PROPAGANDA NASIL YAPILMAZ VEYA DA NASIL YAPILMAMALI
İbrahim Okçuoğlu
Propaganda ve ajitasyon konusunda “sol”un (yelpazeyi geniş tutmak için “sol” diyorum) bir dizi eksikliklerinin olduğu tartışma götürmez. Bu eksiklikler içinde öne çıkan, birbirine bağlı olan iki konudur. Bunlardan birisi propaganda ve ajitasyonda yöntem sorunu, diğeri de gerçeklik ile gerçek olması istenilenin birbirine karıştırılmasıdır. Bu iki eksikliğe bir de “kime hitap ediyoruz” konusunda kafa karışıklığı eklenince ortaya çok vahim bir durum çıkıyor. Sonuçta, burjuva medyanın etkisinde kalınmış gibi hareket ediliyor ve gerçek durumla bağdaşmayan değerlendirmeler yapılabiliyor; olmasını istediğimizi sanki gerçekmiş, sanki olmuş gibi yazabiliyoruz. Bu değerlendirmeleri insanların okumasını ve bize inanmasını istiyoruz.
Propaganda ve ajitasyon konusunda “sol”un (yelpazeyi geniş tutmak için “sol” diyorum) bir dizi eksikliklerinin olduğu tartışma götürmez. Bu eksiklikler içinde öne çıkan, birbirine bağlı olan iki konudur. Bunlardan birisi propaganda ve ajitasyonda yöntem sorunu, diğeri de gerçeklik ile gerçek olması istenilenin birbirine karıştırılmasıdır. Bu iki eksikliğe bir de “kime hitap ediyoruz” konusunda kafa karışıklığı eklenince ortaya çok vahim bir durum çıkıyor. Sonuçta, burjuva medyanın etkisinde kalınmış gibi hareket ediliyor ve gerçek durumla bağdaşmayan değerlendirmeler yapılabiliyor; olmasını istediğimizi sanki gerçekmiş, sanki olmuş gibi yazabiliyoruz. Bu değerlendirmeleri insanların okumasını ve bize inanmasını istiyoruz.
Ayrıntı analizinde “sol”un bayağı bir gelişmişlik durumu var. Öyle ki, ayrıntı analizini diktatör Erdoğan'ı devirmeye kadar götürebiliyoruz. Komplo teorisine bulanmış anlayışlara bel bağlayacak duruma gelinmiş. Tam da bu noktada kendiliğindenciliğin önü alınamaz bir duruma geldiğini görüyoruz. Erdoğan yıkılıyor, ama kim yıkıyor, bu yıkma eyleminde bizim yerimiz ne soruları hep açıkta kalıyor.
Yedi düvelde ve memlekette ne kadar umutsuzluk aşılayan, doğrudan umutsuzluğu ifade eden; 'istiyoruz ama elimizden bir şey gelmiyoru' dillendiren mantıklı olmaktan yoksun düşünce ve komplo teorisi varsa sanki hepsi bir araya gelmiş, elele vermiş ve koro halinde olmadık harikalar yaratıyorlar. Açık söyleyeyim; “Proletaryanın gerçeğe ihtiyacı olduğunu” unutuyorlar, “iyi görünen, terbiyeli, dar görüşlü yalan” (Lenin) söylemekten, yazmaktan çekinmiyorlar. “Gerçekler yerine” kendi “fantezi”lerini (Engels) koyuyorlar. Şimdi bu harika değerlendirmeleri, “terbiyeli yalanları”, “fantezileri” birkaç başlık altında gösterelim.
Toplumsal çelişkiler analizi ve çıkartılan/çıkartılmayan sonuçlar:
Memlekette ne kadar etnik ve dinsel farklı topluluk varsa bunların, en azından belli başlı olanlarının -örneğin Kürt ulusunun ve Alevilerin- devletle olan ilişkilerinin/çelişkilerinin ayrıntılı analizini yapıyoruz. Peki, bu analizlerden hangi sonuçlar çıkartılıyor? Bu çelişkiler keskinleşecek ve sonuçta faşist diktatörlüğü zaafa uğratacak ve sistem yıkılacak. Doğrudan böyle denmese de böyle düşünmenin yolu açılıyor. Tamam, dinsel ve etnik farklılıktan kaynaklanan devletle ilişkilenişteki çelişkiler keskinleşebilir, öyle de oluyor, mevcut faşist ve sömürgeci sistemi zorlayabilir. İyi, güzel de sen ne yapıyorsun? Keskinleşen toplumsal çelişkileri örgütlü güce dönüştürmede rolün ne? Markist Leninist Komünistlerin dışında bunun cevabını veren yok. Kenarda duruyorlar, durum tespiti yapıyorlar. Herhalde sahada mücadele edenlerin kendilerine “bize önderlik yapın” önerisinde bulunacaklarını sanıyorlardır.
Etnik ve dinsel farklılıklardan kaynaklanan çelişkilerden devrim için yararlanmak gerekir. Ama bu farklı toplulukların devletle çelişkilerini analiz ettiğimiz kadar, bu toplulukların bileşiminin ezici çoğunluğunun nihayetinde emekçilerden ve işçilerden oluştuğunu da düşünerek işçi sınıfı ve emekçileri örgütleme diye tarihsel bir misyonumuzun olduğunu hatırlasak nasıl olur? Tamam, söz konusu çelişkileri analiz etmeye ve onlardan devrim için yararlanmaya çalışalım, ama başka bir şey için değilse de en azından tarihsel misyonumuz gereği şu etnik bakımdan Türklerden, Kürtlerden, Arapların, Çerkezlerden vs. ve dinsel bakımdan da Müslümanlardan, Hristiyanlardan, Alevilerden, Sünnilerden vs. oluşan işçi sınıfını sınıf olarak örgütleme çabası göstersek nasıl olur? Hani devrimi sınıflar yapıyor ve gerçekleştirmek istediğimiz devrim de işçi sınıfı ve emekçilerin eseri olacak ya!
“Sol”un, devrimci örgütlerin ve grupların sitelerine bir girin, bakın, ne türden bir kendiliğindenciliğin esiri olduğumuzu görürsünüz.
Ülkeler arası çelişkiler analizi ve çıkartılan/çıkartılmayan sonuçlar:
Suriye'de işgalcilikten bu yana; özellikle de Türkiye ile ABD ve AB arasındaki gerginliğin kimi konulardan çelişkiye dönüşmesinden bu yana “Sol”u değerlendirmelerine bir bakın. Ne görüyoruz? Emperyalist ülkeler Türkiye üzerine çullanacaklar; siyasi, ekonomik ve tabii ki de askeri ablukaya alarak bunaltacaklar ve Erdoğan gidecek! Bunun dışında bir iddia var mı?Yeneceğiz, sistemi yıkacağız, iktidarımızı kuracağız iddiası var mı? Yok. Ne var? Yapmamız gerekeni Batı'lı emperyalist ülkelerden bekleme durumumuz var. Türkiye'nin öncelikle Batı'lı emperyalist ülkelerle çelişkilerinden bu faşist, sömürgeci düzeni yıkmak için yararlanma iddiası yok. Diktatör Erdoğan'ın “Ey”lerini, temsil ettiği sınıfın değil de, kişinin “Ey”leri olarak anlıyoruz. Öyle ki, bilincimize yerleşmiş yanlış emperyalizm-bağımlı ülke anlayışını söküp atamıyoruz. Türk burjuvazisi, sermayesi, eskisi gibi bağımlılık olmaz, ilişkilerimizi gözden geçirmeliyiz diyor ve ona göre hareket ediyor, ama biz bunu “bağırıp-çağırma” olarak anlıyoruz. Bu burjuvazi, yeni bir ulusal güvenlik konzepti geliştiriyor ve uyguluyor, ama biz bu konseptin nelere mal olabileceğini; aslında ne anlama geldiğini düşünmüyor, analiz etmiyoruz vs.
Ekonomik durum analizi ve çıkartılan/çıkartılmayan sonuçlar:
“Evlere şenlik” bir durum. Ekonomi göstergelerinde olumsuza doğru bir kıpırdanma görmek ve hemen kriz patlak verdi demek için -herhalde herkesten önce demek için- birtakım ekonomi üstadı insan adeta 24 saat nöbet tutuyor. Ekonomiyi krizden hiç çıkartmayanlardan bahsetmiyorum. Onların bu konuda iflah olacak bir halleri zaten yok. Ama geçen Kasım-Aralık döneminde ekonomi üzerine yazılanları; yapılan değerlendirmeleri bir hatırlayalım. Hemen kriz patlattılar. Ne oldu? 2016 yılı itibariyle Türk ekonomisi sanayi üretimi bazından yüzde 1,9 ve GSYİH bazında da 2,9 oranında büyüdü. Krizin patlatıldığı 2016'nın son çeyreğin de ise ekonomi GSYİH bazında yüzde 3,5 ve sanayi üretimi bazında da 4,1 oranında büyüyor. Ekonomi hem büyümüş ve büyüyor hem de kriz içinde! Bu işin nasıl olduğunu bir açıklar mısınız?
Maddi değerlerin üretimi dışında ekonomik krizin bir ölçeği var mı? Marks yok diyor, Engels yok diyor, Lenin yok diyor, Stalin yok diyor, Marksist-leninist politik ekonomi yok diyor! Hatta aklı başında bir burjuva ekonomist bile yok der. Ama memlekette ekonomiden bihaber ekonomistler borsalardaki, döviz kurlarındaki hareketlenmeyi, sanayi üretimindeki bir düşüşü ekonomik krizi patlatmak için yeterli görürler.
Propaganda adına nelerin yapıldığına bir örnek daha verelim. Türkiye'de kapitalizmi teşhir etmek için bolca kullanılan iki argüman var: İnşat sektörü, bolca yol yapılıyor vs. İkincisi de üretmiyor ki ve buna bağlı olarak da bazen artı değeri yüksek olan ürün üretilmiyor. Tamam, bolca yol, köprü yapılıyor, “yandaş” inşat firmaları ihya ediliyor. Artı değeri yüksek olmayan ürünler üretiliyor. Bunlar doğru. Peki, Türkiye'de kapitalizmi teşhir etmek için üretmiyor diyebilir miyiz? İhracatının yüzde 90-95'i sanayi ürünlerinden oluşan bir ülke ürün satmıyor da ne satıyor? Bu iddia ile yapılan propaganda değildir, düpedüz bir “algı operasyonu”dur. Kapitalizmi teşhir adına düpedüz “terbiyeli yalan” söyleniyor.
Peki neden bolca yol ve köprü yapılıyor? İş olsun diye mi, yoksa “yandaş” firmaları ihya etmek için mi? Bir propagandacı bu konuda şunu düşünmelidir. Demek ki, Türkiye'de kapitalizm için mevcut kara, deniz ve hava ulaşımı yeterli değildir. Bu nedenle kapitalizmin gereksinimlerini (insan ve meta dolaşımı) karşılayabilmek için bu dolaşıma tekabül eden ulaşım ve komünikasyon ağları kurmak gerekmektedir. Bir ekonomistin, propagandacının cevabı bu olmalıdır. Ama böyle cevap verilirse bu sefer de Türkiye'de kapitalizmin bayağı gelişmiş olduğu, bayağı “yerli” bir sermayenin olduğu ve bu sermayenin rekabet gücünün olduğu gerçeği ortaya çıkmış ve kabul edilmiş olunur. İşte tam da bu gerçeği kabul etmemek için, yol-köprü “fantezi”leri geliştiriliyor. Bu konuda nesnel gerçekliği anlatması gereken propagandacı, ekonomist, nesnel gerçeklikten korkuyor! Neden korkuyor? Düşmanı küçümseme adına alışılagelmiş küçümsemenin gerçeği yansıtmadığını görmek istemiyor. Evet, evet, yıkmak istediği “yerli malı” kapitalizmin varlığından korkuyor. Çarpık emperyalizm-bağımlı ülke sendromundan kurtulamıyor. Bu, “sol”da bir hastalık halini almış.
