Header Ads

Header ADS

Kürtler ve Stalin

Hüseyin Can

PDF İndir

ÖNSÖZ

“Kürtler ve Stalin” bağlamında bir incelemeye, değişik neden ve gerekçelerle ihtiyaç vardı. Özellikle 89/91 döneminde Modern revizyonistlerin önderliğindeki Sovyetler Birliği ve uydusu konumundaki blokta bilinen gelişmelerin ardında Kürt siyasal çevrelerinde, özelde “sol” söyleme sahip kesimde Stalin kişiliği etrafında Leninizm'e ve proletarya diktatörlüğü -dönemi- Sovyetler Birliği’ne [PdSB] karşı çok yönlü ve bütünüyle çarpıtma-iftira-karalamadan ibaret yoğun saldırılar başladı. Dünya genelinde hakim bulunan antikomünist saldırganlıktan ilhamını alan sosyalizm karşıtlığı, anti Stalin temelde bugün yeniden işçi ve emekçi kitlelere dayatılmış durumda. İçlerinde akşam "komünist“ yatıp sabah antikomünist kalkanların da bulunduğu bu cenahtaki ezici çoğunluk için MLsöylem, "komünist“ iddia ve sahtece de olsa "sosyalizm savunusu' gibi bir dönemin ideolojik gereksinimleri çoktan terk edildi. Sosyalizm, sınıf mücadelesi, Leninizm gibi pek çok ideolojik-teorik konuyla hiç bir ilgileri bulunmayan kimi sahte komünist kılıflar altında, bazıları sosyal demokrat içerikte bir tür .belediye sosyalizmi’ kulvarlarında yol alarak ve hatta içlerinde artık sosyalizmden uzak durulmasını öğütleyenlerin de bulunduğu bu cenahtaki tüm kesimler, bugün hala ısrarla Stalin’e karşı düşmanlığı bırakmış değiller. Stalin eleştirisi yapmayan, “eleştiri” adı altında tam bir saldırganlıkla karalama, iftira, çarpıtma vs. faaliyeti yürüten bu tür çevrelerin tavrının irdelenmesi gerekiyordu. Çünkü başta geniş işçi ve emekçi kitleler gelmek üzere; komünizme sempati duyan, PdSB sosyalist deneyine sahip çıkan dürüst devrimci insanları, hatta bir bakıma Stalin’i savunma çeperinde tutunmaya çalışanları da yer yer kapsayan bu burjuva ideolojik kuşatmaya karşı, Stalin Savunulmadan Marksizm Leninizm Savunulamaz [SSMLS] temelinde Kürdistan kamuoyuna da gerçeklerin açıklanması gerekiyordu. 89/91 süreci ile birlikte yaygınlaşan söz konusu antikomünizm cereyanına kapılan, mevcut konjonkturel ideolojik koşulların etkisi altında Stalin üzerine yanlış bilgi ile kafaları doldurulmuş genç insanların Stalin gerçekliğini doğru temellerde öğrenebilmeleri bakımından da elinizdeki çalışmanın hazırlanması mutlak bir gereksinim haline geldi. Kuşkusuz ki, elinizdeki kitap ile tek başına var olan hakim akıma karşı istenilen başarıya ulaşmak imkansızdır; ancak imkansız olanı aşabilmek için de, bir yerden başlamak gerekiyordu ki "Kürtler ve Stalin" incelemesi Kürdistan özgülünde, ilk başlangıç’ çerçevesinde değerlendirilebilir.

Elinizdeki kitap incelendiğinde; Kürtlerin hayatlarında Stalin’in yeri daha net görülecektir. Yaşadığı dönem, ölümünün ardındaki bir kaç Hatta içlerinden bazılarının işi çiğ kıyaslamalara vardıracak kadar çığrından çıktığını ve ‘öbür tarafa’ düştüklerini de tanık olduk. Öncesini bir kenara bırakacak olursak, son çeyrek yüzyılda hepimiz gelişmenin böyle seyrettiğini bizzat yaşayarak gördük. Dolayısıyla, şunun kavranması gerekir: Stalin için "MLklasik değildir" kanaatinde olanlar; SSMLS perspektifinin yanlış olduğunu keşfedenler; yarın’ sırayı Lenin’e getirmek zorundadırlar. Diğer bir ifade ile; Stalin’i ameliyat masasına yatıranlar, kaçınılmaz şekilde Leninizm'i revizyondan geçireceklerdir.

Tıpkı, Lenin’i ameliyat masasına yatıranların Marksizm'i revizyondan geçirmeleri ve terk etmeleri gibi. Haliyle, Stalin adı söz konusu edildiğinde ‘ortayı bulmaya’ çalışan pragmatistlerin çabası boşuna. Soruna ilkesel bakmayan, temelden farklı iki ayrı duruşu iç içe geçirerek görece faydacı mantığın esiri , idareci’ yaklaşım, her ne kadar düne ait idiyse de, bugünlere sarkan boyutları da yok değil. Elinizdeki kitapta, konuyu bu yönüyle de irdelemeye çalıştık.

89/91 öncesi Kürdistan’ında tutarlı ve ilkeli temelde SSMLS perspektifinin temsil edildiği ve bu çizginin sürdürüldüğü söylenemez. Belirttiğimiz tarihten çok önce bazı olumlu devrimci yaklaşımların var olduğu ve fakat söz konusu duruşun devam ettirilmediği, hatta dün savunulanın tam zıddı bir savrulma içerisine girildiği açık ve net. Olgu olan şudur ki; belirttiğimiz tarih öncesinde ve daha sonra SSMLS perspektifi parti-örgüt düzeyinde temsil edilememiştir. Söz konusu tarih ile birlikte, daha da geri konuma savrulmalar yaşanarak, Stalin’i ML’nin klasiği (ustası) değerlendirmeme, hatta hepten reddi vs. eğilimler gelişmiştir. Kürdistan özgülünde Stalin’e yaklaşım konusunda 89/91 tarihi içerikte değil ama, biçim bakımından ‘milat’tır. O tarihten sonra Kürdistan ‘sol’ çevrelerinin tamamı ‘kılıçlarını çekmiş’ ve Stalin’e, Stalin nezdinde ML’e yönelik açık, sınırsız ve ölçüsüz saldırganlığın startını vermişlerdir. Geçmişte de Kürdistan’da revizyonizm baskın şekilde temsil ediliyorduysa da, belirttiğimiz tarihle birlikte oluşan ideolojik ortamda bu temsil yeni bir takım özellikler de kazanmıştır. Daha önce güya Lenin’e "sığınarak" Stalin’e mesafeli duranlar ve bu yolla Stalin’i arka plana itip, kurtulmak isteyenler; 89/91 ’e doğru giden son bir kaç yıl içinde Lenin’i kendilerine kalkan yapmadan açıktan ve doğrudan Stalin’den kurtulmak amacıyla harekete geçtiklerinde, aslında giderek Lenin’e karşı da hazırlık yapmaktaydılar. Çok geçmeden, komünistlikten sosyal demokratlığa terfi ettiklerinde, sözde de olsa, Lenin’den ve Leninizm'den geriye bir iz bırakmadılar. Bu; tartışma götürmez açıklıkta, Stalin’i reddedenin, Lenin’i de reddetmek zorunda olduğu; Stalin ile sorunu olanın, Lenin ile sorunu olduğu anlamına geliyordu ki çok geçmeden böyle de oldu.

