Header Ads

Header ADS

FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜN AFRİN “SEFERİ” VE ROJAVA DEVRİMİNİN GELECEĞİ

İBRAHİM OKÇUOĞLU
Oyun büyük, hem de çok büyük!

20 Ocak’tan bu yana Afrin faşist Türk ordusu tarafından çembere alındı. Havadan ve karada yoğun bombardıman ve ÖSO (1) eşliğinde Afrin’in işgali gerçekleştirilmek isteniyor. Ama bu savaş sadece Afrin’le sınırlı değildir. Veya Suriye savaşı, sadece bir Suriye savaşı, sorunu değildir. Bu savaşta Kürt sorunu da belirleyici değildir. Çünkü bu savaş emperyal güçlerin; somutta da Amerikan emperyalizminin, Rus emperyalizminin ve onun arkasında Çin emperyalizminin, yerel güç olarak Türkiye, İran ve İsrail’in Ortadoğu’yu yeniden siyasi olarak şekillendirmek için jeopolitik oyunudur. Ortadoğu’da, Suriye’de ABD ve Rusya oyunu küresel perspektifle, küresel çıkarlarına göre oynuyor. Bu iki ülke küresel jeopolitikanın; jeopolitik konseptlerinin Ortadoğu ayağında çarpışıyorlar. Bu oyun onları dünya hakimiyeti planlarını gerçekleştirmek için Ortadoğu’da karşı karşıya getiriyor. Bu karşı karşıya gelmede Esad rejimi ve Kürt sorunu onların umurunda bile değildir. Türkiye, İran ve İsrail’in de kendilerine göre hesapları var: İran, olası bir Amerikan saldırısını, saldırı olmasa da sıkıştırmasını kendi sınırlarında değil, Lübnan ve Suriye sahasında karşılamak istiyor. İsrail, Amerikan emperyalizminin doğrudan katkısıyla Ortadoğu’da kendine sorun çıkartabilecek güçlü devletlerin yapılanmasını istemiyor; İsrail için devletçiklere ayrılmış bir Ortadoğu en iyi Ortadoğu’dur. Türkiye ise yeni ulusal güvenlik konsepti doğrultusunda hareket etmektedir. Bu, nasıl bir konsepttir, neyi amaçlamaktadır, bunu aşağıda ele alacağız.

Afrin’i işgal girişimi, Suriye merkezli olarak Ortadoğu’da karşı karşıya gelen rekabetçi güçlerin savaşı yeni bir boyuta taşıdıklarını göstermektedir; IŞİD, önce yenildi, sonra buharlaştırıldı; şimdilik sorun olmaktan çıkartılmış olarak yedekte tutuluyor. IŞİD, neden ve bahane olmaktan çıkınca, gerçek niyetler de çırılçıplak kaldı. Durumu gören Rusya, ‘Suriye’de savaş bitti veya bitmek üzere askerlerimi çekiyorum’ dedi ve topu ABD’ye attı. ABD ise Suriye’den çıkmayacağını, daha uzun bir dönem kalacağını açıklamak zorunda kaldı. İran için bir sorun yok; doğrudan değil, milisleri ile sahada temsil ediliyor. Türkiye ise ‘sınırımda terör tehlikesi yok edilene kadar savaşacağım’ dedi ve diyor.

Afrin-Efrin
Afrin’de yürütülen savaş, susan dünyanın, emperyalist ülkelerin, başta da Rusya’nın katkısıyla Erdoğan faşistinin bir eseridir.

Afrin, jeopolitik oyunun kurbanı oldu. Rojava Devrimi de aynı tehlikeyle karşı karşıyadır. Faşist diktatörlüğün Afrin’e saldırısı bu kantondaki özyönetimin yıkılmasını amaçlamaktadır. Anlaşılan o ki, bunda Türkiye, Rusya, İran ve Esad rejimi düşüncede ve eylemde ortaklaşmışlar. Bu ortaklık Rojava Devriminin yenilmesi için devam ettirilecektir. Amerikan emperyalizminin Fırat’ın doğusunda ben varım demesi de bu görüş ortaklığını değiştirmeyecektir. Afrin jeopolitik bir pazarlığın kurbanı oldu. Bu, diktatör Erdoğan’a sırada Münbiç var, Irak sınırına kadar ilerleyeceğiz dedirtebilen jeopolitik bir pazarlığın sonucudur. Bu, öyle bir pazarlık ki, Türk hava kuvvetlerinin Afrin hava sahasını sınırsız olarak kullanıma açılmasını beraberinde getirmiştir. Afrin hava sahasını kontrol eden Rusya’dır ve askerlerini saldırının hemen öncesinde geri çeken de Rusya’dır. Demek ki, Türkiye ile Rusya arasındaki bu jeopolitik pazarlık çok önceden yapılmıştır; Afrin’e saldırı sadece bu pazarlığın bir yansıma biçimidir.