Günümüz Türkiye'sinde 40-50 ene öncesinin kapitalizmini, neden olduğu ilişkilerini eleştirmekle bir yere varılmaz; öyle bir kapitalizm yok. Türkiye'de kapitalizm, mevcut gelişmişlik seviyesinde ele alınarak eleştirilebilir. Bu yapılmadığı için de, istenmeyerek de olsa sermayeye akıl hocalığı yapılmaktadır. Yol-köprü hikayesi akıl hocalığı hikayesidir. Hiç merak etmeyin; sermayenin ihtiyacı varsa, yol da, köprü de yapar. Önemli olan bunu neden yaptığını açıklamaktır. Propaganda budur.
Diğer taraftan, “yandaş” firmaların ihya edilmesi, dönen rüşvet, hırsızlık vb. de bu işler nasıl yapılıyor sorusunun bir cevabı olur.
Kriz şavırcılarına gelince. Sustular. Kendi kendini susturmak herhalde böyle oluyor. Bir dizi ağız dolusu laf ettiler; olmadığı söylediler; iddialı tespitlerde bulundular. Ne oldu şimdi? Söylediklerinin, yazıp çizdiklerinin beş paralık değerinin olmadığı; propaganda adına insanları yanlış yönlendirmeye çalıştıkları ortada. Buna gerek var mıydı? Ekonomi konusunda yorum, politik konularda farklı olarak, doğrudan somut verilere bağlıdır veya da somut veriler olmaksızın ekonominin seyri üzerine pek yorum yapılamaz. Hiç de doğrudan krize işaret eden göstergeler olmaksızın yapılan kriz tespiti, bu tespiti yapanları vurdu.
Şimdi ne olacak? Kriz patlatma hakkınızı kullandınız. Bu kriz önümüzdeki dönemde bir gün, diyelim ki 6 ay, bir sene veya da iki sene sonra mutlaka patlak verecek. O zaman ne diyeceksiniz? Biz 6 ay, bir sene, iki sene öncesinde bu krizin patlak vereceğini yazmıştık, tespit etmiştik mi diyeceksiniz? Evet, ne diyecek ve nasıl bir propaganda yapacaksınız?
Ekonomide kriz patlak verdi anlayışı tek başına kullanılsa anlarım, yanlış bir değerlendirme yapılmış derim. Ama beklenti başka. Batı'lı emperyalist ülkelerin, uluslararası sermayenin kıskacı altında krize giren ekonomi, sonuçta Erdoğan'ın gitmesini de beraberinde getirecektir. Esas umut bu. Erdoğan'ın gitmesi için ekonomik krize umut bağlanıyor. “Zafer” elde etmenin en kolay yolu bu olsa gerek!
Ortadoğu (Suriye ağırlıklı) analizi ve çıkartılan/çıkartılmayan sonuçlar:
Türk burjuvazisini en çok, en ağır biçimde Suriye politikasında “yendik”. Suriye politikası iflas etti dedik ve orada kaldık. İflasın adı şimdilerde daha sık kullanılan “yenildi” oldu. Tamam, burjuvazinin Suriye politikası iflas etti. Burası doğru, ama nasıl yenildiğini, kim tarafından yenilgiye uğratıldığını bir türlü anlayamadım. Yenildi diyoruz, ama Türkiye'siz bir adım atılamıyor, ne ABD atabiliyor ne de Rusya atabiliyor. Astana'da Suriye sorununa siyasi çözüm getirmek için kurulan masanın bir ucunda Türkiye oturuyor. Cenevre görüşmeleri Türkiye'siz olmuyor, ama Türkiye; Suriye'de yenildi demekten kendimizi alamıyoruz. Ortadoğu'da geçerli olan bir ikilem vardır: Ya masada yer alırsın ya da menüde. “Sol” Türkiye'yi hep menü listesine alıyor, ama o hep masada oturuyor. Burada bir yanlışlık olmalı. Gerçeklik ile öznel istek yer değiştiriyor. Somut durumun somut analizini yapmıyoruz veya da yaptığımızı sanıyoruz; somut durumun somut analizi yerine olması gerektiğini düşündüğümüzü koyuyor ve güya derin değerlendirme yapmış oluyoruz. Açık ki, gerçeklikle aramızda büyük bir mesafe var.
Şu durumu/ilişkileri gerçekten anlayamıyorum: Türkiye,ABD ve Rusya Ortadoğu'nun, somutta da Suriye ve Irak'ın geleceği üzerine birbirleriyle sürekli görüşüyorlar.
Sormazlar mı, bu ne menem bir yenilgidir ki, yenenler ve yenilen, yenmenin ve yenilginin nedeni olan sorunlar üzerine tartışıyorlar?
Neden şöyle düşünmüyoruz veya da düşünemiyoruz: ABD ve Rusya dünya hakimiyeti için jeopolitika geliştirme yeteneğine sahip iki emperyalist ülke ve bunlar Ortadoğu'da, somutta da Suriye'de karşı karşıya geldiler. Bu dar alandaki hal ve eyleyişleri bölgesel güçlere veya diğer emperyalist ülkelere şu mesajı veriyor: Burada sorun bizim çıkarlarımıza göre çözülür. Buna uymak zorundasınız, aksi taktirde dışlanırsınız. Türk burjuvazisi bu mesajı aldı ve ona göre hareket ediyor.
Suriye'de günlük değişen politikalar karşısında sahada var olan her güç bir biçimde U dönüşü yapmaktadır; her güç, U dönüşünü diğerinin hal ve hareketine göre düzenliyor. Türk burjuvazisi bunu da öğrendi.
Jeopolitik ve stratejik formatlar farklı olunca çıkar kapsamı ve talepler de ona göre değişiyor, dikkate alınıyor veya alınmıyor. Bu anlamda Türk burjuvazisinin Rus ve Amerikan burjuvazisinden alacağı daha çok ders var.
Türk burjuvazisi, Suriye somutunda ABD ve Rusya'nın kendisine jeopolitik format atıklarını anladı. Bu nedenle El Bab sonrasında susmaya başladı. Gücünün yetmediğinden değil, jeopolitik formatla susturulduğundan dolayı. Oysa biz yenildiğinden bahsediyoruz.
“Baş” düşman Türkiye'nin yenilgisini istemekle gerçek durum arasında büyük bir farkın olduğunu görmek ve ona göre hareket etmek zorundayız. Gerçek durum, her zaman istediğimiz gibi olmuyor. Bunu görmeden, bu farkın farkında olmadan nasıl yol alabiliriz?
Gerçek durumu farklı göstermenin sınıf mücadelesine ne türden bir katkısı olabilir? Soruna biraz da bu açıdan baksak; şu yenmek istediğimiz sınıf düşmanının daha yakından analiz etsek nasıl olur?
Birçok değerlendirmede propaganda ve ajitasyon ile “algı” oluşturmanın birbirine karıştırıldığını ne yazık ki görmekteyiz. Gerçek hoşumuza gitmeyebilir, ama görevimiz, “terbiyeli yalan” söylemek, “gerçeğin yerine” doğrudan öznelliğin ifadesi olan “fantezi”leri koymak değil, gerçeği analiz etmek olmalıdır. Nihayetinde her bir örgütün iddiası kendine biçtiği tarihi misyonu yerine getirmektir. Bu misyon da devrimdir. Bu sistem ancak ve ancak bu yolla yıkılabilir. Bazen, diktatör Erdoğan'ın belli bir sınıfın; Türk burjuvazisinin ve sermayesinin baş siyasi temsilcisi olduğu unutuluyor ve Erdoğan'ı devirmekle sonuç alınacağı sanılıyor. Sorun bununla da sınırlı değil. Erdoğan'ı devirme eyleminin neresinde durduğumuzu kendimize sormuyoruz. Yukarıda belirttiğim gibi başka güçlerden ve gelişmelerden adeta medet umuluyor. Propaganda ve ajitasyon adına nesnel gerçeklik analiz edilmiyor ve bu gerçeklikten sonuçlar çıkartılmıyor. Propaganda ve ajitasyon, hitap ettiğimiz kitleleri; bu durumda işçi sınıfı ve emekçi yığınları bilinçlendirme, harekete geçirme ve örgütleme amaçlı olmalıdır. Ama “Sol”un çoğu kez yaptığı, yapmaması gerekendir. Propaganda ve ajitasyon adına eyleyişimiz, propaganda ve ajitasyon nasıl yapılmamalıya örnek oluşturmaktadır. “Sol”un tarihi misyonu “algı” işleriyle uğraşmak olamaz?
Nasıl propaganda yapılmalı ve yapılmamalı konusunda Marksist-Leninist öğreti bilinmiyor değil.
Bu bağlamda “Sınıf Pusulası”nın 6. sayısında (Mart-Nisan 2000) yayımlanan “Propagandacıya Notlar 1” ve “Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Proleter Gazetecilik” ve 7. sayısında (Mayıs-Haziran 2000) yayımlanan “Propagandacıya Notlar 2” makalelerini özetliyorum (Yazıların tamamını, bu dergiyi ve diğerlerini -Proleter Doğrultu, Sınıf Pusulası, Teoride Doğrultu, Marksist Teori, Sosyalist Kadın- https://teorikdergiler.wordpress.com/ adresinde bulabilirsiniz).
PROPAGANDACIYA NOTLAR (I)
I- PROPAGANDA VE PROPAGANDACININ BAZI ÖZELLİKLERİ
1- Parti propagandasının Temel İlkeleri ve Görevleri
...
1.2- Marksist-Leninist Propagandanın Amaç ve Görevleri
Burjuva propaganda hakim sınıfların çıkarlarını dile getirir. Bu propagandanın temel görevi, gerçek durumu çarpıtmak, işçi sınıfı ve emekçileri, bir bütün olarak geniş yığınları kandırmak, yığınların dikkatini, kapitalizmin, mevcut sistemin neden olduğu sorunlardan uzaklaştırmak ve özellikle medya (TV, gazete vs.) vasıtasıyla yalan-yanlış haberlerle, yoz kültürle kendine yabancılaştırmaktır. Burjuva propaganda, kapitalizmi ebedi kılan ve kutsayan; işçi sınıfı ve emekçi yığınları ücretli kölelik rejiminde umutsuz, çaresiz ve sürü kalmaya mahkum eden propagandadır. İşçi sınıfı ve emekçi yığınların uyanışı ve kurtuluşu doğrultusundaki her çıkışı, girişimi ve mücadelesini kırmayı, söndürmeyi ve sindirmeyi hedefleyen bir ideolojik kuşatma ve yanılsama faaliyetidir.
