Kürt Ulusu Kendi kaderini Tayin hakkı Üzerine
Kürt ulusu uluslaşma sürecinin -kapitalizmin gelişmesinin batı A vrpa ülkeleri ile karşılaştırıldığında Osmanlı Devleti'ndeki geç gelişmesi sonucu- henüz başlarında iken, Kürdistan emperyalist işgale karşı savaşın başını çeken Kemalist Türk Hükümeti'nin İngiliz-Fransız emperyalistleri ve İran gericileri ile anlaşması sonucu dört parçaya bölündü. (Daha doğrusu daha önceki Osmanlı/ve İran devlet sınırları içindeki, bölgesi} olarak oldukça geniş bir özerkliği de içeren ikiye bölünmüşlük, Lozan Antlaşması sonucu dörde -İraıı/Türkiye/Irak/Suriye- bölünmüşlüğe dönüştü.) Kürdistan'ın bölünmesi, aynı zamanda henüz uluslaşma sürecinin başlarında bulunan bir ulusun, Kürt ulusunun parçalanması anlamına geliyordu. Bu noktadan itibaren Kürt ulusunun birleşik bir ulus olarak toprak birliği emperyalist zorla ortadan kaldırılmıştı. Bu noktadan itibaren artık tüm Kürt ulusu için iktisadi yaşantı birliği de söz konusu değildir. Parçalanmış Kürt ulusunun her parçası, üzerinde yaşadığı Kürdistan toprağı hangi devletin sınırları içinde kaldı ise, o esas olarak o devletin iktisadi yaşantı birliğinin bir parçasıdır. Her parçalanmış ulusta olduğu gibi, Kürt ulusunda da parçaların artık bir ulustan sözedilemeyecek seviyede farklılaşması yolu ile yeni ulusların oluşması; ya da belli parçalardaki Kürt ulusunun giderek asimile olması vb. teorik olasılık olarak vardı. Ve her parçadaki ezen ulusun hakim sınıfları, "Kürt sorununu" Kürt ulusunu yok ederek veya asimile ederek "çözmek" için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Fakat gelişmelerin açıkça gösterdiği gibi, ne değişik parçalardaki farklılaşma bir Kürt ulusu ve onun parçaları yerine değişik uluslardan söz edilmesini haklı kılacak seviyede bir farklılaşma oldu; ne de katliamlar, kıyımlar ve asimilasyon çabaları Kürt ulusunu ortadan kaldırabildi. Tersine kapitalizmin gelişmesine paralel olarak tek tek parçalarda uluslaşma süreci hızlanarak sürdü ve tek tek parçalarda bir ulusun, Kürt ulusunun parçalan olma; bir ülkenin, Kürdistan'ın parçalan olma bilinci -özellikle son on yıllar içinde- gelişti. Kürdistan'ın ve Kürt ulusunun --emperyalist savaş sonucundaparçalanmış bir ülke ve parçalanmış bir ulus olduğu ve Kürt ulusunun her parçada, parçalanmış bir ulusun parçalan olarak varlığını sürdürdüğü, tüm katliamlara ve asimilasyon çabalarına rağmen varlığını sürdürdüğü olgudur. Bunlar olgu olduğuna göre, Kürt ulusu parçalanmış bir ulus olarak varlığını sürdürdüğüne göre, Kürt ulusunun ve Kürdistan'ın yeniden birleştirilmesinin objektif temeli olduğu açıktır.