Ancak, beklenen çizgide buluşan farklı revizyonistlerin oluşturduğu bu karşı güç, dönemsel bakımdan SSMLS perspektifine sahip ML komünistlerin sınırlı gücü nedeniyle büyük tahribat yarattı. Sosyalist tarihi ve Stalin gerçekliğini çarpıtma görevini üstlenmiş bu çevrelerin antikomünizm cephesine yaptığı bu katkı, aslında çarpıtma ve karalama temelinde yükselse de, hala gerektiği kadar deşifre edilmediği için etkilerini sürdürüyor. Elinizdeki kitapta, Sovyet Kürtlerinin tarihini arzuladıkları şekilde ,yeniden’ yazanların safsatalarını deşifre edebildiğimiz ölçüde ve çerçevede, söz konusu etkiyi sınırladığımızı ve Stalin’in eserine sahip çıkmanın, sosyalizme sahip çıkmak anlamına geldiği bilincini Kürdistan işçi ve emekçi kitlelerine taşıma eylemi ile, ileriye doğru önemli bir adım attığımızı düşünüyoruz. “Sovyet deneyi başarıya ulaşmadı”cıların sefil hali... Bu iddiayı öne süren çevrelerin; “başarıya ulaşmadı”dan kastı, hiç bir şekilde Gorbaçov, Brejnev ya da Kruşçev önderlikli modern revizyonistlerin önderliğindeki Sovyetler Birliği [MrSB] değildir; doğrudan doğruya Stalin adı verilerek ve amiyane tabirle ‘faturanın tamamı’ Stalin’e kesilerek Sovyetler Birliği’ndeki ilk sosyalizm kuruluşu deneyinin başarısızlığa uğradığını temel almaktadırlar. İlginçtir, başarısızlığın nedenlerini akıllarınca ifade ettikleri yerdeki tüm eleştiri ve karşı çıkışlarında da muhatapları hep Stalin’dir. Ve 1956-1991 arası dönemdeki tüm kötülükler(de) Stalin hanesine yazdırılarak, neden başarısız kalındığı anlatılmaya çalışılmaktadır vb. Böyle de olsa ama, sonuçta sahte sosyalizm maskeli ,blok’a ait, ‘ortada’ bariz bir başarısızlık durumunun var olduğu kabul edilmektedir. Ne var ki, Kürdistan’daki bazıları açısından söz konusu kabul için, Gorbaçov’un 27. Parti Kongresi’ndeki ‘çıkış’ı yapması ve ardından Yeltsin sarhoşunun bilinen sonu hazırlaması gerekiyordu. O ana kadar ama, on yıllar boyunca 1956’daki SBKP 20. Parti Kongresi’nde alınan kararlarla sosyalizmden geriye dönüşün aleni ve resmi yoluna girildiğine dair yürütülen mücadele bir çırpıda yok sayıldı. Geneli, bir bakıma konuyla ilişkili olan-biten her şeyi ele alma lüksümüz yok; ama, en azından Kürdistan’da sosyalizmden geriye dönüş konusunun tartışıldığını ve bu tartışmanın her bir parçada farklı tarihlerde ve değişik düzey ve yoğunluklarda da olsa yaşandığını biliyoruz. Bugün, kimilerince geçmişe dönük olarak „kutuplaşmakla yanlış yaptık" türünden yakınmalar eşliğinde anılara yedirilen ya da ancak nostaljik takılmalar düzeyinde hatırlanan şey; tüm eksiklik ve yanlışlıklarına karşın ideolojik farklılaşmanın ta kendisi idi. Tüm yetmezliklerine ve pratikte cılız kalmasına karşın; SBKP 20. Parti Kongresi’nde modern revizyonizmin iktidarı ele geçirmesiyle sosyalizmden geriye dönüş sürecine girildiği gerçeğini geçmişte Kürdistan’da dillendirenler [yeterince bilimsel temellere oturtulamadan savunulsa da]oldu. Geçmişte, bir biçimde modern revizyonizme karşı mücadeleyi yürütenlerin ve tersinden modern revizyonizmin tezlerini savunma ısrarı gösterenlerin bugün değişik düzey ve tonlarda sosyal demokrasiye iltihak etmeleri, Avrupa Komünizmi akımının peşine takılmaları, ya da Troçkizm'in etkisinde tezler savunmaları ve neredeyse tamamının demokratlık yoluna saplanmış olmaları vs., işaret ettiğimiz olguyu yok saymaya yetmez.

Peki, inatla bu ‘karşı çıkıştan’ bir şey öğrenme zahmetine girmeyen, tüm eleştirileri “sosyalizm düşmanlığı” olarak algılayan ve hatta BAAS sömürgecileri ile bir olup Kürdistan’ı bombalamasına rağmen Brejnev yandaşlığından ve yoldaşlığından asla ‘geri adım’ atmayanların çok sonra, yani ancak Yeltsin sonrası birdenbire tüm ‘resmi’ SSCB tarihini mahkum etmeleri ve fakat kendi paylarına ise “yanıltıldık” notunu düşmeleri nasıl izah edilmeli? Bir an için, 70 ’li yıllardaki pratik uç noktalara savrulmaları dikkate alabilir ve buna dayanarak karşılıklı birbirinden öğrenmenin ‘rafa’ kaldırıldığını söyleyebiliriz. Bu ama, esasta kitle ilişkileri ve birlikte-ortak hareket etmeye olumsuz yansıyan ve fakat dönemin örgütsel yapılarına önderlik edenlerin birbirlerine ilişkin broşürler ve kitaplar yazmalarını engellemiyordu. Ayrıca öncesi de var.

Dr. Şıvan, yani Sait Kırmızı toprak konu hakkında fikrini açıkladığında, henüz ‘pro-Sovyetik’ aşamaya geçilmemişti. Daha sonraları farklı yapılara dağılan, hatta kimi çevrelerde yoğun yer alan ve belirleyici konumlarda bulunanlar bir zamanlar Dr. Şıvan ile birlikte hareket etmelerine rağmen bu konuda tam tersi hareket etmeyi tercih ettiler. Üstelik Dr. Şıvan’a sahip çıkma adına, onun bu konudaki fikirlerini unutturmaya çalıştılar. Dr. Şıvan’ın Stalin’i savunan duruşu, onun sahip bulunduğu sosyalizm anlayışından ileri geliyordu ve nitekim Kruşçev-Brejnev önderliğindeki MrSB hakkındaki değerlendirmesi de doğrudan doğruya bu bilimsellik temeline oturuyordu. Kimileri, Dr. Şıvan’ın adına, samimiyetten uzak içerikte sahip çıkarak bu duruşunu unutturmaya, kimileri de bildikleri halde onun adını asla anmamakla ve bazıları da onun varlığına tahammül etmeyerek, bugünlere kadar sarkarak devam eden Leninizm'e düşmanlık tablosunun ortaya çıkmasında pay sahibi oldular. İşte böyleleri, bir süreden bu yana bütün bu olan bitenden zerre kadar bir ders çıkartmaksızın; “prosovyetik” geçmişlerinin nelere mal olduğu üzerine sadece belirsiz bir ‘pişmanlık’tan ibaret vazgeçişlerini döne dolaşa tekrar faturayı Stalin’e kesmeyi tercih ettiklerini görüyoruz. Böylelerin, geçmişte Troçki’nin ve daha sonra Tito revizyonistinin, ardında Kruşçev modern revizyonistinin Stalin şahsında Leninizm'e yönelttikleri açık saldırılardan farklı yeni bir şey söylemedikleri ortada. İlginçtir, bu cenahta yer alanların neredeyse tamamı, sosyalizmde geriye dönüş konusunda tek laf etmemektedirler.

Ama, dün, bir biçimde lafzına sahip çıkar çerçevede telaffuz ettikleri ML literatürden hızla kopmayı çabuk başardılar. Ve aynı hızla sosyal demokrat çizgiye kaydılar. İşte gülünç duruma düşen böylelerin Stalin eleştiriciliğine ‘şaka’ değeri bile biçmek istemiyoruz, fakat bu yönden gelen ideolojik saldırının sosyalizm sevgi ve sempatisine sahip işçi ve emekçi kesimler üzerinde yarattığı tahribatın bir nebze önüne geçebilmek hesabıyla kendilerinden bahsetmek durumunda kalıyoruz.

Konjonktüre! “Leninciler”in hazin sonu...

Bir zamanlar Marksizm Leninizm lafzının moda olduğu günlerde, özelliklede ‘70 ’lerin ortalarında Kuzey parçasındaki ideolojik-politik atmosferde değişik argüman ve beklentilerle kimilerinin programlarının girişlerinde kalan ve fakat ezici çoğunluğu tarafından aktüel lafızlarında pek sık ve sıkı ölçülerde Lenincilik yapanların içlerinde bir kısmı; Leninizm'le hiç bir alakası bulunmayan hallerine -bilinçli- aldırmadan, sahte Leninci görünme pozunu terk etmediler. Tam da Brecht’in işaret ettiği gibi "inanılması kolay olanı söylemek, doğruyu söylemekten daha kolaydır" yöntemiyle yol almayı tercih ettiler ki böyleleri ideolojik-teorik bağıntıda hiç bir zaman doğruyu söyleme zorluğuna yönelmediler.

Öyle ki, modern revizyonist ideoloji ve teorinin önderliğinde burjuva bürokratlardan ve teknokratlardan oluşan bürokratik devlet kapitalizminden ibaret devletleri dahi "Leninci“ ilan etmekte kusur etmeyen bu çevrelerin doğruyu, devrimci görüşleri savunabilmeleri, konjonktürel gereksinimlerine denk düşmüyordu. Ancak çok sonraları; ki o da ne zamanki "Leninci“ yoldaşları açıktan kapitalizme geçtiklerine inanmalarını salık verdikten sonradır ki ne yaman bir sahteliği kötü şekilde üstlendiklerini ve oyunun artık sonuna gelindiğini itiraf etmek zorunda kaldılar. Bu zorunluluk ama, pek çoğunu hayal kırıklığına da uğratmadı değil. Kimi hemen, anında açıktan burjuva liberal dünyanın sözcülüğüne soyundu; artık yapılacak bir şeyin kalmadığını idrak eden bazıları ise hızla yüz geri edip tam karşıt söyleme ve/ya da dünün söylemini terke girişti. Böylelerin, konumuz özgülünde çok fazla nazar-ı dikkate alınmaları gerekmiyorsa da; dün, hangi ideolojik-teorik-politik koşullarda SSMLS ilkesini savunulup/reddedildiğinin bilinmesi ve gelinen noktadaki öneminin bilince çıkarılabilmesi amacıyla; düne ait kalan ve fakat komünistler için sahte Lenin'cilikleri tartışma götürmez kadar açık seçik olan cenahtan bazıların görüş ve değerlendirmelerine de yer vereceğiz. Bugün; komünist, ML sosyalist gibi sözcüklerle kendilerini öne çıkarmayıp, daha çok politik arenada liberal bir duruşu tercih etseler de, çoğunluğu dünün proSovyetçisi olan bu cenah nezdinde Kürdistan’da kirletilen bilimsel sosyalizm, komünizm, proletarya diktatörlüğü, Marksizm-Leninizm, Lenin-Stalin konularında komünist bir savununun yeniden gelişebilmesi amacıyla bu konulardaki kavrayışın derinliklere yer etmesi gerekiyor. Kürdistan’ın Kuzey parçasında kimin Stalin konusunda ne düşündüğünün (diğer bir ifade ile kimin Leninizm'den ne anladığının da denebilir) irdelendiği bir çalışmada, doğal ve hatta kaçınılmaz olarak tek tek her bir çevrenin konuyla bağlantılı tutumlarına değinmek kaçınılmaz. Dolayısıyla, bugün hala kendilerine ilham verenin esasta dün ardına takıldıkları modern revizyonizm olduğuna inandığımız ve gerçekte Leninizm'e yönelik saldırıların daha çok bu cenahtan geldiğinin bilincinde davranarak, proSovyetçi çevrelerin değerlendirmelerine de yer vereceğiz.

