Aleksandra Kollontai ile iki röportaj
Yeni Ahlak (1930)
Redaktör: Sovyet Rusya’daki yeni ahlak ve ailenin geleceği hakkında bize bir şeyler söyleyebilir misiniz? Şimdiki aile yapısı daima var olacak mı, yoksa tolumun yeni sosyal ve ekonomik temelinin şimdiki aile yaşantısını köklü bir şekilde değiştireceğine mi inanıyorsunuz?
Kollontai: Aileden kalan hala nedir? Aile biriminin kendisi üretici olduğunda (örneğin kapitalist sistem altında bile şimdiki çiftçi aileler), genç nesillerin tek eğiticileri ebeveynleriyken, kentlerdeki hane halkları iktisadi gereklilikken, kısacası, toplum eski günlerde görüldüğü gibi aile fonksiyonlarını henüz üstlenmemişken aileler güçlüydü ve insanlık tarafından aileye ihtiyaç duyuluyordu.
Bugün bütün ülkeler, dünyadaki eski kavramıyla ailenin daha fazla gereksiz ve kullanışsız hale geldiği bir dönemden geçiyor. Toplum, devlet ve belediyeler çocukların eğitim ve öğretim sorumluluklarını üstleniyorlar. Belediyeler veya kooperatifler, çok sınırlı ve hatta özel niteliği olmayan hanelerin modern ihtiyaçlarına uygun konutlar inşa ediyor. Kadınlar giderek daha fazla iş dünyasının içine giriyor, maaşlı işlere katılıyor ve her türlü istihdama dâhil oluyor.
Eğer aile bağlarının azalması kapitalist devletlerde bile inkâr edilemez bir eğilimse, tamamen farklı bir iktisadi ve sosyal yapıya sahip Sovyetler Birliği’nde bu eğilim daha fazla vardır. Boşanmalar tüm dünyada çok yaygın hale geldi. Hala parmaklar sadece Sovyet Rusya’yı gösteriyor, çünkü bu ülke sadece parası olanlara değil, tüm evli çiftlere, çağdışı yasalardan ve kilise hükümlerinden dolayı diğer ülkelerde acı çektirmeye devam eden ikiyüzlülüğe son vermeleri için izin veren yasalara sahiptir. Bizler yeni bir psikoloji geliştirmeye çalışıyoruz. Cinsiyetler arasındaki ilişkiler, gerçek ve doğru yoldaşlığa dayanmalıdır. Biz cinsiyetler arasındaki özgür ilişkiyi savunuyoruz; bu ilişkiler iktisadi spekülasyonlara değil gerçek yoldaşlığa ve sevgiye dayanıyor. Fakat bu anne ve babaların çocuklarına karşı sorumluluklarını azaltmıyor. Sovyetler Birliği yasaları, nikâhsız evlilik hayatı ve böyle çiftlerin nikâhsız birlikte yaşaması hakkında çiftler arasında ayrım yapılmadığı konusunda açık ve nettir. Fakat yasa babadan çocuğuna nafaka ödemesini talep eder. Erkek, kadını ve çocuğu terk edemez. Erkek nafaka ödemeye mecburdur. Ve sadece yasalar değil, onun yaşadığı yerdeki halk, onun yoldaşları, çocuğa ve kadına karşı görevlerini yerine getirmesini ona dayatacaktır. Bu yasal baskıyı devam ettiren ahlaki bir baskıdır. Devlet, anneye ve çocuğa sosyal ve ekonomik yardım sunar, halk çocuğun eğitiminin belli başlı sorumluklarını üstlenir. Gençliğin bütünlüklü kültürel gelişimine rehberlik vazifesini üstlenen bir eğitsel ve sosyal kurumlar sistemi mevcuttur. Sovyetler Birliği’ndeki çocukların fiziksel ve ruhsal sağlığı toplumsal kontrol altındadır ve örgütlü bir şekilde bütün halk yetişen nesiller için manevi yükümlükleri üstlenir. “Sadece kendi çocuğuna değil, emekçi halkın bütün çocuklarına anne olmak” devrimin başından itibaren şiarımız oldu.