Bütün Kürt milliyetçisi örgütlerin temel program maddesi "bağımsız, demokratik birleşik Kürdistan"dır. Kürdistan'ın birleştirilmesi, Kürt ulusunun birleştirilmesi, bu anlamda birleşik Kürdistan biz Türkiye/Kuzey Kürdistanh komünistler için bugün temel program maddesi değildir, olamaz. Bizim devrimimiz, şu anda Kürdistan açısından ele alındığında, Kürdistan'ın Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içinde olan kesimin, Kuzey Kürdistan'ın işçi sınıfı önderliğindeki demokratik halk devriminin zaferi ile kurtarılması, özgürleştirilmesi, Kuzey Kürdistan'da Kürt ulusunun ayrılma hakkını özgürce kullanacağı şartların yaratılması asgari programına sahiptir. Biz Kuzey Kürdistan'ın Özgür Sovyetlik Cumhuriyetler Birliği'nde en geniş bölgesel özerkliğe sahip bir Birlik Cumhuriyeti olarak yer almasından yanayız. Fakat açıktır ki, böyle bir birlik içinde yer alıp almama karar verme hakkı ve yetkisi Kürt ulusunun kendisinindir. "Kendi yazgısını kendisi özgürce belirleme" ön şartlarına kavuşan Kürt ulusu, özgür halkların özgür Türkiye/Kuzey Kürdistan'ında birleşik bir devlet içinde mi yaşayacağına, yoksa ayrılıp ayn devlet olarak mı yaşayacağına vb. kendisi karar verecektir. Bu bağlamda "bağımsız, demokratik, birleşik Kürdistan" hedefine nasıl varılabileceği sorunu ortaya çıkmaktadır. Bağımsız, demokratik, birleşik Kürdistan hedefine, -eğer gerçek anlamda bağımsızlık ve demokratiklik kastediliyorsa ve bu iki özellik 'birleşme' ile eşdeğerli özellikler olarak kavranıyorsavarmak, bugün Kürdistan'ın bölünmüş olduğu devletler -yani İran, Türkiye, Irak, Suriye- işçi sınıfı önderliğinde demokratik devrimlerle yıkılmadan gerçekleşemez. Emperyalizm şartlarında, burjuvazinin önderliğinde ancak emperyalizmle uzlaşma, anlaşma temelinde kurulması mümkün olan "Birleşik Kürdistan"ın demokratik ve bağımsız olması mümkün değildir. O halde Kürdistan'ın birleştirilmesi sorunu, komünistler açısından Kürdistan'ın parçalanmış olduğu devletlerde iktidarı işçi sınıfı öndeliğinde devrimlerle yıkma sorunu ve Kürt ulusunun kendi yazgısını özgürce belirleyeceği şartlan yaratma sorunudur. Birlik sorunu, tek tek devletlerde devrim sorununa bağlı olarak ele alınmak zorundadır. Çıkış noktası ve bugünkü programın maddelerinden biri değildir. Fakat onun komünistlerin program maddelerinden biri olmaması, birlik sorununun olmadığı, bunun "tarihin akışı dışında kalmış bir sorun olduğu", "objektif temeli olmadığı" vb. vb. anlamına gelmez. "Birleşik Kürdistan" talebi, emperyalizmin Kürdistan'ı bölmüş olması olgusuna karşı demokratik bir öze de sahip olan, objektif temeli olan, haklı olan bir taleptir. Komünistler açısından bu talebin bugün program maddelerinden biri olmaması, onun demokratik bir özü olmadığı vb. anlamına gelmiyor. Yalnızca böyle bir talebi de gerçekleştirmek için ön şartların yaratılmasının gerektiğini ve bugün esas meselenin bu olduğunu söylüyoruz.
Açıktır ki, Kürdistan'ın parçalanmasından bu yana geçen 70 yıllık zamanın oldukça uzun bir süre olduğu, bu kadar süre içinde parçalanmış bir ulusun ayn ayn uluslara doğru gelişmesinin mümkün olduğu, Kürt ulusunun parçalandığı sırada uluslaşmasının henüz oldukça erken bir aşamasında olduğu da göz önünde bulundurulduğunda, bu olasılığın daha da yükseldiği söylenebilir. Bu noktada da, Kürt ulusunun komşu ulusların uluslaşma bağlamında Kürt ulusundan çok daha ileri olmadığı, asimilasyon yönünde zor dışında herhangi bir üstünlük ve çekiciliğin söz konusu olmadığı bilince çıkartılmalıdır.
Stalin ulus tanımlamasını yaptıktan sonra "Ulus sadece tarihi bir kategori değil, fakat belirli bir çağın, yükselen kapitalizm çağının bir tarihi kategorisidir' diyor.
Bu, belli ulusal özelliklere sahip insan topluluklarının ulus haline gelmelerinin tarihi olarak nasıl gerçekleştiği sorusuna verilen bir cevaptır. Yoksa yükselen kapitalizm çağı dışında, yükselen kapitalizm çağı sonrasında ulus olmadığı, olmayacağı, ulusal hareketin olmadığı, olmayacağı vb. anlamında değil. Stalin kendisi bu tespitinin içeriğini şöyle dolduruyor: "Feodalizmin tasfiye ve kapitalizmin gelişme süreci, aynı zamanda insanların uluslar biçiminde birleşme sürecidir."