Komünist propaganda ise bilimsellikten asla ve asla kopmaz. Çünkü devrimci propaganda diyalektik materyalist yönteme, nesnelliğe, gerçeğe dayanan propagandadır. Propagandanın amacı, hitap edilen yığınları eğitmek, onları sosyalist öğretiyle donatmaktır. Onları, mevcut sömürü düzeninin neden yıkılması gerektiği ve neden sosyalizmin kaçınılmaz olduğu konusunda bilinçlendirmektir. Komünist propaganda işçi sınıfı ve emekçi yığınları sosyalist siyasal düşünce ve ideolojinin etkisine çekmeyi, işçileri sınıf bilinçli yapmayı, ücretli kölelik düzeninde kurtuluşun tarihsel bir zorunluk olduğunu, sosyalizmin çekiciliği, teorik öngörüsü ve pratiğini kavratmayı hedefler.
İşçi sınıfının toplumsal üretimdeki ve tarihsel ilerlemedeki yerini, statüsünü; en devrimci sınıf olarak sömürüsüz ve sınıfsız bir dünyaya gidişte başı çekeceğini inandırıcı ve ikna edici tarzda ortaya koyar.
Bilinç konusunda propagandacı, iki noktayı faaliyetinde asla göz ardı etmemelidir: Günlük bilinç ve kendiliğindecilik, bilimsel bilinç ve teorik kavrayış. Günlük bilinç, çevremizdeki süreç ve görünümlerin beynimize yansımasıdır. Günlük bilinçle görünen, olan-biten, yaşanan olaylara tepki duyar veya olumlarız. Ama bu asla yeterli değildir. Çünkü burjuva propaganda, birçok gelenek, eğilim ve alışkanlıklar günlük bilinci etkiler. Günlük bilinç, en fazlasıyla kendiliğindenciliğe eş düşer. Günlük bilinç veya kendiliğindencilik, olayların ve süreçlerin, görünüm ve gelişmelerin sistematik bir yorumuna, derinleşmeye, temelden kavramaya ve sınıfsal açıdan analiz yapmaya asla yetmez. Bu bilinçle somut durumun somut analizi yapılamaz.
Teoriyi bilim olarak ele alma ve derinleşme, doğa ve toplum hakkında sistematik bilgi edinme, sınıf mücadelesinin sorunlarına Marksist-Leninist teori ışığında yaklaşma sonuçta bizi teorik bilinçlenmeye götürecektir.
Bu bilinçlenme farklılığından dolayı propagandacı, kimlere, hangi bilinç seviyesinde olanlara hitap ettiğini "üç aşağı-beş yukarı" bilmek zorundadır. Şüphesiz her iki bilinçlenme arasında Çin Seddi yoktur. Teorik bilinçlenmenin çıkış noktası, şüphesiz ki günlük bilinçtir. İnsanı olduğu gibi ele almak, onu sahip olduğu günlük bilinçle ele almak demektir.
Bilinçlendirmek, propagandacının temel görevidir. Bilinçlendirmek için propagandacı, gerçeğin nesnel analizini yapmak zorundadır. Gerçekliğin nesnel analizi, genel konuşmayı, kahrolsunu, yaşasını, yüzeyselliği dışlar. Bilimsel inandırıcılığı, iknayı, gerçeği esas alır. Propagandacı gerçekliği, bütün çıplaklığıyla; çelişkileri ve karmaşıklığıyla anlatmasını ve hitap ettiği kitleyi adeta büyülemesini bilir, becerir. Bunu yapabilmek için propagandacının diyalektik yönteme mutlaka hakim olması gerekir. Doğada ve toplumda yasaların nesnel olduğunu kavramadan, toplumsal gelişme yasalarını kavramadan devrimin mantığı ortaya konulamaz, devrimin gerçekleşebilirliğinin açıklanması, devrimci teorinin propagandası yapılamaz. Propagandacı, teorik inceleme ve irdeleme, teorik analiz ve üretimle kendini yenilemek, donatmak zorundadır.
1.3- Propagandacı, Devrimci Teorinin Katışıksızlığı İçin Mücadele Eder
Propagandacı Marks, Engels, Lenin ve Stalin'in eserlerini ve pratik mücadele tecrübelerini devrimci teorinin katışıksızlığı açısından da incelemelidir. Onlar, diyalektik-materyalist dünya görüşünü burjuva ideolojisine, revizyonizme, oportünizme vs. karşı tavizsiz mücadele ile geliştirmişlerdir. Devrimci teorinin katışıksız savunulması ve geliştirilmesi, Lenin'in dediği gibi, "sosyal görünümler, gelişmeler, olgular üzerine görüşler gerçek gelişmenin ve gerçekliğin (açSP) amansız nesnel analizine dayanmalıdır” (Bkz. Lenin; C.2, s. 544- "Hangi Mirastan Vazgeçmeliyiz?"). “Gerçek gelişme”nin analizine dayanmayan görüşler, teorik ve siyasi öngörüler, sonuçlar ve yargılar, “gerçek gelişme”nin hareketine yanlış, çarpık ve karşılığı olmayan müdahaleleri de gündeme getirir. Ve aynı zamanda, pratikte kanıtı farklı olunca, propagandacıya ve partiye güveni de sarsar.
Propagandacı, Marksist ideolojik mücadele cephesinin en önünde, ön siperde yer alan savaşçıdır. O, her türden anti-marksist düşünceye karşı mücadele yolunu açar, hedef gösterir. Teorinin katışıksızlığını koruyamayan/savunamayan bir propagandacı, farkına varmadan devrimci teoriyi "sulandırır", burjuvazi ve küçük burjuvazi için kabul edilir seviyeye indirger. Böyle bir propagandacı, sonuçta yığınların yanlış bilinçlenmesine neden olur. Çarpık bir bilinçlenme, günün görevlerine doğru çözümler üretemez. Politikaya Marksist-Leninist bir ideolojik renk ve ruh kazandıramaz.
1.4- Propagandacı Gerçeğe Sadık Kalır
Lenin, "III. Enternasyonal'in Görevleri Üzerine" makalesinde şöyle der:
"Proletaryanın gerçeğe ihtiyacı vardır ve onun davası için hiçbir şey, iyi görünen, terbiyeli, dar görüşlü yalan kadar zararlı değildir" (C.29, s. 493).
Bunun anlamı açık: Propaganda adına, iyi niyetle de olsa yalan söylemek, yalanla insanların, çevrenin/tabanın duygularını sömürmek davaya zarar verir. Siyasal mücadeledeki savaş hilelerini, düşmana karşı psikolojik mücadeleyi yığınlara yönelik devrimci propagandanın kapsamına dahil edemeyiz. Proletarya “terbiyeli yalan”a ihtiyaç duymaz; çünkü proletaryanın sosyalist öğretisi, maddi toplumsal gerçeğe, sınıf hareketi ve mücadelesine dayanan bilimsel bir teoridir. Ve kapitalizmin hastalıkları ve kötülüklerinin anası özel mülkiyetin her türüne karşıdır, adaletsizliğe ve her türlü baskıya karşıdır. Bunun kadar haklı, meşru ve insani ne olabilir ki? Her proletarya devrimcisi bir avuç kapitalistin dışında toplumdaki her bireye, kapitalizmin barbarlığına karşı, sosyalizmin kurtuluş olacağını propaganda etmeye yeterli argüman, teori ve pratiğe sahip olabilir. “Terbiyeli yalan” aynı zamanda sermaye ve faşizmin eline fırsatlar, istismar konuları da verir.
Marmara depremi döneminde; devlet bir şey yapmıyor demek propaganda değildir. Ama devlet yapılması gerekeni yapmıyor, yapmaya niyeti yok demek propagandadır. Çünkü devlet, bir şeyler yapmaya çalışmıştır. Propagandacı, yapılanın rezalet olduğunu hedef almalıdır. Çünkü depremi yaşayan yığınlar, devletin bir şeyler yaptığını, ama yeterli yapmadığını, bunu Gölcük Donanması’na ve belli çevrelere yaptığını biliyor.
Propagandacı, gerçeğe sadık kalmak zorundadır. Gerçeğe sadık kalmak, konunun içerik zenginliği, propagandacının anlatım ve yazım yeteneği, stili, yığınların etkilenmesini, evet büyülenmesini sağlar ve devrimci teoriye devasa güç kazandırır. O halde propagandacı, bu konuda da Lenin'i izlemelidir. Propagandacı, kullandığı kavramın hakkını vermelidir. Kavram, ifade ettiği içerikle aynılaşmalıdır.
Propagandacı, yığınlar nezdinde ve de burjuvazi nezdinde partinin aklı ve aynasıdır. Onun, yazılı ve sözlü faaliyeti, yani propagandası, sayısız göz ve kulak tarafından görülür ve duyulur. Propagandacı bunun bilincinde olmak zorundadır ve propaganda da taraflılığını, şüphe bırakmayacak açıklıkta ortaya koymalıdır. O, taraflılığın ve bilimselliğin birliğini sağladığında hitap ettiği kitlenin devrimci teoriyle eğitilmesine ve donatılmasına katkıda bulunmuş olur. Bunun dışında
kalırsa yapılanın etkisi ancak saman alevinin etkisi kadar olur.
Lenin şöyle der: “Taraflılık, aynı zamanda, siyasi gelişmenin koşulu ve ölçeğidir. Söz konusu yığınlar veya sınıf, siyasi bakımdan ne kadar gelişmiş, eğitilmiş ve bilinçlenmiş ise onun taraflı gelişmesi de o denli yüksek olur” (Bkz. C.24, s. 511).
Öyleyse, önce propagandacı kesin, sarsılmaz taraflı olmalıdır; yani devrimci teoriyi katışıksız savunacak derecede kavramış olmalı ki, yığınların taraflı olmasına, sınıf bilinçlenmesine katkıda bulunabilsin.
Propagandacı Lenin'in şu sözlerini kendine bayrak edinmelidir:
"Sosyal demokrasi, sürekli ve durmaksızın, işçi hareketinin nüfuzunu modern toplumun siyasi ve toplumsal yaşamının bütün alanlarına yaymalıdır. O, sadece, işçilerin iktisadi mücadelesini değil, bilakis proletaryanın siyasi mücadelesini de yönetmelidir. Nihai hedefimizi bir dakika da olsa gözden kaybetmemelidir. Sürekli, proleter ideolojinin, bilimsel sosyalizm öğretisinin, yaniMarksizmin propagandasını yapmalı, onu çarpıtmalardan korumalı ve geliştirmelidir. Hangi moda ve parlak görünüme bürünmüş olursa olsun burjuva ideolojisinin her rengine karşı yorulmaz bir şekilde mücadele etmeliyiz" (C. 5, s. 350,"Politik Ajitasyon ve Sınıfsal Duruş").
Komünist partisi, propaganda ve ajitasyonunda sosyalist bir bakış açısı ve perspektife sahiptir. Küçük burjuva devrimciliğinin propaganda ve ajitasyonundan temelde farklıdır. Bu farkın silikleşmesine izin verilemez. Hiçbir “moda” ya da konjonktürel ideolojik görünüm ve siyasal eğilimler komünistleri ilkelere bağlı politik faaliyet yürütmeden, nihai hedefe bağlı propaganda yapmaktan alıkoyamaz.