Fakat sosyal toplum, yetişen nesillerin yükünün karşılanması için finansal kaynak sağlayamadığı sürece, çocukların desteklenmesine katkıda bulunmak ebeveynlerin görevi olarak kalır. Erkeğin, yoldaşı olan kadını terk etmesi ve çocuklarının tüm iktisadi yükünü onun omuzlarına bırakması durumunda “eşitlik”ten bahsetmek kötü bir şaka gibidir. Biz bu manada “eşitliği” savunmuyoruz. Eşlerin aşkta ve evlilikte kendi sorumluluklarını üstlendikleri gerçek iyi yoldaşlığı savunuyoruz.
Redaktör: Fakat Sovyetler Birliği’ndeki bu hummalı tempo kadınları yaşama ve yaşamın yükümlülüklerine karşı daha sorumsuz yapmıyor mu?
Kollontai: “Sorumsuzluk” ile ne demek istiyorsunuz? Eğer, kadınların evdeki görevlerinden ve evden bahsediyorsanız, kadınlar şimdi kendilerini geri plana atan ve eşitsizliği destekleyen hayatın birçok gereksiz etmenlerini ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Özgürlüğün anlamı ne gevşeklik, ne tarafsızlık ne de sorumsuzluktur. Ev hayatının işe yaramaz angaryalarından kurtulmak, tümüyle kendini adamaktan kurtulmak, fakat hepsinden önce, gelişme amaçlı özgürlük. Bizim yeni sosyal sistemimiz milyonlarca kadına özgürlük veriyor, ancak kadınlar gerçekte evdeki kelepçelerinden kurtuluncaya kadar, bir kadın hiçbir zaman erkek kadar özgür olmayacaktır. Ancak biz hem kadınları hem de erkekleri eğitmeye, Sovyet Devletimizin dayanakları olan sosyalist esaslara göre onların yaşamlarını örgütlemeye çalışıyoruz.
Sovyet Kadını şahsi evine kendi yaşamının merkezi olarak bakmaz. Eğer kadın devlete ve topluma karşı yükümlülükleri ile şahsi evi arasında seçim yapmak zorunda kalsa, kesinlikle ikinci seçeneği bir kenara atacaktır, ilk seçeneği değil. Fakat amaç birisi şahsi eve sahip olduğunda birini ya da diğerini boşlamak değildir. Bizim sosyalist dünyamızın amacı, böyle çatışmalardan kaçınmak için, çeşitli toplumsal yöntemler geliştirerek kadının ev görevlerini sınırlamak ve usandırıcı zahmetli ev işlerinden kurtarmak, çocuklarını yetiştiren annelere yardımcı olmaktır. Sorun budur.
Fakat siz Sovyetler Birliği’nin kendi halkını sorumsuzluk duygusuyla eğittiğini düşünüyorsanız büyük bir yanlış içindesiniz. Bunun tam tersi yaşanıyor. Dünyadaki hiçbir ülkede sorumluluğa bu kadar fazla değer verilmez. Stalin’in son dâhice konuşmalarından birini ele alalım. Her şeyden önce devlete ve topluma karşı sorumluluk ve aynı zamanda kiminle bizatihi iletişim halindeyse ona karşı -sevdiğiniz kadına veya erkeğe karşı- sorumluluk.
Şunu söylemeliyim ki Sovyetler Birliği halkı öncesine göre çok daha fazla bilince sahiptir. İnsanlar toplumla ilişkilerini her zamankinden daha fazla düşünüyor. Ve onların sosyal sorumlukları azalmadı aksine arttı. (Bugün kadınlar, Sovyetler Birliği’nin doğu kesiminde ve çok uzak köylerde bile 14ünde veya 15inde evlenip çoluk çocuğa karışmıyor. Bugün kadınlar çocuk sahibi olma konusunda çok daha akılcı davranıyor.) Çarlık rejimi altında anneleri tarafından sokağa bırakılan çocuk sayısı dehşet vericiydi. Hayata karşı “sorumluluk” bu muydu? Bugün hem kadın hem de erkekler, çocuk yetiştirmede sorumluluğun büyük bir kısmını devletin üstlendiğini bilmelerine rağmen, çocuklarına karşı yükümlülüklerini unutmayacak şekilde eğitiliyorlar. Kadınlar bundan dolayı annelik yükümlülüklerini yerine getirebileceklerini hissedene kadar onları üstlenmekten kaçınmaya çalışıyorlar. Bu davranış kınanabilir mi?
