Marx hakkında iki şehir efsanesi üzerine (bir Hobsbawm ve Mike Davis eleştirisi)
Fuat Filizler
Marksist yazında, Marx hakkında çok sık tekrar edilen iki şehir efsanesini, tarihsel olgular üzerinden sorgulamaya çalışacağım.
Birincisi, Marx'ın ilk elde “tufan” beklediği 1857 krizinin, herhangi bir ciddi toplumsal-siyasal sarsıntı ve devrimci etki yaratmadan çabucak geçtiği, efsanesidir.
İkincisi, Marx'ın (1848 devrimleri sonrasındaki) siyasal ve bilimsel yaşamını (Avrupa) tarihinin en barışçıl döneminde geçirdiği, bunun da Kapital dahil eserlerine ciddi bir eksiklik olarak yansıdığı, efsanesidir.
Birbirine bağlı her iki efsanenin de, “en çok okunan ve en çok referans verilen” tarihçi Hobsbawm'ın 1848-1873 dönemini ele alan “Sermaye Çağı” çalışması tarafından yaygınlaştırıldığını, Marx'a dönük ilgi ve çalışmalarının hızla arttığı günümüzde bir dogma olarak tekrarlanıp durduğunu düşünüyorum.
Son dönemde Marx'a dayalı iki çalışmada daha bu dogmaları görünce, yazmak kaçınılmaz oldu:
Birincisine örnek:
“Marx'ın çalışmalarını hızlandırmasına vesile olan dolaysız olgu, 1857 yılında yaşanan ekonomik krizdi. Aslında Marx ve Engels, 1848 devrimlerinin yenilgisinin ardından sürekli olarak kapitalizmin çökeceği büyük kriz anını beklemeye koyulmuşlardı. İlk ciddi işaretler 1856'da geldi. Krizin patlak verdiği 1857 yılında, Marx da yapıtını 'tufandan önce' tamamlayabilmek için sabah dörtlere kadar sürekli çalışmaktaydı.
Her ne kadar bu dönemi masa başında geçirmiş olsa da, Marx daima siyasal pratiği önde tutmuştur. Siyasal gerileme dönemi, bir anlamda, Marx'a teorilerini ortaya koyabilmek için çalışma fırsatı sağlamıştı. Fakat 1857 ekonomik krizinin çabucak toparlanmaya dönüşmesinin yarattığı karmaşık duygular içinde, Marx esas olanın işçi sınıfının siyasal örgütlenmesi olduğuna bir kez daha kanaat getirecektir.” (Ö. Öztürk, M. Yalman, Ö. Narin, Grundrisse'den Kapital'e Patikalar. Önsöz. s. 14. Sav y. Kasım 2017)
İkincisine örnek:
“Siyasal ve entelektüel yaşamını Avrupa tarihinin en barışçıl döneminde geçiren Marx, dünya ölçeğinde savaşın ekonomi-politiğini ya da birikim üzerindeki rolünü irdelemedi. Bu, Kapital'in ana planında, anlayışla karşılanabilecek olsa bile büyük bir eksiklikti. ” (Mike Davis, Eski Tanrılar, Yeni Bilmeceler/Marx'ın Kayıp Teorisi, s.53-54Yordam y.)
Bu konu, önemsiz sayılmamalı. Marx'a dönük ilgi ve çalışmalarda artış sevindirici olmakla birlikte, çoğunlukla metin (ve metinler arası ilişki) incelemeleriyle sınırlı kalması, Marx'ın bilimsel-devrimci çalışmalarının gelişim süreci ile yaşadığı dönemin tarihsel süreçleri arasındaki ilişkisinin yeterince kurulamaması, ciddi bir sorun oluşturuyor. Bu sorun büyük ölçüde Avrupa'da 1848 devrimleri ile 1871 Paris Komünü arasındaki tarihsel dönemin yeterince bilinmemesi, ya da – Hobsbawm'ın yaygınlaştırdığı bir yaklaşımla- küçümsenmesinden kaynaklanıyor.
Hobsbawm, Sermaye Çağı kitabının girişinde bu küçümsemeyi açıkça belirtir ve kitabı boyunca -Paris Komünü dahil- sürdürür:
“Bu kitabın yazarı da, her ne kadar gerçekleştirilen maddi (sınai-teknik, bn) başarıların yarattığı hayranlık karşısında ve hoşlanmadığı şeyi bile anlama çabası sayesinde hafiflese bile, kitabın konusunu oluşturan çağ hakkında belli bir tatsızlık, belki de bir küçümseme duyduğunu saklamıyor.” (Eric Hobsbawm, Sermaye Çağı: 1848-1875. Dost Kitabevi yay.)
Mike Davis de, kitabı boyunca sayısız atıfta bulunduğu Hobsbawm'ın döneme yaklaşımını olduğu gibi tekrarlamakta bir sakınca görmüyor:
“1849-64... Hiçbir yerde ufukta devrim görünmediği için, Marx kendisini British Library'ye kapattı, Blanqui kodeste çürüdü, ülkeye gelmiş komünist siyasal göçmenler, dünyaya küsmüş ve gitgide gizliliğe gömülen hiziplere bölündüler. Ondukuzuncu yüzyılın Che Gueverası sayılan Garibaldi bile bir süreliğine silahını bırakmak ve Peru'dan Canton'a güherçile taşıyan bir gemiye kaptanlık ederek borçlarını ödemek zorunda kaldı.” (agy, s57)
Davis'in 1849-64 dönemini özetler göründüğü hepi topu 6 cümlelik paragrafta o kadar çok yanlış var ki insan hangisinden başlayacağını bilemiyor. Bu cümleler 1848 devrimlerinin yenilgisinden sonraki 5-6 yıl için yazılmış olsa, kısmi bir doğruluk payı taşırdı. Dönemin bütününe mal edildiğinde ise, 1857-58 krizinden itibaren İngiltere ve Fransa'da yeniden canlanmaya başlayan işçi hareketleri, Almanya'da siyasal-anayasal kriz, Rusya'da devrimci kriz, ABD'de de iç savaşa evrilen süreç, Çin'de iç savaş, Hindistan'da Britanya sömürgeciline karşı ayaklanma... dahil bir çok önemli tarihsel gelişme ve sarsıntıyı yok sayıverir.
Davis'in döneme yaklaşımının Hobsbawm'ın Sermaye Çağı'ndaki yaklaşımından aldığı ezberin yavan bir tekrarı olduğunu söyleyebiliriz:
“Rüzgarda uçuşan saçları, kırmızı gömleğiyle Garibaldi gibi romantik ve renkli kahramanlık örnekleri çok seyrekti. Başarı ölçütü, Walter Bagehot tarafindan "ortak, beylik görüşlere ve sıradışı yeteneklere" sahip olmak diye tanımlanacak olan siyasi yaşamda da çok fazla dram yoktu.” (Hobsbawm, Sermaye Çağı)
Şaka mı bu? Ya isimleri bugün bile büyük bir devrimci esin ve saygıyla anılan Blanqui'yi, Komün'ün efsanevi isimleri ve Louis Michel'i, Herzen'i, Çernişevski'yi (ve sayısız devrimci kuşağı ve Lenin'i de esinlemiş Nasıl Yapmalı'sı ve Rahmetov'unu), Dinamit O'Donovan Rossa (Fenian hareketinin önderlerinden, cenazesi 100 bin kişi tarafından kaldırıldı ve İrlanda'da yeni bir bağımsızlık savaşının ve İRA'nın ateşleyicisi oldu), John Brown'ı (ABD'de köleliliğin kaldırılması için silahlı örgütlenme ve ayaklanma girişiminde bulunan ilk önderdir, 1859'da idam edildi) nereye koyacağız??
Davis'in yanlışları da aynı minvalde. Marx'ın 1848 devrimlerinin yenilgisinden sonra bilimsel çalışmalarına yoğunlaştığı doğrudur. Ama hiçbir zaman kendisini “kütüphane çalışmaları” ile sınırlamamış olduğunu, dönem boyunca Avrupa ve dünya çapındaki hemen hemen tüm önemli ekonomik, toplumsal, siyasal gelişme ve sarsıntılara dönük gazete makaleleri ve sayısız mektubuyla müdahil olma çabalarından görmek mümkündür. Kaldı ki Marx, 1850'lerin sonlarındaki ekonomik-siyasal krizden itibaren, bizzat tutuklanma riskini göze alarak Almanya'ya gidip 1848 devriminden kalan yoldaşlarını toparlama ve bir gazete çıkarma girişiminde bulunmuş, Avusturya'da çıkan bir gazeteye yazılar yazmış, Fransa'da Blanqui'nin yeniden tutuklanmasına karşı bir kampanya örgütlemiş, İngiltere'de Çartist hareketin önderleriyle ilişkiler kurmuş ve People's Charter gazetesine yazılar yazmış, Engels ile birlikte Fenian hareketiyle ilişkiler kurmuş, İngiltere'deki göçmen Alman Komünist İşçiler Eğitim Derneğini kurmuştu. 1857-58 krizi ve 1861-65 pamuk krizi, Amerikan İç Savaşı ve Polonya ayaklanmasının Batı Avrupa'daki etkileriyle birlikte, Marx ve Engels'in bu pratik örgütlenme ve ajitasyon çalışmaları, 1. Enternasyonal'e giden yolda önemli etkenlerdir. Dolayısıyla Marx'ın 1849-64 dönemi boyunca “kendisini kütüphaneye kapatmış” gibi lanse etmek, en başta Marx'ın praksis anlayışının, bilimsel-devrimci ve devrimci-siyasal-pratik çalışmaların bütünlüğü anlayışı ve gerçeğinin çarpıtılmasıdır.
Blanqui ise, ömrünün yarısından fazlasını hapiste geçirmekle birlikte hiçbir zaman “kodeste çürüme”miştir. 1857 krizinde dışarıdadır, ilk elde bir ayaklanmanın koşullarının olmadığını düşünerek Fransa dışına gidip radikal bir gazete çıkarır, 1850'lerin sonlarında işçi hareketinin yeniden canlanmaya başlamasıyla döner ve yeniden ayaklanma hazırlıklarına girişir ama yine tutuklanır. Paris Komünü'nün önceki yıllarında tahliye olur ve yine Paris Komünü'ne giden süreçte önemli rol oynar. 1866 krizinden sonra yeniden yükselen işçi ve halk eylemlerinde, Fransız öncü işçi kesimlerinin sağ Proudhonculuktan (grev ve siyaseti reddetme, karşılıklı yardımlaşmacılık vb) kopmasında (Marx ile birlikte) önemli rol oynar. Hatta bir keresinde 500 kişinin yönetim binasını basmasına önderlik eder ve yönetimi değiştirir, ama arkasından gelen ordu ve muhafız birlikleri karşısında geri çekilmek zorunda kalır ve yeniden tutuklanır. Paris Komün Devrimi sırasında yine hapistedir ama Fransız işçiler arasında efsanedir, gıyabında Komün Konseyi başkanlığına seçilir. Böyle bir devrimciye “kodeste çürüdü” demek, düpedüz tarihsel gerçeklerle alay etmektir.
Garibaldi ise 1848 devrimlerinin yenilgisinden sonra gittiği Latin Amerika'da, Brezilya'da bir ayaklanmaya önderlik etmiş, 2 yıl kaldığı İstanbul'da İtalyan Zanaatçı İşçiler Birliği'ni örgütlemiş, Balkanlarda Osmanlı'ya karşı ayaklanma örgütlemeye çalışmıştır. Öylesine bir efsaneydi ki, İtalya'daki Cumhuriyetçi savaşımına finansman desteği bulabilmek için İngiltere'ye geldiğinde onbinlerce işçi onu coşkuyla karşılamak için toplanmış, devlet güçleriyle çatışmalar çıkmış, İngiliz hükümeti ayaklanma çıkacağından korkarak onu sınır dışı ettiğinde, yine onbinlerce işçi toplanarak onun sınır dışı edilmesini protesto etmişti. Garibaldi, ünlü kızıl gömleklileriyle birlikte 1860'da Sicalya'ya çıkartma yaptı, binlerce yoksul zanaatçı ve köylünün birliklerine katılmasıyla Sicilya ve Güney İtalya kent devletlerini birleştirerek Roma üstüne yürüdü. Federatif bir İtalya Cumhuriyeti anlayışını savunmasına karşın burada Fransa-3. Napelyon orduları destekli Piedmontla karşı karşıya geldi, ancak savaşmadan anlaşma yaparak geri çekildi. Paris Komün Konseyi, onu da gıyabında, karşıdevrimci Thiers hükümetine karşı bir meydan okuma olarak, delegeliğe seçmişti. Garibaldi üzerine çok şey tartışılabilir, ama onu, dünyanın bir dizi bölgesinde isyan ve direnişlere önderlik ettiği tüm bir “1849-64” dönemi boyunca, “borçlarını ödemek için gemi kaptanlığı” yaptığı “bir süre”yi öne çıkarmak, tarihle alay etmektir!