Suriye, fiilen ikiye bölünmüş durumdadır; Batı Suriye, Rusya ve İran’ın nüfus alanıdır. Fırat’ın doğusu ise Amerikan nüfus alanıdır. Bu durumda Rojava, Rus ve Amerikan jeopolitik çıkarları bakımından ikiye bölünmüş durumdadır. Şimdi buna Türkiye de eklenmiştir. Rus emperyalizmi, Fırat Kalkanı ile işgal edilen alan dışında şimdi Afrin’in işgali ile Türk sömürgeciliğine yeni bir alan açmıştır. Münbiç’in işgali sorunlu olabilir, ama imkansız değildir. Esas sorun Fırat’ın doğusunda gündeme gelecektir. Fırat’ın doğusu Rusya ve ABD’yi karşı karşıya getirebilecek bir potansiyele sahiptir.

Şimdiye kadar Rojava Kürtleri, bölgede jeopolitik, emperyalist ve bölgesel güçler arasındaki çelişkileri kullanarak özyönetimlerini kurabilmişler ve geliştirebilmişlerdir. Ama farklı güçler arasındaki çelişkilerden yararlanmanın da bir sınırı vardır. Rusya, Türkiye ile ilişkilerinde ve ABD’ye karşı rekabetinde bu sınıra gelindiğini göstermiştir. Rusya, Kürtlere olan “sempatim” de çıkarlarıma tabidir demekten öte bir adım atmamıştır. Saldırıdan önce Genelkurmay Başkanının ve MİT müsteşarının Moskova ziyareti kısa zaman zarfında neyle karşı karşıya kalacağımızı göstermekteydi. Ama bazı “sol”lar, görüşmede gülen Rus tarafının ve somurtan Türk tarafının resimlerini yayınlayarak, bu resimleri “analiz” ettiler ve Afrin’e izin çıkmadı sonucuna vardılar. Aynen kahve falına bakar gibi. Ne dehşetli bir analizdi! Bu “sol”lar, Putin’e güvendikleri kadar kendilerine güvenmeyen “sol”lardır. Putin’e ilericilik, hatta devrimcilik atfeden, ondan medet uman “sol”lardır. Haklı olarak Erdoğan’a duydukları nefretin bir nebzesini Putin’e, Rus emperyalizminin bu baş savunucusuna duymayan “sol”lardır. Sorunun öznesi olmak yerine uzaktan bakarak akıl dağıtmayı meslek edinmiş “sol”lardır. Bu “sol”lar dün ne yazmıştım diye kendilerine sormuyorlar mı?

Bu jeopolitik oyunun merkezinde Türkiye-NATO/ABD ve Rusya durmaktadır
Putin, Erdoğan’ın Afrin’e girmesine, tek gözünü yumarak izin verebilirdi. Ama iki gözünü birden yumdu; Suriye’de kendi nüfuz alanında hava kuvvetlerini de sınırsız kullanarak Afrin’i işgal etmesinin yolunu açtı. Bu, ufak tefek bir hesabın sonucu olamazdı. Putin’in hesabı, sadece Suriye ve Ortadoğu ile sınırlı bir jeopolitik oyun değildir. Rus emperyalizmi, faşist diktatörlüğün Afrin saldırısının sonucunda bir taşla birçok kuş vuracağının hesabını yapmıştır. Faşist diktatörlüğün ulusal güvenlik konseptinin güney ayağı Rus emperyalizmi için oldukça çekicidir; nihayetinde bu güvenlik konsepti, uygulanması durumunda Türkiye ile ABD’yi kaçınılmaz olarak karşı karşıya getirecektir. Her iki taraf da -Rusya ve Türkiye- bu hamlenin sonuçlarının bilincindedir. Kim bilir, belki de ortak hamlenin sonuçları üzerine de anlaşmışlardır.