1.5- Propagandacı, Teori ile Pratiğin Bağını Kurmak Zorundadır
Marksist-Leninist teori, toplumsal pratiğin genelleştirilmesi temelinde yükselir, pratiğin yolunu aydınlatır, ona yön verir. Marksist teori toplumsal yaşamın, pratiğin, toplumsal gelişme yasalarının formülasyonudur; teori pratikten çıkar. Pratik, partinin veya yığınların, somut, amaçlı faaliyetidir. Bu faaliyet sınıf mücadelesinin, toplumsal yaşamın her alanında sürdürülür. Bu iki kavram arasındaki bağ, tali bir sorun değil, komünist partinin mücadelesinin yaşamsal bir sorunudur. Bu, kendini somut durumun somut analizinde gösterir. Bu kendini, yadsımanın yadsınmasında, zıtların birliği ve mücadelesinde ve nicel değişimlerin nitel değişimlere, nitel değişimlerin de nicel değişimlere dönüşmesinde gösterir. Marksist diyalektik yöntemi kavramak ve kullanmak, teori ve pratik arasındaki bağı kavramak anlamına gelir. Ancak ve ancak teoriyi somut koşullara uygulayan, yani pratikleştiren ve bu pratikleştirmeden yeni teorik sonuçlar çıkartabilen bir parti, Marksist teoriyi kılavuz olarak kavrayan ve gerçeği, somut durumu genel formülasyonlarla açıklamayan bir parti, komünist partisi olabilir.
Marksist teori, Türkiye'de üretim ilişkilerinin ve toplumu belirleyen temel sınıfların, bunlardan hangisinin hakim sınıf olduğunu, hangisinin geleceği temsil ettiğini somutlaştıramaz. Ama bunların somutlaştırılması için bize yol gösterir. Bu yolu bulabilmek bizim görevimizdir. Bu görev, teorinin pratiğe uygulanması ve pratikten çıkartılan sonuçlarla teorinin yeniden geliştirilmesi ve zenginleştirilmesidir.
Propagandacı bunu bilmek, teori ile pratik arasındaki diyalektik bağı kavramak zorundadır. Propagandacı, Marksist teori budur, pratik de budur diye propaganda yapamaz. Propagandacı, teori ve pratiği bütünlüklü olarak vermelidir. Dinleyen veya okuyan neden, niçin sorularının cevabını almalıdır.
Propagandacı bu konuda Engels'in şu sözünü unutmamalıdır:
"Bilimin her alanında, tarih biliminde olduğu gibi doğa biliminde de, var olan olgulardan hareket edilmesi...o halde...iç bağlantıların gerçekler içinde inşa edilmeyip, onların içerisinde keşfedilmesi gerektiği, keşfedilince de mümkün olduğu kadar deneylerle doğrulanması gerektiği noktalarında aynı düşüncedeyiz" (Marks-Engels C. 20, s. 334, "Doğanın Diyalektiği").
Engels, gerçeklik üzerine fantezi yapmayalım diyor. Gerçekliğin içinde “iç bağlantı”lar kurmayalım, aksine gerçeği oluşturan iç bağlantıları, yasaları keşfedelim diyor.
Bunu bir başka biçimde somutlaştıralım: Maocuların devrim anlayışı Türkiye gerçeğinden hareketle mi tespit edilmiş? Hayır. Bu arkadaşlar, gerçeği teorilerine uydurmuyorlar. Gerçeği, teorik olarak görmek istedikleri gibi görmeye çalışıyorlar. Bunun adı sübjektivizmdir ve sonuçları bazen, Maocularda olduğu gibi, komik de oluyor.
Marksist diyalektik yöntem ışığında teorimizi pratikte bulabilmeliyiz, bunu doğrulamalıyız. Ancak bu şekilde hitap ettiğimiz yığınları devrimci mücadeleye kazanabiliriz, teorimizin maddi güce dönüşmesini sağlayabiliriz. Ancak böyle bir durumda pratik politikan, taktik ve sloganının karşılığını bulur, çağrıların kitlelerden yanıt alır.
Stalin’in belirttiği gibi, “teori, devrimci pratik ile çözülmez bir bağlılık halinde gelişince, işçi hareketinin büyük bir gücü haline gelebilir.” O halde, teori, devrimci pratiğin, örgütlenmenin, savaşımın yolunu aydınlatmada, tıkanmışlığı aşmada, sorunları aşmada çözücü olmalıdır. Sosyalist öğretinin çekiciliği, onun bilimselliği, devrimciliği ve toplumsal gerçekliğe dayanıyor olmasından ileri gelir.
2- Propagandanın Etkisinin Ölçüleri
Lenin, "Yoldaş Plehanov Sosyal Demokrasinin Taktiği Üzerine Nasıl Değerlendirme Yapıyor" makalesinde şöyle der: "Sosyal demokrasinin bütün politikası, halk kitlesinin gelecekte gideceği yolu aydınlatmaktır. Marksist meşalemizi yükseklerde tutuyoruz ve her bir sınıfın her adımında, her siyasi ve iktisadi olayda yaşamın öğretimizi onayladığını gösteriyoruz" (C. 10, s. 480, aç-SP)
Komünist parti, bu ilkeye göre hareket etmelidir ve propagandacı, etkili propaganda yapabilmek için bu ilkeyi kavramalıdır. Pratik ve yaşam, teorik ve politik öngörülerimizi doğrulamalı,propagandanın içeriği, kapsamı ve yönteminin isabetliliğini kanıtlamalıdır. Bu ilke, yığınların devrimci hareketinin yolunun aydınlatılmasını, yığınların bu devrimci harekete katılmalarını ön koşul yapar. Propagandacı ordusuna sahip bir partinin propagandasının etkisi, yığınlarla bağında görülür. Ama parti, propaganda faaliyetini hiçbir zaman yığınların aydınlatılmasıyla sınırlandırmaz. Mücadeleye çekilen, yolu aydınlatılan her yeni kitle, partiyi daha kapsamlı, daha derin propaganda görevleriyle ve bu görevlerin üstesinden gelecek propagandacıları yetiştirmek sorunuyla karşı karşıya bırakır.
Propagandanın etkisi kendini, her şeyden önce, yüksek ideolojik seviyede hitap edilen kitlenin (işçi sınıfı ve emekçiler) bilincinde, onların, toplumsal yaşamın, toplumsal gelişmenin bütün görünümlerini Marksist teoriye göre değerlendirmelerinde bulur. Propaganda, gerçekten kaliteliyse, bilimsel seviye yüksekse bu sonuçlar alınır.
Bilimsel seviyeli propaganda yapmak veya anlaşılır olmak adına, özellikle propaganda faaliyetinde görülen iki uca düşmemek gerekir. Bu uç noktalardan birisi soyut teori sevdasıdır. Soyut teoriyi, onu anlatmaya düşkün olan propagandacı, pratiği, yaşamı, teorinin pratikle bağını ve insanların günlük sorunlarını unutmuş olan propagandacıdır. Böyle bir propagandacının, grev yapan işçilere hitap ettiğini düşünün! Bir sendika toplantısında veya semt sorunlarının ele alındığı toplantıda propagandacının, propaganda adına, somut sorunları bir kenara bırakıp doğa olaylarını, devrimi derin teoriyle açıkladığını düşünün! Her iki durumda da parti kaybeder, propaganda amaca hizmet etmez.
Propaganda salt teori veya hitap edilen kitlenin düşük bilinç seviyesinden hareketle salt pratikçilik tarzında da yapılmaz. Salt teorinin ve salt pratiğin propagandasını yapmak, teori ve pratiği birbirinden kopuk olarak ele almak anlamına gelir. Birinci durumda teori, özgün sorun konumuna getirilir ve propaganda yaşamdan/pratikten kopartılır. Tam da bu nedenden dolayı Lenin, siyasi çizginin yaşama geçirilmesini sadece onun; bu çizginin doğruluğunda değil, aynı zamanda "en geniş yığınların bu (çizginin) doğruluğuna kendi tecrübeleriyle ikna olmaları" gerektiğini de koşul yapar der (Bkz. C.31, s. 9 ).
İkinci durumda ise teoriyi önemsememe, küçümseme, bu alandaki eksikliği pratiği önplana çıkartarak kapatma söz konusudur. Bu durumda pratik faaliyete faydacı yaklaşım, her şeyi pratikle açıklama kaçınılmazdır. Böyle bir ortamda teori dogmalaşır, körleşir ve hatta alay konusu bile olabilir. Böyle bir yaklaşım ile teorinin çözücü, ön açıcı ve aydınlatıcı gücünden yoksun olunur. El yordamıyla yürünür.
2.1- Propagandacı Burjuva İdeolojiye Karşı Uzlaşmazdır
Komünist partinin, tek tek üyelerinin ve tabii ki bu arada propagandacının da burjuva ideolojisine ne kadar açık olup olmadığı ideolojik kavrayış ve sağlamlığa bağlıdır. Bu anlamda ideolojik sağlamlık ve seviye, Marksizm-Leninizme düşman ideolojiye; burjuva ideolojisine karşı uzlaşmaz duruşla sıkı bağ içindedir. Burjuva toplum içinde yaşayarak bu topluma ve ideolojisine karşı tümüyle bağışıklık kazanmak olanaksızdır. Birey, ne kadar dirense de bir şekilde burjuva etkilere açıktır. Buna karşın parti kendi yaşam tarzını geliştirir. Evet, burjuva yaşam tarzı içinde ama o yaşam tarzına karşı yaşam tarzı. Yeni insan bu tarz içinde gelişir. Parti, var olduğu her yerde ve her koşul altında, hangi görünümde olursa olsun burjuva ideolojisine karşı gerçek bağışıklığı sürekli ve sürekli üretmek zorundadır. Burjuva ideolojisine karşı mücadelede propagandaya bu perspektifle yaklaşılmalıdır. Propagandacı, hitap edilen kitlenin pratik tecrübesiyle, edindiği teorik bilgiyi pratikte sınamasıyla belli düşüncelerin doğruluğuna inanacağından; Marksist teoriyle donanacağından ve hangi biçimde olursa olsun burjuva ideolojiyi tanıyabileceğinden ve ancak bununla o ideolojiye karşı bilimsel ve uzlaşmaz tavır alabileceğinden hareket etmelidir.
2.2- Propagandacı Bağımsız Düşünmeyi Teşvik Eder
Bu alandaki zorluk, özellikle yazılı propagandada söz konusudur. Yazılı propagandada çoğu kez, propagandanın etkisi ile insanları, bağımsız düşünmeleri için eğitme, onların şu veya bu sorunu analiz etme yeteneğine ulaştırılmaları görevinin sıkı bağı unutuluyor veya önemsenmiyor. Bu bağa en azından sözde dikkat çekilse de pratikte unutuluyor. Birçok yazıda devrimci teori, Marksist-Leninist ilkeler, hazır bir şekilde sunuluyor. Okuyana ezberlemekten başka bir iş kalmıyor. Hazır, "paketlenmiş" sonuçlandırmalar, hiçbir şekilde, hiçbir somut duruma uygulanamazlar. Bu durumda hazır sonuçlandırma, kaçınılmaz olarak dogmaya dönüşür ve ezberlenir.
Lenin, "Uzaktan Mektuplar"ının ilkinde şöyle der:
"Marks ve Engels, ezbere öğrenilen ve yinelenen, olsa olsa tarihsel sürecin her evresinin, somutiktisadi ve siyasi durumuyla zorunlu olarak değişen genel hedefleri gösterebilen ‘formüller’ ile haklı olarak alay ederek, her zaman, ‘bizim öğretimiz bir doğma değil, bilakis bir eylem kılavuzudur' demişlerdir" (C.24, s. 25).