‘Görece’ ulusalcıların Stalin tahammülsüzlüğü [ve dönemin ideolojik ihtiyacı]: “Stalin, Kürt düşmanı idi” Ülkenin orijinalitesinin de etkisiyle, lafızda kısmen parçacı ulusalcı ve fakat pratikte ise parçanın belli bir bölgesiyle kendini sınırlamış ve fakat buna karşın ulusalcılığı ve de yurtseverliği tekeliğine alan eğilimin öteden beri Kürt ve Kürdistan politik arenasının ayrılmazlarından biri olduğu biliniyor. Bağımsızlık fikrinin şimdilerde ne denli ‘dibe vurduğu’nun kavranabilmesi için; parçacılığın, parçada ise bölgeciliğin ve hatta giderek egemen ulus ile aynı coğrafyayı paylaşma çerçevesinde, bir bölge ’ anlayışının peyderpey savunuculuğuna kadar giden sürecin göz önünde tutulması gerekir. Bağımsız ülke fikri ve savunusunun, ya da en azından parça geneli bazında federasyon ya da otonomi ısrarının revaçta olduğu dün, neredeyse herkes özenle Stalin karşıtı görünmemeye dikkat ederdi. Ya eleştiri ile yetinir; kimi ‘orta’ bir yolu bulur; sesiz kalır, bazıları savunur vs. bir yaklaşım hakim idi. Diğer şeylerin yanında, bunun geçmişteki bağımsızlık, federasyon ya da parça dahilinde otonomi istemi ve ısrarı ile birebir bağlantılı olduğu kesin. Hatırlanacağı gibi, programlarına Marksizm Leninizm ibarelerini almayı tercih ettikleri zaman diliminde; savunu ve iddialarını güçlendirmek maksadıyla Stalin’den de pasajlara gereksinim duyan çevreler; bir zaman sonra tümden bu duruşu terk ederek, deyim uygunsa düne ait kalan paradigmalarını unutup, her bakımdan yeni bir sürecin kapısını araladılar. Kısa sürede, söylemden ibaret çizgilerini değiştirmeyi başaran bu çevreler, hızla, kendileri açısından zaten lafızdan ibaret ML literatürü terk ve parçacılığın teorisini, hatta pratikte reformist icraatlarını sorunsuz gerçekleştirebildiler. Tam bu aşamada, dün zaten savunmadıkları Stalin’i her bakımdan karşıya almak, her şeyin suçlusu ve sorumlusu ilan ederek saldırmak vb. alışkanlık haline geldi/getirildi.

Buna, parçacıların Stalin tahammülsüzlüğü de denebilir. Gerçekten de ‘yarım ağızla’ parçacı ve parça nezdinde bölge-alan çapında ve çerçevede politika ve pratikleriyle ancak görece ulusalcılık kategorisinde görmemiz gereken bu türden çeyrek milliyetçi* Kürt örgütlerinin de konumuz özgülünde ciddi bir yer teşkil ettikleri kesin.

[(*) «Çeyrek milliyetçi»: Politik yaşamlarının her döneminde, "yurtsever“ lafzını ağızlarına pelesenk eden ve fakat ulusalcılığın tüm gereklerine denk düşen milliyetçi çizgiyi içselleştirememiş; hiçbir zaman tutarlı ulusal talepler hattında duramamış; kah sahte bir marksizm-leninizm ya da sosyalizm taraftarı, kah burjuva milliyetçiliğin kuyruğunda sürekli yalpalayan bir eklektizme mahkum olmuş; ve bütün bunların toplamında, mensubu ve adına konuşma talihsizliğinde bulundukları Kürt ulusunun ulusal kurtuluş savaşımına ulusal temelde katkıda bulunmadıkları gibi, iddialarının tersine, gerçekte tüm ulus gerçekliği özgülünde Kürdistanı politika-pratik yoksunlarını; Kürt milliyetçi kimliğini de edinemeyen bu ,milliyetçi olamayan milliyetçileri’ kısacası ancak „çeyrek“ tanımıyla anmanın doğru olacağından hareket ediyoruz.] 

Herkes "komünist“ iken “büyük Stalin’e” bağlılık yeminleri revaçta idi; antikomünizm baskın hale geldiğinde ise ama, o herkesler Stalin’de “Çar’ın damarım” arama yarışına girdiler. PdSB döneminde, Kürt ulusal hareketinin saflarından Stalin’e herhangi bir saldırıyı bir yana bırakalım, kayda geçen bir eleştiriden bile bahsedilemez. Bilakis, Lenin ve Stalin’e karşı, sosyalizmin ülkesi ve anavatanı SSCB’ne yönelik sevgi sempati- sahiplenme ön plandadır. Söz konusu durumun ideolojik-teorik politik- örgütsel yanı zayıf kalsa da, dönemin siyasal eğilimi tercihini Stalin+Sosyalizm+Sovyetler [3S] yönünde kullanmıştır.

MrSB döneminin son bir kaç yılında Stalin’e kimi zayıf ve etkisiz ideolojik-teorik şikayet ve sızlanmalar yöneltmekle yetinenler ise, Stalin’in “Kürt düşmanlığını” henüz keşfetmemişlerdi. Denebilir ki, bütün bir MrSB döneminde, Stalin’e kimi haksız ve temelsiz ‘eleştiriler’ yöneltmelerine karşın, Kürt ulusal hareketinin ve/ya da Kürt sol çevrelerinin Stalin karşıtlığı ve bu çerçevede açık düşmanlık [12 Eylül faşist diktatörlüğü ile birlikte Kuzey’de geri çekilme dönemine girildiğinde bir-iki marjinal çevrenin tanrılarını ararken Leninizm'e ve Stalin’e ettikleri küfürleri saymazsak!] yaptıkları söylenemez. Öyle ki, özellikle de ülkenin kuzey parçasında “Maocu bozkurt” - “sosyal-faşist” çizgisinde en sert sürecin yaşandığı momentte bile anti Stalin, ya da bugünkü haliyle yürütülen türden bir Stalin düşmanlığı yapılmamıştır. Yapılamazdı da, çünkü işi “Maocu bozkurt” derekesine vardıranların, kendilerinin “Lenin'ciligine” ! gölge düşürme endişesi vardı; yoksa o şartlarda da Stalin savunucuları değillerdi; diğer bir ifade ile Marksizm Leninizm'i savunmuyorlardı. Stalin için “Kürt düşmanı” tespit ve saldırganlığı; en son Gorbaçov’un marifeti ve yoldaşı Yeltsin’in katkılarıyla ancak 89/91 yıkımı ile birlikte ‘moda’ haline geldi/getirildi. Öyle ki, bu dalgadan, var olanların içerisinde, bizim «en iyi sosyalizm savunucuları» diyebileceğimiz kimi gerçekten devrime ve sosyalizme gönül vermiş dürüst devrimci arkadaşlarımız bile etkilendi, etkileniyor. Bu moda; Kruşçev-Brejnev dönemi ile başlayan ‘yaprak dökümü’, ve Gorbaçov’un var olanın gövdesine indirdiği köklü darbe ile birlikte, başta pro Sovyetçiler olarak bilinenler gelmek üzere, Kürt sol hareketinin saflarında anti Stalin ruh halinin tırmanışı, hatta kendinden geçişi kaçınılmaz hale geldi. Dolayısıyla, şunu belirtmek durumundayız: Kürt sol çevrelerin “Stalin Kürt düşmanı idi” savı, bütünüyle konjonktürel ihtiyaçtan ötürüdür. Kimin hangi kaygı ve argümanlarla, neden ve nasıl söz konusu dönemsel ihtiyaca yöneldiklerinin pek çok örneği (neredeyse her politik çevreyi kapsar yaygınlıkta) verilebilir. “Stalin Kürt düşmanı idi” iftirasına sarılanlarda, Stalin karşıtı ruh hali öylesine egemendir ki, bu çevreler için, her ne olursa olsun her şeyin esas sorumlusu (böylelerine göre “suçlu”), Stalin’dir! Ki bu çevreler açısından herhangi bir gelişmeyi doğrudan Stalin’e mal ederek izah etmek sorun değildir. Diyelim ki Gürcistan SSC’nde Kürtlerle ilintili olumsuz bir gelişme yaşanmış; ya da Laçin koridorunda Kürtler aleyhine bir sınır taşı oynamış, veya Heciye Cindi örneğinde olduğu gibi bir Kürt yurttaşa karşı ilgili birimler ölçüsüz davranmış vb.; kesinlikle yerel yöneticilerin hatalı davranmış olabileceği olasılığı dışlanarak, derhal ve kayıtsız-koşulsuz sorumlu adres anında ilan edilir: Stalin! Bu önyargı öylesine güçlüdür ki; Mahabad özgülünde bir Kürt devletinin neden kurulmadığının sorumlusu; ve hatta Kore, Çin ve Almanya için ‘bağımsız, birleşik” vurgusunu yaparken, aynısını Kürdistan için neden önermediği vs. türünden pek çok akıl zorlaması sonuç üzerinden Stalin’in Kürt düşmanlığı ispata çalışılmaktadır! Son 20 yılda karşı karşıya bulunduğumuz şey, işte bu denli ölçüsüzce kendinden geçen Stalin düşmanlığından ibarettir. Stalin’e karşı bu hiç bir belgeye ve maddi olguya dayanmayan “soF’dan gelen saldırıve düşmanlık furyasının zaman zaman ve bazı durumlarda bir biçimde Taha Akyol vari bir tarza bürünmesine dek vardırıldığına (örnekse; İbrahim Güçlü) tanıklık ettiğimiz bir süreçte, Stalin gerçekliğinin tüm yönleriyle Kürdistan işçi ve emekçilerine, devrimci ve ilerici kamuoyuna sunulması kaçınılmazdı.