Rus emperyalizmi algılamasına göre Fırat’ın batı yakasında Türkiye’ye “yem” olarak verebileceği Afrin var. Erdoğan haftalarca Afrin işgaline açıktan hazırlanmıştır; psikolojik savaş yürütmüş, toplumu sömürgeci işgale hazırlamıştır. Bazı “sol”lar da bunu, Putin’i henüz ikna edemedi, Putin izin vermez vb. türünden saçmalıklar doğrultusunda derin derin “analiz” etmişler, neredeyse Putin’in erdemlerinden bahsedecek seviyede hareket eder olmuşlardır.

Erdoğan bütün gücüyle Afrin’e saldırırken, işgalin burayla sınırlı kalmayacağını, sırada Münbiç’in ve sonrada Irak sınırına kadar Fırat’ın doğu yakasının olduğunu sürekli açıklamıştır. Münbiç, Türkiye-ABD veya Türkiye-NATO ilişkilerinde bir dönüm noktası olabilir; burada Türkiye-ABD askeri olarak karşı karşıya gelebilirler. Ama Münbiç’ten çıkmayı düşünmüyoruz diyen ABD, son günlerde bu konu müzakere edilerek de halledilir demeye başlamıştır. Amerikan emperyalizmi Münbiç’te Türkiye ile askeri olarak karşı karşıya gelmenin en çok Rus emperyalizmine yarayacağını, Türkiye’nin NATO’dan ve Batı “değerler”inden kopuşunu hızlandıracağını gördüğü için söylemini Münbiç’ten çıkmayı düşünmüyoruzdan bu konu müzakereyle halledilebilire çevirmiştir.

Rusya’nın ABD’yi Suriye’den çıkartma planı Türkiye’nin Afrin’e saldırısıyla daha da kolaylaşmıştır; Türkiye’nin Afrin’e saldırısı Amerikan emperyalizminin Suriye’de kalıcı olma, en azından uzun vadeli kalıcı olma stratejisine darbe vurmuştur. Bu, Erdoğan ve Putin arasında ortaklığın bir yansımasıdır ve arka planda Esad rejimi ve İran vardır.

IŞİD bahanesi ortadan kalkınca ABD, Suriye’de kalmanın yollarını aramaya başlamış; görünüşte ve gerçekten de İran’la bir hesaplaşması vardır, fırsatını bulursa Esad rejimini değiştirmek için her türlü komplonun içinde olabilir. Bütün bunları İsrail’in geleceği için yapıyor olabilir. Ama Amerikan emperyalizmi, artık, eskiden olduğu gibi Ortadoğu’da derinliği olan bir bölgeye/ülkeye yaslanarak Rusya’ya karşı rekabet edecek durumda değildir. İsrail’in bir derinliği yok. Mısır biraz sapa ve güvenilmez. Keza S. Arabistan’a da güvenmenin bir anlamı yok. Irak’ın durumu ortada. ABD’nin Türkiye’den de bu yönlü bir beklentisi olamaz, olsa da karşılık bulamaz. ABD, Rojava Kürtlerinin ne diyeceğinden bağımsız olarak, elinde sadece Rojava’nın kaldığını görüyor.
Amerikan emperyalizminin Suriye’de -Rojava’da- kalıcı olma stratejisi, daha şimdiden beş ülkeyi bu stratejiye karşı birleştirmiştir; Rusya, Esad rejimine, Irak, İran ve Türkiye.