Marx'ın yaşadığı (1848 sonrası) dönem “en barışçıl” dönem miydi?
İngiltere-Fransa-Osmanlı ile Çarlık Rusyası arasındaki Kırım Savaşı'nda (1854-56) 610 bin kişi öldü. Kırım Savaşı yenilgisi, 1857-58 kriziyle de birleşerek Rusya'da ilk devrimci krize (1859-61) yol açtı ve Polonya ayaklanmasına giden süreçte de (1863-64) bir etken oldu. Osmanlı'da ise mali buhranı derinleştirerek Islahat Fermanına yol açtı.
Fransa-Prusya Savaşında (1870-71), 700 bini siviller olmak üzere 800 bin kişi öldü. Bu savaş, Paris Komün Devrimini doğuran etkenlerden biri oldu.
Bunlara dönem itibarıyla, İtalya Savaşı (Fransa destekli Piedmont ile Avusturya İmparatorluğu arasında), Prusya-Danimarka Savaşı, ayaklanan Polonya-Çarlık Rusyası savaşı, ve Batı Avrupa sömürgeciliğinin dünya çapındaki sayısız sömürge savaşı eklenebilir.
Marx Kapital'de veya tamamlamaya ömürünün yetmedeği yazım planında, savaşların ekonomik etkileri üzerine bir bölüme yer vermemiş olabilir. Ancak örneğin Amerikan İç Savaşı'nın İngiltere ve Batı Avrupa'da yol açtığı pamuk kıtlığı krizi üzerine Kapital'de ve ön çalışmalarında önemli bölümler vardır. Kaldı ki Marx ve Engels, başta Kırım Savaşı, ABD iç savaşı, İngiltere ve Fransa'nın Hindistan, Çin ve diğer ülkelerdeki sömürge savaşları ve sömürge ayaklanmaları olmak üzere, kendi dönemlerindeki savaşlar, iç savaşlar bunların Batı Avrupa ve dünya çapındaki ekonomik, toplumsal, siyasal etkileri üzerine en az 2-3 büyük cildi dolduracak kadar çok sayıda analiz yazısı yazdılar.
Şimdi bir de, Miles Davis'in ve Hobsbawm'ın en barışçıl dönem saydığı 1849-1864 (veya1873) döneminin gerçek tablosuna bir bakalım:
Venezuella Federal İç Savaşında (1859-63) 200 bin kişi öldü. Çin'de Taiping Ayaklanmaları ve İç Savaşında (1850-64) ölenlerin sayısı üzerine tahminler 20 milyon ile 30 milyon kişi arasında değişmektedir. Yine Çin'de aynı dönemdeki Panthay ayaklanmasında 1 milyon kişi, Punti-Hakka savaşlarında 500 bin kişi, Nien ve Miao ayaklanmalarında 150 bin kişi, Hui ayaklanmalarında 300 bin kişi öldü. Japonya'da deprem, tayfun yıkımları, ardından kolera salgını (1854-60), ardından iç savaşta (1867) toplam 500 bin kişi öldü. Osmanlı-Fransa-Britanya ittifağıyla Çarlık Rusyası arasındaki Kırım Savaşında (1854-56) 610 bin kişi öldü. Amerikan İç Savaşında (1861-64) 250 bini siviller olmak üzere 850 bin kişi öldü. Polonya'da Çarlık Rusya'sına karşı ayaklanan (1863-64) 25 bin kişi öldürüldü, 80 bin kişi Urallar ve Sırbistan'a sürüldü. Paraguay-Brezilya savaşında (1864-70) 400 bin kişi öldü. Küba-İspanya arasındaki On Yıl Savaşında (1868-78) 100 bin kişi öldü. Fransa-Almanya Savaşında (1870-71), 500 bini Fransız, 200 bini Alman siviller olmak üzere, 800 bin kişi öldü. Çarlık Rusya'nın Çeçen soykırım ve tehcirinde (1864) 650 bin insan öldürüldü. Meksika'da Yucatan-Maya savaş ve soykırımında (1847-55) 300 bin, Avustralya'da Aborjin katliamında 100 bin, Yeni Zelanda'da Maori katliamlarında 100 bin, ABD'de kızılderili katliamları ve 12 büyük kızılderili ayaklanma ve savaşında 50 bin yerli insan bu dönemde öldürüldü. (The Statistics of War, Opressions and Atrocities of 19. Century, http://necrometrics.com/wars19c.htm.)
Dolayısıyla bu dönemin “en barışçıl dönem” tarzı tarih çarpıtmalarının aksine, toplamı 2. Emperyalist kapitalist savaşı, Çin bir yana bırakılsa bile 1. Emperyalist kapitalist savaşa yakın bir kan bilonçosunun olduğunu görmek mümkün.
Ondokuzuncu yüzyıl boyunca köle ticaretinde 4 milyon (1.5 milyonu Afrika-Amerika köle ticareti, 2.5 milyonu İslami köle ticareti sırasında) ölümün, yaklaşık 4'te biri bu dönemde gerçekleşti. Paris'te (1871) 30 bin Komünar kıyımdan geçirildi. Yine bu dönemde sayısız sömürge savaşı yaşandı: Brezilya-Arjantin, Britanya-Burma, Fransa-Senegal, Britanya-Çin, Britanya-İran, Britanya-Hindistan 1857 ayaklanması, Rusya-Estonya 1858 ayaklanması, İspanya-Fas, Fransa-Meksika, Britanya-Japonya, Rusya-Polonya 1863-64 ayaklanması, Brezilya-Uruguay, Prusya-Danimarka, Britanya-Bhutan, Rusya-Buhara, Rusya-Kafkasya, Brezilya-Paraguay, İspanya-Peru/Şili/Ekvator/Bolivya 1864 ayaklanma ve bağımsızlık, Osmanlı-Hersek 1866 ayaklanma ve bağımsızlık, Fransa-Kore 1866 bağımsızlık, Britanya-Etopya, Fransa-Cezayir 1871 ulusal bağımsızlık ayaklanması... (https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_wars_1800%E2%80%9399)
Yine İtalya, İspanya, Meksika, Venezuella, Arjantin, Kanada, Japonya, Yeni Zelanda iç savaşları, İrlanda, Suriye ayaklanmaları bu “istatistiklere” dahil değildir. Dönem boyunca Avrupa ve Amerika'da kömür madenlerinde ve demiryolu yapımlarında katledilen işçi sayısı, 300 bin kişiyi bulmaktadır.
Fakat aynı zamanda işçi, halk, ezilen ulus ve sömürge devrim ve ayaklanmalarıyla; İşçi Sınıfının ilk enternasyonal hareketi ve damgasını vurduğu Komün Devrimiyle; ezilen ulus ve sömürge sorunlarının yeni dünya durum ve devrimlerinin önemi giderek büyüyen bir bileşeni haline gelmesiyle; ilk kadın hareketlerinin gelişmeye başlamasıyla (8 Mart da bu dönemin ürünüdür); kitle isyan ve mücadeleleriyle Amerika'da köleciliğin Avrupa'da kapitalizmin daha ileri olduğu ülkelerde yarı-feodal rejim ve kalıntıların kaldırılması ve burjuva demokrasisine ittire kaktıra geçiş süreçleriyle, Doğu İmparatorlukları Çarlık Rusyası, Osmanlı, Çin ve Japonya'da büyüyen toplumsal-siyasal sarsıntılarla, Rusya ve Doğu Avrupa'da ilk halkçı devrimci demokratik hareketlerin, Osmanlı'da ilk burjuva radikal akımların, eyalet ve sömürgelerinde isyanlar dizisinin başlamasıyla, tarihinin en kritik dönemlerinden biridir.
Dönem boyunca yaşanan devrimler; Şili 1851-59, İtalya 1859-1866, Çin Taiping 1851-64, Hersek 1866-69, İspanya 1868-73, Haiti 1869, Kanada 1869, Paris Komünü 1871. Japonya'da şogun iç savaşından sonra, iktidarın ağırlıklı olarak burjuvaziye geçmesi nedeniyle Meiji Restorasyonu'nu devrim kabul eden tarihçiler de vardır. ABD, Kanada, Meksika, Japonya, Çin'deki iç savaşlar ve Fransa'daki iç savaş (Paris Komününün ezilmesinden 2 yıl sonra) kısmi reformlar veya dönüşümlerle sonuçlandı. 10'dan fazla ülkede bastırılan büyük çaplı ayaklanmalar yaşandı.
Buyrun size Avrupa'nın (ve dünyanın) en barışçıl dönemi!
Şimdi bir de, 1857-58 krizinin hiçbir toplumsal sarsıntı ve devrimci etki yaratmadan çabucak geçtiği efsanesine bakalım.
1857 krizi hafif bir kriz miydi?
Hayır. Marx'ın 1857 krizinin önceki krizlerden daha şiddetli olacağı öngörüsü doğruydu. (Marcello Musto, age)
Marx, Kapital'de 1857 krizini “büyük bunalım” olarak tanımlamaya devam eder.
“Anımsanacağı gibi 1857 yılı, dönemsel sınai çevrimlerin son bulduğu büyük bunalımlardan bir tanesinin patlak verdiği yıldı.” (Kapital Cilt 1, s.685. Sol y.)
Dönemin öne çıkan iktisatçıları arasında bu krizin “İngiltere ve diğer ülkelerde, o zamana kadar karşılaşanların en ciddisi olduğuna” dair genel bir ortaklaşma vardır. William Calender 1858'de yayınlanan “1857 Ticari Krizi” kitabında, David Evans 1859'da yayınlanan “Ticari Krizlerin Tarihi” kitabında, bu krizi, “o ana kadar yaşanan tüm krizleri uzak ara aşan bir kriz” olarak tanımlarlar.
Ekonomi tarihçisi John Clapham ise 1945'te yayınlanan İngiltere Merkez Bankasının tarihine ilişkin kitabında şunları söyler:
“Sınai olarak, ve işçilerin bakış açısından 1858, 19. yüzyılın ikinci yarısının en kötü yılıydı; muhtemelen 1879 ve 1886 krizlerinden bile daha kötü, tüm ülke için 1860'ların pamuk kıtlığından daha kötü, çünkü (pamuk kıtlığı sırasında-bn) Lancashire dursa bile Yorkshire ve Belfast çalışmaya devam etmişti.” (Aktaran: John Henry Gendon, An Investigation into Great Britain’s Commercial Crisis of 1857 and the Preceding Business Cycle. Providence College 2012)
1857 krizi çabuk mu geçti?
1858'in ikinci yarısında dünya pazarı toparlanmaya başlayıp sonrasında daha yüksek büyüme hızları görünmesine karşın:
Fransa'da yıllık ortalama büyüme hızı 1850-57 krizi sonrasında öncesine göre düşer.
Almanya, özellikle Hamburg'ta kriz daha şiddetlidir ve 2 yıl sürer.
Krizin en şiddetli yaşandığı ülkelerden biri olan ABD'de GSMH 1858'de 1857'ye göre yüzde 9.8 daralır. Ardından 18 aylık bir resesyon gelir. ABD ekonomisi 1857'deki büyüme hızını, tam 5 yıl boyunca, yani 1862'ye kadar yakalayamayacak, bu süreç İç Savaşa evrilecektir. Krizin özellikle Amerika kıtasındaki derinlik ve uzunluğu farklıdır.
Yine krizin daha sert vurduğu Latin Amerika ve Kanada'da siyasal-toplumsal sarsıntılar yıllara yayılır.
Rusya'da ise ekonomik ve siyasal kriz ve sarsıntıları 1862-3'e kadar sürer.
İngiltere'de 1857-58 krizi çabuk geçer ve 1859-60'da İngiliz kapitalizmi ve dünya pazarının lokomotif sektörü olan pamuklu tekstilde görülmemiş bir canlılık ve üretim patlaması yaşanır. Marx'ta Kapital'de 1860 yılını pamuklu tekstil sanayinin tarihinin en parlak yılı olduğunu belirtir. Fakat bu aynı zamanda bir aşırı üretim patlamasıdır, öyleki dünya pazarları 3-4 yılda zor emecebilecekleri kadar teksil ürünü ile dolar, stoklar aşırı şişer, vb:
“Pamuklu sanayide 1861-62'de, 1859-60 patlama yıllarında yaşanan aşırı-üretime bağlı olarak, her durumda depresyon olacaktı.” (Historians Group of the Communist Party, Our History/The Lancashire Cotton Famine: 1861-65.)