Bu açıktır ki, feodalizmin tasfiyesi-kapitalizmin gelişmesini erken yaşayan toplulukların, diğerlerine oranla erken uluslaştığı anlamına gelir. Tarihi olarak Batı Avrupa kapitalizmin en erken geliştiği, buna bağlı olarak da uluslaşmanın en erken olduğu alandır. Bu alanda uluslaşma kural olarak ulusların kendi ulusal devletlerini oluşturması şeklinde oldu. (Kural dışı: İrlanda, ve Bask ülkesi.) Kapitalizmin batıya göre geç geliştiği Doğu Avrupa ülkelerinde ise "ulusal devletler yerine, çok uluslu devletler", en gelişmiş olan ulusun kendi ulusal hegemonyasını diğer milliyetlere dayattığı devletler ortaya çıktı. Yükselen kapitalizm çağında bu çok uluslu devletlerde uyanan ve ulusal haklarını talep edenler, karşılarında hakim ulusun devletini buldular.
Stalin, bu tip devletlerde -emperyalizm dönemi öncesinde gelişen- ulusal hareketler için şu tespitleri yapıyor:
"Mücadele bir bütün olarak alınan uluslar arasında değil, egemen ulusların ve geri itilmiş ulusların hakim sınıftan arasında değil, egemen ulusların ve geri itilmiş ulusların hakim sınıftan arasında başladı ve alevlendi ...
Burjuvazi başrolü oynayan aktördür .. . Burjuvazi için temel sorun pazardır .. .
YÜKSELEN KAPiTALiZM ŞARTLARINDA ULUSAL MÜCADELE BURJUVA SINIFLAR ARASINDA BiR MÜCADELE OLur; V AÇIKLIK KAZANMAKTADIR. Bazen burjuvazi proletaryayı ulusal harekete katmayı başarır ve bu durumda ulusal mücadele dışardan bakıldığında "tüm halkın mücadelesi" imiş gibi gözükür. Fakat yalnız dışardan bakıldığında. ÖZÜNDE iSE DAiMA, ESAS OLARAK BURJUVAZiNiN YARARINA VE ONUN RIZA GÖSTERDIGI BiR BURJUVA MÜCADELESi OLARAK KALIR." (BHBY) (age., s. 26, 27, 30.)
Bu tespitlerin çıkış noktasının "yükselen kapitalizm" şartlan olduğu önemle bilince çıkartılmak, bu tespitlerin geçerliliğinin "yükselen kapitalizm şartlarındaki" milli hareketlerle sınırlı olduğu vurgulanmak zorundadır. Burada söylenenlerden genel olarak, içinde yaşanılan çağdan, dönemden bağımsız her zaman milli hareketin özünün burjuvalar arasında pazara hakim olma mücadelesi olduğu sonucunu çıkarmak yanlıştır.
İ. Kaypakkaya yoldaş "Türkiye'de Milli Mesele" başlıklı yazısında, "Milli baskının amacı nedir?" alt başlıklı bölümde, milli meselenin özünün ne olduğu sorusuna da cevap aramakta ve bu noktada tam da Stalin'in burdaki tespitlerine atıfta bulunarak: "Stalin yoldaşın ifadesi ile «pazara kim hakim olacaktır?» meselenin özü budur" demektedir. İ. Kaypakkaya yoldaş burada Stalin'in bu yazısının 1913'e ait olduğunu ve buradatartışılanın genel olarak milli sorun değil, milli sorunun genel olarak değişmez özü vb. değil, belirli şartlardaki -yükselen kapitalizm şartlarındaki- milli sorunun özü olduğu olgusunu atlamakta, yanlış yapmaktadır. Bu yanlışın değerlendirmesine bir başka bağlamda (Semiç/Stalin tartışması bağlamı) döneceğiz. (i. Kaypakkaya için bkz. Seçme Yazılar, s. 201.)