Türkiye’nin yeni ulusal güvenlik konseptiyle Türk burjuvazisinin/sermayesinin “kabına sığmazlığı”, saldırganlığı arasında bağ kuramıyoruz. Bu güvenlik konseptini analiz dahi etmiyoruz. Aslında öğretilmiş köhne anlayışımızdan vaz geçemiyoruz: Türkiye emperyalizme bağımlıdır; bir defa bağımlıysan ebediyen bağımlısın; kime bağımlıysan onun dediğinden çıkamazsın! Artık bu anlayış bir terane oldu. Yok öyle bir Türkiye. Karşımızda, yıkmak istediğimiz yeni bir güç var. Bunun nasıl bir güç olduğunu analiz edeceğimize ve sınıf mücadelesinde bunu hesaba katacağımıza hala onu küçümsemekle uğraşıyoruz. Küçümsemenin sınıf mücadelesine bir faydası varsa küçümsemeye devam edelim. Ama bir faydasının olduğunu sanmıyorum. Bu Türkiye ile Batı, somutta da AB, ABD, NATO arasında başlangıçta ilişkilerde gerginlik giderek çelişkiye dönüşmüştür. Bir kısım “sol” bunu göremiyor, ama Putin görüyor. Rus emperyalizminin jeopolitikasında en iyi Türkiye, Batıdan, ABD’den, NATO’dan giderek uzaklaşan Türkiye’dir. Putin de Türkiye’nin Batıdan, ABD’den, NATO’dan uzaklaşması için elinden geleni yapıyor. Neden? Erdoğan’ı çok sevdiğinden dolayı değil. Küresel ve bölgesel jeopolitika bakımdan Türkiye eşsiz bir coğrafyadır. Dolayısıyla bu coğrafyayı dolduran Türkiye de oldukça önemlidir. Putin, Türkiye’nin jeopolitik konumunu seviyor. Türkiye’nin NATO’ya üye olmasından bu yana (1952) Rusya’nın eline devasa bir fırsat geçmiştir; Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’e hakim olmak için Türkiye, müttefik olması gereken bir güçtür. Bu nedenle Türkiye’nin NATO’dan kopması, ABD’ye sırt çevirmesi Rus emperyalizminin stratejik bir hedefi olmuştur. NATO’dan, Batıdan kopan bir Türkiye, küresel ve bölgesel jeopolitik oyununda Rus emperyalizminin gücüne güç katacaktır hesabını yapan Putin’dir.

Putin küresel oynuyor. Türkiye’yi ABD’ye karşı bu küresel oyununa katmak için Türkiye’ye Ortadoğu’da istediğini vermek zorundadır. Küresel oynadığını sanan ama ancak bölgesel oynayabilen Türkiye de istediğini şimdilik sadece Rusya’dan alıyor. Her iki tarafın jeopolitik anlayışlarında bu ortaklık; bu anlaşma belirleyici bir rol oynamaktadır. Bu arada, Afrin örneğinde de görüldüğü gibi olan Kürtlere oluyor.

Rus jeopolitik anlayışına göre NATO’dan çıkmış, ABD’den bağımsızlaşmış bir Türkiye, Rusya’nın Türkiye üzerinden ABD-NATO tarafından tehdit edilemeyeceği anlamına gelir. Bu bakımdan Türkiye’nin Rus jeopolitikasına sunacağı katkıyı Türk burjuvazisi de çok iyi bilmektedir ve bu katkının da bir fiyatı olmalıdır. Ama Erdoğan’ın hemen NATO’dan çıkma diye bir derdi olmayacaktır. O da Putin’i, her an geri dönebilirimle tehdit etmeye devam edecek ve bu fırsatı tepe tepe kullanacaktır.

Türkiye-Rusya arasındaki fiili ortaklığa rağmen her iki ülke arasındaki ilişkiler güvensizlik deryasıdır. Bu nedenle, Afrin işgali devam ederken, hava sahasının Türk savaş uçaklarına kapatılması veya önce kapatılacak söylemlerinin medyaya servis edilmesi veya başka kısıtlamaların gündeme gelmesi veya Suriye ordusunun Afrin’e doğru harekete geçmesi, Türkiye-Rusya arasında birtakım anlaşmazlıkların habercisi olarak değerlendirilmelidir.

Tabii ki, Afrin’e saldırının bir de somut, cari fiyatı vardı. Rusya ve Türkiye arasında pazarlığa konu olabilecek iki konu var. Bunlardan birisi İdlib ve diğeri de Halep’in tahliyesi olabilir. Bu saldırının somut, cari fiyatı İdlib’in satılması mıdır, değil midir bunu göreceğiz. Türkiye tarafından desteklenen cihatçı grupların direncinde son dönemlerde gevşeme olsa da devam ediyor. Bu arada Suriye ordusuna karşı saldırı da düzenlediler. Ama genel anlamda bu gruplar Suriye ordusunun baskısı altındalar. Türkiye bu cihatçı grupları desteklemeye devam ediyor. Türkiye ile Rusya arasındaAfrin’e karşı İdlib pazarlığı yapıldıysa bunun en önemli işareti Astana sürecinde kararlaştırılan İdlib çatışmasızlık planının uygulanmaması olacaktır. Ama bu sefer de gözlem noktası oluşturmak için TSK, İdlib’in derinliklerine (Tel el Is’ta (Is Tepesi’ne) neden konvoy gönderiyor?