Sonuçları, genel formülasyonları ezberleyen kişi, bunları, zihinsel gelişmesi ve yorumlama yeteneğini geliştirmesi için kullanamaz. Hegel, “gerçek, ona götüren yol olmaksızın bir cesettir”der ve Marks, Hegel'in bu sözüne katılır. Propagandacı, ele aldığı konunun açıklanmasında hitap ettiği kitleye muhakeme yapma, düşünme, gerçeğe giden yolu görebilme olanağını tanımalıdır. Propagandacı, öyle yazmalı ve anlatmalıdır ki, hitap ettiği kitle düşünmek zorunda kalsın.
2.3- Propaganda ve İçerik
Propagandanın ne denli etkili olup olmadığı onun içeriğine, örgütlenmesinin ve yönetiminin biçim ve yöntemlerine bağlıdır. Burjuvazi bütün iletişim organlarını, her türlü olanak ve araçları kullanarak burjuva ideologların teorileriyle ele alınan konunun içeriğini kendi sınıfsal çıkarına yarayacak bir şekilde lanse eder. Yani propagandanın yönetim ve örgütlenmesinin yöntem ve biçimini istediği gibi değiştirir. Bunun, literatürdeki adı manipülasyondur, çarpıtmadır.
Komünist parti, ideolojisinin içeriğini, Marksist-Leninist teoriyi maniple ederek/çarpıtarak lanse etmez. Komünist parti, propagandanın maniple edilmesine ilkesel olarak karşıdır. Marksizm-Leninizmin, bu ideolojinin içeriğinin manipülasyona ihtiyacı yoktur. Bu ideoloji, işçi sınıfının ve emekçi yığınların öz sınıfsal çıkarlarını ifade eder. Bu nedenden dolayı, Marksizm-Leninizmin en iyi propaganda yöntemi, onun içeriğini olduğu gibi sergilemektir. Burjuvazi, hakimiyetini sürdürmek için, devletin tarafsızlığından başlayarak her türlü baskısını, sömürüsünü, pisliğini ve ahlaksızlığını geniş yığınlar nezdinde gizlemek için manipülasyona başvurur, Marksist teorinin ise buna ihtiyacı yoktur. Çünkü yığınlardan gizli olan bir yönü yoktur. Siyasal ve toplumsal olguları, görüngüleri açıklayacak diyalektik materyalist yöntem silahına, sosyalist teorinin gücüne sahiptir.
Ama buna rağmen, geniş yığınların bilincini etkilemek için, güçlü propaganda için başvurulan kimi yöntem ve araçlar, son kertede, istemeyerek de olsa propagandanın içeriğinin geri plana itilmesini birlikte getirebiliyor. Propaganda faaliyetinin biçimleri, araç ve yöntemleri kendisi için amaç yapılırsa, esas amaca ulaşılamaz. Propaganda faaliyetinin biçimleri, araç ve yöntemleri, propagandası yapılan düşüncenin içeriğini açıklama görevine tabi olmalıdır. Yani her koşul altında, bütün biçim, araç ve yöntemler propaganda konusu olan düşüncenin içeriğinin önplanda durmasına, anlaşılmasına hizmet etmelidir.
Sanatla; tiyatroyla, müzikle, resimle vb. propaganda yapılabilir. Yapılmalıdır ve yapılıyor. Ama yöntem, araç ve biçimler ne olursa olsun bunlar politikanın alternatifi olamazlar, politikadan bağımsız olamazlar ve hele hele politikanın yerini hiç alamazlar. Bu konuda Lenin şöyle der:
"Pedagoji'den özel bir slogan yapma, onu 'politika'nın karşısına koyma, bu karşıya koyma üzerinde özel bir yön inşa etme, bu şiar adına, sosyal demokrasinin 'politikacıları'na karşı kitleye hitap etme düşüncesinde olan, derhal ve kaçınılmaz olarak demagojiye düşer" (C. 8, s. 452/453).
Lenin, politikayla pedagojinin birbirine karıştırılmasına kesin olarak karşı çıkıyor. Lenin, söz konusu makalesinde, propagandası yapılan düşüncenin içeriğinin, siyasi ve ideolojik yönelimin unutulmasına, önemsizleştirilmesine ve amaca şekli pedagojik araçlarla ulaşma çabalarına karşı çıkıyor. Bu, film, tiyatro, müzik vb. için de geçerlidir.
Propagandacı, örneğin bir filmi araç olarak kullanırken, anlatmak istediğini unutarak, bir kenara iterek, araç olarak filmi bağımsızlaştırmamalı, politikanın karşısına koymamalıdır.
...
3.2- Kanıt, Sav ve Tez
Nitelikli ve verimli düşünmede kanıt, zorunlu bir unsurdur. Kanıtlanması gereken ne olursa olsun, her kanıt, iki bileşenden oluşur. Bunlardan birisi tez, diğeri ise savdır/argümandır; yani kanıt nedeni. Bu iki bileşenin mantıksal bağlamına kanıt yöntemi denir. Kanıt yönteminin diğer adı, “gösterme”dir.
Tez, doğruluğu veya yanlışlığı gerçeklik olduğu veya gerçeklik olmadığı kanıtlanması, ortaya çıkartılması gereken bir ilkedir, kuraldır.
Sav (argüman) ise kanıtlanması gereken tezin gerçekliğinin sonuçlandırıldığı ilkedir. Yani ortada bir tez var (diyelim ki Türkiye'de kapitalizmin gelişmesi), bu tezin doğru olduğu savunuluyor, bu savununun kanıtlanması, sav denen kanıt nedenlerinden (olgulardan, istatistik verilerden, materyallerden vs.) hareketle sağlanıyor.
Kanıt yöntemi (göstermek), sav ve tez arasındaki bağlamı ortaya çıkartır. Bu ortaya çıkarış, kanıtlanması gereken tezin gerçek olduğuna götürür. Tezin, gerçek olmadığının ortaya çıkmasını sağlayan kanıta, çürütme denir.
Bir tez doğruysa, onun doğruluğunu ortaya çıkartacak kanıt, er veya geç bulunur. Bunda teori ve pratiğin gelişmesi önemli bir rol oynar. Örnek; sosyalizm uzun bir dönem tez (teori)/ilke olarak kaldı. Pratiğe uygulanırlığı Ekim Devrimi’nden sonra kanıtlandı.
Propagandacı, hitap ettiği kitleyi ele aldığı konunun doğruluğuna inandırmalı, onları ikna etmek veya eleştirdiği anlayışın yanlışlığını ortaya koymak için bunlara, bu mantıksal muhakemeye vakıf olmalıdır.
Neler, sav veya kanıt nedeni kapsamına girerler? Kanıtlanmış gerçekler/olgular üzerine tezler, yani her bir bilim alanında temel kavramların tanımlanması; doğruluğu kanıtlanmış tezler sav kapsamına girerler.
"İstatistik ve Sosyoloji" makalesinde Lenin şöyle der:
"...Karmaşık ve zor bir sorunun...üstesinden gelmek için...tam gerçekler, tartışmasız gerçekler...özellikle gereklidir...Bütünlüğü ve bağlamları içinde alındıklarında gerçekler, sadece 'inatçı' değil, bilakis kanıt gücü (aç-SP) olan şeylerdir" (Lenin, C.23, s. 285).
Her bilim dalında olduğu gibi toplum bilimlerinde ve propaganda faaliyetinde kanıtlanmış gerçekler üzerine tezler oldukça önemli bir rol oynarlar.
Çürüten gerçekler de özellikle kanıt gücüne sahiptirler. Bu anlamda Türkiye'de kapitalizmin gelişmişlik durumu, köylülüğün sosyal katmanlarına ayrışmışlık durumu, Maocu tezi çürüten gerçekliklerdir.
Temel kavramların tanımı da bir savdır. Tanımlama, tanımı yapılan nesne/olgu gerçekten varsa bilimseldir ve yapılan tanım da bilimseldir. Bu durumda bu tanım bir savdır. Örneğin, üretici güçler bir tanımlamadır. Kapitalizm, sosyalizm birer tanımlamadır. Kapitalizm karşısında sosyalizmin bir ileri üretim biçimini oluşturduğunu açıklamak için -bilimsel bir tartışmada- sosyalizmin kavram olarak yeniden ve yeniden tanımlanmasına gerek yoktur. Ama "yarı-feodal üretim tarzı"nı, üretim tarzı olarak anlatabilmek için her şeyden önce bu kavramın tanımlanması gerekir.
4- Propaganda Sanatı
Propagandada en önemli olan, onun ideolojik-teorik seviyesi, içeriği ve yöntemidir. Ama ele alınan konunun hitap edilen kitleye iletilmesinde -propaganda- seçilen yol ve araçlar, yanlış olursa amaca ulaşmak da zorlaşır. Propaganda da sanat, ustalık demektir. Bu konuda Lenin şöyle der:
"Her bir propagandacının ve her bir ajitatörün sanatı, tam da, verili dinleyici çevresini, belli bir gerçeği bu dinleyici çevresi için oldukça ikna edici anlatımla belli bir biçimde etkilemesidir. (Öyle bir anlatım olmalı ki) bu çevre onu oldukça kolay özümleyebilsin, bu çevre için oldukça somut ve kesin kafada tutulur olsun" (C. 17, s. 330).
Demek oluyor ki propagandacı ve tabii ajitatör de bilinçli, irade sahibi ve aynı zamanda tutkulu olmalı, işini coşkuyla yapmalıdır. Herkes bu özelliklere sahip değildir. Ama bu özellikler genetik de değildir. Yani öğrenilebilinir.
...
Eğitimli olmayı, şu veya bu konuda uzman olmayı, temel teorik bilgilerle donatılmış olmayı kim istemez. Böyle birisi olabiliriz. Ama bu bilgilerimizi başkalarına aktarmıyorsak, kendi kendine bir insan oluruz. Önemli olan, sahip olduğumuz bilgi ve de tecrübeleri başkalarına aktarabilmektir. Burada sorun, aktarmak değil, aktarabilmektir. Aktarma adı altında birtakım girişimlerde bulunulabilir, ama bu, bilgi ve tecrübenin başka insanlar tarafından mutlaka anlaşıldığı anlamına asla gelmez. Öyleyse esas sorun, aktarabilmektir. Aktarabilmek, öğrenilebilir, hiç de genetik olmayan yeteneklere sahip olmak anlamına gelir. Bilgi ve tecrübeyi, başka insanlara aktarabilme yeteneği! Yani propagandacı, ele aldığı konuyu popüler yapma ustalığına, dinleyiciyi adeta büyüleyen anlatım ustalığına, yöntem ustalığına sahip olmayla başarabilmelidir.
...
Propagandacının faaliyetine çok önem veren Lenin, bu konuda şöyle der:
"Gerçekten de ilkeye sadık ve yetenekli propagandacıların sayısı oldukça az (ve böyle bir propagandacı olmak, adam akıllı öğrenmek ve tecrübe toplamak anlamına gelir) ve bu insanlar, uzmanlaştırılmalıdırlar, tümüyle bu işle uğraşmalıdırlar ve itina ile korunmalıdırlar" (C.6, s. 235).
Marksist-Leninist propagandacı “ilke”ye bağlıdır. İlkeyi sulandırmaz.
II. PROPAGANDA VE AJİTASYONDA DİYALEKTİK YÖNTEM
...