Nitekim Marx da, pamuklu sanayinde 1862-63'te yaşanan “tam bir çöküş”ün nedenini Amerikan İç Savaşından kaynaklanan pamuk kıtlığından çok, 1860-61 yıllarında “dünya pazarlarında egemen koşullar”ın gösterdiği muazzam aşırı-üretim olarak görür. Hatta pamuk kıtlığının, (üretimi frenleyerek) “tam zamanında imdatlarına yetiştiğini bir ölçüde de yararlarına olduğunu” söyler. (Marx, Kapital 1. Cilt, s. 466) Kaldı ki 1860-61 yılları, yine Marx'ın Kapital'de belirttiği gibi pamuklu sanayinde 1857-58 krizinin sonrası fabrikalarda ve makinalaşmada muazzam artış ve büyümenin gerçekleştiği yıllardır. Yine Marx, pamuk krizi tarihini “o kadar kendi özgüdür ki” diye tanımlar. Şimdi aklımdaki soru şu; 1857-58 ağırlıklı olarak demiryolları ve demir sanayiden kaynaklanan bir kriz idiyse, bu sektörlerin eşitsiz gelişmesi vb itibarıyla veya tekstil sektöründeki krizin hafif sermaye değersizleşmesi ve büyük çaplı sermaye yoğunlaşması ile ötelenmiş olması nedeniyle, kriz devreleri tam çakışmamış olabilir mi, yani 1861-65 pamuklu sanayi krizi, 1857-58 krizinin gecikmiş bir devamı olarak, onunla bağıntılı düşünülebilir mi?
Bu sorunun yanıtı her ne olursa olsun, kesin olan, 1850-73 döneminin, başta bu dönemdeki kapitalizmin başat sektörü olan pamuklu sanayi olmak üzere, istikrardan çok, sert iniş çıkışlar, büyük gönenç ve çöküntülerin birbirini izlediği oldukça istikrarsız bir gelişim gösterdiğidir. Marx, 1863'e kadar gelen pamuklu sanayi hareketlerinin incelemesi, neredeyse 4-5 yıllık sınai çevrimler ve dolayısıyla 4-5 yılda bir krizler gösteriyor. Marx'ın bıraktığı yerden devam edersek, 1862-63 çöküşünden sonra 1864'de yeni üretkenlik kapasitelerinin devreye girmesiyle bir iki yıllık büyük canlılık daha yaşanır, ardından 1866-67 krizi gelir. Ve sonra bir canlılık daha ve sonra 1872-73 krizi...
Aynı dönemde, İngiltere'de “İkinci Tarım Devrimi” ya da “Yüksek Çiftçilik” denilen yeni tarımsal teknolojiler, başlarda etkileyici bir üretkenlik artışı sağlasa da, çabucak toprağın canlılığını tüketir ve yerini tarımsal üretim artışında neredeyse mutlak bir durgunluğa bırakır. 1830'lar ve 1850'lerde yüzde 1.5 civarında olan yıllık ortalama tarımsal üretim artışı, sonraki iki on yılda sırasıyla yüzde 0.5'e ve yüzde 0.7'ye düşer. Daha çarpıcı olan 1850'lerin başındaki kısmi yükselişin 1856'dan sonra dibe vurması, 1856-73 dönemi boyunca yüzde 0.2 ortalamasında seyretmesidir. (J.T. Collins, Did Mid-Victorian Agriculture Failed? Recent Findings of Research in Economic & Social History, Autum 21, 1995)
Bu veriler, 1850-73 döneminin İngiltere merkezli kapitalizmin “altın çağı”, “zafer çağı”, “istikrar çağı”, “devrimci ruhun öldüğü çağ” olarak sunan resmi tarihçiliğin sorgulanması için önemlidir. Hobsbawm'ın “Sermaye Çağı: 1848-75” kitabının eleştirisine ayıracağımız bölüm için aklımızda tutalım.
Krizin bir çok ülkede de farklı etkenler ve birikmiş çelişkilerle de birleşerek, siyasi kriz biçiminde etkileri devam eder.
1857 krizi hiçbir toplumsal isyan ve ayaklanmaya yol açmadı mı?
Açlık ve ekmek isyanları: İspanya (1856-57), New York (1857), Güney İtalya (20 bin kişinin öldüğü büyük depremle birlikte, 1857), İran (1857).
İspanya'da tarım işçileri ve yoksul köylülerin yerel isyanları, bazı yerellerde malikaneleri yakarak toprakları işgal etmesi (1857).
ABD'de çalışma saatlerinin kısaltılması, ücret artışı, kadın işçilere eşit ücret talebiyle kadın tekstil işçilerinin grevi. Polis işçilerin gösterilerine saldırır ve kadın tekstil işçileri zorla çalıştırılmak için fabrikaya kilitlenir. Çıkan yangında 129 kadın tekstil işçisi, feci şekilde katledilir. (1857. Bu grev ve katliamın bıraktığı tarihsel iz, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününü doğuracaktır.)
Karaipler'de, özgürlüğünü daha önce kazanmış olan siyah işçilerinin ve kadınların isyanları (1857).
Hindistan'da ulusal, anti-sömürgeci ayaklanmalar (1857-58)
İtalya'da işgalci Avusturya İmparatorluğuna karşı savaş, çok sayıda kent devletinde ayaklanmalarla mutlakiyetçi rejimlerin devrilmesi; (1857). Ve köylü ayaklanmaları, toprak işgalleri, Garibaldi hareketi; (1858-61).
Venezuella'da bağımsızlık savaşı ve iç savaş (1858-61)
Estonya ayaklanması (1858)
Şili Devrimi (1859)
İrlanda'da iç içe geçen irili ufaklı açlık isyanları ve ulusal isyanlar (1857, 1859, 1860).
Almanya'da ulusal birlik sürecini başlatan ulusal-liberal hareket ve anayasa krizi (1858-61)
Meksika'da bağımsızlık savaşı (1858), İç savaş (1858-60). Savaşı reformcuların kazanmasından sonra Fransa'nın müdahalesi ve gerilla savaşı: 1861-66.
Kanada'da Toronto isyanları (1858. İrlandalı devrimci Fenian hareketini ve 3 devrimci önderini bu isyan doğuracaktır.) (David A. Wilson, Dictionary of Canadian Biography.)
ABD'de köle ayaklanmaları (1859-60). Seçim, anayasa, birlik, rejim, devlet krizleri (1858-61). İç Savaş (1861-65) (James L. Huston, The Panic of 1857 and the Coming of Civil War, Louissiana State University, 1987.)
Yunanistan'da şiddetli ekonomik-siyasal kriz, isyanlar ve ulusal birlik devrimi (1859-62. Yunanistan Krallığı ile İngiliz prokterası olmaktan kurtulan İonya Devletinin birleşmesi, mutlak monarşinin yıkılması.) (Sakis Gekas, The Crisis of the Long 1850s and Regime Change in the Ionian State and the Kingdom of Greece. The Historical Review/La Revue Historique, 10, 57-84. 2013.)
Çarlık Rusyasında şiddetli ekonomik-siyasi kriz, köylü ayaklanmaları, serfliğin kaldırılması (devrimci kriz:1859-61) (Alan Kimball, Revolutionary Stiuation in Russia 1859-1862. The Modern Encyclopedia of Russian and Soviet History.)
Osmanlı'da Islahat Fermanı (1856), Arazi Kanunnamesi (1858), şiddetli mali-siyasi kriz ve ayaklanmalar (1859-61) Kuleli Komplosu: 1859. Suriye ayaklanmaları: 1860-61. Hersek ayaklanması: 1861. Aynı dönemde göçebe aşiret ayaklanmaları da vardır.
Japonya'nın ilk kez Batılı kapitalistler ile Uluslar arası ticaret anlaşması, pazarlarını açması, modernizasyon ve sanayileşme hamlesini başlatması (1858. Bir sonraki kriz devresinde İç Savaş ve Meiji Restorasyonu/Devrimine giden yolu açacaktır.)
Çin'de Taiping devrimi (1857-60). Taiping ayaklanması 1851'de başlamış olmakla birlikte, İngiltere'nin Çin'e saldırısı (1857-58) İmparatoru zayıflatır ve yabancılara karşı nefreti körükleyerek ayaklanmayı büyütür ve isyancılar İmparatorluk başkentini kuşatıp alamasalar da 1860'da Nanking'i alıp Çin'in yaklaşık yarısında kendi devletlerini kurarlar. Taiping devleti, Çin İmparatoru, İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin birlikte saldırısıyla 1864'te yıkılır.
İngiliz sömürgeciliğinin İran, Hindistan, Çin savaş ve katliamları (1857-58), Fransa sömürgeciliğinin İtalyan savaşı (1858), Vietnam savaşı ve işgali (1859), Meksika savaşı ve işgali (1861).
1857-58 krizi, hiçbir devrimci etki yaratmadı mı?
ABD'de de ilk kez bir köleliği kaldırmak için silahlı örgütlenme ve ayaklanma girişimi (John Brown hareketi, 1856-59). Brown'ın idamı, köle ayaklanmalarını başlatmış, iç savaşa giden yolu açmıştır.
Kanada-Amerika-İngiltere-İrlanda hattında devrimci ve silahlı Fenian (İrlanda Cumhuriyetçiler Birliği) hareketinin örgütlenmeye başlaması (1858).
İtalya'nın Fransa-Napoliten Bourbon hanedanı denetimindeki Güneyine bağımsızlık için ayaklanma çıkarmak amacıyla iki çıkarma girişimi (1857'de Mazzini tarafından desteklenen Pisacana, ve 1860'da efsanevi Garibaldi ve “kızıl gömleklileri”);
Rusya'da devrimci Narodnizmin kuruluşu (1859-62). Rusya'da devrimci kriz, serfliğin kaldırılması ve devrimci narodnizm, Polonya ayaklanmasını da (1863-64) etkileyecektir.
Daha sonra Lenin, Rusya'daki 1859-61 krizini “devrimci kriz” ve 1905 devrimin öncülü, Mao ise Çin'deki Taiping devrimini (1857-64) 1910 devriminin öncülü olarak tanımlayacaklardır. Aynı şekilde Meksika'daki iç savaş ve Fransa'yı çekilmek zorunda bırakan gerilla savaşı, Meksika 1910 devriminin öncülü sayılabilir. İrlanda'da 1857-60 isyanları 1865-67 silahlı ulusal emekçi ayaklanmasının öncülü, Fenian'lar ise İRA'nın öncülüdür. Hindistan ayaklanması ise (1857) Britanya sömürgeciliğine karşı ilk büyük ulusal ayaklanma olarak kabul edilir. Almanya'da 1858-61 dönemi ise ulusal birlik süreci ve bir nevi “yukarıdan” burjuva devriminin başlangıcıdır.
1857-58 krizinin, Fransa ve İngiltere dışında, “çabuk” geçmediğini, oldukça ciddi siyasal-toplumsal sarsıntı, hareket ve çatışmalara itilim kazandırdığını görmüş bulunuyoruz.
Peki, 1857-58 krizi, İngiltere ve Fransa'da hiçbir etki yaratmadı mı?
Marx'ın yazı ve defterlerinden 1856-57'de İngiltere'de ve Fransa'da işçi sınıfının durumu
Marx, 1857 bahar aylarında kaleme aldığı iki Tribune makalesinde, İngiltere'de Kasım 1856'ya kadar gelen Fabrika Müfettişlerinin raporlarına dayanarak, İngiltere'de tekstil sanayisinin ve işçilerinin durumundaki gelişmelerin incelenmesine odaklanır. Sömürünün, mutlak artı-değer sömürüsünün nasıl yoğunlaştığını gösterir. Altını çizdiği olgular arasında şunlar vardır: Çalışma saatlerinin sabah 6.00'dan önce başlatılıp akşam 18.00'den sonraya kadar uzatılması ve sabah ve öğlen 5'er dakikalık molaların bile kaldırılması. 13 yaş altı çocuk işçi oranında (1956'da yüzde 6.6'ya kadar çıkar) ve 13 yaş üstü kadın işçi oranında (1956'da yüzde 57'ye kadar çıkar) belirgin artış, 18 yaş üstü yetişkin erkek işçi oranında düşüş (1956'da yüzde 25.6'ya kadar düşer). Marx kadın ve çocuk işçi oranındaki artış konusunun özellikle altını çizer, bunu, ücretleri ancak fizyolojik varlığını sürdürmeye yetecek asgariye düşüren ve yeni tür “köleliğin” belirleyici olduğu büyük fabrika modeli üzerine varsayımının doğrulanması olarak görür.