“Anılar; güvenilir mi?”

Anılar temelinde tarih yazılışının yanlışlığını orta yere sergilemek için de bu çalışmaya ihtiyaç vardı. İnceleme içerisinde de tespit edilebileceği gibi, pek çok konuda anlatımlara dayanarak ve hatta anılarını ve hafızalarını zorlayarak tarih yazan Kürtlerin de içerisinde yer aldığı sosyalist tarih çarpıtıcılarının iddialarının çürütülmesi amacıyla da bu çalışma yapılmalıydı. Buna rağmen ama, her iddiayı ciddiye alacak durumda değiliz. Örnekse, Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin yıkılmasının ardından, Uzun Yürüyüş kararı alarak Sovyetler Birliği’ne iltica kararı alan Barzani ve arkadaşları için "Ne yapsaydı adam. Ülkesinden kovulmuş, İran Hükümeti de sınır dışı etmiş ve Türkiye de kabul etmemişti. Böyle bir durumda Stalin’in hediyesini reddedebilir miydi? Onu reddetseydi, nereye gidecekti?" (Mesud Barzani, Barzani-Cilt 1, sayfa 214) türünden ve içerikte o kadar çok tarih yazıcısı var ki, böylelerini bir bakıma ‘kendi başlarına bırakmak’ zorundayız. Tam da inceleme konumuzda, çok yaygın bir tarzda anılara dayanarak 3S bağlamında en inanılmaz senaryoları icat edenlerin yaygınlığına rağmen; biz, tarihsel gerçeklikleri mevcut belgeler üzerinden irdelemeyi tercih ederek, hepten yanlış ve bilimsel olmayan yöntemleri benimseyenlerin akıllarınca kurdukları ‘tuzaklara’ takılmamaya çalışacağız. Ve anıları “güvenli” ve “güvensiz” şeklinde kategorize ederek tarihsel ve sosyal olayları arzuladıkları şekilde, gönüllerince izaha kalkışanların sadece ve yalnız iftira, karalama, çarpıtmalarım vs. açığa çıkarmaya çaba göstereceğiz. Bu bağıntıda da, bir kez daha Lenin’in öğretici değerlendirmesine başvurmak gerekiyor. Çünkü anılar ağırlıklı politika yapma nezdinde, hiçte üzerinden atlanmayacak önemli unsurlardan biri de, cehalettir ki bunun okuma-yazma ile olan bağı yok sayılamaz. Lenin, Ekim 1921 ’de ‘Yeni Ekonomik Politika’ [NEP] bağlamında yazarken, “İkinci Düşman: Cehalet” ara başlığı altında şunları yazıyordu: 

"İkinci düşmana -cehalete- gelince, şunu söyleyebilirim: ülkemizde cehalet gibi bir olgu olduğu sürece, politik aydınlatmadan söz etmek çok zordur. (...) Okuma yazma bilmeyen politikanın dışındadır, ona önce Abc’yi öğretmek gerekir. Bu olmadan politika olamaz, bu olmadan sadece söylenti, dedikodu, masallar, önyargılar olur, ama politika olmaz. ” (Seçme Eserler, Cilt:9, sayfa 302)

Buradan çıkarsama ile, gerçekten de -bazı hallerde- bütünüyle karşı karşıya bulunduğumuz şey hepten söylenti, dedikodu, masallar, önyargılar vs. ibarettir. Bir kısım Kürdün önemsediği menkıbeleri ‘söylence ’ haline getirip, anıları ‘rivayet olur’ ölçüsüne çıkararak buradan politika üretmeye kalkışmalarını ise ama, görmezden gelmeye hakkımız yok, çünkü bu yolla da PdSB’nin tarihi çarpıtılmaktadır; dolayısıyla bazı önemli noktalarda söylenti, dedikodu, anı, masallar vs. değinmek zorundayız.

Bu bağlamda enteresan ve bir o kadar da ilginç olan diğer bir şey ise, anıların yad edilmesi üzerinden düne ait kimlik bildiriminde ortaya çıkan dizginsiz serbesti halidir. Yerine göre, bugün liberal demokratlığa terfi etmiş biri bir çırpıda dün “Marksist Leninist olduğunu” savlayabiliyor. Hatta işi başkası için “dün Stalinist'ti” ya da “eskiden Maocuydu” türünden ele alanlara bile rastlanabiliyor. Bu yolu tercih edenlerden bir kısmı, böylece (akıllarınca), anda ML söylemi ‘tövbe’ derecesinden terk etmiş ve/ya da dünün güya Maoculuğunu unutmuş bugünün ‘devlet başkanları’ örnekleri nezdinde Kürdistan (ve Kürt) işçi ve emekçilerinin saflarından devrime, sosyalizme ve komünizme sempati, sevgi ve olası bir yönelişin önüne geçilmek isteniyor. Günümüzde asıl kaynaklara başvurmadan değerlendirme yapmanın en çarpıcı açığa çıktığı yer, PdSB deneyine ve bununla doğrudan bağlantılı konularda görülmektedir. En gerisinden (cahilinden de denebilir!), en entelektüeline kadar, bir çırpıda sosyalizmin ilk deneyi üzerine "mangalda kül bırakmayan’ serbest konuşma erbabı pek çok kişi ve çevre; birinci elden kaynaklarda ne deniyor, belgeler ve arşivlerdeki bilgilerde neler var vb. üzerine kafa yorma zahmetine bile girmeksizin, sosyalist deney ve tarih üzerine ahkam kestikleri bir durumda; doğru olanı, yani asıl kaynaklara dayanarak inceleme ve araştırma yapmanın gerekliliğine bir kez daha vurgu yapmak gerekiyor. Dolayısıyla, bu kitabı okuyan, inceleyen okurun da konu hakkında sağlıklı sonuçlara varması için öncelikle Stalin’in yazılarını büyük bir dikkatle incelemesi gerektiğine inanıyoruz. Bilimsel ve dürüst bir inceleme-kavrama çabasının ardında, uzunca bir zamandan bu yana Stalin hakkında ileri sürülen ve yaratılan "kara tablonun’ gerçeğe aykırı olduğu görülecektir.

Bunun için de, herkese Stalin’i okumalarını, incelemelerini tavsiye ediyoruz. “Doktora tezleri” bolluğu ve ‘Kaynak’ yetersizliği... Konuyu araştırma-inceleme sürecinde karşılaştığımız kaynak eksikliğini pek çok bakımdan yaşadık. Genel olarak proletarya diktatörlüğü ülkesi Sovyetler Birliği’nde olan bitene dair var olan bazı temel eserlerin dışında, esasında doğrudan pratiğe ilişkin çok fazla belgenin Türkçe’ye çevrildiği söylenemez. Zira PdSB’ndeki Sovyet Kürtleri üzerine Kürtçe (değişik lehçelerde de olsa) yazılmış yeterince materyalin bulunmadığı da diğer bir olgu. Belge olarak bilinenlerin içinde, ‘doktora te z i’ çerçevesinde hazırlananları da anımsamak gerek.

“Soğuk savaş” diye anılan yıllarda, emperyalist-kapitalist ülke üniversitelerinde onay gören ‘doktora tezlerinin’ antikomünizm üzerine bina edildiği şüphe götürmez; ki, ilgili ‘tezler’ incelendiğinde bu özellik kendini hemen göstermektedir. Çok uzun bir zamandır Stalin ve PdSB üzerine devam eden çarpıtma ve karalama kampanyasının, bizzat uluslararası burjuvazi tarafından her bakımdan desteklendiği dikkate alındığında; fınans ve ,onay’ kaynaklarının kendilerinin yalanlarının açığa çıkmasını içeren doktora tezlerine izin vermeyecekleri/vermedikleri kendiliğinden anlaşılırdır! ‘70 ’li yıllarda, Paris’te, Siyamend Othman’ın “Kürt Sorunu Karşısında Sovyet Politikası Üzerine Bir Analizin Elemanları” başlığını taşıyan tezi ve tezinin hazırlanmasında önemli bir kaynak görevi gören başka bir tez, Wilson N. Howell’in 1965’te Virginia Üniversitesi’nde onay alan “Sovyetler Birliği ve Kürtler” tezi gibi ki buna Gorbaçov’un “perestroyka”sını şirin göstermek amacı güden kimi akademisyenlerin makalelerini de ekleyebiliriz.

