Afrin Düşerken
Garbis Altınoğlu
Afrin Düşerken
19 Mart 2018
Sevgili Recep Maraşlı, YPG'nin Afrin'den çekilmesini ve Türk ordusu ile ÖSO katillerinin bu kente girişini ele aldığı 18 Mart tarihli yazısında, diğer şeylerin yanısıra şöyle demişti:
“YPG'nin Afrin şehir merkezinden sivil kayıp ve yıkımları önlemek adına çekilmesinin ne bir yenilgi ne de bir teslimiyet olmadığını başından belirteyim. Tersine bunu sorumlu bir davranış olarak yine direnişin lehine not etmek gerekir düşüncesindeyim.
“Tersine işgalci TC ordusu ve İslami Cihatçı çetelerle şehir içinde girişilecek yakın plan bir savaş belki aylarca daha uzardı ama sivil-masum insanların kayıpları, yıkımlar çok ağır boyutlara ulaşırdı...
“İki aylık direniş, işgale karşı caydırıcı bir güç olarak uluslararası kamuoyunun kısmen kıpırdamasını sağladı ise de Suriye'deki hava ve silah üstünlüğünü elinde bulunduran güçlerin pozisyonlarında bir değişiklik yaratmadı. Direniş güçlerinin tam da şehir savaşının başlayacağı anda BİRAZ DAHA DİŞLERİNİ SIKMALARINI istemek: Eğer yeteri kadar sivil Afrinli, çoluk-çocuk hayatını kaybederse bu sayede uluslararası kamuoyu daha etkili biçimde harekete geçebilir, anlamına gelirdi. Ki bu korkunç gayri ahlaki bir beklenti olurdu.”
PYD/ YPG güçlerinin Afrin'den çekilmesinin ardında yatan nedenleri çok iyi bilmiyoruz. Önümüzdeki günlerde bazı detayların ortaya çıkması konunun daha kapsamlı ve derinlikli bir biçimde tartışılmasını olanaklı kılabilir. Ama bu, kaba çizgileriyle bir değerlendirme yapmamıza engel olmamalı.
Hiçbir devrimci ya da demokrat, insanların ölmesini, yaralanmasını, evinden ve yurdundan olmasını istemez elbet. Ancak bu, isterse uluslararası düzeyde kabul görmemiş olsun, bir devlet kurmak istediğiniz ya da devlet olarak bağımsızlığınızı savunmak istediğinizde, hatta bir özerk bölge oluşturduğunuzda böylesi kayıpları, hatta çok daha fazlasını göze alacaksınız. Dolayısıyla PYD/ YPG güçlerinin Afrin'i, “sivil kayıp ve yıkımları önlemek” gerekçesiyle terk ettikleri savı çok inandırıcı ve haklı gözükmüyor.
Öte yandan Afrin'i “sivil kayıp ve yıkımları önlemek” gerekçesiyle terk etmek, PYD/ YPG yönetiminin gelecekte özerk Kürt birimlerinin kurulmuş olduğu diğer yerleri de savaşmadan terk etmesi için bir emsal olabilir. Yani bunu bir gerekçe olarak kabul ettiğimizde, başka mevzilerin de benzer bir tarzda boşaltılması haklı gösterilebilir. Dahası, böylesi görece kolay bir zaferle şımarmış Türk gerici ve militaristlerinin iştahını daha fazla arttırabilir ve onların Rojava'nın diğer bölümlerine de saldırma hevesini kamçılayabilir.
Tabii bir de, TSK ve ÖSO katillerinin, Afrin halkına karşı girişebilecekleri ve büyük olasılıkla da girişecekleri baskı ve terör sorunu var. Demirci Kawa heykelinin yıkılması, Türk ordusunun kışkırtacağı İslami teröristlerin neler yapabileceklerini gösteriyor. Her halükarda YPG'nin kenti bu biçimde terk etmesinin, gerek özelde Afrin halkının ve gerekse genelde Rojava halklarının morali ve YPG'ye güveni üzerinde hiç de olumlu bir etki yapmayacağı tahmin edilebilir. ÖSO katil ve yağmacılarının Afrin'de yapabileceği şımarıklık ve saldırıların bu olumsuz etkiyi daha da derinleştireceği bellidir.
Recep dostumun bir başka değerlendirmesi de şöyle:
“Halkın böyle bir kent savaşına hazırlanmış olup olmaması da önemli. Bütün bunları yakından bilip değerlendirecek olanlar yereldeki direniş güçleridir. Eğer yetersiz ve donanımsız bir güçle sehir savaşına girselerdi bu kez de sonuçları çok daha ağır olacağı bilinen savaşa neden girdiniz, diye eleştirileceklerdi.”