Devamla: Çalışan işçi sayısı aşağı yukarı sabit kalırken, işçi başına kullanılan makine sayısında muazzam artış. İşçi başına makine sayısının yanısıra makinelerin çalıştırılma hızında artış. Kaçınılmaz sonuçlardan biri olarak iş cinayetlerinde büyük artış. Marx, Lancashire tekstil sanayinde Nisan-Kasım 1856 arasında Fabrika Müfettişleri raporlarında kaydedilen iş kazaları sayısına bakarak şunları yazar:
Lancashire tekstil sanayinde öldürülen işçilerin sayısı “İngiliz Donanmasının Canton (Çin-bn) katliamında öldürdüklerinin yaklaşık 10 katıdır.” Buradan şu sonuçları çıkarır: “Fabrika lordları ile işçiler arasındaki antagonizma, fiili bir sosyal savaş noktasına yaklaşıyor”, ve “Lancashire'ın sınai kölesahipleri iç politikadaki sorunlarından dikkatleri uzaklaştıracak bir dış politikaya ihtiyaç duyuyorlar.”
Marx'ın İngiliz sanayisine ve işçi sınıfına ilişkin bu ilk makalesindeki kritik bulgularından biri kriz ile artı-değer sömürüsündeki şiddetlenme arasındaki bağıntıdır. Daha doğrusu, bu yöndeki varsayımının ampirik olarak doğrulanmasıdır. Doğrudan krize bağlı sömürü yoğunlaşması, kriz analizinin bir bileşeni haline gelecektir. Bu, Grundrisse'nin kriz üzerine olan bölümünde, birikim mekanizmalarının gerekli emek miktarını azaltma ve artı-emeği artırma doğrultusundaki içsel zorunluluğunu, krizin gerçek kökeni olarak sunmasında da yansımasını bulacaktır. Artı-değer mekanizmaları ile kriz mekanizmaları böylece ayrılamaz biçimde ilişkilendirilmiş olur.
28 Nisan 1857 tarihli makalesinde ise, yine Fabrika Müfettişleri'nin fabrika sayıları üzerine 1838-1850 ve 1850-1856 dönemlerini kapsayan istatistiklerini dayanarak, İngiliz tekstil sanayisindeki sermayenin bölgesel yoğunlaşma ve merkezileşme sürecini inceler. Pamuklu sanayinde ve büyük fabrikaların kurulu olduğu Lancashire ve Yorkshire sanayi bölgelerinde yoğunlaşma ve merkezileşme belirgindir, yünlü sanayinde durgunluk, İngiltere'nin Güneyindeki tekstil sanayi bölgelerindeki gerileme belirgindir. Bu da sermayenin hem sermaye, hem sektörel, hem coğrafi-bölgesel düzeyde bir kutupsal çekim hareketi içinde olduğunu gösterir.
Marx'ın kriz boyunca Grundrisse'den ayrı olarak tuttuğu notdefterlerinden biri tümüyle krizin işgücü piyasasındaki etkileri ve işçi eylemlerine ayrılmıştır. Marx'ın “The Manchester Guardian” gazetesinden alıntılar ve haberlerden, Manchester'de 26 Aralık 1857 itibarıyla işsizlik ve kısmi zamanlı çalışmanın doruk noktasına çıktığı görülür. Çok sayıda işçi grevi, eylemi ve mitingi de vardır: Gemi yapım işçileri, demir döküm işçileri, çömlekçiler, madenciler, liman işçileri, çivi işçileri, tel yapım işçileri, düğme yapım işçilerinin grev ve eylem haberleri.
Daha sonra Marx'ın ilgisi Kuzey Stattfordshire'daki sanayi bölgesindeki maden ve demir işçilerinin militan grevine odaklanır. Ücretlerden yapılan 6 pence'lik kesintiyle başlayan ve polisle şiddetli çatışmalara dönüşen grevi (16 Aralık 1857-11 Ocak 1858) Marx günü gününe takip eder. Defterde ayrıca, yoksulluk yardımı için başvuranlara dayatılan “İşevi testi”ne karşı protesto gösterileri, işyerlerindeki çalışma koşullarına karşı eylemler kaydedilmiştir. Marx, Preston'da “işyerinden çıkarılmış yoksul emekçilerle yardımlaşma” adı altında bataklıkta çalışmaya zorlanan, ve gardiyanların ücreti günlük yerine ikinci gün vermesine karşı ve yarım-gün yerine tam gün çalışmak isteyen işçilerin eylemlerine özel ilgi gösterir. (Rolf Hecker, Marx' Critique of Capitalism during the World Economic Crisis of 1857. Part II. www.marxforschung.de.Translation: Amy Welding.)
Fransa'da ise 1848 devrimi yenilgisi ve Bonaparte darbesi ardından işçilerin çalışma ve yaşam koşullarında ağır bir gerileme yaşanmıştır. 1852-58 dönemi işçi sınıfı açısından ücretler, çalışma koşulları, baskı ve yasaklar itibarıyla en korkunç dönemdir. Ücretler 1830'lu yıllardan itibaren en dip noktasına inmiştir, sınai işgücünde kadın ve çocukların oranı artmıştır (yüzde 35), ücret kesme cezaları sistemi çok yaygınlaşmıştır. Üstelik işçilerin ücretlerinin ödenmesinde özellikle kullanılan değersizleşmiş bakır para, piyasada doğru dürüst geçmediği ve esnaflar tarafından kabul edilmediği için, işçilerin dibe vurmuş ücretleriyle en temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri de ayrıca kabusa dönüşmüştür. Bonapart rejiminin kanlı çizmeleri, tüm işçi birliklerini bastırmış, gizli işçi toplulukları ve zanaat derneklerini dağıtmış ve yasaklamış, örgütlenme ve greve idama varan cezalar getirmiş, üstelik tüm yerel ve fabrika işçilerine (çalışma yerini değiştirmeyi olanaksız kılan) zorunlu çalışma karneleri uygulamasını başlatmıştır. Bir araştırmaya göre Bonaparte darbesi sonrasında bu dönemde işçilere dönük tutuklamalar şöyledir: 1850 gezici işçi, 1107 ayakkabı yapımcısı, 888 marangoz, 733 inşaat işçisi, 688 terzi, 642 dokumacı, 457 demirci, 428 anahtarcı, 415 fırıncı, 251 taş işçisi, 252 berber, 224 eğirici, 5423 tarım işçisi... Kuczynski, Fransa'da işçilerin bu dönemini “açlık yılları” olarak tanımlar.
Marx, İngiltere'de Lancashire ve Mancesther gibi sanayi merkezlerine odaklandığı gibi, 22 Kasım 1856 tarihli NYDT makalesinde de Fransa'nın sanayi merkezi Lyon'a ve kitle hoşnutsuzluğunda artış göstergelerine odaklanır. Lyon ve Güney Fransa'daki tekstil sanayilerinde hammadde fiyatlarındaki artışlar nedeniyle üretimin kısılması ve kapanmalar başlamıştır:
“İşçiler arasındaki artan açlık ve hoşnutsuzluk - özellikle Lyons'ta ve Güney Fransa'da- yalnızca 1847 kriziyle karşılaştırılabilecek bir kızgınlık derecesi gösteriyor. Buna geleneksel olarak bir tahıl ihracatçısı olan Fransa'yı tahıl ithaline zorlayan, seller nedeniyle kötü hasatı ekleyebiliriz. Fransa'da krizin kök nedeni, şimdi vergilerle aşırı yüklenmiş olan ve aynı zamanda emek-gücü kısıtlılığı yaşayan tarımın geriliğidir.”
Marx, Fransa kırlarındaki kitlelerin gözünde Bonaparte'ın artık köylülüğün temsilcisi olarak kalamayacağı öngörüsünde bulunarak, makalesini Paris'te halkın hoşnutsuzluk artışına dair gözlemlerle tamamlar: Konut kıtlığı, yükselen fiyatlar, küçük işyerlerinin krizi, vd. Marx, Fransa üzerine 4 makalelik dizinin sonuncusunda da, resmi basınının krizin en şiddetli evresinin geçtiği yönündeki haberleri, paniği önlemek için dezenformatif diye tanımlayarak, Fransa'nın merkezi demiryolu hattını işleten şirketin 500 beyaz yakalı ve 15 bin işçinin işten atılması gibi verileri, banka iflaslarını vd sergiler.
Marx'ın Fransa proletaryasından ayaklanma beklentisi gerçekleşmese de – ki Marx ve Engels'in her ikisi de bu tür ayaklanmalar için krizin daha uzun ve kronik karakter kazanmasını gerekli görüyorlardı-, 1857 krizi (Bonaparte rejiminin yıkıcılığı ile birlikte) Fransa proletaryasında çok geçmeden yeni bir itilimin tohumlarını serpmeye başladı.
“Fransız kapitalizminin bu elverişli geçiş evresi işçi sınıfı üzerinde şiddetli baskı uygulaması, ve bunun aynı ölçüde şiddetli bir karşılığa dönüşmesini engellemek üzere rafine ideolojik tekniklerle gerçekleştirildi. Bunların sınıfın bileşiminde (Paris'in fiziksel reorgazasyonu ve yerel sanayilerin hızlı yokoluşu dışında) önemli değişimler olmadan gerçekleştiğini görmek çarpıcıdır; ve sınıfın hareketlerini bir bütün olarak bölen, kontrol altına alan ve paralize eden politik süreç incelemeye değerdi. Diğer taraftan, sınıfın maddi ihtiyaçlarının bastırılması, yaşam koşullarında her türlü iyileştirmenin reddedilmesi, ütopiklerin beklentilerine karşın ekonomist veya reformist ilüzyonları da tahrip etti. Tedrici ve ılımlı amaçlar bu döneme uygun değildi. İsyan, güç istenci, şiddet ve bir proleter intikam ruhu- bunlar, özerklik göstergelerinin yüzeye çıkması belli bir zaman alsa da, Fransız proletaryasının asgari programı haline geldi.” (Sergio Bologna, Money and Crisis: Marx as Correspondent of the New York Daily Tribune1856-57/Marx's writings on capitalism and crisis in the world recession of 1856-58.)
1857-58 krizinin yol açtığı büyük toplumsal histeri nöbetleri
En başta ABD'de başlayıp İngiltere'ye yayılan dinsel “uyanış” (reawaking) hareketini ve Evangalizm patlamasını anmak gerekir.
Başını papaz takımının ve iflas etmiş burjuvaların çektiği “uyanış” hareketi, öğle vakitleri kilise önlerinde kitlelerin toplanıp hep birlikte dua edip ilahiler söylemesiyle başlar ve çığ gibi yayılır. Hareket ikinci evresinde doğrudan hükümetler tarafından sistematize edilmeye, üçüncü evresinde ise doğrudan patlama yapan işsizler, yoksullar, denizciler, ayyaşlar, fahişeler gibi kesimlere dönük olarak organize biçimde yürütülmeye başlanır.
1857-58 dönemi boyunca ABD'de kiliseye yeni gitmeye başlayanların sayısı haftada 10 bin kişi artar ve kiliselerin pazar okulları dolup taşar. ABD ve İngiltere'de “uyanış” kampanyalarına bu dönemde birer milyon kişilik yeni katılım olur ve evangalizm yeniden canlandırılır.
“Uyanıştan fayda sağlayan yalnız kiliseler değildi. İşadamları borçlarını “dürüstçe” ödemeye teşvik edildi, yüzlerce fuhuş evi ve tavernanın kapatılması sağlandı. Muhtaçlara ve düşkünlere yardım teşvik edildi, bunun için gönüllü çalışma ve bağışlarda büyük artış sağlandı.” (The Great Awakening of 1857-1858)
Bir diğer örnek ırkçı katliam ve saldırılarda artıştır. ABD'de de göçmen işçilere karşı gizli örgütlenen “Birşey bilmeyenler partisi” (örgütleri sorulduğunda böyle söylediklerinden adları da böyle kalmıştır), Washington'da yerel seçimlerde göçmen işçilerin oy kullanmasını engellemek için 20 kişiyi katleder, ardından bir toplarının da olduğu bir ayaklanma başlatır. Müdahale için gönderilen donanma askerleri halka ateş açar ve ölü sayısı artar. Irkçı ayaklanma “federaller” tarafından bastırılsa da, bu ırkçı-katliamcı gizli örgüt, Amerikan iç savaşından sonra kurulan Klu Klan Klux'un öncülüdür. (Rachel A. Sheldon, Washington Brotherhood: Politics, Social Life, and the Coming of Civil War. 2013)
ABD'nin batısında kendi bağımsız devletlerini kurmak için ayaklanan Mormonların katliamla bastırılması, Avustralya'da Çin'li göçmen altın arayıcılarına karşı ırkçı katliam, gibi 1857-58 döneminin daha pek çok kanlı olgusu kaydedilebilir.
1857-58 krizi o dönemin ileri kapitalist ülkeleri olan İngiltere ve Fransa'daki işçi hareketlerinde bir etki yaratmadı mı?