Farklı gerekçelerle Sovyet Kürtleri konusuna ilgi duyan Kürt araştırmacıların ancak son birkaç yılda bazı ürünler verdikleri ve bunların da esasen daha çok ‘eski’ modern revizyonist SB dönemi Kürtlere ait çalışmaların çevirisi olduğu görülüyor. Bu çevrelerin ideolojik tercihlerini PdSB için kötüye kullandıkları ve ‘geçmişe’ modern revizyonist ,yeni tarih anlayışı’ penceresinden baktıkları mutlaka hesaba katıldığında; fazlasıyla yetersiz kalan belge toplamının bir de bu unsurun devreye girmesiyle esasında sosyalist Sovyetler Birliği zamanındaki gelişmelerin çarpıtılması ve karalanması, hatta mümkünse yok sayılması üzerine bina edildiği, belgeleri dikkatli bir şekilde irdeleyen herkes tarafından görülebilecek bir açıklıkta sırıtmaktadır. İdeolojik, teorik ve ilkesel sorunlarda yazacakları her şeyde renklerinin derhal ortaya çıkacağını bilen her tarih çarpıtıcısı gibi, son zamanların kimi tarih çarpıtıcısı Kürt yazıcıları da ihtiyaca göre hareket ederek, işin edebiyat-sanat kısmına ağırlık vererek, bunun üzerinden sosyalist tarihi mümkün olduğunca kötülemeye, karalamaya ve Kürt işçi ve emekçilerine olumsuz göstermeye çalışıyorlar. Bu tip tarih yazıcılarının içinde konuya ‘kan bağı’ temelinde yaklaşarak soy-sopun devamına endekslenmiş ve geçmişi ise büyüklerinin anlattıklarıyla izaha kalkışanlar da az değildir. Böylelerin konumuza ilişkin yaklaşımlarını “Modem revizyonizmin okulundan geçenler” alt başlığı altında irdeleyeceğiz.

Latin alfabesi esas alınarak yazılmış Kürtçe/Kurmancî kaynak [Kürtçe/Zazakî hiç yok!] sınırlı olduğu gibi, var olanlarda da ciddi bir tek yanlılık, yazarın-araştırmacının keyfi tutumu gibi unsurlarda devreye girdiği için, "belge" adına incelenen yazı bir yerde yazarın kendi düşündükleri oluyor. Ne kadar seçici davranılsa da, belgeye kendi bildiğini bir biçimde ekleyen ve gerçekliği eksik aktaran vb. araştırmacı yazar sayısının da az kaldığı söylenemez. Kürdistan’ın diğer parçalarında kullanılan farklı alfabe(ler) zorluğu ise, ele aldığımız konu hakkında yazılmış sınırlı sayıdaki materyali incelememize imkan tanımadı. Türkçe diline kazandırılmış bazı çalışmalar, diğer parçalarla doğrudan ilintili bağlantılı kimi yazı ve değerlendirmelerde oldukça az. Kuzey’de ise bir kaç arkadaş ve bir-iki çevrenin bu alana duydukları ilgi de giderek azalmış durumda.

Konuyu araştırmak-incelemek için şartlar bu denli olumsuz iken peki, bu konuda yazarken çıkış noktamız ne olmalı; neye, hangi kaynaklara dayanmalı; doğru ve yanlışı, gerçek olan ile çarpıtılanı birbirinden nasıl ayıracağız? Bu ve benzer pek çok soru sorulabilir. Bizim çıkış noktamız; öncelikle PdSB kaynaklarıdır. Yani Lenin’in eserleridir, Stalin’in eserleridir, Sovyetler Birliği sosyalist devletinin resmi kaynaklarıdır, proletarya diktatörlüğü devletinin yetkililerinin açıklamalarıdır, Bolşevik Parti’nin önder ve yönetici kadrolarının değerlendirmeleridir. Bu esas kaynaklar ışığında Sovyet Kürtleri konusunda yazılanlara dair tavır takınırız. Şimdilerde pek moda haline gelen-getirilen ‘kendi yazdıklarına inanma’ şeklinde adlandırabileceğimiz Kürt tarih yazıcılarının yazdıklarını temel veri alamayız, alınmamalıdır. Alınmamalıdır, çünkü bu kategoriye dahil olan ezici yoğunluk önüne PdSB’ni karalama, özelde Stalin şahsında komünist tarihi çarpıtma ve “ulusal sorunların sosyalizmde çözülmediği-çözülemeyeceğini” vs. akıllarınca “kanıtlamak” için faraziyelerden ibaret senaryo yazıcılığı yapmaktadırlar. Antikomünist ideolojik güdülerle hareket ve masa başı senaryo yazarlığı ve menkibe dinleyicilerin ortaya saçtığı şeyin “yaşanan, gerçek tarih” gibi sunulmasının, öncelikle bilim yönteminden bütünüyle uzak kaldığını ve kimi arzularına varma amaçlı nitelikte olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Sadece Stalin karşıtlarının yarattığı ‘masa başı’ anlatı ve faraziyelere değil, aynı şekilde Stalin savunucularından bazılarının bir tür ‘kült’ yaratma ya da dogmatik eğilimlere kapılarak her şeyi ‘toz pembe’ gösteren abartılarına da karşıyız. Dolayısıyla ne “Lenin, Kürdistan a Sor’u kurun dedi!” akıllara ziyan söylemine ve ne de Stalin “küçük bir çocuğun yaşamını kurtarmak için ilaç yüklü bir uçağı nasıl Orta Asya’ya gönderdiği” gibi fantezileri ciddiye almıyoruz.

89/91 model ”yeni” revizyonizmin kuşatması altında...Emperyalist devletlerin öncülüğü ve himayesinde, her türden karşıdevrimci gücün seferber edilerek çok uzun zamandan beri yürütülen antikomünist faaliyetin sonuçları 89/91 yıkımı ile birlikte çok daha bariz görülmeye başladı. Burjuvazinin ve yedeğindeki revizyonizmin ideolojik politik kuşatma ve yoğun beyin yıkama bombardımanı şartlarında yollarını şaşıran pek çok sosyalist çevre, hatta dünden kalma  "komünist“te bu yeni karalama furyasına dahil olmakta gecikmedi.

Söz konusu tarihten önce ve hemen sonra, değişik görüngüler altındaki Stalin karşıtı çevrelere ve farklı oportünist kesimlere verdiğimiz yanıtlardan bu yana geçen zaman aralığında, şimdi yeniden benzer görüş ve düşüncelerimizi bir bakıma tekrarlamak ,can sıkıcı gelse de; bugünün “yeni” revizyonist odaklarının çılgınlık ölçüsündeki saldırılarına da cevap niteliğinde görülebilir. Buna karşın ama, özellikle ilk kez Büyük Sosyalist Ekim Devrimi ve onu takip eden PdSB devleti tarafından ulusal sorunların ML çizgi temelindeki çözümünü burjuvazi ile aynı dilden güya akıllarınca „mahkum“ eden günümüz Kürt sosyalistlerinin haline bir kaç kelime ile de olsa değinmek şart.

Antikomünizm histerisinin sadece ve yalnızca iktidar olan burjuva egemen çevrelerden, sermayenin sözcülerinden ibaret kaldığı yanılgısına düşmeyen herkes tarafından çok iyi bilinir ki, her türden revizyonizm de, proletaryanın, ezilen halkların ve ulusların (Marksist- Leninist teori ışığında) komünistler önderliğinde kurtuluşu savaşımı karşısında bir o kadâr tehlikeli ve tahripkardır. Bu durum, esasında şu an tüm çıplaklığıyla orta yerde sırıtmaktadır. Modern revizyonizmin marifetiyle bürokratik devlet kapitalisti nitelikteki sözde sosyalist devletlerin 89/91 yıkımının ardında ideolojik-teorik sahnede boy veren bu “yeni” revizyonizm dikkatinin tamamını Marksizm-Leninizm’in bugünün komünist kuşaklarınca sahiplenilmesini her yolla engellemeye odaklamış durumdadır. Her biri farklı başlangıç ve ‘önem noktaları’na sahip bulunsa da, tümünün ortak amacı aynıdır, yani mümkün olduğu kadar daha fazla revizyonist tahripkarlık! Bunun başarılması için de, ‘şeytanla bile işbirliğine hazır’ bu cenahtakiler; Troçkist, Galiyevci, Buharinci ve Yaroşenko türü sapmacıların tezlerinden; Avrupa Komünizmi akımının değerlendirmelerine sarılmaya; Kautsky’nin Marksizm karşıtlığı fikirlerinden Tito-Cilas revizyonistlerinin anti ML saçmalıklarına dek Stalin’e karşı kim ne demişse işlerine geldiği gibi bugüne uyarlayarak “teori” yapmakta pek faaller. Bunların arasında bulunan bazıları, dün Sovyet Kürtlerinin PdSB döneminde ‘biçimde ulusal, içerikte proleter enternasyonalist’ ilke ışığında, Kürt çocuklarının okullarda “Puşkin,Tolstoy, Gorki, Mayakovski, Şolohov gibi büyük ustaların yanında, ayrıca Ermeni edebiyatından seçmeler de yer almaktadır, M'ıkail Nalbandıyan, A. Şırvanzade, H. Tumanyan, A. İsakyan okuduklarını" yazan ve fakat şimdi tam tersi sonuçlar çıkaranlar da dahildir. Ki Yeltsin anına kadar “proleter”, “sosyalist” ve hatta “komünist” iddiasındaki tüm bu yazı yazıcılar, çok kısa süre içerisinde bu söylemlerini unutarak, içinde bulundukları anın “yeni” revizyonizmini temsile soyunmada hiçte gecikmediler. Dün savunduklarına, bugün küfredenlerin belkemiğini oluşturduğu bu “yeni” revizyonist odak; PdSB tarihini ‘gözden geçirme’ ve ‘öğrenme’ adı altında sosyalizme karşı açtığı savaşla, Kürt işçi ve emekçileri üzerinde küçümsenmeyecek kadar ciddi tahribatlar yarattılar.