PYD/ YPG güçlerinin, TSK-ÖSO sürülerine karşı direnme hazırlıklarının ve silah ve donanım olanaklarının hangi düzeyde olduğunu bilmiyorum. Ancak “Zeytin Dalı harekatı”nın yapılacağı aylar öncesinden biliniyordu. Hatta Tayyip Erdoğan bunu saldırı başlamadan haftalarca önce ilan etmişti. Dolayısıyla Kürt savaşçılarının az çok ciddi bir hazırlık yapmak için gereken zamanının olduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan TV kanallarına çıkan ve bu operasyonun gelişimi hakkında fikir belirten aklıbaşında kişiler de PYD/ YPG güçlerinin uzun süredir bir kent savaşına hazırlandığını ve TSK'nin esas kayıplarını Afrin merkezine girmesinden itibaren başlayacağını belirtiyorlardı.
Demek ki, şunu söyleyebiliriz: TSK ve onun ÖSO uşakları sokak sokak ve bina bina yürütülecek bir savaşta ciddi kayıplar verecekti. TSK'nin böylesi bir savaşa ilişkin deneyiminin çok sınırlı olması ve R. T. Erdoğan kliğinin tasfiye ve arındırma operasyonları sonucunda önemli bir personel ve moral yitimi yaşamış olması da saldırganların kayıplarını arttıracaktı. Daha da önemlisi böylesi bir savunma savaşı, Kürt halkı başta gelmek üzere Suriye halklarının direniş ruhunu güçlendirecek, TSK'nin ve onun ÖSO uşaklarının bir an önce bu operasyona son vermeleri doğrultusunda güçlü bir uluslararası basınç yaratacaktı. Afrin'de olanları, Recep dostumun yaptığı gibi Türkiye Kürdistanı'nda yaşanmış olan “hendek savaşı”yla karşılaştırmak da doğru değil. Değil çünkü, Temmuz 2015-Mart 2016 arasında yaşanan “hendek savaşı” sırasında Türk ordusu varolan uluslararası burjuva hukukuna göre “kendi” toprağında savaşırken, Afrin'de, işgalci bir konumda olduğu başka bir ülkenin toprağında savaşıyor olacaktı.
TSK-ÖSO sürülerinin bir başka dezavantajı, nüfusunun büyük çoğunluğu Kürt olan Afrin'de Türk burjuva devletinin herhangi bir doğal tabandan yoksun ve burada, üzerinde hiçbir meşruiyet giysisi bulunmayan çırılçıplak bir yabancı güç durumunda olmasıydı. Bu da Türkiye'yi BM “Güvenlik” Konseyi, Avrupa Birliği gibi kurumlarda sıkıştırmak ve geri adım attırma olanağının güçlü olduğu anlamına geliyordu.
Recep dostumun değinmediği bir başka nokta da şu: Yaklaşık iki ay süren ve yüzlerce savaşçı ve sivilin ölümüne ve yüzlercesinin de yaralanmasına tanıklık eden Afrin direnişi sırasında Türkiye Kürdistanı'nda ciddi ve güçlü bir kitlesel dayanışma hareketi ortaya çıkmamıştır. Oysa, Aralık 2014-Şubat 2015'de IŞİD barbarlarına karşı sürdürülen Kobani savaşı sırasında gerek Türkiye Kürdistanı'nda ve gerekse Türkiye'nin Batısında önemli ve coşkulu bir dayanışma havası egemen olmuştu. Bunun nedeninin ya da nedenlerinden birinin Kobani direnişi sırasında ABD'nin PYD/ YPG'nin yanında olması, ama Afrin direnişinde onun yanında olmaması olabilir.
Afrin'in düşüşü elbette Suriye Kürt halkının ulusal ve demokratik özlemleri uğruna yürüttükleri savaşımın yenilgiyle sonuçlandığı anlamına gelmiyor. (Tabii bu, taktiksel bir başarı kazanmış olan Türk gerici ve yayılmacılarının Suriye topraklarına görece büyük bir kuvvetle girmek suretiyle bir stratejik hata yaptıkları anlamına da geliyor.) Ama bunun, ciddi bir taktiksel yenilgi olduğunu ve bu yenilgiden gereken derslerin çıkarılması gerektiğini söyleyebiliriz. Bu yenilgide; belirleyici olmamakla birlikte Suriye devletinin, Rusya'nın ve ABD'nin de paylarının olduğu belli. En azından Suriye ile PYD/ YPG arasında yapılan görüşmelerin başarıyla sonuçlanması sağlanmış olsaydı, TSK-ÖSO sürülerinin Afrin'e girmeleri engellenebilirdi. Böyle bir anlaşmanın yapılamamış olmasında her iki tarafın da payı olduğu tahmin edilebilir. Ancak uzun erimde özelde Suriye'de ve genelde Ortadoğu'nun değişik yerlerinde yaşayan Kürt halkının yazgısı ile diğer bölge halklarının yazgısı arasında kopmaz bağlar olduğunu ve Kürt halkının ulusal ve demokratik hedeflerine şu ya da bu emperyalist devletle olan yakın ilişkilerine güvenerek ve dayanarak varamayacağını söylemek gerekir.
Kaynak
https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=2085071571780105&id=100008318481557
Hiç yorum yok