İngiltere-Londra'da başını 9 saatlik işgünü istemiyle inşaat ve bağlantılı sektör işçilerinin çektiği fabrika işçilerinin de katılımıyla dünyanın ilk büyük kent çapında genel grevleri (1859-61) gerçekleşti. Özellikle 1859 grevi, patronların 6 aylık acımasız lokavtına karşı destansı dayanışma ve direşkenlikle sürer. En sonu patronların geri adım atması ve kısmi kazanımlarla sonuçlanır, ancak asıl etkisi işçi sınıfı içinde örgütlenme ve mücadele azmini güçlendirmesidir.
İngiltere'deki bu büyük grevler, aynı zamanda, lonca/kooperatif tarzı geleneksel-yerel zanaat örgütlenmesinden, kitlesel-merkezi işçi örgütlenmelerine geçiş sürecinde ilk önemli adımlardan biridir. İngiltere'de yine bir ilk olan, ve belli bir siyasal karaktere de sahip Londra Sendikalar Konseyi'ni ortaya çıkardı, ve İngiltere ve İskoçya'nın diğer sanayi kentlerine doğru yayıldı. İngiltere'de 1859 ve 1861 Londra genel grevleri, ardından Amerikan iç savaşında İngiltere'nin köleci güney yanında müdahil olma girişimine karşı büyük işçi gösteriyle birlikte, Çartist hareketi de yeniden canlandıracaktır. Marx, çok yakından takip ettiği İngiltere'de işçi sınıfının ruh halinin de bu krizden itibaren nasıl değişmeye başladığını, siyasal gelişmelerdeki tutumunun farklılaşması itibarıyla değerlendirir. (Marx'ın İngiltere işçi sınıfının Amerikan İç Savaşına yaklaşımındaki değişime ilişkin yazıları: “İngilizlerin Duygularındaki Değişimler”, 1861 ve “İngiliz Kamuoyu”, 1862, Gazete Yazıları)
Fransa'da ise 1850'lerin sonlarında birkaç çatışmalı grevden sonra, Paris'te mürettiplerin birkaç bin kişilik militan grevleri (1860-62), işçi sınıfı içinde ciddi bir yankı ve yeniden bir heyecan yaratmaya başlar. Bonaparte rejimi 1857-58 krizini “hafif ve çabucak” atlatmış görünse de, krizden zayıflayarak çıkar. 1850'lerin sonları ve 1860'ların başları, Bonapart rejimine karşı aktif işçi sınıfı mücadelesinin başladığı dönemdir. Bu açıdan 1857-58 krizi, Marx'ın beklediği gibi (“tüm Avrupa'nın kaderinin bağlı hale geldiği”) Bonaparte rejimini deviremese de, onun sonunun başlangıcı olmuştur.
60 öncü işçinin açık imzasıyla 1860'da yayınlanan “60'lar Bildirgesi”, Proudhoncu düşüncelerin etkisi altında olmakla birlikte, siyasal bir karaktere sahiptir, işçi sınıfının Bonaparte'a karşı ilk açık siyasal meydan okumasıdır. Bu Bildirgenin verdiği heyecanla Proudhon'da yeni bir kitap yazar, ve bu kitabında ilk kez işçilerin siyasal örgütlenmesine karşı çıkmaz, hatta savunur. Yalnızca bu gibi gelişmeler bile, 1857-58 krizinin Fransız işçi sınıfının ruh halinde nasıl bir değişimi başlattığını göstermeye yeter.
Nitekim Bonaparte rejimi de işçilerin yasadışı grev, siyaset ve örgütlenme faaliyetlerinin arttığını görerek, bunu engellemek ve saptırmak için bir takım “liberal açılım” denemeleri yapar. 1848 sürgünlerine ve hapisteki öncü işçilere af çıkarma, işçilere çok kısmi (Proudhon'un önerdiği tarzda) “yardımlaşma kooperatifi” hakkı tanıma, Proudhoncu işçilerin “60'lar Bildirgesi”ne “hoşgörü gösterme”, ve bunları gizli işçi örgütlenmelerine karşı teşvik etme, 200 işçi temsilcisini Londra'daki sanayi sergisine gönderme gibi adımlar atar. Örneğin mücadeleci işçi örgütlerine karşı Proudhon tarzı “karşılıklı yardımlaşma kooperatifleri”nin kurulmasını serbest bırakır, hatta Bonaparte'ın kendisi bile bu kooperatiflere “para bağışı” gibi şovlar yapar. Bu ve benzer “liberal açılımlar” işçi sınıfı üzerinde etkili olsa bile, işçilerin yüreğinde ayrı bir yeri olan Blanqui'nin “yardımlaşma sandıklarını Bonaparte'ın devrime karşı komplosu” diye sert biçimde eleştirmesi de etkili olur. Sonuç itibarıyla rejimin liberalleşme manevraları da, Fransız işçi sınıfının yeni bir savaşımcı mayalanma ve yükseliş eğilimini, yüreklerinde muhafaza ettikleri intikam saikini durduramaz. 1866-68 krizinden itibaren bu, artık Proudhonculuğun kendi içinde bölünmesi ve ortaya çıkan bir “sol kanat Proudhonculuğun” Marx ve Blanqui'ye yaklaşmasıyla yeni bir devrimci kriz ve yükselişe doğru evrilecektir.
Önde gelen ve klasikleşmiş Marx-Engels araştırmacılarından Riazanov, İngiltere ve Fransa'da işçi hareketlerindeki bu yeniden uyanış ve canlanmayı, doğrudan 1857-58 kriziyle ilişkisi içinde ele alır.
Kapitalizmin 1850'li yıllardaki hızlı genişlemesi ve 1857-58 krizin bir sonucu da, burjuvazinin başta Londra ve Paris'te sabit yatırımlar oranını yükseltmesi; kentsel yeniden imar, inşaat ve bağlantılı sektörleri şişirmesidir. Büyük metropol kentlerde bu, işçi sınıfının bileşiminde belli bir değişime de yol açar; nitekim Londra ve Paris'te inşaat sektöründe patlama, kaba inşaattan ince işlere doğru sayısız alt inşaat koluna ayrılan, lüks mal ve hizmetlere talebi artıran bir gelişim gösterdi. İngiltere, Fransa ve Almanya'da 1850'lerin sonlarından itibaren yeniden canlanmaya başlayan işçi hareketlerinin başını çeken bu işçi kesimi, 1. Enternasyonal'in de ağırlıklı tabanını ve işçi önderlerini oluşturdu. (David Riazanov, K. Marx/F. Engels: Hayat ve Eserlerine Giriş, s. 131-2, Belge yay., ikinci baskı, 1990)
Hobsbawm'ın “Sermaye Çağı”nın bir eleştirisi
1940'lı yıllara kadar olan Marksist teorinin gelişimi üzerine çalışmalarda, Marx ve Engels'in 1857 krizinden “tufan” ve “çöküş” beklentisinin doğru çıkmadığı yine dile getirilse de, en azından bu krizin büyük, sert ve sarsıcı bir kriz olduğu, dünya çapında bir dizi önemli harekete yol açtığı vurgulanıyordu. 1970'li yıllardan itibaren ise, 1857 krizi, ilginç biçimde, hafif ve çabucak geçen, tarihte önemli bir iz bırakmayan bir kriz olarak değerlendirilmeye başlandı.
Ne oldu da 1857 krizi, Marx araştırmacıların gözünde giderek önemsizleşti? İlk elde, 20. yüzyılın ilk yarısının yoğun kriz, buhran ve çatırtılarla yüklü, dolayısıyla krizlere ve kriz-devrim bağıntısına dönük ilgi ve hassasiyetin de daha yoğun olduğu bir dönem olduğunu söyleyebiliriz. Batı'da ve Batı Marksizminde, 1950'lerin ve 60'ların hızlı kapitalist genişleme ve canlılık dönemleri olması ve Avro-komünizm gibi gelişmeler ise, krizlere olan ilgiyi azaltmış, hatta Marksist teorideki kriz-devrim bağıntısının reddedilmesine yol açmıştır. (Çöküşçülük anlayışının tarihsel seyrine ilişkin ilginç bir yazı için bkz. Serdar Bahçe, Kapitalist Kriz ve Sosyalist Mücadele: Çöküş Teolojisinin Çöküşü. https://www.academia.edu/9020460/Kapitalist_Kriz_ve_Sosyalist_M%C3%BCcadele_%C3%87%C3%B6k%C3%BC%C5%9F_Teleolojisinin_%C3%87%C3%B6k%C3%BC%C5%9F%C3%BC)
1857-58 krizine dair yaklaşımdaki bu ciddi değişimin başlıca sorumlularından birinin tarihçi Hobsbawm ve onun “Sermaye Çağı” kitabı olduğunu düşünüyorum.
Hobsbawn bu kitabıyla, 'Marx'ın tufan ve çöküş beklemesine karşın 1857-58 krizinin kapitalizm altın/burjuvazinin zafer çağında geçici ve önemsiz bir duraksamadan ibarettir' tarzındaki bir ezberi Marksistlere ve Marksizm araştırmacılarına musallat etmiştir.
En çok okunan ve en çok referans verilen Marksist tarihçi olarak bilinen Hobsbawm, 19. yüzyıl tarihi üçlemesinin ikinci kitabı olan ve 1848-1873 dönemini ele alan “Sermaye Çağı” başlıklı kitabında, bu dönemi, “sermayenin altın çağı”, “burjuvazinin zafer çağı”, “Avrupa'da devrimci ruhun öldüğü çağ” olarak tanımlar.
Hobsbawm'ın bu yaklaşımını, kitapta Paris Komün Devrimi, Fenian hareketi ve ayaklanması, Polonya ayaklanması, İspanya ve İtalya devrimleri, 1. Enternasyonal gibi dönemin en kritik gelişmelerine bile en çok bir ikişer sayfa, bazılarına birkaç paragraf ayırıp geçmesinden de, yani “zaten başarısızlığa yazgılıydılar” tarzı yaklaşımından görmek mümkündür.
Kitapta, dönemin en devrimci gelişmelerinden olan, bizzat Marx'ın düşüncesinin bilimsel-eleştirel devrimci gelişimini de incelemeye değer bulmaz! Açık bir savı şudur: 1857-58 krizi, sermayenin hızlı genişleme çağı/adeta mutlak zafer çağı/altın çağında “geçici bir duraksama”dan ibarettir! Örtük bir savı şudur: Marx, umutsuzluğa düşmüş, gelişmiş kapitalist ülkelerde devrim olmayacağına kanaat getirmiş, bu yüzden kapitalizmin kıyısında ülkelerden; İrlanda-Fenian hareketinden, 1870'lerden itibaren Rusya'dan medet ummaya çalışmış, bunlar da bir sonuç vermeyince ömrünün son yıllarında (Gotha Programının Eleştirisi dışında!) hiçbir önemli şey yazmamıştır!
Marx son soluğuna kadar komünist devrimciydi, bizzat bilimsel olarak kanıtlamış olduğu kapitalizmin uzlaşmaz iç çelişkilerinden de, bunların tarihsel gelişim doğrultusu olarak komünizmden de hiç kuşku duymadı, son anına kadar bunun için varını yoğunu ortaya koyarak mücadele etti. Paris Komünü'nü ilk elde “umutsuzluk bir çılgınlık olacağını” öngördüğü halde bir kez patladıktan sonra başarılı olması için varını yoğunu ortaya koyan Marx'ın tutumu, dönem tarihinde Paris Komünü'ne bir bölüm bile ayırmayı çok gören ve önemsizleştirmeye çalışan Hobsbawn'ın tutumundan milyon kez daha devrimcidir.
Paris Komünü'ne yaklaşımda da Hobsbawm ezberini tekrarlayan Miles Davis, Komünü basitçe “1848 devriminin tamamlanması” olarak tanımlıyor. Oysa Komün, yalnızca burjuva demokratik devrimlerin son sözü değil, proleter devrimler çağının açılışının ilk sözüydü.
Ve 1857-58 krizinden “devrimci tufan” bekleyen ve “tufandan önce” işçi sınıfına bilimsel devrimci bir perspektif kazandırabilmek öldüresiye çalışan Marx'ın bu öngörüsündeki zayıflıklar bile, 1857-58 krizini “kapitalizmin altın/zafer çağında geçici bir duraksama”dan ibaret gören Hobsbawn'ın yaklaşımından milyon kez daha devrimcidir. Dolayısıyla devrimden umudunu kesmiş olan Marx değil, 1973 yılında yayınlanan Sermaye Çağı adlı kitabında, kendi umutsuzluğunu Marx'a ve ele aldığı döneme giydirmeye çalışan, Avro-komünizme geçiş sürecindeki Hobsbawn'ın ta kendisidir.