Redaktör: Boşanmayı kolaylaştıran yasalar, evlilik hayatına uyum sağlama konusunda ciddi bir çaba göstermekten alıkoyan bir psikolojisi yaratmıyor mu kadında?
Kollontai: Eğer birliktelik diğer bağlarla -aşk ve yoldaşlık- bir arada tutulamamışsa, evlilik yasaları da asla gerçekte evliliği sürdürememiştir. Evliliklerin çoğunun yalnızca hoşgörüyle var olduğu ve alışkanlık nedeniyle ya da salt pratik veya ekonomik nedenlerle sürdürüldüğü diğer tüm ülkelerde böyle değil midir? Ve hala, siz bunu istatistiklerden görebilirsiniz, modern edebiyattan görebilirsiniz, dünyadaki tüm ülkeler boşanma çağını yaşıyorlar. Kapitalist rejim altında bile. Yine de parmaklar dünyada boşanmaya izin veren tek ülke Sovyetler Birliği’ymiş gibi onu gösteriyor. Fakat boşanma, zaten daha önceden söylediğim gibi, kadını ve erkeği çocuklarına karşı olan müşterek yükümlülüklerinden ya da iktisadi ve manevi görevlerinden kurtarmıyor. Eğer ahlaki görevlerini sadece tüm topluma karşı değil, birbirine karşı da (anne ve babaların çocuklarına, çocukların yaşlı veya hasta anne ve babalarına karşı) yüksekte tutan bir ülke varsa, işte o Sovyetler Birliği’dir.
Redaktör: Sovyet kadının birincil çıkarı nedir ya da ne olmalıdır? Bir erkeğe mi ya da devlete, topluma sevgisi mi?
Kollontai: Toplum ilk önce gelir. Sevgi? Hmm, evet. Sevgi kadının hayatında, tıpkı erkeğin hayatındaki gibi bir yere sahiptir. Yani bir kadın farklı ilgi alanlarına sahip olduğunda, sevdiği bir işi olduğunda, sevgi onun hayatını kontrol edemez. Ve eğer kadın aşktan dolayı hayal kırıklığına uğruyorsa –ki bu durum sık yaşanır- bir işi ve topluma karşı sorumlulukları varsa yıkılmaz. Bu yüzden biz Sovyet kadınları, ilk ve ebedi sevgimizi sosyalist topluma veririz; coşkumuz ve enerjimizle bunu büyütürüz ve bu bize özgür bir ruh olma ve üzerine titrediğimiz faydalı işler yapma fırsatını verir. Bu, geçmişin antik Havva’sından vazgeçmek ve kadını yarının daha iyi ve ilerici dünyasına uyum sağlamış kıymetli ve tam bir kişiliğe dönüştürmek için tek yoldur.
*Vladimir Chechentsev “Röportaj 1930 yılının ilk yarısında yapıldığından görüşü teyit etmek için Alexandra Kollontai’nin iki cümlesini yineliyorum.” diye yazıyor.
1. “Stalin’in son dâhice konuşmalarından birini ele alalım.”-1930’dan beri böyle Stalin takdirleri özgündür.
2. “Bu yüzden biz Sovyet kadınları, ilk ve ebedi sevgimizi sosyalist topluma veririz, coşkumuz ve enerjimizle bunu büyütürüz ve bu bize özgür bir ruh olma ve üzerine titrediğimiz faydalı işler yapma fırsatını verir.” Aynı zamanda 1936’dan bu yana Sovyet liderliği Sovyetler Birliğinde sosyalizm inşasını açıkça ilan etti. Stalin’in 25 Kasım 1936, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Anayasası Taslağı Üzerine raporunda: “… SSCB için başarılmış ve kazanılmış bir sosyalizm.”
Çeviri Revolutionary Democracy
Hiç yorum yok