Karşı karşıya bulunduğumuz bugünün “yeni” revizyonizminin beslenme kaynakları; dünün revizyonizminin toplamıdır. Bugünkü “yeni” revizyonistlerin ‘karma’ çizgisi; Kautsky’den, Troçki’den, Kruşçev’den, Togliatti’den, Tito’dan, Deng ’den, Gorbaçov’dan; kısacası Marksizm Leninizm karşıtı tüm akım-çizgi-odaklardan harmanlanmış bir içerik ve görünüm sunuyor. 89/91 döneminin kendine özgü orijinalitesi dışında; ortaya atılan ve savunulan tezlerde esasında yeni bir orijinallik hali bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu yeni akıma, “karma revizyonizm”de denebilir. Neticede, her nasıl adlandırılırsa adlansın, andaki “yeni” ve/ya da “karma” revizyonizmin çok tahripkar işlevinin bulunduğu kesin.

Bizde, Kürdistan’dâ ise bu “yeni” ve de “karma” revizyonizmin her türünü görmek mümkün. Öyle 'ki sadece Kürdistan kökenli revizyonist saldırganlık değil; ülkenin bilinen özgün orijinalitesinin getirdiği, birlikte olunmak zorunda kalınan halklara {Türk-Arap-Fars ve öteki} mensup “yeni” revizyonizm temsilcilerinin de çok yalın görülebilen saldırganlığına maruz kalıyoruz. Artık, ulaşılan teknik olanaklarla birlikte, kimi Kürt kimlikli revizyonistlerin zaman zaman uluslararası benzerlerinin yazı ve değerlendirmelerini sitelerine-yayınlarına ‘asarak’ ve alarak; revizyonist tahribatı çeşitlendirip, yaygınlaştırmaya yöneldiklerini görüyoruz. Dolayısıyla, bir kaç farklı dil üzerinden tam bir “yeni” revizyonizm bombardımanı ve kuşatması altında bulunduğumuz söylenebilir. Farklı dillerdeki revizyonizmin dayanışmasına, güncel bakımdan, dünün “proleter devrimci sosyalisti” Halil Berktay, ilk akla gelen örneklerden biri olarak verilebilir. Bu bayımızın, Türkçe yazdığı kapitalizmi aklama-burjuvaziyi temize çıkarma metinlerini şimdilerde bir takım Kürt çevreleri de sahipleniyor. Nitekim, Kautskylerden Berktaylara uzanan revizyonizmin [Şu ana kadar geçen süreçte, tüm revizyonist akımların toplamı bir görünüm sergileyenlerin arasında “Stalin, serinkanlılıkla bütün Sovyet halkının felaketini tasarlıyordu” ölçüsünde zırvaladıktan sonra, kendileri için “Marksist”, hatta “Lenin’in izindeyiz” diyenler de var!] tarihine Kürdistan’da da eklentiler ve iltihaklar olduğu içindir ki, böylelerine karşı ideolojik mücadele yürütmek bakımından da bu çalışma kaçınılmaz hale geldi. Dünün “ulusal milliyetçisi” ve kazara “proleter devrimci Marksist-Leninist” söylemli bugünün çeyrek ulusalcılarının düne ait ML, devrimci, proleter enternasyonalisti ne kadar olumlu şey varsa, hepsini bugünün burjuva revizyonist sosyalist paradigmasına ‘kurban’ etmeleri karşısında; Kürdistan komünistlerinin böylelerin iddia ve savlarının gerçek niteliğini ve kimliğini okura sunmaları gerekiyordu. Ve bu gereklilik, tam da uluslararası burjuvazinin bugünlerde yeniden antikomünizmi, Lenin-Stalin nezdinde Leninizm karşıtlığını ve PdSB özgülünde sosyalizm düşmanlığını tırmandırdığı koşullarda yerine getirilmesi mutlak surette zorunlu bir çalışma idi. M-L’e karşı çok yönlü sürdürülen kampanyaya, “sömürgecilik işgal edilmek istenen topraklara önce ellerinde Kur'an ve İncil tutan dervişler ve rahiplerle giriyor, ardından Muhammed ve İsa alametleriyle donanmış ordular işgal harekatlarına girişiyordu. Komintern döneminde bu takıma üçüncü bir grup katıldı; "komünistler". Kendilerine devrimci, ihtilalci sıfattan veren komünistler ellerinde Marrksın kitabıyla hedef yumuşatıyor, ardından Rus tankları devrimin yüksek idealleri adına işgale başlıyordu." şeklinde saçmalayanların da katıldığı bir momentte; bu “yeni” saldırganlığın her türüne karşı ideolojik mücadele yürütmek; Leninizm'i savunmak ve sahiplenmek; özel olarak ta Stalin’in ölümsüz eserini savunmak, Kürdistan komünistlerinin andaki en acil görevidir.

Eleştiri değil, saldırganlık hakim. Kürdistan sol çevrelerinde daha önceleri, ya da somut olarak 89/91 öncesi Stalin’e karşı “suya sabuna dokunmayan” türden oportünist tutumu revaçta idi. Stalin değerlendirmesi söz konusu olduğunda, gerçekte oportünist bir bakış açısına sahip bulunmalarına rağmen, açıktan reddetme cüreti gösterene hemen hemen rastlanmıyordu ki reddetmeyi tercih edenlerde Troçkistliğe hevesli marjinal bir-iki çevreden ibaretti. Bugünkü tavırlar gibi ‘uçta’ düşünce ve değerlendirmelere rastlamak mümkün değildi. İçeride 12 Eylül faşizminin karşısında alınan ağır yenilgi ve KUKM çeperindeki geri çekilme ile birlikte “tanrı arayıcılığı” benzeri bir arayışın ortaya çıkması ve kısa süre sonra dışarıda ise Gorbaçov önderliğindeki “reel sosyalizmin” artık veda ilanları vermesi ile birlikte çok hızlı bir şekilde kısa sürede ortalığı Stalin düşmanları kapladı. Bu cereyana kapılanlar, daha en başından eleştiri sınırlarını aştılar. Her türden karalama, her türlü iftira, yalan, çarpıtma, küfür vs. böylelerin başlıca silahı oldu.

89/91 ile birlikte, saldırının başını çekenler ise, Troçkist cenahtakiler ve farklı revizyonist akımların tezlerinde harmanlanmış ‘yen i’ revizyonizmin temsilcileri. Bu inceleme içerisinde, yeri geldiğinde Troçkistlerin ve ‘yeni’ revizyonizmin Kürdistan versiyonu saldırganlığına değineceğiz. Güya sosyalist, hatta içlerinde hala “Marksist” ve “komünist” iddiasındaki bu bazı çevrelerin ML karşıtı zemin üzerinde yükselen görüşlerinin, içinde bulunduğumuz ideolojik savrulma anında dünün kimi lafız “komünistleri”de dahil, hayli yaygın ve de etkili olduğu açık. Ki örnekse; “Komünist hareket 1917‘y i sürdürememiş, yenilmiştir...” şeklindeki garabetlere bugünlerde inananların görece çokluğu gösterilebilir. Zira, bu çevre(lerin)nin görüşleri, başlı başına ayrı bir incelemenin konusu olduğundan, burada, ancak bazı iddia ve savlarına değinmekle yetineceğiz. Hemen belirtelim ki, bu cenahtakiler Stalin’i eleştirmiyor, Stalin’e düşmanca bir saldırganlıkla, kin ve öfkeyle yaklaşıyorlar.