Hobsbawm'ın Sermaye Çağı kitabı, Marksist tarihçiliğinde ilk ciddi kırılma noktasıdır. Nitekim gerek üçlemenin üçüncü kitabı olan İmparatorluk Çağı olsun, gerekse Aşırılıklar Çağı ve Yirminci Yüzyılın Kısa Tarihi olsun, sonraki her kitabında daha ağır ve bariz teorik-ideolojik irtifa kaybı ve çözülme, son derece belirgindir. Fakat her kitabında giderek daha fazla sağa kayan bu evrim sürecinin tüm belirimlerinin, Sermaye Çağı kitabında ortaya çıkmaya başladığını da görmek zor değildir.
Hobsbawm, Avrupa'da 2. Dünya Savaşı sonrasındaki solu ve Komünist Partileri uzlaşmacı sosyal reformist ve sosyal demokrat bir çizgiye doğru çekip çürüten “uzun genişleme” dalgasından ve kapitalizm ve piyasa ekonomisinin “başarılarından” ağır biçimde etkilenip gözleri kamaşmıştır. Öyleki işi, 1950'lerin ortalarından 1973'e kadar olan dönemde, kapitalist “karma ekonomi”yi
“Taş Çağından bu yana toplumdaki en önemli devrim”
diye tanımlamaya kadar vardıracaktır! İşçi sınıfına ve sosyalizme karşı güvensizliği ve karamsarlığı iyice barizleşir:
“Geleneksel sosyalist işçi partilerinin çekirdeğini oluşturan sanayi işçi sınıfı, bugün genişlemiyor ve daralıyor. (...) Dönüştü ve bölündü, onyıllardır yaşam standartları 1939'da en iyi ücret alan işçilerin dahi hayal bile edemeyeceği düzeye ulaştı.”
tarzı şeyler yazarak Avro-komünizmin tipik bir teorisyeni haline gelir. En sonu, İngiliz burjuva “İşçi” partisinin sağ kanadının ve Blair'in “3. yol”unu hazırlamanın “Marksist” kılıklı bir rasyonalizasyoncusu haline gelecek kadar düşkünleşir.
Sermaye Çağı kitabı ise halen sahip olduğu Marksist ışıltılarla iç içe Hobsbawm'ın bu evrim çizgisinin bir çok belirimini taşır. Marksist tarihçilik ışıltıları ile, Avrupa'da 1950'ler ve 1960'lar revizyonizmini ve Avro-komünizmi, “toplumsal uzlaşma” doktrinini, 1850'ler ve 1860'lara giydirmeye çalışan bir eklektizm içindedir.
Bir karşılaştırma daha yapalım: Marx, 1857 krizinin devrimci bir tufan yaratmaması üzerine, evet “duygusal karışıklık” yaşamış olabilir. Ama bu onun ne dünyanın en bilimsel-devrimci kuramını ortaya koymasını, ne işçi sınıfının siyasal örgütlenmesini yaratmasını, ne Polonya ayaklanması ne Fenian ayaklanması ne Paris Komünü ne Rusya'daki devrimci hareket için gücünün son damlasına kadar devrimci seferberlik içine girmesini engellememiş, tam tersine kışkırtmıştır. Hobsbawm ise 1968 isyanlarının yenilgisinden sonra çökmeye, giderek daha geriye yuvarlanmaya başlamıştır.
Hobsbawm, 19. yüzyıl tarihi üçlemesinin ilk kitabı olan “Devrim Çağı”nda, endüstri devrimi ve siyasi devrim olarak “ikiz devrimler” temelinde alır. 1848-73 dönemini ele aldığı “Sermaye Çağı”nda, ise Avrupa'da siyasal devrimin geri çekildiği ve kaybolduğu, yalnızca ulusal sorunun olduğu ülkelerle sınırlı kaldığını ileri sürer:
“O nedenle, devrim itkisini, radikallerin halk hareketiyle yeterli bağlara sahip olduğu ve ılımlıları ileriye itecek denli güçlü olduğu ya da ılımlıların bunu kendi başlarına yapabildiği yerlerde koruyabildi ancak. Bunun gerçekleşme olasılığının en fazla olduğu yerler, kitlelerin sürekli seferber kılınmasını gerektiren bir gaye olarak ulusal özgürlüğün en yaşamsal konuyu oluşturduğu ülkelerdi. Devrimin İtalya ve hepsinden önce Macaristan'da bunca uzun sürmesinin nedeni buydu.” (Hobsbawm, age. s.30-1)
Hobsbawm, burada kapitalizmin kendi deyişiyle “olağandışı ekonomik genişleme ve dönüşüm çağı”, “altın çağı”, “zafer çağı”nda, Avrupa'da devrim itkisinin kalmadığını, ya da yalnız ulusal sorunun olduğu İtalya, Macaristan, Polonya, İrlanda gibi ülkelere sıkıştığını ileri sürmektedir. Yani kapitalizmin uzlaşmaz iç çelişkilerinden doğan bir devrim itkisinin kalmadığını, devrimin kapitalizmin kıyısında kalan ülkelere doğru merkez kaçlaştığını söylemektedir. Peki bu ülkelerde ulusal sorunu ve siyasal üstyapıdaki devrimci sarsıntılar çağını ortaya çıkaran veya derinleştirip şiddetlendiren tam da kapitalizmin bu hızlı genişlemesi ve nüfuz edişi değil midir? Ama boş laf! Çünkü şunu anlamak zor değil: Hobsbawm, ele alır göründüğü 1848-73 dönemi üzerinden aslında (örtük olarak) Avrupa'daki 1950-73 dönemini tartışmakta ve bu dönemde kendi üyesi olduğu İngiltere Komünist Partisi dahil, Avro-komünizme geçişi realize etmeye çalışmaktadır!
“On iki yıl içinde Avrupa dört büyük savaştan geçti: Avusturya'ya karşı Fransa, Savoy ve İtalyanlar (1858-9); Danimarka'ya karşı Prusya ve Avusturya (1864); Avusturya'ya karşı Prusya ve İtalya (1866); Fransa'ya karşı Prusya ve Alman devletleri (1870-1). Bunlar kısa savaşlardı ve Fransa-Prusya savaşında çoğu Fransa tarafından olmak üzere 160.000 insanın ölmüş olmasına karşın, Kırım ve Birleşik Devletler'deki daha büyük kasaplıklarla karşılaştırıldığında maliyetleri fazla değildi. Ancak bu savaşlar, Avrupa tarihinin elinizdeki kitabın konu aldığı dönemine savaşvari bir ara perde gibi girdi; şayet bu savaşlar olmasaydı, 1815 ile 1914 arası (neredeyse bir yüzyıl) görülmedik bir barış dönemi olacaktı.” (Hobsbawm, age. s.93)
Yine insana şaka mı bu, dedirten bir totoloji. Hobsbawm'ın “düşük maliyet” dediği şudur: Yalnızca Fransa-Almanya savaşında 160 bin askerle birlikte siviller dahil, 800 bin kişi ölmüştür! (The Statistics of War, Opressions anda Atrocities of 19. Century, http://necrometrics.com/wars19c.htm.)
Dönem boyunca dünya çapındaki savaş, sömürge savaşı, iç savaş, bastırılan ayaklanma, katliam ve soykırımlarda, 20 milyonu Çin'de olmak üzere yaklaşık 30 milyon insan ölmüştür. Ve bu “rakam”, 1. Emperyalist kapitalist savaşın çok üzerinde, 2. Emperyalist kapitalist savaşınkine ise oldukça yakındır.
1857-58 krizine ilişkin değerlendirmesi de yine bu çerçevededir:
“Ekonomik büyüme, bu son derece güvensiz ortamı biraz olsun dengelemekteydi. 1860'ların sonlarına kadar Avrupa'da reel ücretlerin önemli ölçüde yükselmeye başladığını gösteren pek fazla kanıt bulunmamakla birlikte (!), o tarihten önce bile gelişmiş ülkelerde her şeyin yoluna girmekte olduğuna ilişkin genel bir hissiyat vardı ve bu durum, kargaşanın, umutsuzluğun hakim olduğu 1830'lu ve 1840'lı yıllarla tam bir karşıtlık içindeydi. Ne 1853-4'te kıta ölçeğinde hayat pahalılığında meydana gelen artış, ne de 1858'de dünya çapında yaşanan çarpıcı ekonomik düşüş, ciddi bir toplumsal rahatsızlığa yol açtı. (!). Gerçek şu ki, ekonomideki büyük patlama, -içeride ve (göçmenler için) dışarıda- benzeri görülmemiş boyutta bir istihdam olanağı yaratmıştı. Gelişmiş ülkelerdeki devrevi düşüşler, ne kadar kötü olsa da, şimdi ekonomik çöküntüden çok, ekonomik büyümede ortaya çıkan duraklamalar olarak görülüyordu.” (Hobsbawm, age. s. 241. ünlemleri ben koydum)
İşçiler mi böyle görüyordu, yoksa böyle gören dönemin burjuva iktisatçıları ve 1950'leri-60'lardan itibaren Avro-komünizme evrimleşmeyi 1850'lere-60'lar üzerinden realize etmeye çalışan Hobsbawm'ın kendisi mi? Kesin olan 1857-58 krizinde “tufan” beklentisi gerçekleşmedikten sonra da Marx'ın meseleyi böyle görmediğidir. Kriz, kapitalizmin krizlerinin kaçınılmazlığını reddeden bayağı burjuva ekonomi-politikçileri de bu kaçınılmazlığı en nihayet kabul etmek zorunda bırakmıştı. Örneğin David Evans ve J.S. Mill gibi burjuva sosyal liberal iktisatçılar, kapitalizmin krizlerinin kaçınılmazlığını kabullenmek zorunda kalırlar, hatta krizlerin yol açtığı yolsuzluk, yoksulluk, işsizlik gibi kötülüklere işaret etmekten de geri kalmazlar. Kriz evet kaçınılmazdır denir, ama ekonomik, toplumsal, siyasal gelişme ve reformlar için toplumsal olarak ödenmesi zorunlu ve geçici “maliyetler”dir! (Lynn Shakinowsky, The 1857 Financial Crisis and the Suspension of the 1844 Bank Act.)
Tam da Hobsbawm'ın Sermaye Çağı'nın yayınlandığı dönemlerde (1973), Avrupa Komünist Partilerinin Avro-komünizme evriminin hızlandığı ve burjuva sosyal-demokrat partilerle ittifak adı altında içlerinde eriyip gittiği sürece uygun bir kriz anlayışı! Günümüzden de iyi bildiğimiz, varsayılan gelecekteki bir refah için günümüzde “yapılması zorunlu toplumsal fedakarlık ve uzlaşma” masalları. İnsan, Hobsbawm'ın, fiyat artışlarının ve 1857-58 krizinin işçilerde ve toplumda ciddi bir toplumsal rahatsızlığa yol açmadığı iddiasına artık ne diyeceğini bilemiyor. Kriz, yalnız sermayenin değil sermaye temelindeki toplumun yeniden üretim sürecinde ciddi bir kesinti ve çöküntüdür. Fiyat artışlarından ve krizden, daha sonra belki yeniden -ama daha düşük ücretle- iş bulabileceği için rahatsız olmayan işçiler hikayesini, Hobsbawm, yarım ücretle bataklıkta çalışmaya gönderilen, ya da yoksulluk/açlık yardımı için “işevi testine” tabi tutulan işçilere anlatsın!