2- Ajitasyon ve Propagandanın Görevi
Ajitasyon ve propagandanın yöntem ve araçları oldukça çeşitlidir. Yazılı ve sözlü ajitasyon ve propaganda, tiyatro, film, afiş, bildiri vs. vs. Ajitasyon ve propagandada sorun, gerçekliğin sadece ve sadece doğru yansıtılması değildir. Sorun, ele alınan konunun bütün çelişkileriyle ortaya konmasıdır veya ortaya konmasının kolaylaştırılması yolunun açılmasıdır. Ajitasyon ve propaganda, verili toplumun çelişkilerini ve düşmanı somutlaştırır. Düşmanı somutlaştırmak, özgürlüğe giden yolun yarısıdır. Çoğu insan, yaşadığı sorunları, gördüğü çelişkileri sistemde aramaz. Bunları, şu veya bu yetkilinin, kurumun, patronun hata ve çıkar anlayışıyla veya da kötü bir tesadüfle açıklar. Ajitasyon ve propaganda bu anlayışta olanlara, baskı ve sömürünün, yaşanan sorunların ve mevcut çelişkilerin kaynağını ve bu kaynağı kurutmanın yolunu göstermek zorundadır.
Somut durumun somut analizi, ülkenin mevcut sosyal ekonomik analizi, geleceği hangi sınıfın temsil ettiğini, ajitasyon ve propagandanın da hangi sınıfa yönelik olması gerektiğini gösterir. Lenin, "Rus Sosyal Demokratlarının Görevleri" makalesinde bu konuda şöyle der:
"Çalışmamız her şeyden önce ve esas olarak şehir fabrika işçilerine yöneliktir. Rus sosyal demokrasisi güçlerini dağıtmamalı, sanayi proletaryası arasındaki çalışmaya yoğunlaşmalıdır. Çünkü sanayi proletaryası sosyal demokrat düşüncelere en büyük yatkınlığı gösterir, en yüksek entelektüel ve siyasi olgunluğa sahiptir ve sayısı ve yoğunluğu sayesinde ülkenin büyük siyasi odak noktalarında tayin edicidir. Bu nedenle şehir fabrika işçileri arasında sağlam bir devrimci örgütün yaratılması, sosyal demokrasinin birinci ve en acil görevidir." (C.2, s. 332/333).
Öyleyse, öncelikle hangi sınıfın geleceği temsil ettiği, propaganda ve ajitasyonun hedeflediği kitle bakımından da önemli. Bu, ülkenin sosyal-ekonomik yapısını, üretim ilişkilerinin sınıfsal karakterini tespit etmekten geçer. Sorun bu noktaya gelince, Türkiye'de "işlerin" çok karışık olduğunu görüyoruz. Örneğin Maocular, böyle bir sınıfın, işçi sınıfının varlığını bile tanımıyorlar. Haksızlık etmeyelim, cılız işçi sınıfından, komprador kapitalizminin var olduğu yerde var olan ve sayısal olarak az olan bir işçi sınıfından bahsediyorlar. Bu durumda küçük burjuva propaganda ve ajitasyonun görevi nedir? Onlar hangi sınıfa hitap ediyorlar? Küçük burjuvazi, öncelikle, ajitasyon ve propagandalarının odak noktasına "kapitalist görüngülere inanmayın, sömürü feodaldir” anlayışını yerleştirmişler. Yani Türkiye'nin verili toplumsal, sosyal-ekonomik yapısına, gerçekliğine gözlerini kapatmışlar. Böyle bir ajitasyon ve propagandanın önemi var mı? Yok!
...
4- İktisadi ve Siyasi Ajitasyon ve Propagandanın Diyalektik Birliği
İktisadi ve siyasi ajitasyon ve propagandanın iç içe geçmişliğini, birbirlerine nüfuz edişlerini Lenin, "Rus Sosyal Demokratlarının Görevleri" makalesinde şöyle açıklar:
"Devrimci harekete bayrak olarak hizmet edebilecek devrimci teorinin, şu anda sadece bilimsel sosyalizm ve sınıf mücadelesi öğretisi olduğu inancıyla Rus sosyal demokratları, bu öğretiyi var güçleriyle yayacak, yanlış yorumlardan koruyacak ve henüz genç olan Rus işçi hareketinin kaderini daha az sağlam doktrinlere bağlama yönündeki her türlü çabaya karşı koyacaklardır. Teorik mülahazalar kanıtlıyor ve sosyal demokratların pratik çalışması gösteriyor ki, Rusya'nın bütün sosyalistleri sosyal demokratlar haline gelmelidir.
... Sosyal demokratlar, doğrudan ekonomik talepler temelinde işçiler arasındaki ajitasyonlarıyla, işçi sınıfının doğrudan siyasi gereksinimleri, sıkıntıları ve talepleri temelinde ajitasyonu da ayrılmaz biçimde birleştirirler, her grevde, işçilerle kapitalistler arasındaki her çatışmada ortaya çıkan polis baskısına karşı ajitasyon; genelde Rus vatandaşı olarak ve özelde en çok ezilen ve haklardan yoksun sınıf olarak işçilerin haklarının kısıtlanmasına karşı ajitasyon; işçilerle yakın ilişki içinde bulunan ve bu arada işçi sınıfına siyasi köleleştirilmesini açıkça gösteren otokrasinin öne çıkan her temsilcisi ve uşağına karşı ajitasyon. Eğer işçilerin yaşamında, ekonomik ajitasyon için kullanılamayacak tek bir ekonomik sorun yoksa, siyasi alanda da, siyasi ajitasyon konusu olarak hizmet edemeyecek hiçbir sorun yoktur. Sosyal demokratların çalışmasında ajitasyonun bu iki türü, bir madalyonun iki yüzü gibi, ayrılmaz biçimde birbirine bağlıdır. Gerek ekonomik, gerekse de politik ajitasyon, proletaryanın sınıf bilincinin gelişimi için aynı şekilde vazgeçilmezdir; (aç-SP) Rus işçisinin sınıf mücadelesinin rehberi olarak ikisi de aynı şekilde vazgeçilmezdir, çünkü her sınıf mücadelesi, politik bir mücadeledir. Ajitasyonun iki türü de işçilerin bilincini uyandırır, onları örgütler ve disipline eder, dayanışmalı çalışmaya ve sosyal demokrat idealler uğruna mücadeleye eğitir ve böylece proletaryanın en acil sorunları ve gereksinimlerinde güçlerini sınama olanağı verir" (C.2, s.333/335).
Toplumun ekonomik alt yapısı/tabanı ile üst yapısı (siyasi, hukuki, kurumları, eğitimi, ordusu vs.) diyalektik bir birliği oluşturur; alt yapı, kendine tekabül eden üst yapıyı beraberinde getirir. Feodal alt yapıya feodal üst yapı, kapitalist altyapıya kapitalist/burjuva üst yapı, sosyalist altyapıya sosyalist üst yapı tekabül eder. Alt yapıyı değiştirme mücadelesi aynı zamanda üst yapıyı da değiştirme mücadelesidir. Burada yaşamın her alanında; ekonomik ve siyasi alanda mücadele söz konusudur; siyasi ve ekonomik ajitasyon söz konusudur ve bunlar, yukarıda Lenin'den uzun bir alıntıyla gösterdiğimiz gibi diyalektik bir birliği oluştururlar ve birbirlerini karşılıklı olarak etkilerler.
Bir toplumda altyapı ve üst yapı, nesnel gerçekliği ifade ederler. Siyasi ve ekonomik ajitasyon, propaganda bu nesnel gerçekliğin çelişkilerini çözmeye yönelik faaliyettir. Bu nesnel gerçeklik, feodalizmi ifade edebileceği gibi, kapitalizmi de ifade eder. Neyi, hangi yapıyı/düzeni yıkmak istiyorsan ajitasyon ve propaganda, hitap edilen kitleyi o konuda uyandırmanın, bilinçlendirmenin ve mücadeleye sevk etmenin aracıdır.
...
(Sınıf Pusulası, sayı 6, Mart-Nisan 2000)
*
PROPAGANDACIYA NOTLAR (II)
...
1- Propagandacının Teorik Eğitimi
...
“Araştırmak, propaganda yapmak, örgütlemek. Bu teorik çalışma olmaksızın ideolojik önder olunamaz. Bu çalışmayı davanın ihtiyaçlarını karşılamaya yöneltmeden, işçiler arasında bu teorinin sonuçlarının propagandasını yapmadan ve onların örgütlenmesine yardımcı olmadan ideolojik önder olunamayacağı gibi” (Lenin, “Halkın Dostları Kimlerdir”, C.I, s.302).
Propagandacı, Marksist-Leninist teoriye hakim olmalıdır, ikna gücüne sahip olmalıdır, ilkesel tutarlı olmalıdır, pratik tecrübeleri değerlendirme/yorumlama yeteneğine sahip olmalıdır. Propagandacı, aynı zamanda bir ahlaki otoritedir, davasını seven, amaçtan şaşmayan birisidir. Propagandacı toplumsal yaşamın somut görünümlerini, sınıf mücadelesinin tecrübelerini yaratıcı bir şekilde yorumlayabilmelidir, bunları, Marksist teoriye göre analiz edebilmeli ve genelleştirebilmelidir, yani yeniden sınıf mücadelesinin hizmetine sunmalıdır. Toplumsal yaşam çelişkilerle doludur, daha doğrusu çelişkiler bütünüdür. Propagandacı bu çelişkilerin somut görünümlerini, bir dizi görünüm içinde esas olanı görmek ve onu faaliyetinin merkezine koymak zorundadır. Örnek; burjuvazi, sürekli Hizbullah vahşetini ön plana çıkartıyor. Bu vahşeti lanetlemek önemlidir, ama o canavarı doğuran kim, memlekette başka vahşet yok mu? Propagandacı, sorunun bu yönünü ön plana çıkartmalıdır.
Propagandacı, eğitimli ve kültürlü olmalıdır. Propagandacı, yöntemin; diyalektik ve tarihsel materyalizmin ustası olmalıdır. Bu yönteme hakim olamayan, genelin ötesinde bir şey söyleyemez. Ancak bu özelliklere sahip olan, Leninist propaganda sanatına bütün yönleriyle hakim olabilir. Leninist propaganda sanatı, ezberciliği, anlamı kavranmamış, birtakım bilgilerin tekrarını reddeder. Propagandacı, özümleyen demektir. Onun özellikleri arasında en önplanda olan, temel olan, teorik, Marksist-Leninist eğitimdir, teoriye fevkalade hakimiyetidir, yöntemi yaratıcı bir şekilde kullanmasıdır. Unutulmamalıdır ki, propagandacını temel görevi, Marksist-Leninist bilgiyi yığınlara taşımaktır.
Propagandacı taraflıdır. Taraflılık, onun en belirleyici özelliklerinden birisidir. Propagandacı, Marksist-Leninist öğretiyi, onun ilkelerini tavizsiz savunmak zorundadır. Sınıf mücadelesi açısından sağlam duruş, Marksist-Leninist öğretiden sonuçlar çıkartmak ve bunu yaşama, toplumsal gelişmelere uygulamak, şu veya bu konuda burjuva teorileri tanımak ve acımasız eleştirmek, ancak ve ancak taraflı olmakla mümkün olabilir.
Propagandacı, ideolojik cephedeki savaşçıdır, bu cephenin en önünde durandır. O, düşmanın bu alandaki doğrudan saldırılarını -açık burjuva ideolojisini- ve Marksizm görünümlü bütün anlayış ve teorileri (oportünizm, revizyonizm, Troçkizm, Maoculuk, vs.) göğüsleyebilmelidir. Düşmanı ideolojik cephede yenilgiye uğratmak propagandacının görevidir.
...