Halep meselesine gelince: Dışişleri Bakanı Çavuşoğolu’na göre Rusya, Halep'te verdiği sözü yerine getirmiş. El Cezire'ye yaptığı açıklamada Çavuşoğlu, ‘'Türkiye, Halep'ten sivil ve muhaliflerin tahliye edilmesine yardım eden tek ülkeydi. Biz, burada Rusya ile birlikte çalıştık ve Rusya, burada verdiği sözü yerine getirdi' diyor. Bu açıklama 3 Şubat 2018 tarihli günlük gazetelerde yer aldığına göre yerine getirilen söz pekala Afrin’e saldırıya göz yummak olabilir.

Rusya’nın Türkiye ile koordineli hamlesi, Amerikan emperyalizmini Suriye’de, en azından taktik bakımdan oldukça zor bir duruma düşürmüştür. ABD, Türkiye mi PYD mi sorusuyla sahada fiilen karşı karşıya kalmıştır. PYD dese Türkiye’yi kaybedecek, Türkiye dese Ortadoğu’da sadece Kürtleri kaybetmeyecek; hiçbir güvenirliği kalmayacak. Bu nedenle Afrin bizim ilgi alanımız değil türünden açıklama yapmak zorunda kalmıştır. Amerikan emperyalizmi somut olarak Suriye’de ve Ortadoğu genelinde kendi konumunu zayıflatmıştır. Şimdi faşist diktatörlük, ABD’yi Münbiç konusunda da sıkıştırmaktadır. Cevabını da almışa benziyor; önceleri Münbiç’te çıkmayı düşünmüyoruz, gündemimizde değil diye ABD, bu sorun müzakere ile halledilebilir demeye başlamıştır. Anlaşılan o ki, Rusya ile işbirliği içinde Türkiye Münbiç için de ABD’yi, Türkiye mi, PYD mi ikilemiyle karşı karşıya bırakacaktır.

Türkiye ile ABD arasındaki; daha doğrusu diktatör Erdoğan ile ABD’li yetkililer arasındaki PYD, somutta da Afrin üzerine atışmalar; küresel güç ile bölgesel güç arasındaki ilişkiler, Roma İmparatroluğu ile vazalları arasındaki ilişkileri çağrıştırıyor:

“Jupiter’in yaptığını bazı öküzlerin yapma hakkı yoktur”. Bu deyiş Roma’nın en büyük tanrısı Jüpiter ile bir öküzü karşılaştırır. Karşılaştırma her birinin konumundan kaynaklı farklı hakları/yetkileri zemininde yapılır. Söylenen açıktır: Herkes sahip olduğu mülkiyet hakkına ve yetkisine göre konuşur, eyler. Roma vazalları için bu deyişin anlamı şuydu: Bölgesel hakim güçler, Roma’da tanrı-impatarorun mutlak kudretini gözardı ederlerse bunun bedelini yaşamlarıyla öderlerdi. Amerikan emperyalizmi, hala sahip olduğu süper güç konumuyla “modern” imparatorluktur. Bu imparatorluğa tabi olan ülkelerin her biri durumuna göre farklı seviyelerde vazaldır. ABD’ye karşı gelen her yerel güç, havuç politikasından anlamıyorsa sopa politikasıyla iktidardan alınır. ABD, bunu Türkiye’de yıllardır deniyor. Ama bir tülü başarılı olup da Erdoğan’ı iktidardan alamadı. 2016’da 15 Temmuz darbe girişimiyle niyetini tamamen açığa vurdu.