Bu yaklaşımlarını Marx'a atfetmeye çalışır:
“Önceki dönemlerden daha az devrimci olmamakla birlikte, Marx'ın kendisi bile bunu ciddi bir olasılık olarak görmedi. Nitekim, proleter bir devrimi amaçlayan tek girişim olan Paris Komünü'ne ilişkin tutumu dikkate değer ölçülerde ihtiyatlıydı. En ufak bir başarı şansı olduğuna bile inanmıyordu. Başarabileceği, çok çok Versailles hükümetiyle pazarlık yapmaktı. Kaçınılmaz sonu geldiğinde, en duygulu sözcüklerle ölüm ilanını yazdı; ama bu mükemmel kitapçığın (Fransa' da Sınif Savaşı) hedefi, geleceğin devrimcilerini eğitmekti, bunu da başardı. Ancak Enternasyonal, yani Marx, Komün henüz ortadayken sessiz kaldı. 1860'lı yıllarda Marx, uzun vadeli bakış açıları üzerinde çalıştı, kısa vadeli olanlaraysa ılımlı baktı. Yasal olarak olanaklı olduğu yerlerde siyasi iktidarı almak üzere bağımsız siyasi kitle hareketleri biçiminde örgütlenmiş emek hareketlerinin en azından belli başlı endüstri ülkelerinde yerleşik bir görünüm kazanmalarından ve daha eski bir çağdan kalma bir adet gözüyle baktığı ve mazur gördüğü (anarşizm ve yardımlaşmacılık gibi) solcu ideolojilerden olduğu kadar (basit 'cumhuriyetçilik' ve milliyetçilik dahil) liberal-radikalizmin düşünsel etkisinden kurtulmuş olmalarından memnuniyet duymuş olmalıydı. Hatta bu tür hareketlerin 'Marksist' olmalarını bile istemedi; aslında Marx'ın Almanya haricinde ve birkaç yaşlı göçmen dışında neredeyse hiç takipçisi olmadığından, böyle bir talep, bu koşullar altında ütopik olurdu. Ne kapitalizmin çökmesini bekliyordu, ne de hemen alaşağı edilmek gibi bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu düşünüyordu. Yalnızca, güçlü bir düşmana karşı uzun bir mücadeleye girişebilecek orduların kurulmasında ilk adımların atılacağını umuyordu.” (s.132)
Burada da tarihçi Hobsbawm'ın sayısız tarihsel çarpıtmasıyla karşı karşıyayız: Birincisi, Marx ve Enternasyonal, “Komün henüz ortadayken sessiz kal”madı. Komün devrimine devrimci temelde müdahil olabilmek için tam bir seferberlik yürüttü. Başta Enternasyonal İşçi Birliğinin kurduğu Enternasyonal İşçi Konseyi ve Komün doğduktan hemen sonra kurulan Kadın İşçiler Birliği'nin Komün Devriminde önemli etkileri vardır, ve her ikisinde de Marx ve Enternasyonal'in etkileri vardır. İkincisi, Marx, Komün'ün “başarabileceği çok çok Versailles hükümetiyle pazarlık yapmak” diye düşünmedi, tam tersine Komün'ü fırsat varken Versailles hükümetine hücum düzenleyip yıkmadığı için eleştirdi. Üçüncüsü, Marx, anarşizm ve yardımlaşmacılık (Proudhonculuk, Lasallecılık) vbyi mazur görmedi, bunlara karşı amansız bir mücadele yürüttü. Dördüncüsü, “Marx'ın birkaç yaşlı göçmen dışında hiç taraftarı yok” değildi, Paris Komününde örneğin Rus Elisabeth Dimitrieff (Kadın İşçiler Birliği'nin kurucusu ve önderlerinden) ve Macar Leo Frankel (Komünün Emek Komisyonunu kurmuş ve Çalışma Komiserliğini yapmıştır) gibi Komün'ün en ileri sosyalizan karar ve faaliyetlerine imza atmış genç önderleri üzerinde belirgin bir etkisi vardı. Marx'ın yaşamı boyunca yazmış olduğu mektupların sayısı (2000) onun sahip olduğu ilişkiler ağının genişliğinin en açık ifadelerinden biridir. Beşincisi, Marx, Proudhonculuk, Lasallecilik, Mazzinicilik, İngiltere'de trade-unionculuk gibi yaygın etkiye sahip kişi ve akımların elbette kendiliğinden Marksist olmasını beklemedi, ama bu hareketlerin tabanındaki işçileri kendi fikirlerine kazanmak için büyük bir mücadele verdi. Örneğin Fransa'da 1966-68 krizinden itibaren Proudhon'un grevlere ve siyasete uzak durma ve yardımlaşmacılık gibi fikirlerinden kopan ve Marx'ın ve Blanqui'nin düşüncelerine yaklaşan bir sol kanat Proudhonculuğun ortaya çıkmasında (Varleine, vd) Marx'ın verdiği mücadelelerin de önemli rolü vardır. Bir diğer örnek Marx'ın İngiliz sendikalizm ve (İrlanda sorunundaki) şovenizmlerine karşı 1864-69 döneminde Enternasyonal içinde verdiği muazzam mücadeledir. Altıncısı, Marx elbette uzun vadeli düşünüyor ve kapitalizmin içindeki uzlaşmaz çelişkilerin tarihsel gelişim doğrultusu zemininde onu yıkmaya dönük bir kurucu çalışmanın adımları atıyordu. Ama bunu da, siyasal durgunluk koşullarında da ortaya çıkan her fırsat, her dinamik, her olanağı işçi sınıfının siyasal bilinç, örgütlülük ve militanlığını ilerletmek için değerlendirmeyle birleştiriyordu.
Şimdi bir de, Hobsbawn'dan farklı olarak Lenin'in, Marx'ın siyasal durgunluk ve gericilik dönemlerindeki her devrim olasılığına, her devrimci kıpırtıya, her olanağa dikkat kesilerek teorik-pratik olarak yönelmesini nasıl değerlendirdiğine bakalım:
“Gelişmenin her aşamasında, her anında, proletaryanın taktikleri, bir yandan ileri sınıfın sınıf bilincini, gücünü ve militanlığını geliştirmek için, siyasal durgunluk/hareketsizlik, sözde “barışçı” gelişme dönemlerinden yararlanırken, öte yandan bu yararlanmanın tüm çabasını, bu sınıfın ilerlemesi “nihai amacına” doğru, büyük günlerin büyük amaçları için pratik çözümler bulma yeteneğinin yaratılması...”
“Teorisyenden ve proletaryanın önderinden (Marx'tan-bn) onlar, devrime inancı, işçi sınıfını, acil devrimci amaçlarını sonuna kadar götürmek yolunda savaşa çağırma yeteneğini ve devrimin geçici ters gidişi arkasında yufka yürekle hıçkırıklara yer vermeyen bir ruh direngenliğini öğrenmelidirler.” (Lenin, Marx Engels Marksizm derlemesi içinde, Sol y.)
Hobsbawm ise, Marx'ın gelişmiş kapitalist ülkelerde beklediği devrim gerçekleşmeyince, umudunu önce İrlanda-Fenian'a, 1870'lerde ise Rusya'ya bağladığını, bunlar da olmayınca, Marx'ın devrimci olmaktan çıkmasa bile ömrünün son yıllarında umutsuzluğa düştüğünü ve etkisiz şeyler dışında bir şey yazmadığını iddia edecek kadar pervasızlaşır:
“Komün öldü ve diğer biricik Avrupa devrimi olan İspanya devrimiyse hızla sonuna yaklaşmaktaydı. (...) Sadece Almanya'da belirgin bir ilerleme göze çarpıyordu. O zamana dek gölgede kalmış olmakla birlikte azgelişmiş ülkelerde yeni bir devrimci bakış açısının varlığı seçilebiliyordu ve 1870'ten itibaren Marx umudunu Rusya'ya bağladı. Ancak dünya kapitalizminin kalesi olan İngiltere'yi salladığı için, bu hareketler arasında belki de en ilgi çekici olan bir hareket de çökmüştü: İrlanda'daki Fenian hareketi, görüldüğü kadar yıkıma uğramıştı. Son yıllarında Marx'ın ruh hali, ricada ve düş kırıklıklarıyla doludur. Çok az yazdı ve yazdıkları siyasi bakımdan oldukça etkisiz şeylerdi.” (Hobsbawm, age.)
“Umudunu Rusya'ya bağladı.” Hobsbawm, burada berbat bir “psikojikleştirme” manipulasyonuyla, Marx'ın 1870'lerden sonra Batı Avrupa devriminden umudunu kesmiş olduğunu ileri sürüyor. Aslında örtük ve daha berbat bir manipulasyonla, 1970'li yıllar Avrupası'ndaki revizyonizmin ruh halini çarpıttığı Marx üzerinden realize etmeye kalkışıyor. Buna, Hobsbawm'ın Marx'ın Avrupa devriminden umudunu kestiği iddia ettiği 1870'li yıllardan değil, Marx'ın 1853 tarihli bir yazısından tek bir cümleyle vermek yeterli olur: Marx Hindistan'da İngiliz sömürgeciliği üzerine henüz 1853 tarihli yazısında şöyle yazar: “Mesele şudur: Asya'nın toplumsal durumunda temelden bir devrim yaşanmadan insanlık kaderini tayin edebilir mi?” (Marx, New York Daily Tribune, 25 Haziran 1853) Marx'ın terkettiği Avrupa devrimi tutkusu değil, Avrupa merkezci bakış açısıydı. Marx'ın Rusya'daki keskinleşen çelişkilere ve bir devrim olasılığına olan ilgisi ise, Hobsbawm'ın iddia ettiği gibi Fenian ayaklanması ve Paris Komününün bastırılmasından sonra değil, Rusya'da Kırım Savaşı yenilgisinden sonra başlayan sarsıntılarla artmıştı.
Marx, 1858'den itibaren, aynı zamanda, Kırım Savaşından yenilgiyle çıkan Çarlık Rusya'sındaki Reform Krizi (serfliğin kaldırılması sorunu) ve siyasal-toplumsal sarsıntıları, köylü kabarışını yakından takip etmeye başlamıştı. Rusya'da derinleşen krizi, (burjuva veya halkçı demokratik bir muhtevaya sahip) köylülük ile büyük toprak aristokrasisinin sınıf çatışmasının ifadesi olarak görüyor, serfliğin kaldırılması konusundaki metazori hale gelen reformun içerik ve biçimine yaklaşımdaki farklılıkların mücadele eden sınıfların çıkar karşıtlıklarına denk düştüğünü gösteriyordu. Haziran 1858 tarihli makalesinde, 1848 devrimlerini bastırmada önemli rol oynamış olan Çarlık Rusyası için,
“Şimdi patlayıcı madde kendi ayakları altında birikiyor, ve Batı'dan gelecek bir vuruş (devrimci çıkış-bn) onu aniden tutuşturabilir”, diye yazmıştı. Aralık 1859'da Engels'e “Rusya'daki hareket Avrupa'nın geri kalanından daha hızlı ilerliyor” diye yazdı. Ocak 1860'da yine Engels'e şöyle yazdı:
“Bana göre, dünyada bugün olan şeylerin en yükseği (devrimcisi-bn), bir yandan Amerika'daki kölelerin hareketi (ABD'de 1859'da köle ayaklanmaları patlayıp yayılmıştı-bn) diğer yandan Rusya'daki kölelerin (toprak köleleri, serfler-bn) hareketi.”
Şubat 1859'da Lasalle'a mektubunda, Rusya'datarım devriminin gündemde olduğunu yazdı. Rusya'da 1859-61 dönemi, daha sonra onu 1905 devriminin habercisi olarak tanımlayacak Lenin'in de teyid ettiği gibi, gerçekten bir devrimci kriz durumuydu. (Alan Kimball, Russian Civil Society and Political Crisis in the Epoch of Great Reforms: 1859-1863. University of Oregon, 1989.)
Kaldı ki Marx gibi bir büyük devrim tutkunun, yılmak bilmez bir devrim olanak ve olasıkları arayıcısının, ilgi ve dikkatini, bu olanak ve olasılıkların daha fiili bir hal almaya başladığı ülkelere yönelmesinden daha doğal bir şey yoktur. Avrupa'da dönem dönem işaret ettiği devrim olasıkları dışında, Rusya'nın yanısıra, örneğin ABD iç savaşı sırasında ve sonrasında devrim olasılığına da işaret etmişti. Örneğin Amerikan İç Savaşı'nın Kuzey'in zaferiyle bitmesinden ama Kuzeyli işçi ve emekçileri ve siyahları harekete geçiren hiçbir vaatin gerçekleşmemesi üzerine Engels'e Nisan 1866 tarihli mektubunda şöyle yazmıştı: “İç Savaştan sonra Birleşik Devletler asıl şimdi gerçekten devrimci aşamaya giriyorlar.” (Robin Blacburn, State of the Union: Marx and America's Unfinished Revolution. New Left Review, Jan-Feb 2010. p 153. abç):
Ama bunların hiçbiri, Marx'ın Avrupa devriminden umudunu kestiğini göstermez. Komün'ün vahşice ezilmesi ve ağır baskı, gericilik dalgası ve Bakunin'in entrikaları karşısında dağılma noktasına gelen Enternasyonal'i, New York'a taşıma kararının bile geçici bir önlem olduğunu, 1872-73 kriziyle birlikte Avrupa'da yeni bir devrimci dalganın gelişebileceğini düşünmüştü. (Isaiah Berlin, Man and the Fighter. Nicolaeievsky, Karl Marx Biography)1877'de Çarlık Rusyası ile Osmanlı arasında savaş patladığında ise, bu durumu, Rusya'da bir devrim olasılığıyla da birlikte, “Bu kriz Avrupa'nın tarihinde bir dönüm noktasıdır” diye ifade ediyordu. (Aktaran: Galina Serebyrkova, Ateşi Çalmak Cilt 4, s.467. Abç. Evrensel yay.)