Yükselen kapitalizm şartlarında özü itibariyle "ezen ve ezilen ulusun hakim sınıflarının pazara hakim olma mücadelesi" olan milli hareket bağlamında bilince çıkartılması gereken en önemli genel sonuç, içinde yaşadığımız çağın "yükselen kapitalizm çağı" değil, "emperyalizm ve proleter devrimleri çağı" olduğu düşüncesi ve buna bağlı olarak da ulusal hareketlere yaklaşımın buna uygun değişiklikleri beraberinde getireceği, getirdiği düşüncesidir. Emperyalizm ve proleter devrimleri öncesindeki milli hareketler, ulusal devrimler genelde burjuvazinin feodalizme karşı hakimiyet mücadelesinin, uluslararası alanda burjuvazinin demokratik devriminin parçaları idiler. Ve soruna burjuvazinin önderliğindeki bu devrimin genel çıkarları açısından yaklaşılmak zorunda idi. Bu dönemde proletarya ve halk yığınları burjuvazinin bayrağı altında toplanmış olsalar ve hareket görünürde genel halk hareketi görünümü kazansa bile, hareketin burjuva özü değişmiyordu.
Ama hareketin burjuva özlü olması -bu dönemde deproletaryanın "milliyetlerin ezilmesi siyasetine karşı mücadele etmesinin gereksiz olduğu", bunun burjuvazinin işi olduğu anlamına gelmiyordu. Tersine, çıkarı "bütün sınıf yoldaşlarının bir tek enternasyonal orduda birleşmesinde ... hangi ulustan olursa olsun bütün işçilerin manevi güçlerinin tam ve özgür gelişmesinde olan" proletarya tam da bu nedenle "en kumazından en vahşisine kadar zulüm politikasının tüm biçimlerine karşı" mücadele eder. "Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını ilan eder".
Bu bağlamda belirleyici olan, proletaryanın ulusal harekete katılımının da burjuvaziden bağımsız bir katılım olmasıdır.
Stalin şöyle diyor:
"Kendi Kaderini tayin hakkı demek, ulusun istediği biçimde örgütlenmesi demektir. Ulus özerklik ilkelerine göre yaşamını kurma hakkına sahiptir. Ulus, başka uluslarla federatif ilişkilere geçme hakkına sahiptir. Ulus tamamen ayrılma hakkına da sahiptir. Ulus egemendir ve bütün uluslar eşit haklara sahiptir.
Elbette bu, sosyal demokrasinin, bir ulusun her talebini destekleyeceği anlamına gelmez. Bir ulus eski düzene dönme hakkına bile sahiptir, fakat bu, sosyal demokrasinin sözkonusu ulusun şu veya bu kurumunun bu tür bir kararını onaylayacağı anlamına gelmez. Proletaryanın çıkarlarını savunan Sosyal-Demokrasinin yükümlülükleri ile, çeşitli sınıflardan bileşen ulusun hakları iki farklı şeydir.
Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı için mücadelede Sosyal-Demokrasi'nin hedefi, ulusal baskı poltikasına bir son vermek, onu olanaksız kılmak ve böylelikle uluslar arasındaki mücadeleyi ortadan kaldırmak, onu köreltmek ve asgariye indirmektir. Sınıf bilinçli proletaryanın politikasını, ulusal mücadeleyi derinleştirmek ve körüklemek, ulusal hareketi daha ileri sürmek ve keskinleştirmek için uğraşan burjuvazinin politikasından özünde ayıran şey budur.
İşte bu yüzden sınıf bilinçli proletarya, burjuvazinin "ulusal" bayrağı altına giremez." (abç .. age., s. 32/33.)
Burada bilince çıkartılması gerekli olan şey, bu dönemde proletaryanın henüz ulusal harekete önderlik etme durumunda olmamasıdır.
***
Stalin 1913'te kaleme aldığı "Marksizm ve Milli Mesele" adlı yapıtında "proletaryanın çıkarları açısından ... bir ulusun kendi kaderini belirleme hakkının nasıl kullanılması gerektiği" sorusuna da cevap arıyor.
Bu soruya cevap verirken ilk çıkış noktası, bu soruya her tarihi somut şart altında aynı cevabın verilemeyeceği, değişik somut tarihi şartlarda değişik cevapların mümkün olduğu gerçeğidir. Değişmeyen ilke, her ulusun kendi kaderini kendisinin özgürce belirleme hakkına, bu bağlamda ayrılma hakkına sahip bulunulan anda proletaryanın çıkarlarına uygun olduğu, her somut durumda somut olarak incelenip tavır takınılması gerekli olan bir sorundur.
Hiç yorum yok