Propagandacı yöntem açısından da eğitilmelidir. Burada söz konusu olan, diyalektik yöntem değil; bu, ideolojik eğitimin, Marksist-Leninist teorinin bir bileşeni olarak görülmelidir. Propagandacının yöntemsel eğitimi, propaganda faaliyetinin en rasyonel, en etkili olmasını sağlama sistemidir. Bu alanda da propagandacı, Leninist propaganda çalışmasının en rasyonel, en etkili biçim ve yöntemini yine Lenin’in yazılarında bulabilir. Lenin tarafından geliştirilen, propagandanın yöntemsel ilkeleri nelerdir? Lenin’e göre propaganda, hangi koşullar altında yapılırsa yapılsın, işçi sınıfı ve emekçi yığınların aklına ve kalbine nüfuz etmelidir. Bu amaca ulaşabilmek için propagandacı, ikna yeteneğine, devrimci coşkuya sahip olmalıdır, somut, çok anlaşılır, amacından şaşmaz olmalıdır. Lenin, bir propaganda ustasıydı. Konuşmalarında ve ideolojik faaliyetinde (yazı) konuşmasında veya yazısında kelimenin/sözün gücünü kavramış ve sürükleyici olmuştur. Propagandacının temel silahı dildir. Dile hakim olmayan, sözün, mantığın iknanın gücünden yoksun demektir. Dile hakim olmayan, konuşma sanatından yoksun demektir. Yazıda dile hakim olmayan ve konuşma sanatından anlamayan, propagandacı olamaz.
...
2- Hazırlık ve Faaliyet
...
Propagandacı ele aldığı konuyu somutlaştırmasını, dinleyicinin gözü önünde canlandırmasını becermek zorundadır. Ele alınan konunun somutlaştırılması açıklama sürecinde oldukça önemli bir rol oynar. Gerçeğin kavranması/algılanması, canlı sergilemeden soyut düşünceye ve soyut düşünceden pratiğe doğru bir yol izler. Maddi dünyanın görünümlerinin/gelişmelerin duygu organlarımıza etkisi olmaksızın, duyum olmaksızın kavrayış da olmaz. Bilinçte öncelikle somut görünümler iz bırakırlar ve somut görünüm temelinde insanlarda analiz ve sentez vasıtasıyla belli düşünceler/tasavvurlar oluşur.
Propagandacı, ele aldığı konunun -ne kadar ağır, karmaşık teorik bir konu olursa olsun- fotoğrafını çıkartmak, konuyu dinleyicinin gözü önünde canlandırmak zorundadır. Konunun fotoğrafını çıkartan, dinleyicinin gözünde canlandıran propagandacı, ele aldığı konuya ilişkin olarak genelleştirmeye, ilkesel, teorik açıklamalara geçebilir ve bu yöntemle, hiç zorlanmadan, en ağır ve karmaşık teorik sorunları dinleyiciye kolayca kavratabilir.
İki propagandacıyı canlandıralım: Her ikisi de aynı konuyu, aynı dinleyici kitlesine, farklı yöntemlerle anlatsınlar. Birisi, gayet “ciddi”, kitabi, gözünü önündeki notlardan ayırmadan, bolca yabancı kelime kullanarak, her cümlesi “teori” akan bir yöntemle anlatsın. Diğer ise, örnekleyerek, somutlaştırarak, herkesin anlayacağı bir dil kullanarak anlatsın. İkinci propagandacının birincisinden daha başarılı olduğunu görürüz. Bunu somutlaştırabiliriz de: Kırsal alana giden bir Marksist-Leninist Komünist propagandacıyı ve bir de Maocu propagandacıyı düşünelim. Marksist Leninist Komünist propagandacı, kırsal alandaki demografik/sınıfsal yapıyı somutlaştıracaktır, hitap ettiği köylüyü katmanlarına ayrıştıracak ve sömürünün kapitalist karakterini ortaya koyarak, bu sömürü ilişkilerinin ortadan kaldırılması için, müttefik olarak gördüğü köylü kesimlerini mücadeleye çağıracaktır. Maocu propagandacı ise, açıklayamayacağı, somutlaştıramayacağı feodal düzenden, sömürüden, bir bütün olarak “köylülük”ten bahsedecek ve köylüleri, önce yaşadıkları kapitalist ilişkilere inanmamaya çağıracak, sonra da sömürünün karakterinin feodal olduğunu açıklayacak ve onları, feodalizmi yıkmaya çağıracaktır. Bu durumda Marksist Leninist Komünist propagandacı, köylüye elle tutulur, gözle görülür hedef; somut hedef gösteriyor. Maocu propagandacı ise köylüyü, hayalete karşı, olmayan düşmana karşı mücadeleye çağırıyor.
Propagandacı, olguları ve sayıları kullanmasını bilmek zorundadır. Olgular ve istatistik materyaller, ele alınan konunun somutlaştırılmasında mutlak önemli bir rol oynarlar. Propagandacı, verileri gelişigüzel değil, tasnif ederek, amaca uygun olarak kullanmalıdır. Bunun için propagandacı, her şeyden önce, verilerin, ele alınan konunun somutlaştırılmasındaki önemini veya genel olarak olgu ve istatistik materyallerin önemini kavramış olması gerekir. Lenin, hemen hemen bütün konuşmalarını, somut olgular ve sayılarla temellendirmiştir. O, sayıları konuşturmaya zorlamış, verileri konuşturmuştur.
Propagandacı, Lenin’in şu sözlerini sürekli dikkate almalıdır. “...istatistik ile başlamak istiyoruz. Bunu yaparken, istatistiğin bazı okurlarda ve...Enternasyonalizm, kozmopolitizm, ulusalcılık, yurtseverlik vs. üzerine “genel” mülahazalar bayrağı altında siyasi kaçak (düşünceleri) gizlice sokmak isteyen yazarlarda uyandırdığı derin antipatinin bilincindeyiz” (C.23, s.286).
Evet, propagandacı bunu da bilmelidir. Genel lafız, demagojiye, çarpıtmaya, subjektif yoruma açıktır. Ama olgu, istatistik materyal, nesnel gerçeklik neyse onu gösterir. Propagandacı bunu göstermek ve gösterdiğini teorik olarak da değerlendirmek zorundadır.
Sayılar, olgular, istatistik veriler, teorik ispat/tanıtlama olur mu? Olur. Hem de çok güçlü bir tanıtlama olur. Örnek: Maocu, ampirik verilere, yani olgulara ve istatistik materyale inanmayın, bunlara dayanarak değerlendirme yapmak bilimsel değil diyor. Lenin ise tam tersini söylüyor. Maocu, teorik açıklamasını genel lafızlar üzerine kuruyor. Buna karşı mücadelede bir Marksist Leninist Komünist propagandacı, ne yapmalıdır? Genel lafıza, genel lafızla cevap vermek yöntem değildir. O halde, Marksist Leninist Komünist propagandacı, nesnel gerçekliği olgularla, verilerle açıklamak zorundadır. Çalışabilir nüfusun yaklaşık % 36’sının işçi olduğu Türkiye’de proletaryanın sayısal olarak az olduğunu Maocu kanıtlayamaz, ama savunur. Buna karşın Marksist Leninist Komünist propagandacı, verileri ortaya kor ve dinleyici nezdinde kanıtlayıcı, ikna edici olur...
Olgular ve istatistik verilerle teorik kanıtlamanın nasıl yapıldığına Lenin’in “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi” yapıtı parlak bir örnektir.
İstatistik, düşünmeye sevk eder, olgular üzerinden teorik sonuçlara varmayı sağlar.
Küçük burjuvazi, kafasına koymuş; ekonomi çöktü! Neye dayanarak bu sonuca varıyor? Bilinmiyor! Bir Marksist Leninist Komünist propagandacı böyle hareket edemez. O, çöken ekonomiden çıkaracağı siyasi sonuçlar ile kapitalist ekonominin gelişme seyrinden çıkaracağı siyasi sonuçlar üzerine dinleyiciyi aydınlatmak zorundadır.
Propagandacı, alıntı kullanmasını bilmelidir. Alıntı ele alınan konunun doğruluğunun veya yanlışlığının kanıtlanması için bir yardımcı araçtır. Bu nedenle, gerekli olduğundan fazla kullanılmamalıdır. Konuşma veya yazı, alıntı savaşına dönüşmemelidir. Propagandacı, alıntıyı da nerede kullanacağını bilmelidir. Bir Marksist Leninist Komünist propagandacı, Lenin’in dediği gibi, “kafasında, gerektiğinde çıkardığı alıntılar çekmecesi olan, ama hiçbir kitapta belirtilmemiş yeni bir kombinasyon ortaya çıktığında şaşıran ve çekmeceden uygun olmayan alıntıyı çıkaran bir bilge”olmamalıdır (Bkz. Lenin, C.29, s.352).
Alıntı, propagandacıyı ve hitap ettiği kitleyi düşünmeye, muhakeme etmeye yönlendirmelidir ve sihirli değnek olarak görülmemelidir.
Propagandacı, ele aldığı konuyu somutlaştırmak, göz önünde canlandırmak için çizelge, grafik, tablo, yazı tahtası ve göstergeye hizmet eden teknolojiyi de kullanmalıdır...
...
Propagandacı, polemikçi olmak zorundadır. Propaganda nihayetinde yanlış ve doğru olanın kavratılmasıdır ve propagandacı da bu anlamda bir araçtır. Bu aracın bir bileşeni de polemiktir.
...
Marks ve Engels, konuşma ve yazılarında polemiği, ideolojik karşıtlarına karşı önemli bir silah olarak kullanmışlardır. Bu, Lenin ve Stalin için de geçerlidir. Lenin, “Tartışmanın ve Mücadele Etmenin İki Yöntemi” makalesinde şöyle der: “Örgütlülüğü bozma çabalarının önünü kökünden almasını öğrenmemiş birisi, örgütleyici olamaz. Örgüt olmaksızın işçi sınıfı bir hiçtir. Tartışmalar, görüş alışverişi...olmaksızın hareket, işçi hareketi de olanaksızdır. Tartışmaların küfürleşmeye, çene çalmaya dönüşmesine karşı acımasız mücadele olmaksızın hiçbir örgüt olası değildir” (C.19, s.487).
Hitap ettiği kitleyi ideolojik-siyasi olarak kazanmak isteyen, savunulanın doğruluğuna ikna etmek isteyen, polemiği önemli bir silah olarak kullanmak zorundadır.
“Acil görevlerimiz üzerine makalesinde pozitif biçimde çerçevesini çıkartmaya çalıştığımın, en açık olarak polemik biçiminde güçlendirileceğini sanıyorum” (Lenin, C. 27, s. 271, “Sovyet İktidarının Acil Görevleri Üzerine Referat” makalesinden).
Polemiksiz, bir I. Enternasyonal, polemiksiz bir “Kapital”, polemiksiz bir “Anti-Dühring”, polemiksiz bir “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi”, Troçkizme, Zinovyev’e, Buharin’e karşı polemiksiz bir mücadele, polemiksiz bir “Marksizm ve Dil Biliminin Sorunları”, “SSCB’nde Sosyalizmin Ekonomik Sorunları” düşünebilir misiniz? Düşünmezseniz -ki düşünemezsiniz- partinin polemiksiz gelişmesini, ideolojik olarak olgunlaşmasını, teoriler üretmesini, yanlışa, troçkizme, maoculuğa vb. anti-marksist akımlara, oportünizme ve revizyonizme karşı mücadelesini de düşünemezsiniz. Polemiksiz propaganda, polemik yapmayan propagandacı olamaz.