Bazı Kürt çevrelerin Stalin’i eleştirme amacına sahip bulunmadıklarını biliyoruz. Stalin’i eleştirmeyi ‘gereksiz’ bulan; saldırgan bir dil kullanarak Hitlerle aynılaştıran; PdSB’ne eleştirel yaklaşmayıp, emperyalist devletlerle özdeşleştiren vb. saldırgan çevrelerin, şimdilerde ileri sürdükleri safsatalarına {Stalin’e atılan iftiralar bağlamında, şunun dikkate alınması gerekir; «Bir yalanı on kez söylersen yalan olarak kalır ama bir yalanı yü z kez, bin kez, milyon kez söylersen o alan gerçek kabul edilir.»} hayli karabalık bir kitle tarafından kulak kabartıldığının farkındayız. Açıkça antikomünist kimliğe sahip bulunanından, sosyalist kimlikli olanına, hatta “komünist” etiketlilerine kadar çok farklı kesimler aynı şeyleri tekrarlayıp durmaktadır. Hepsini değil ama, içlerinde geçmişte kendilerine “M-L” diyen, bugün ise yerine göre sosyalist, yurtsever, devrimci ve hatta “komünist” diyenlerin konu bağlamındaki bir takım tezlerini irdeleyeceğiz. Kimilerinin, kendilerinin de inanmadığı ve fakat şimdilik gereksinim duydukları “sın ıf bakış açısı” pozu takınmaları ise, aslında Stalin karşıtlığını sürdürmede anda belli bir ‘avantaj’la ilgilidir. Yoksa, böylelerin sorunlara proleter bakış açısından bakmadıkları tartışma götürmez kadar açıktır.

Eleştiriye açık, saldırganlığa karşıyız. Kürt sol hareketi içerisinde, uluslararası komünist hareketin tarihine, PdSB’nin bölge politikasına, Lenin-Stalin tahlillerine eleştirel yaklaşanların -neredeyse- yok denebilecek kadar az olduklarını biliyoruz. Eleştirel yaklaşmayı benimseyen ve pratikte buna uygun davrananlar hayli azdır. Şimdi revaçta olan, eleştiri sınırlarını aşan saldırganlıktır. Ki bu cenahta bazılarının sermaye egemenliğinin yarattığı ve sunduğu fırsatı değerlendirip antikomünizm zeminine kaydıkları da olgudur. Nitekim, artık, çok daha sıklıkla «Sosyalist devlet de bir nevi imparatorluktur, ilişkilerinde statükoyu korumayı, dolayısıyla işgal ve ilhakı esas alan bir politikanın izleyicisidir. ... Ermeni, Azeri ve Kürt ulusları karşısında Rus Çar'ı ve çarlık ne ise Lenin-Stalin "yoldaşlar" ve Komintern de odur.» benzeri düşmanca hezeyanlarla karşılaşıyoruz. Yukarıda aktardığımız bu satırları yazma cüreti gösterebilenlerin, Stalin’i eleştirdikleri düşünülemez elbette. Zira çok açık ve net tespit edilebileceği gibi, aktardığımız yerde şüpheye yer bırakmayacak açıklıkta burjuvazi ile aynı dil, hatta onun da gerisine düşülmektedir. Dün, bir biçimde Marksist lafza ihtiyaç duyan bazılarının epey zamandır “ liberal demokrat” kimliği tercih ettiklerini; ya da programlarında “marksizm-leninizmin yol göstericiliğinde” belirlemelerini çıkarttıklarını vs. dikkate aldığımızda; hala “komünist” iddiasında bulunanları -öncelikle- muhatap almak kaçınılmaz hale geliyor. Kürt sol hareketine, ideolojik-teorik bağlamda rengini veren ‘sol’ söylemin düne ait ve geçmişte kaldığı; bugün artık hakim olanın vıcık vıcık etrafı saran ‘sağ söylem’ olduğu ve tam da böylesi koşullarda antikomünizmin bir kez daha anti Stalin özgülünde şaha kaldırıldığı ve her bakımdan koyu bir PdSB düşmanlığının geliştirildiği koşullarda; tüm bu anafora direnme yeteneğini gösteremeyen sözüm ona bazı “komünist” sıfatına sığınmışlarda dahil olmakta gecikmedi. Komünistlerin Stalin’e ve onun şahsında Leninizm'e fütursuzca saldırıların doruğa çıktığı bugünkü koşullarda da söz konusu revizyonist saldırganlığa karşı ideolojik savaşımı kesintisiz sürdürmeleri aslolandır. Bu çalışma içerisinde zamane “komünistlere” ve bazı sosyalist liberallere vereceğimiz yanıtlarla da, Marksist Leninist komünistlerin hangi ideolojik-teorik çizgiyi savunduklarını ana hatlarıyla vermeye çalışıyoruz.

Ülke özgünlüklerinden bağımsız, Marksist Leninist anlamda komünist niteliğe sahip olabilmenin temel belirleyici kriterinin proletarya diktatörlüğü teorisini savunmak ve uğruna mücadele yürütmek şeklinde belirlenmesi gerektiği prensibini söylem düzleminde sahiplenen ve fakat içerikte savundukları ve pratikleri ile özde komünist kimlikten uzak duranların varlığı biliniyor. Öyle ki, söz konusu söyleme sahip bulunanlar içerisinde Lenin ve Stalin’e çok ağır ve haksız eleştiriler yöneltenlerden, Stalin’i m-ML’in klasiği görmeyenine dek pek çok farklı çevre var. Dahası, aynı söylemi basit bir ideolojik nakarata çeviren ve fakat pratikte tam bir müsrifi oynayanlar da yok değil. Aynı söyleme sahip bulundukları halde SSMLS ilkesinin içini boşaltanlara da tanık oluyoruz. Dolayısıyla, her «Stalin’i savunuyorum» diyenin ve hatta SSMLS şiarını benimsediğini iddia edenin, gerçekte bu ilkeye uygunluk içerisinde bir nitelik yakaladığını söyleyemeyiz. Diğer taraftan kimi doğru saptamaları paylaşmakta işaret ettiğimiz kriterin temsili anlamına gelmiyor. Örnekse “Stalin'in adı sosyalizmi kurma kararlılığının ve iradesinin adıdır” doğru saptamasını yapıp, ardından ona haksız ve temelsiz eleştiri ve hatta saldırganlıkta bulunan bazılarının Stalin’i ML’in klasiği görmemeleri gibi.

Ya da kimi çevrelerin, 89/91 anına dek komünist bir jargon ve orak-çekiç-yıldız görselliğini tercih etmeleri de, Stalin savunucuları oldukları anlamına gelmiyor. Belirtmeye bile gerek yok ki, Stalin’e bir dizi ilkesel ve temel önemdeki sorunlarda haksız eleştiri ve saldırıda bulunduktan sonra, “komünist”, “devrimci” ya da benzer pozitif gözüken kavramları ‘layık’(!) görenlerin tavrı da hiç bir şekilde Stalin sahiplenmesi biçiminde algılanamaz. Şuna da dikkat çekmek gerekir ki; İbrahim Güçlü gibilerin antikomünist ideolojik güzergahlarına bağlı kalarak, ısrarla PdSB sosyalist devleti nezdinde sosyalizm düşmanlığı yapmaları ve anti-Stalin ruh hali temelinde hareket ederek, gerçekte Stalin savunucuları kimliğinden uzak bulundukları halde, gayet bilinçli bir amaçla bazı çevreleri “Stalinist” görme-gösterme temelindeki demagojilerinin de beş paralık bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Güçlü gibilerin, bir de bu yolla işçi ve emekçi kesimlerin bilinçleri üzerinde yaratmaya çalıştıkları yanılsamanın karşılığının bulunmadığını ve fakat bu çıplak demagojiye karşı da ideolojik mücadeleyi aksatmamak gerektiği açık. .

Kusurlardan azade olabilmek; mümkün mü?

"Parti tarihi bundan başka bize başarılardan başı dönen, kendini büyük gören, çalışmalarındaki kusurları görmezden gelmeye başlayan ve hatalarını kabullenmekten ve onları zamanında içtenlikle ve dürüstçe düzeltmekten korkan bir partinin, işçi sınıfına önderlik rolünü oynayamayacağını öğretiyor. " (Stalin)

Stalin’e dair görüş belirtirken, tıpkı Lenin’e yaklaştığımız gibi aynı kriteri esas alıyoruz: Proletarya diktatörlüğü savunusu ve uğruna yürütülen komünist pratik. Stalin ismi, adeta tümüyle bu kriterin en dolaysız ve ikirciksiz mükemmel temsilidir. Öncellerinin kusursuzluktan azade durumu, hiç kuşku yok ki Stalin içinde geçerlidir. Stalin; hiç bir zaman kusursuz davranma aymazlığına girenlerle asla aynı pozisyona düşmedi ve ısrarla eksiklik, yanılgılar ve yanlışlıkların olabilirliğini dıştalamadı. Stalin’in proletarya diktatörlüğünün teorik savunu ve sahiplenmesi ile pratikte gerçek bir temsilini yapan karakteristik niteliği ama onun kendini kusurlardan arındırmış olduğu anlamına gelmiyor. Demek ki, ML ustaları arasında söz konusu komünist karakterin denek taşı olan kriterin en parlak timsali olmasına karşın Stalin de eksiklik, hatalar ve kusurlardan muaf değil, olamazdı da. Bu çalışma içerisinde, yeri geldiğinde eksiklik, kusurlar, yanlışlar vb. bağlamında düşüncelerimizi okurla paylaştığımızda da tespit edilebileceği gibi; Kürdistan komünistleri Stalin’e de eleştirel yaklaşmaktadırlar; eğer ki gözü kapalı bir savunusu içerisine girmiş olsalardı, Stalin’den öğrenme ve onun öğrenci adayları olamazlardı.