Bütün bunlar elbette Hobsbawm'ın bilmediği şeyler değil, 1970'li yıllar Batı Avrupa revizyonizmini Marx üzerinden realize edebilmek için bilmezden geldiği şeyler. Batı Avrupa'nın 1970'li yıllarını 1870'li yıllar üzerinden realize etmeye çalışırken, “kapitalizmin gelişmiş olduğu ülkelerde neden devrim olmadı” sorusunu, el çabukluğuyla “kapitalizmin gelişmiş olduğu ülkelerde devrim olmaz, bunlar kapitalizmin zafer çağıdır” dogmasına çeviriyor. Ancak şu tarihin ironisine bakınız ki, tam da Hobsbawm'ın “Sermaye Çağı” kitabının yayınladığı yıl (1973) ilk işaretlerini 1968 kriz ve isyanlarıyla veren, kapitalizmin şiddetli bir kriz döneminin başlangıcıdır, ve aynısı bu kitabın konusunu oluşturan 1866 ve 1873 krizleri için geçerlidir. Batı Avrupa'da aradaki kritik farklardan biri ise şudur; 19. yüzyılın sonları Marksizmin hızla yaygınlaştığı ve sosyalizmin emperyalizme dönüşüm sürecindeki kapitalizme bir alternatif haline gelmeye başladığı dönemken (ilginçtir, Hobsbawm'ın “Sermaye Çağı”ndan sonraki “İmparatorluk Çağı” kitabı da, “kapitalizme hiçbir alternatif yoktu” teması çevresinde döner!) ; 1970'li yıllar ve 20. yüzyılın sonları, Marksizmin revizyonizme meze yapılıp tasfiye edilmeye çalışıldığı, sosyal demokratlaşmış ve liberalleşmiş sözde Komünist Partilerin neoliberal dönüşümün yedeği ve örtüsü olduğu bir dönemdir.
Ya şu “İrlanda'daki Fenian hareketi göründüğü kadarıyla yıkıma uğramıştı” değerlendirmesine ne demeli? Hobsbawm, tarihi – hem de Marx adına!- işine geldiği gibi yazıyor ve çarpıtıyor. 1867'de Fenian ayaklanma girişiminin bastırılmasından sonra, Marx ve Engels'in Enternasyonali de seferber ederek ön ayak oldukları Fenian tutsaklarına özgürlük kampanyası, İrlanda, İngiltere ve ABD'de sayısız miting ve gösteriyle, hareketin “yıkıma uğramayıp” ayakta kalmasında önemli rol oynamış ve İngiliz hükümetini bazı tavizler vermeye zorlamıştı.
Enternasyonal'in dayanışma ve yardım faaliyetleri, İrlanda ve İngiltere'deki İrlandalı işçilerin ağır yenilginin ardından hızla toparlanmasına da ön ayak oldu. İngiltere'nin bütün sanayi bölgelerinde ve ağır baskı altındaki İrlanda'da Dublin ve Cork'ta Enternasyonal'in İrlandalı işçi seksiyonları oluşturuldu. Proletarya enternasyonalizmi mücadelesinin bu görkemli tarihsel deneyiminin, geleceğe dönük de önemli kazanımları oldu. İrlanda'da 1867'deki Fenian ayaklanmasından 4 yıl sonra, 1871'de Paris'te Komün Devrimi yaşandığında, bu kez İrlanda Cork'taki Enternasyonal seksiyonu, İrlandalı işçilerin Paris Komünü ile dayanışma eylemlerini örgütlüyordu. Üstelik Komün'ü “papaz katili”, “din düşmanı” ilan eden papazların bu eylemlere saldırttığı bir grup ırkçı-gerici serseri, İrlandalı işçilerden öyle bir dayak yemişlerdi ki, İngiliz ordusu bile İrlanda'daki Komün eylemlerine dokunmaya cesaret edemez hale gelmişti.
Fenian hareketi, bu hareketin basıncı altında İngiliz Gladstone hükümetin giriştiği bazı “liberal açılım” manevraları karşısında bölündü, zayıfladı, ama yok olmadı. 1880'lerde İrlanda'da büyük “Toprak Savaşı” hareketiyle yeniden canlandı, ve İrlanda'da İngiliz ağırlıklı toprak aristokrasisinin çözülmesinde önemli rol oynadı. Fenian hareketinin önderlerinden O'Donovan Rossa'nın 100 bin kişilik cenazesi ise, 1917'de İrlanda'da silahlı kurtuluş savaşının yeniden başlamasında ve İRA'nın kurulmasında önemli bir rol oynadı. Rossa, ömrünün sonuna kadar Marx'la dostluğundan gurur duymuş, ona saygısını dile getirmiş bir İrlandalı devrimci önderdi.
Hobsbawm gibi bir tarihçi, elbette bu gerçekleri bilmiyor değil, ama bunları yazmak, Marx'ı Avrokomünizme imkansız uydurma çabasına uymadığından, sessizlikle geçiştiriyor.
Marx'ın ömrünün son yıllarında eşi Jenny'yi kaybetmiş olmakla yaşadığı ağır travmadan, ve ömrünün büyük bölümünü yoksulluk ve aşırı çalışmayla geçirmiş olmasından kaynaklanan, üzüntü ve ağır sağlık sorunlarıyla geçirdiğini söylemek yerine, umutsuzluğa düştüğü türünden spekülasyonlar yapmak, “Marksistlik” iddiasındaki bir tarihçi için utanç vericidir.
Marx, ömrünün son yıllarında yalnızca Gotha Programının Eleştirisi dışında hiçbir şey yazmamış olsaydı bile, yeterince büyük ve etkili bir şey yapmış olurdu. Ama Marx, bu dönemde Kapital üzerinde çalışmaya devam etmekle kalmadı. Engels'in Anti-Duhring'i yazmasına destek oldu ve bir bölümünü de kendisi yazdı. Etnoloji Defterleri gibi (Engels'in 1884'te yayınladığı Ailenin Devletin Özel Mülkiyetin Kökeni'ne temel ve kılavuz olan not defterleri) önemli çalışmalar yaptı. Bunların “etkisiz şeyler” olduğu söylenebilir mi? Ama dahası var.
Marx, Kapital'in 1. Cildini Fransızca baskıya hazırlarken önemli değişiklikler yapmıştı (1875). Bunlar arasında Meta Fetişizmi bölümünün genişletilip geliştirilmesi de vardır. Nitekim bu baskıya önsözünde, bu değişikliklerin başlıbaşına “bilimsel değeri olduğunu ve bu baskının esas alınması gerektiğini” söyler. Sonraki yıllarda da 2. ve 3. cildin taslaklarına, “Artıdeğer oranı ile Kar oranı arasındaki ilişkinin matematik çözümlemesi” gibi önemli bölümler eklemeye devam etti. Bunların “etkisiz şeyler” olduğu söylenebilir mi? Ama dahası var.
Marx (Engels ile birlikte) Ekim 1879'da, Alman Sosyal Demokrat Partisi merkez komitesine (Bebel, Liebknecht, Fritzsche, Geiser, vd), partiyi burjuva-küçük burjuva reformist platforma çekmek isteyen Bernstein, Hochberg, Schramm'ın üzerine bir deklerasyon-mektup yazdılar. Bu burjuvalaşmış beyefendilere karşı, diyorlardı, hakkettikleri tavrı göstermezseniz, partinin yurtdışı kanadını temsil eden bizler, tutumumuzu ve gerekçelerimizi kamuoyuna da açıklayarak, partiden ayrılacağız!
Marx, 1880 yılında ise kurucuları ve Marksist kanadı arasında Lafargue ve Guesde'in yeraldığı Fransa Sosyalist İşçi Partisi'nin kısa program taslağını yazdı. Sosyalizm ve işçi komünü iktidarı hedefleriyle birlikte, buna bağlanmış kapitalizmin sınırlarına dayanmış güncel ekonomik ve siyasi sınıf mücadelesi hedeflerini formüle eden bu program taslağı, birçok yönüyle bugün de güncelliğini korumaktadır. Engels bu programatik formülasyonlara hayranlığını belirtmiş, kendisinin daha sonra yazacağı Erfurt Programının Eleştirisinde bu programa işaret ederek Alman Sosyal Demokrat Partisi'ne önermişti.
En nihayet Marx, 1881'de ise, günümüzde halen esinleyiciliğini koruyan İşçi Anketi'ni hazırlamıştı.
Hobsbawm, Marksizm tarihinde çok önemli yeri olan bu çalışmaları da yok sayıyor. Hobsbawm'ın bilmemesi imkansız olan bu belgelerin özellikle ilk ikisini (partiyi ve işçi sınıfını burjuva-küçük burjuvazinin reformizmin etkisi altına sokmak isteyen Bernstein ve şürakasına karşı kesin ve net tutum, ve işçi komünü ve buna bağlı genişletilmiş sınıf mücadelesi hedeflerini içeren Sosyalist İşçi Partisi Programı) “önemsiz şeyler” diye yok sayması, basit bir unutkanlık değil, Marx'ın son dönemini kendi 1970'ler reformizmine nafile biçimde uydurabilmek için giriştiği, düpedüz bir tarih çarpıtmasıdır. Ele alır göründüğü 1849-73 döneminde, Marx'ın bilimsel-eleştirel devrimci çalışmaları ve Kapital'in gelişim süreci üzerine hiçbir şey söylemeyen (Marksist teorinin bu süreçteki gelişimi üzerine hiçbir şey söylemeyen bir “Marksist dönem tarihi” düşünün!!), Marx'ın ve 1. Enternasyonal'in Paris Komün Devrimi'ndeki rolünü bile çarpıtıp tarihten silmeye çalışan Hobsbawm'ın, Marx'ın ömrünün son yıllarında “az şey yazmış olmasını” sorun etmesi ancak komik olabilir.
Marx, yaşamını yitirmesinden 2 yıl önce, kızı Jenny'nin doğum yaptığını haber veren mektubunu alınca, Nisan 1881 tarihli mektubunda ona “yeni doğan” için şöyle yazmıştı:
“Onların önlerinde insanlığın gelmiş geçmiş en devrimci dönemi var. Bu zamanda yaşlı bir adam olmak kötü, çünkü yaşlı bir adam (bu en devrimci dönemi-bn) görmek yerine yalnızca öngörebilir.” (Nicolaeievsky, Karl Marx: Man and Fighter. s.381)
Hobsbawm'ın, çizdiği “ricada, düş kırıklıklarıyla dolu” ve umutsuz (ömrünün son yıllarındaki) Marx tablosuna karşılık, biz bizzat Marx'ın kendi satırlarından “insanlığın gelmiş geçmiş en devrimci dönemini” öngören, ama bunu kendi yaşlılığı ve hastalığı nedeniyle göremeyecek olmaktan üzüntü duyan gerçek Marx'ı görüyoruz.
İşte bu yüzden Hobsbawm'ın yalnızca ve basitçe “Sermaye Çağı”nı, sermayenin hızlı genişleme ve dönüşüm çağını, “altın çağını ve zafer çağını” gördüğü yerde, Marx Sermayenin -teorik ve pratik olarak devrimci-eleştirisi çağını görmeye devam etmiştir. Hobsbawm'ın siyaseten önemsiz gördüğü ve küçümsediği bu dönemi ve ötesini Marx, bir devrimci sarsıntılar çağı olarak görmekle kalmamış, bunu bilimsel olarak da kanıtlamıştır.
İşte Marx'ın ortaya koyduğu, öznel faktör eksikliği ve zayıflığı ya da farklı nedenlerle devrimin gerçekleşmediği ya da ters gittiği dönemler ne olursa olsun, bununla sarsılmayacak bilimsel-devrimci tutku ve sağlamlıktı. Hobsbawm ve E.P. Thompson gibi tarihçilerin ise, Batı kapitalizmin 1950'li ve 1960'lı yıllarda hızlı genişleme dönemiyle birlikte yaptıkları tarih çalışmalarında önceki dönemlere mal ederek (Hobsbawm'ın 1850-73 dönemine, Thompson'ın modern sanayi fabrikası öncesi işçi sınıfın ilk oluşum süreçlerine mal ederek) silikleştirmeye başladıkları tam da devrimin, bilimsel komünizmin bu sağlam temelleri, üretici güçler/üretim ilişkileri çelişkisi ve bunun sınıf çelişkisiyle içsel bağıydı.
1857 krizinin ve bir bütün olarak bu dönemin küçümsenmesi Marxologlar arasında da oldukça yaygındır. Örneğin Michael Heinrich:
“Ancak biliyoruz ki, gerçekleşen şey çok farklı oldu. 1857-8'de gerçekleşen dünya-pazarının ilk harika krizi olmasına karşın, ne bir devrimci rahatsızlığın katalizörü oldu ne de değişim-değerine dayalı üretimin çöküşünü ilan etti. Tam tersine: kriz çabucak bitti ve ondan doğan kapitalist üretim kuvvetlendi.” (Michael Heinrich, The ‘Fragment on Machines’: A Marxian Misconception in the Grundrisse and its Overcoming in Capital. In Marx's Laboratory içinde. 2013)
Fuat Filizler
Hiç yorum yok