siyasal eğitim neyi içermelidir? Bu faşist diktatörlüğe karşı işçi sınıfı düşmanlığının propagandasından ibaret olabilir mi? Elbette ki hayır. İşçilere siyasal bakımdan ezildiklerini açıklamak yetmez (nasıl ki, onlara çıkarlarının işverenlerin çıkarlarına uzlaşmaz karşıtlıkta olduğunu açıklamak da yetmezse). Ajitasyon, bu baskının her somut örneği ele alınarak yürütülmelidir (tıpkı iktisadi baskının somut örnekleri etrafında ajitasyon yürütmeye başlamış olmamız gibi). Bu baskı toplumun çeşitli sınıflarını etkilediğine göre, kendisini yaşamın ve eylemin en çeşitli alanlarında meslek, kamu, özel, aile, din, bilim vb. alanlarında ortaya koyduğuna göre, faşizmin siyasal teşhirini bütün yönleriyle örgütlemeye girişmeyecek olursak, işçilerin siyasal bilincini geliştirme görevimizi yerine getiremeyeceğimiz besbelli değil midir? Baskının somut belirtileri etrafında ajitasyon görevini yerine getirebilmek için, bu belirtileri teşhir etmek gerekir (nasıl ki ekonomik ajitasyonu yürütebilmek için fabrikalarda yapılan haksızlıkları teşhir etmek zorunluysa). (s.413)
Eğer işçiler, hangi sınıfları etkiliyor olursa olsun, zorbalık, baskı, zor ve suistimalin her türlüsüne karşı tepki göstermede eğitilmemişlerse ve işçiler bunlara karşı, başka herhangi bir açıdan değil de, Marksist-Leninist açıdan tepki göstermede eğitilmemişlerse, işçi sınıfı bilinci, gerçek bir siyasal bilinç olamaz. Eğer işçiler, öteki toplumsal sınıfların her birini, entelektüel, manevi ve siyasal yaşamlarının bütün belirtilerinde gözleyebilmek için somut ve her şeyden önce güncel siyasal olgular ve olaylardan yararlanmasını öğrenmezlerse; eğer materyalist tahlil ve ölçütleri, nüfusun bütün sınıflarının, tabakalarının ve gruplarının yaşam ve eylemlerinin bütün yönlerine pratik olarak uygulamayı öğrenmezlerse, çalışan yığınların bilinci, gerçek bir sınıf bilinci olamaz (s. 426)
Siyasal sınıf bilinci, işçilere, ancak dışarıdan verilebilir, yani ancak iktisadi mücadelenin dışından, işçilerle işverenler arasındaki ilişki alanının dışından verilebilir. Bu bilgiyi elde etmenin mümkün olduğu biricik alan, bütün sınıf ve tabakaların devletle ve hükümetle ilişkisi alanı, bütün sınıflar arasındaki karşılıklı ilişkiler alanıdır. Onun için, işçilere siyasal bilgi vermek için ne yapmalı sorusuna yanıt, pratik içindeki işçilerin ve özellikle ekonomizme eğilim gösterenlerin çoğunlukla yeterli buldukları, işçiler arasında gidilmelidir yanıtı olamaz. İşçilere siyasal bilgiyi verebilmek için, Marksist Leninist Komünistler nüfusun bütün sınıfları arasında gitmek zorundadırlar; onlar askeri birliklerini bütün yönlere sevk etmek zorundadırlar. (s. 436)
Ama “biz, eğer gelişmiş demokratlar olmak istiyorsak, sadece üniversite ya da zemstvo vb. koşullarından yakınanların düşüncelerini, tüm siyasal düzenin beş para etmediği düşüncesine yöneltmeyi üstlenmeliyiz. Bütün muhalefet katlarının mücadeleye ve partimize ellerinden gelen desteği verebilmelerini sağlamak için kendi partimizin önderliği altında, çok yönlü bir siyasal mücadelenin örgütlendirilmesi görevini üzerimize almalıyız. Pratik içindeki Marksist Leninist Komünistlerimiz; bu çok yönlü mücadelenin bütün belirtilerine kılavuzluk edebilen, kaynaşma halindeki öğrencilere, hoşnutsuz zemstvo mensuplarına, öfkeli dinsel mezhep mensuplarına, gadre uğrayan ilkokul öğretmenlerine, vb., vb. gereken anda kesin bir eylem programı kabul ettirmesini bilen siyasal önderler olarak eğitmek, bizim işimiz olmalıdır. (s. 442)
Hareketimizin temel siyasal ve örgütsel eksiklerinden biri, bütün bu güçlerden yararlanmayı ve onlara uygun işler vermeyi beceremememizdir ... Bu güçlerin büyük bir çoğunluğu işçiler arasına gitme olanaklarından tamamıyla yoksundur, öyle ki, güçleri esas işimizden başka tarafa çekme tehlikesi söz konusu olamaz. Ve işçilere gerçek, kapsamlı ve canlı siyasal bilgiler sağlayabilmek için her yerde, toplumun bütün katlarında ve devlet mekanizmamızın bütün iç çarkları hakkında bilgi edinebileceğimiz bütün mevkilerde kendi adamlarımız, Marksist Leninist Komünistlerbulunmalıdır. Böyleleri, sadece propaganda ve ajitasyon için değil, ama daha çok örgütlendirme için gereklidir. (s. 444)
İşçi devrimci, görevine tam olarak hazırlanabilmek için, aynı şekilde profesyonel bir devrimci olmalıdır. Onun için B-v., işçi, günün 11,5 saatini fabrikada geçirdiğine göre, ajitasyon dışındaki öteki devrimci görevler zorunlu olarak büyük ölçüde o çok az sayıdaki aydınların omuzlarına yüklenmelidir derken yanılmaktadır. Ama bu, hiç de zorunlu olduğu için böyle olmamaktadır. Bu, biz geri olduğumuz için, yetenekli her işçiye profesyonel ajitatör, örgütçü, propagandacı, yayın dağıtıcısı, vb. vb. olabilmesi için yardım etmenin görevimiz olduğunu bilmediğimiz için böyle olmaktadır. Biz, bu bakımdan, gücümüzü utanç verici bir biçimde çarçur etmekteyiz, neyi en büyük dikkatle yetiştirmemiz ve geliştirmemiz gerektiğini bilmemekteyiz. Almanlara bakınız: Onların güçleri bizimkinin yüz katıdır, ama gerçekten yetenekli ajitatörlerin vb., çoğu kez ortalamalar arasından çıkmadığını pek iyi anlıyorlar. Onun için, her yetenekli işçiyi, hemen, yeteneklerini geliştirebileceği ve tam olarak kullanabileceği koşullar içine yerleştirmeye çalışıyorlar: Onu profesyonel ajitatör yapıyorlar; eylem alanını genişletmek için, tek bir fabrikadan bütün sanayi koluna, tek bir yöreden bütün ülkeye yayabilmesi için, ona yardımcı oluyorlar. O, mesleğinde deneyim ve ustalık ediniyor; görüş ufuklarını genişletiyor ve bilgisini artırıyor; başka yörelerdeki ve başka partilerdeki ileri gelen siyasal liderleri yakından gözleme olanağını buluyor; işçi, onların düzeyine yükselmeye ve işçi sınıfı ortamının bilgisi ve sosyalist inançların tazeliği ile profesyonel ustalığı kendi şahsında birleştirmeye uğraşıyor; çünkü bunlar olmadan, proletarya, kusursuz biçimde eğitilmiş olan düşmanlarına karşı çetin bir mücadele veremez. İşte yığınlar, saflarından, Bebel ve Auer çapında adamları ancak bu şekilde çıkarmaktadır. Ama siyasal bakımdan özgür olan bir ülkede büyük çapta kendiliğinden olan şeyi, Türkiye’de biz, bilinçli olarak ve sistemli bir biçimde örgütlerimizden yararlanarak yapmalıyız. Azıcık yeteneği olan ve bir şeyler vaat eden bir işçi ajitatörün günde onbir saat fabrikada çalışmasına izin verilmemelidir. Geçiminin parti tarafından sağlanmasını; zamanı gelince yeraltına geçebilmesini; eğer deneyimini artıracaksa, görüş ufuklarını genişletecekse ve jandarmaya karşı mücadelede hiç değilse birkaç yıl dayanabilecekse, eylem yerini değiştirmesini biz sağlamalıyız. Hareketlerinin kendiliğinden yükselişi genişlik ve derinlik kazandıkça, işçi sınıfı yığınları, kendi saflarından, sadece artan sayıda yetenekli ajitatörler değil, ama yetenekli örgütçüler de, propagandacılar da ve sözcüğün en iyi anlamıyla pratik militanlar da çıkartırlar... Gerekli hazırlıktan geçmiş ve eğitilmiş işçi devrimcilerden kuvvetlerimiz olduğu zaman (ve elbette bütün öteki kollardan da), dünyadaki hiç bir siyasal polis bunlarla baş edemez, çünkü bütün varlıklarıyla devrime bağlı olan bu kuvvetler, işçi yığınlarının sonsuz güvenini kazanmış olacaklardır. Ve biz, hem işçilerin hem de aydınların” ortak yolu olan profesyonel devrimci eğitim yoluna işçileri yöneltmek için gerekeni yapmadığımız ve çok kez, işçi yığınları için, ortalama işçiler vb. için erişilebilir olan şeyler konusunda ahmakça söylevlerimizle onları geriye çektiğimiz için doğrudan doğruya suçluyuz. (s. 489-40)(Lenin; Eserleri, C. 5, s. 357-551).
1-Bunları yaptık da o sınıf çağrılarımıza kayıtsız mı kaldı?