Suriye merkezli gelişmelerde imparator ile vazal arasındaki atışma şöyle:
Erdoğan: Adam binlerce kilometre uzaktan gelmiş benim sınırlarımı dizayn ediyor, bana da karışma diyor. Sahada ve masada olacağız.
ABD: ABD, Suriye’deki askeri varlığını muhafaza etmeye devam edecektir.
Erdoğan: Afrin’e gireceğiz.
ABD: Operasyon süre ve kapsam bakımından sınırlı olmalı, sivil kayıplardan kaçınılmalı.
Erdoğan: Münbiç’e gireceğiz.
ABD: Bu konuyu müzakere ediyoruz.
Erdoğan: Fırat’ın doğusuna da gireceğiz.
ABD: Susuyor.
Erdoğan: Irak sınırına kadar gideceğiz.
ABD: Susuyor.
ABD: Suriye sorununu kaşıma, başlatma, orada askeri varlık bulundurma konusunda uluslararası hukuk beni ilgilendirmez. Uluslararası hukuk benim.
Erdoğan: Sen kendinde bu hakkı görüyorsan ben haydi haydiye görürüm. Burası benim sınırım.
ABD: Biz Rusya’nın, Gürcistan, Ukrayna örneklerinin gösterdiği gibi başka ülkelere girmiyoruz. Uluslararası hukuk çerçevesinde hareket ediyoruz.
Erdoğan: Hangi uluslararası hukuktan bahsediyorsun ya! Afganistan'a, Irak’a yıllar önce girdin ve hala oradasın.

Günümüzde ABD, gerileme, çöküş sürecine girmiş Roma İmparatorluğunu andırıyor.
Bu işgal açıktan, düpedüz Amerikan emperyalizminin çıkarlarına karşı gerçekleştiriliyor. Suriye merkezli Ortadoğu’da iki NATO ülkesinin askeri olarak kapışmaması kaldı geriye.

Afrin’e saldırının diplomasi ayağına baktığımızda şunu görüyoruz: Sanki başta Rusya, ABD, AB, İran, Esad rejimi, BM ve başkaca ülkeler olmak üzere adeta bütün gladyatör Erdoğan’dankorktukları için böyle hareket ediyor? Ama öyle olsa da diktatör Erdoğan gladyatör değil; Türk burjuvazisinin görüşlerini, çıkarlarını dile getiriyor, savunuyor. Bu nedenle Türk burjuvazisinin, sermayesinin baş siyasi temsilciliğini yapıyor.

Amerikan emperyalizmini zor durumda bırakan bir gerçeklikte şudur: Rojava Kürtleri, taleplerimizin karşılanmaması durumunda Rusya ve Esad rejimiyle uzlaşma yoluna gideriz diye her iki güç arasındaki çelişkilerden yararlanarak ABD’yi baskı altına alabiliyorlardı. Şimdi bu yol kapanmışa benziyor; Rusya nerede durduğunu gösterdi ve Esad rejimi ile PYD görüşmeleri sonuç vermedi.

Türkiye’nin gücünü küçümsemeyelim, ama abartmayalım da. Gülen-Hareketinin darbe girişiminden sonra faşist diktatörlüğün ABD ve AB karşısındaki tavrı oldukça değişmiştir. Tabii bu, birden bire olmamıştır; biriken gerginliklerin çelişki olarak patlak vermesinin vesilesi olmuştur. Bu darbe girişiminden bu yana Türk burjuvazisi ABD ve Rusya arasında bir denge politikası uygulamaktadır; kantarın topuzunu ne zaman, nasıl bir gelişme için kimin tarafına kaydıracağının hesabını yaparak hareket etmektedir; Rusya ve ABD arasındaki jeopolitik çıkar farklılığından, çelişkilerden yararlanmaktadır, her iki taraftan da tavizler kopartmaktadır. Bu, Türkiye’nin ekonomisinden kaynaklanan bir güç göstergesi değildir. Bu, doğrudan ülkenin jeopolitik konumundan kaynaklanmaktadır. Onu güçlü kılan, her iki taraftan taviz kopartmasını sağlayan, vazgeçilemez jeopolitik konuma sahip olmaktan kaynaklanan gücüdür.

Tabii bu taktik de bir yere kadardır. Nihayetinde Türk burjuvazisi de hegemonya peşinde koşmaktadır; emperyal çıkarları vardır. Ola ki, bir gün Ortadoğu’da Türkiye’nin emperyal çıkarları her iki emperyalist ülke için tehlike arz etmeye başlarsa, ABD ve Rusya, Türkiye’ye karşı ortak hareket edebilirler. Bu mümkündür.

