Ermeni Soykırımı ve Zihniyet Sorunu
(Aşağıdaki yazı Türkiyeliler inde olduğu bir grup öğrencinin konu üzerine , öğretim üyesi arkadaş tarafından, “dostane” bir hile ile karıştırılmak zorunda bırakıldığım tartışmadan, ana hatlara değinen kısa bir özet -Olası demagojiyi hesaba katarak bunun Marksist Leninist bir tartışma ortamı olmadığını, vurgulamakta yarar var. )
Bireylerin katliam, soykırım gibi olaylara yaklaşımları, “canlılara zulüm etme, öldürme” olaylarına ve bu konuda aldıkları tavırlara kadar uzanan sahip oldukları mentalite-zihniyet ile diyalektik bağlantılı bir sorundur. Örneğin, bireyin böylesine bir “olayda” olayın kendi içinde-kendi birincil gerçeğini kabul etmeden önce, ikincil ve dolaylı “gerçekler”i soruşturma pratik alışkanlığı, o bireyin ön yargılı olduğunu ve zihniyetinin özünün, yani birincil gerçeği , somut olayı kabullenmeyi, ikincil ve diğer gerçeklere bağlı olarak, ve ancak “zihniyetine uygun” olduğu sürece kabul edeceğinin bir göstergesidir. Bu tür insanların kendilerinin “insancıl düşünceye sahip olduğunu” söylemeleri, ya da, hatta, samimi olarak böyle olduklarını düşünmeleri, kendilerini ve diğerlerini, bilinçli ya da bilinçsiz aldatma pratiği olma gerçeğinin üstüne çıkamaz.
Avrupa ülkelerinin, özellikle Belçika'nın Kongo da, İngilizlerin Hindistanda, Japonların Çin de, ABD nin Yerlilere karşı katliamları ve Hitler Almanya'sında Yahudi soykırımı, ne kadar reddedilemeyecek “birincil” gerçekse, Osmanlı topraklarında, özellikle Anadolu da Ermeni soykırımı da “reddedilemez bir gerçektir. Her şeyden önce bu gerçeği veya yukarıda saydığım ve onlarcasını daha ilave edebileceğimiz gerçekleri, şu ve ya bu nedenle reddetmeye kalkmak, objektif nedenlere değil subjektif nedenlere, yani , “temel olarak” bireyin sahip olduğu “katliamları onaylayan “ zihniyetine dayanır.
Bu bağlamda Türkiye özeline ve Ermeni soykırımına alınan benzer tavırlara, bu tavırlardaki (lanetlemenin dışındaki) nüans farklarına değinelim;
Her şeyden önce yukarıda da değindiğim gibi birincil gerçeği, yani olayın kendisini reddedip, hiç bir kılıf bile aramaya gerek duymayanların sahip oldukları “zihniyet” in açık ve net bir şekilde, “insancıl” olmayan, katliamları onaylayan, “katliamlara hazır” oldukları gerçeğini su götürmez bir şekilde ortaya koyar.
Bazı grup veya bireylerin bir ölçüde “katliam” uygulayabilecekleri doğrudur ve tarihi örnekleri vardır. Ancak yukarıda vurguladığım çapta ve yaygın uygulanan katliam ve soykırımlar gerek mali ve gerekse askeri örgütlenmeleri ve ciddi planlamaları, hazırlıkları, tabanda kamu oyu oluşturmaları, provokasyonları vb., gerektiren “güç” e sahip olmayı gerektirir. Bu çapta güç sadece “devlet” mekanizmasını elinde tutan örgütlenmelerde olabilir. Tarihe (daha somutda anlamak için yakın tarihimize ve günümüz katliamlarına) baktığımızda bu gerçeği bütün çıplaklığıyla görmemiz mümkün. (Şüphesiz ki, eğer, tüm mali işlemlerin – para transfer lerinin, silah dağıtımlarının, askeri eğitimlerin , haberleşmelerin vs., vs., kolayca sıkı kontrol altında tutulduğu bu dönemde, bu kontrol – denetim altında tutan güçlerden bağımsız, “güç”ler oluşacağı masalına inanacak kadar saf değilsek).
Bu temel doğrular üzerinden hareket edersek, Ermeni Soykırımının, dönem içinde devlet “güç”ü nü elinde tutan grup ya da grupların planlı bir pratiği olduğu sonucuna ulaşmak objektif bir değerlendirme olarak kabul edilmek zorundadır. Yani Ermeni Soykırımı, kendisi olarak, birincil gerçeği, bunun bir “devlet gücü” tarafından planlanıp uygulanmış olması , onun ikincil gerçeğini oluşturur.
Yaklaşımdaki (sözde) liberal, (sözde) demokrat “nüanslar” ve gerçekte “hipokratlık”, genellikle bundan sonra, ve buna bağımlı olarak başlıyor.