Stalin’den öğrenmeye çalışan bugünün komünistleri; Marksizm- Leninizm’e, Uluslararası Komünist Hareket’e, Marks-Engels-Lenin- Stalin’e, PdSB’ne yöneltilen eleştirileri büyük bir dikkatle izleme, inceleme, tartışma ve eleştiri-özeleştiri yöntemi ile karşılama prensibine sahiptirler. Kürdistan komünistleri de aynı prensip doğrultusunda hareket etmektedirler. Dün, “komünist” iddiasıyla hareket edenlerin belirttiğimiz ilkesel çizgiyle bir ilişkilerinin bulunmadığı ve haliyle böylelerin kusurlarının faturasının ML Kürdistan komünistlerine kesilmeyeceği, tartışma götürmez bir gerçektir. Biz, ML’e sahip çıkma adına, her türden bağnazca ve dogmatik “sahiplenme”den uzak hareket ediyoruz. Aynı ölçüde ML’i geliştirme vs. adı altında “eleştiri” şalıyla gizlenmiş revizyondan geçirme ve bu yolla oportünist-revizyonist görüşlerini Marksist bir söylemle perdeleyen eklektizm bağımlılarından da uzağız.

Elinizdeki bu çalışmada da açıkça görülebileceği gibi, irdelediğimiz konular somutunda belirlediğimiz ilkesel tutum ışığında hatalı, eksik, yanlış vb. tüm konu ve noktalan eleştirel bir yöntemle ortaya koymaya çalışıyoruz. Okurun, bizim bu ayırdedici ilkesel tutumumuzun MELS tarafından temelleri atılan Marksizm-Leninizm’in bilimsel sahiplenişi ile direkt bağını ve ilişkisini tespit edeceğinden hareket ediyor ve aynı ilkesel duruşun doğal sonucu olarak, eleştiri kapsamında değerlendirmediğimiz tüm saldırgan yaklaşımları doğrudan, açık ve net bir şekilde orta yere sergileyeceğimizi bir kez daha belirtiyoruz.

Bu temel yaklaşımımızın başta antikomünistler gelmek üzere, PdSB tarihine düşmanca yaklaşan ve özelde antiStalin ruh haline mahkum olmuş çevrelerce olabildiğince ‘hoyratça’ bir düşmanlıkla karşılandığının (karşılanacağının) bilincindeyiz. Şu ana kadar, herhangi bir belgeye ve kaynağa dayanmadan; doğrudan Stalin’e ait hiç bir eserde izine rastlanmayan ve bütünüyle kaba bir Stalin karşıtlığına dayalı olarak ileri sürülen “Stalin Kürt düşmanı idi” ezberini, çok uzun zamandır ‘pepûk’ [Guguk kuşu] nakaratına dönüştürenlerin kızgınlıklarının pek çok nedeni var elbette. Dikkat çektiğimiz ‘nakarata’, ideolojik-teorik konu ve gerekçelerin belirleyici bir rol oynadığı ve fakat nisbeten yaygınlaşmasında ise etnik boyutun etkide bulunduğu, bununla bağlantılı etnik kökenli ‘duygu’ kısmının da katkısının bulunduğu açık ve net ortada. İdeolojik-teorik tercih+etnik köken ve buradan ileri gelen etnik duygu toplamından hareketle Stalin karşıtlığını benimseyenlerin ortak paydası şu şekilde ifade edilebilir: a) Sovyet Kültlerinden sosyalizm kuruluşu karşı hareket eden sömürücü sınıf artıkları karşıdevrimcilere, kulaklara, sapmacılar vb dokunulmamalıydı! b) Sovyet Kürtlerine, sürekli varolacak Özerk Cumhuriyet kurulmalıydı! c) MKC’nin yıkılmaması için Kızıl Ordu birlikleri İran’ın kuzeyinde kalmalıydı! d) Kürdistan’ın değişik parçalarındaki Kürt ulusal hareketlerine tam destek verilmeliydi ve bölgede bir Kürt devletinin kurulması için rol üstlenilmeliydi!

Kısacası; tüm bunların toplamında Kürtlerin yaşamlarını sürdürecekleri müstakil ve müreffeh bir Kürdistan Stalin tarafından ‘altın tepsi’ içinde Kürtlere sunulmalıydı! Özetlediğimiz düşünce silsilesinin esiri Kürtler açısından Stalin, bunları yerine getirmediği için, tamamiyle milliyetçi dürtülerle “Kürt düşmanı” ilan edilmektedir. Bu beklentilere sahip bulunanlar, Stalin’e eleştirel yaklaşamazlar, nitekim düşmanca bir tutum içerisinde hareket ettiklerini ortaya koyuyorlar. Kürdistan işçi sınıfının, emekçilerin, devrimcilerin Stalin’e düşmanca saldıran böylelerinden öğrenebilecekleri bir şey yok. Ancak bu durum, Stalin’e eleştirel yaklaşma silahını terke götürmemeli. Bilakis Stalin gerçekliğini her yönüyle öğrenme, Stalin’in tarihsel rolünü kavrama ve özellikle Marksizm-Leninizmi bilince çıkartma temelinde devrimci eleştiri eylemini kuşanmak gerek...

“Kürtler” belirlemesi, -belirtmeye bile gerek yok- Kürt ulus aidiyetine sahip herkesi kapsar. Böyle olunca da, Stalin hakkında “Kürtlerin değerlendirmeleri” birbirinden oldukça farklı çizgi ve duruş içerisinde bulunanları kapsayan geniş bir anlam özelliğini taşıyor olması kaçınılmaz. Kürt ulusuna mensup sömürücü sınıfların Stalin hakkındaki düşüncelerini bu çalışma içerisine almayı gerekli görmedim, Dünyanın her yanında olduğu gibi, Kürdistan’da ve genelde Kürt ulus aidiyetine sahip sömürücü burjuva kapitalist sınıfa mensup; devrim ve sosyalizm davasına yaklaşımı karşı-devrimci nitelikte olan tüm toplumsal kategorilerin Stalin değerlendirmelerine de yer vermedim. Belirttiğim sınıf ve toplumsal katmanların-grupların her yerde olduğu gibi, Kürdistan’da ve Kürtler arasında da aynı-benzer bir tutum alarak katı Stalin karşıtlığını temsil ettikleri gerçeğinden hareketle, özel olarak ayrıca bunların değerlendirmelerine değinmiyorum; buna gerek yok, çünkü; bu çalışma dahilinde bir biçimde uluslararası burjuvazinin, sömürücü kapitalist takımının şu ya da bu şekilde yansıyan kimi etkilerine işaret ettiğimiz ölçüde, Kürt burjuva sömürücü sınıf ve kesimlerin Stalin değerlendirmelerini de mahkum ettiğimiz kendiliğinden anlaşılır hale gelmektedir.

Kürtlerin Stalin değerlendirmelerini ele alırken; esas olarak sömürücü sınıflar kategorisine girmeyen, karşı-devrimci çizgi ve konumlama niteliğini kazanmamış; bir bakıma “sol” ve ilerici cenahta yer alan; ideolojik-politik çizgilerinde demokrat, devrimci, sosyalist, hatta “komünist” söylemin ön planda durduğu; kısaca Kürt küçük burjuvazisinin farklı politik temsilcilerinin değerlendirme, görüş ve düşüncelerini temel alacağız.

Sınıflar mücadelesi gerçekliğinde, ideolojik-politik yönden proletaryanın komünist çizgisinin örgütsel temsilini yapabilecek konumu yakalamamakla birlikte, bu amaç doğrultusunda hareket eden çevrelerin ve bireylerin, Kürt işçi ve emekçilerinin Stalin hakkındaki değerlendirmelerine de yer vereceğiz. Özellikle buna gereksinim var, çünkü çok uzunca bir zamandan bu yana uluslararası burjuvazinin topyekun sürdürdüğü antikomünist kampanya ve özelde Stalin karşıtı karalama stratejisinin etkisinde kalan önemli bir çoğunluk, sanki “tüm Kürtler” Stalin karşıtı imiş gibi adeta sahte bir gerçeklik yaratıp, “herkesi” bu tabloya “inandırmış” gibi bir resim ile yüz yüzeyiz. Bunun için de Stalin savunucusu Kürtleri, hatta bir dönem kendini “Stalinist” niteleyen bazı Kürtlerin tutum ve yaklaşımlarını, 89/91 anaforuna kapılmayan Kürtleri ve konuya SSMLS perspektifi temelinde yaklaşanların değerlendirmelerini bu çalışma içerisinde okura vermeye çalışacağız. Elinizdeki kitap üzerinden, Marks-Engels-Lenin ile birlikte Marksizm-Leninizm’in klasiği Stalin’in komünist gerçekliğini başta Kürdistan işçi ve emekçileri olmak üzere, ilerici ve devrimci kamuoyuna ulaştırdığımızı düşünüyoruz. Kitaptaki muhtemel eksiklik ve yetersizliklerin, duyarlı okurların da çaba ve katkılarıyla tespit edilip giderilebileceğine inanıyoruz.

5 Mart 2013

Hüseyin Can

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.