Diğer taraftan ABD ve Rusya, kendi aralarında anlaşarak Suriye ve genelde Ortadoğu haritasını yeniden çizebilirler mi? Başlangıçta bu güçlü bir ihtimaldi. Ama şimdi safların kesin hatlarla belirlenmiş olduğu bu süreçte örneğin Rusya’nın İran ve Türkiye’nin çıkarlarını göz ardı ederek ABD ile anlaşması zayıf bir ihtimal olmuştur.
*
“Sol” basında yer alan bazı değerlendirmeler, insana ister istemez “hangi dünyada yaşıyoruz” dedirtiyor. Sanki böyle bir işgal saldırısının olmayacağından, bunun da Erdoğan’ın bir “Ey”i olduğundan, ABD’nin, Rusya’nın böyle bir işgale müsaade etmeyeceğinden hareketle yazılmış yazılar... Sonrasında, işgal için harekete geçildiğinde işin kolayı da bulunuyor: ABD ihanet etti, Rusya ihanet etti, İran sessiz kaldı, Esad çabuk çark etti! Ne kadar da kendimizi başkalarının “hal ve gidişine” göre konuşlandırmışız! ABD umut, Rusya umut, hatta İran ve Esad da umut! Ya biz neyiz? “Sol” hala, Erdoğan’ın ne zaman gideceğinin hesabını yapıyor, bu işgalle düzeni kurtarmaya çalıştığını; yani savaşmasa zaten gideceğini, gitmemek için savaştığını yazıp çizmekten yorulmadık. Düşmanı doğru analiz etmemizin önündeki en büyük engelin bizzat kendimiz olduğunu; sınıfsal olmayan kin ve nefretin, duyguların analizlerimize yön verdiğini hala anlamadık. “Fırat Kalkanı” döneminde de aynı duygularla analizler yapılmadı mı? Giremez, girse de ilerleyemez, ilerlerse de bataklığa gömülür, geri çıkamaz, yenilecek, yok olacak vb. türünden değerlendirmeler şimdi Afrin için yapılmaktadır. “Sol”un bir kısmı yaşamadan o kadar kopuk ki, faşist diktatörlüğün, ekonomisiyle, siyasetiyle, psikolojisiyle; velhasıl maddi manevi bütün olanaklarıyla ve dış dünya desteğiyle bu işgale giriştiğini; Erdoğan’ın şimdiye değin olmadığı kadar güçlü olduğunu anlamak istemiyor. Evet, Erdoğan’la, Saray’la özdeşleştirilen faşist diktatörlük ekonomik, askeri ve siyasi gücünün doruk noktasında. Aksini gösteren veri var mı ortada? Yok. Niyet beyanlarını ekonomik ve siyasi analiz olarak saymazsak yok. En azından ben göremiyorum Varsa gösterelim; kanıtlayarak ekonomi krizde, hiç üretim yapılmıyor, işi inşaat sektörüyle idare ediyor diyelim; kanıtlayarak borç batağında debeleniyor, dışarıdan kredi alamıyor/bulamıyor diyelim; kanıtlayarak askeri olarak tamamen dışa bağımlı, silah, mühimmat bulamıyor, kendisi üretmiyor diyelim; kanıtlayarak siyasi olarak da yönetemiyor, yönetilmek istemeyenler, her gün olmasa da sık sık sokakları dolduruyorlar; hükümet, Erdoğan binler, on binler, yüz binler tarafından protesto ediliyor diyelim. Bunları kanıtlayarak diyemiyorsak, hiç olmazsa, en azından nasıl bir sınıf düşmanı ile karşı karşıya olduğumuzun bilincine varalım. Sadece şu Afrin işgali sorunundan dolayı ABD’nin, Rusya’nın, İran’ın, NATO’nun ve AB’nin tavrı bu durumu açıklamak için yeter de artar bile. Ama biz bu gerçeği görmek istemiyoruz. Erdoğan’ı, yenemeyeceğimiz, tahtından edemeyeceğimiz, Sarayı’nı başına yıkamayacağımız bir gladyatör yapıyoruz! Veya onu böyle bir gladyatör yaptığımız için, dışımızdaki; devrimin öznelerinin dışındaki faktörlerin etkisiyle gideceğinin; bazen de ha gitti ha gidecek durumunda olduğunun hesabını yapıyoruz. Bütün “sol” olmasa da bunun hesabını yapanlar çok. 

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.