Günümüzde yaygınlaşan “Osmanlı kafasındaki “ bireyler bu soykırımı “Osmanlı nın haklı olarak yaptığını” söyleyerek, bunu onaylarken – ki bu onların katliamcı zihniyeti nedeniyle anlaşılabilir-, kendisini Osmanlıyı yıkan bir “Cumhuriyet çocuğu” olarak görenler, hatta daha da ileri “solcu” olduklarını iddia eden kimi bireyler, “üçüncül” gerçekler peşinde koşarak , “birincil” gerçeği kimi yerde onaylama, kimi yerde “kılıflama” , kimi yerde de yapılanın yanlış olduğunu kabullenerek, “haklılama” pratik çabası içine giriyorlar.
Kendisini “Osmanlı hanedanlığını” yıkan “Cumhuriyet Çocuğu” olarak görüp, Ermeni soykırımını reddetmek, “Osmanlı” lıktan kurtulamamış olmak ve onun zihniyetini hala devam ettirmek anlamında gelmezmi? Ya da, pratik sonuçta, “Osmanlı hanedanlılığının “ ve “Cumhuriyet” in mentalitesinin aynı olduğunu söylemek olmuyormu? Ve bu bağlamda Osmanlının katliamcı zihniyetine “sahip çıkmak” olmuyormu? Eğer katliamcı zihniyete sahip çıkıyorsak, kendimizi nasıl “insancıl” ve “katliamlara karşı” bir birey olarak tanımlayabiliriz?
Şu ve ya bu, olduğu reddedilemeyecek bir şekilde kanıtlanmış olan bir katliamı, soykırımı, kendi içinde birincil gerçek olarak kabullenmek, kendisine “insan” diyen, kendisini “demokrat” olarak gören her bireyin atması gereken ilk adımdır. Her şeyden önce, lanetlenmesi gereken bu birincil gerçektir. Birincil gerçeğin dışındaki, onunla ilgili olan tüm “gerçekler”, ya da “kılıflar”, bu gerçeğin reddedilmesini ve lanetlenmesini gerektirmeyecek “etkenler” olamaz. Böylesine bir yaklaşım bireyin kendi zihniyetinin de özde aynı olduğunun göstergesidir. Böylesine bir zihniyet, bir kızın, bir çete tarafından ırzına geçilip, devamında öldürülmüş, parçalara kesilip çöp torbası içinde çöpe atılması olayı gerçeğinde, kızın mini etekli olması, kendisini savunurken bir kaç saldırganın kafasını patlatmış olması vs., ikincil, ya da üçüncül gerçeklerle, iğrenç olayı “haklılaştırma” peşinde koşan zihniyetle aynıdır.
Türkiye'de – şüphesiz ki “Osmanlıcı” ların dışında kalan- en yaygın olan “reddetme” nüansı, bu tür üçüncül ve ya dördüncül “gerçekler” e dayanan “kılıf” ları içeriyor.
(Verdiğiniz örnek) her ne kadar da bu nüanslardan farklı gibi görünse de, özünde aynı amacı, yani birincil gerçeği reddetme yönünde bir kılıf aramaktan başka bir şey değil. Gerek ekonominin dünya ekonomisine bağımlı olarak gelişmesi, gerekse bu tür zihniyetler nedeniyle Türkiye'de Ermenilerin bir zamanlar yaşamış olduğu köylerin büyük bölümü “terk edilmiş” durumda. Şimdi,– şu anda istatistiklerini hatırlamıyorum – köylerin, verimli toprakların, vs., İsraillilerden Araplara kadar herkese satıldığı ve bu paraların -gene- devlet gücünü elinde tutan bireylerin, grupların banka hesaplarına transfer edildiği Türkiye de, Ermenilerin, asırlarca yaşadıkları topraklarda “hak ilan edecekleri “ korkusu nedeniyle, bir soykırımı “reddetme” ye kalkmak, kendi içinde çelişkili ve safça olması bir yana, gene aynı “katliamcı” zihniyetin varlığının da göstergesidir.
Kendisini “insani” , bir “demokrat” olarak gören hiç bir birey, haksızca, insani olmayan, iğrenç bir şekilde yapılmış hiç bir olaya, katliama, soykırıma “kılıflar” aramaz. Olayın kendisinin haksızlığı, iğrençliği, insanlık dışı olması, yani “birincil gerçek” ele alınır, lanetlenir ve buna, aynı şeylerin tekrarlanmaması için, karşı çıkılır. İleri sürülen İkincil ya da üçüncül gerçekler, gerçekten de doğru olsa bile, birincil gerçeği, yani haksızlığı, insanlık dışı tavrı haklı kılamaz.
Birey kendi sahip olduğu zihniyetin ne olduğunu bilmiyorsa, ya da denemek istiyorsa, bu tür olaylarda, kime yapılmış olursa olsun, olayın sadece kendisine bakarak ve onu tasvip edip etmediği temelinde ki anlayışıyla, bunu kolayca tespit edebilir.
23 Nisan, 2019
Hiç yorum yok