- “Ezen ulus ayrıcalıklarının arkasına saklanmama”ya devam mı etti?

-Kürdistan’da ne olursa olsun ben "ekmeğime bakarım" mı dedi?

-Perdeyi yırtmam, o an’ın gelmesi beni ilgilendirmez mi dedi?

-Sınıf bilinciyle donattık da Kürt ulusunun yanında değilim, onunla duygudaş, Kürt işçisiyle yoldaş değilim mi dedi?

Türk işçi sınıfı dili lal, düşünce yeteneği dumura uğramış olarak Türk burjuvazisinin, şovenizminin, ırkçılığının, Kürt düşmanlığının yanında yer alıyorsa bu, sadece onun suçunu, kavrayışsızlığını ve Türk burjuvazisinin gücünü göstermez; bu, aynı zamanda ve esas itibariyle bizim veya işçi sınıfının partisi olma iddiasında olanların bu sınıfla ilişkisinin acınacak halini gösterir. Artık bu, işçi sınıfı partisi olma iddiasında bulunanların bir eksikliği olmaktan çoktan çıkmıştır.

An'daki durduğu yere bakarak küçümsediğimiz, azarladığımız bu sınıf, mücadele etmem demiyor, hiçbir zaman da demedi. Bu sınıf, 15-16 Hazirandan geçmiş bir sınıftır. En zor, Türk şovenizminin en çok etkisi altında olduğu dönemlerde de bu sınıf, gel, beni örgütle demiştir. Peki, gittik mi, örgütledik mi?

I. Okcuoglu

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.