...
Polemik, soruna eleştirel bakışı geliştirir, düşünmeyi yoğunlaştırır ve yönlendirir. Polemik, öğrenme sürecini canlandırır.
...
Sonuç olarak:
“Ajitasyon ve propagandada sansasyon peşinde koşmaktan tamamen kaçınılmalıdır. Zaman, ...izleyiciye gürültülü konuşmaları, retorik ve okulcu diyalektik yutturma zamanı değildir. Böyle şeyler...verimli değildir. İşçilerin toplantısına ...gelindiğinde ve tumturaklı konuşmalara ve ahlak vaazına başlandığında duyulan şudur. “Bu akıl hocalığı da ne oluyor? ...insanlara anlaşılır bir şekilde ve sabırla, gelişme anlatılmalıdır. Ajitasyon ve propaganda konuşmalarınızda tumturaklılıktan, retorikten...ve akıl hocalığından kaçının. (Bunun kolay olmadığını tabii ki anlıyorum). Böylece propaganda ve ajitasyonunuz şüphesiz ki oldukça etkili olacaktır... Ajitasyon ve propagandada özentiye işaret kelimeler kullanmamanızı tavsiye ederim...Ajitatörler ve propagandacılar uyduruk kelimeler kullanmaktan kaçınmalıdırlar. Bunlar hiçbir işe yaramazlar...itinasız ifade tarzı ajitatör ve propagandacıları etkili olmaktan sadece alı kor” (Kalinin, “Komünist Eğitim Üzerine” kitabında yer alan “Ajitasyon ve Propagandanın Bazı Sorunları Üzerine” makalesinden, s.91, 92, 93, 94).
...
Komünist Enternasyonal’in “Internationale Presse Korrespondenz” dergisinde “Propagandanın Genel Görevleri” konusunda şöyle deniyor.
“İşçi sınıfının kurtuluş mücadelesi için devrimci teorinin öneminden bizim genel Marksist propaganda görevlerimiz çıkar. Marksist propagandanın hakim genel görevi olarak, bir dizi komünist partilerde Marksist dünya görüşünün temellerinin yaygınlaştırılmasının zorunluluğu önümüzde duruyor. Marksist düşüncelerin bu yaygınlaştırılması II. Enternasyonal’in sahte Marksizmi karşısında acımasız bir hesaplaşmanın ve acımasız bir mücadelenin karakterini taşımak zorundadır. Bunun anlamı şudur: Marksist dünya görüşünün genel temelleri propagandamız soyut karakter taşımamalıdır, bilakis yeni çağın işçi sınıfının önüne koyduğu somut tarihsel görevlere dayanmalıdır. Bu, propagandamızın Marksizmin ve Leninizmin bir propagandası olması gerektiği anlamına gelir. Leninizmden bahsediyorsak, böylelikle, Lenin’in Marksist teoriye verdiği o özel içeriği vurguluyoruz. Leninizm, II. Enternasyonal’in bayağılaştırılmış, iğdiş edilmiş Marksizmine karşı acımasız mücadeledir. Ama Leninizm, Marks’ınMarksizminin sadece yeniden doğuşu değil, bilakis emperyalizm çağının ve sosyalist devrimin gelişmesinin ilişkileri koşullarında Marksizmin devamı ve ileriye doğru geliştirilmesidir. Tarihsel süreç yerinde saymıyor, toplumsal var oluş değişiyor ve gelişiyor” (“Propaganda Faaliyetinin Temel Görevleri”, aktaran, “Dokumente, Analyse zur Geschichte der Kommunistischen Arbeiterbewegung”, C.1, Yeniden baskı 1970, Berlin, s. 211-212).
(Sınıf Pusulası, sayı 7, Mayıs-Haziran 2000)
*
MARKS, ENGELS, LENİN, STALİN VE PROLETER GAZETECİLİK
...
2- Devrimci Parti/Devrimci Gazetecilik - Proleter Parti/Proleter
Gazetecilik
...
2.1- Devrimci gazetecilik, proleter gazetecilik, devrimci ve sosyalist
basının, hangi biçimde ve ilişkiler içinde olursa olsun bir çalışanı
olmak, parti çalışmasının organik bir bileşeni olmak anlamına gelir
Marks, J. Weydemeyer’e yazdığı 20 Şubat 1852 tarihli mektubunda proleter gazeteciliği, “gerçek bir parti faaliyeti” olarak tanımlar (C.28, s. 493). Proleter gazetecilik, proleter basının bir biçimde bir çalışanı olmayı da içerir. Bu anlamda her bir Marksist Leninist Komünist, sosyalist basınının, gazete ve teorik organının bir çalışanı olduğunu unutmamalıdır.
Marks, F. Lassalle’a yazdığı 9 Nisan 1860 tarihli mektubunda, proleter/sosyalist basın faaliyetini “çok önemli bir parti faaliyeti” olarak görür (C.30, s.522). Böylelikle Marks, komünistleri kendi basınları konusunda ciddi olmaya, sorumluluk taşımaya çağırıyor. Bir taraftan devrim yapma iddiasında olmak ve diğer taraftan da bu devrim anlayışını yığınlara taşıyan basın karşısında kayıtsız kalmak, mücadeleyi o alanda sekteye uğratmakla aynı anlama gelir. Kendi basınını ciddiye almayan, savunduğu düşünceleri de ciddiye almıyor demektir. Bu “çok önemli bir parti faaliyetini” küçümseme yaklaşımı, aslında devrimci basının parti çalışmasındaki yerini, değiştirici, dönüştürücü ve örgütleyici gücünü kavramayan ve görmeyen/ görmek istemeyen; dolayısıyla devrimci çalışmada neyi anlıyorsa, onu da layıkıyla yerine getirmeyen yaklaşımlardır. Bir çarpıklık ve geriliği ifade eder.
...
2.3- Partinin aynası ya da vitrini basındır, onun organıdır. Basın
organının karakteri, partinin yapısını ve karakterini ele verir
“...organdan partinin gücü hakkında bir kanaate varılabilir” (Marks) Aynı konuda da Engels şöyle der; “Ben sadece partiden bahsettim ve bu da onun, kamuoyu nezdinde basında ve kongrelerde kendini ortaya koyduğu kadarıyla” (C.34, s.285, Engels’in W. Liebknecht’e yazdığı 31 Temmuz 1877 tarihli mektuptan). Partinin gücü, sadece onun örgüt, kurum, kadro, çevre ve kitle gücü değildir. Partinin gücü aynı zamanda parti basının niteliği ve niceliği, teorik ve siyasi düzeyi, içeriği ve kapsamınca belirlenir. Partinin yaptıkları ve yapamadıkları, kitlelerle sıkı ve canlı bağlarının bulunup bulunmadığı, teorik öngörüyle devrimci pratiğinin uyumlu olup olmadığı parti basınına yansır ve bir okuyucu parti basını takip ederek o partinin gücü, halet-i ruhiyesi hakkında fikir sahibi olabilir. Bu vitrin ne çok ne az ama bütün gerçekliğiyle, yaşamı ve biçimiyle partiyi yansıtabilmelidir.
...
3.2- Devrimci basın somut olmak zorundadır
Marks ve Engels, devrimci gazeteciliğin gelişmesinde gerçeklerin araştırılmasına büyük önem vermişlerdir. Ve devrimci gazetecilikte dedüksiyona (tümden gelme), endüksiyona (tümevarıma), sentez ve analize vurgu yapmışlardır. Tabii bu, bir yöntem sorunudur; gazetecilikte, yazım yaşamında Marksist diyalektik yöntemin kullanılmasıdır. Marks ve Engels, devrimci basının redaktör ve yayımcılarıyla mektuplaşmalarında bu sorunu ele almışlar ve sürekli, somut olmayı talep etmişlerdir. Somutluk, ancak ve ancak gerçeklerin ele alınması ve örneklemeyle sağlanabilir. Örneğin Engels, “gerçekler yerine fantezi” üzerine yazı talep eden okurlar için yazmayı reddetmiştir (Bkz. C.34, s. 50, Engels’in Marks’a yazdığı 19 Temmuz 1877 tarihli mektubundan). Engels, yazılarını gerçekler üzerine inşa ediyordu.
3.3- Devrimci gazetecilikte somutluk, eleştirinin isabetliliğinin/
verimliliğinin ilk ve en önemli koşuludur
Somutlukta esas olan, kişiye, yazara saldırı değil, ele alınan konudur. Daha 1843’te, Marks, konuya ilişkin şöyle diyordu: “Basın, durumları teşhir etmelidir, ...kişileri değil.” (C.1, s.174). Aynı yerde Marks, kamu tarafından bilinen bir durumu başka türlü açıklama olanağı yoksa kişinin teşhiri de yapılabilir der. Daha sonraki yazılarında Marks, eskiyi, sömürü ve zulmü savunanların, hakim sınıf temsilcilerinin acımasız eleştiri ve teşhirini doğru bulmuştur. Bu anlayışta olan Lenin ve Stalin de hakim sınıf unsurlarının acımasız eleştirisine önem vermişlerdir. Örneğin Lenin, “Gazetelerimizin Karakteri Üzerine” makalesinde basının “kötülüğün somut taşıyıcılarına karşı”acımasız, gerçekten devrimci bir savaş yürütme görevi olduğunu yazar (Bkz. Lenin, C.28, s. 88).
...
4- Devrimci Gazeteciliğin İlkeleri
4.1- Gazetecilikte İlke Kavramının Tanımı
İlke kavramının nesnel ve öznel olmak üzere iki özelliği/ tarafı vardır. Bu iki taraf, bir madalyonun iki yüzü gibi, bir bütünselliği, bir arada olunduğunda belli bir bütünü oluşturmayı ifade eder. Yani bu nesnel ve öznel taraf birbirinden ayrılmaz.
Öznel yan, ilkelerin, tespit etme yeteneği olanlar tarafından (örneğin aydınlar, yazarlar, ideologlar vs.) bilinçli olarak tespit ve formüle edilmelerini ifade eder. İlke tespiti, ideologların ve teorisyenlerin toplumsal pratiğin araştırılması, genelleştirilmesi temelinde, siyasi gelişmelerin tecrübelerinin analizi temelinde yapılır. Marks, bu anlayıştan hareketle şöyle der:
“Burjuvazinin yazarlarının feodalizmle mücadeleleri döneminde tespit ettikleri ilkeler ve teoriler, pratik hareketin teorik ifadesinden başka bir şey değillerdi” (C.4, s.357).
Aynı konuda Engels de “Anti-Dühring”de şöyle der:
“İlkeler, araştırmanın çıkış noktası değil, bilakis sonucudurlar; onlar, doğa ve insan tarihine uygulanmazlar, bilakis onlardan soyutlanırlar (çıkartılırlar, çn); doğa ve insanlık alemi kendini ilkelere göre düzene koymaz, tersine ilkeler, doğa ve tarihle uyumluluk içinde oldukları oranda doğrudurlar. Bu, meselenin yegane Marksist kavranışıdır”(C.20, s.33).
Demek oluyor ki, ilkelerin doğruluğunun/gerçekliğinin kıstası, doğayla, toplumsal pratikle, “pratik hareket” ile ne denli uyumlu olup olmadığıdır. Marks ve Engels’in bu anlayışlarından hareketle Lenin, ilke anlayışını parti basınına da uygulamıştır. O, bu konuda şöyle der:
“Sosyalist proletarya parti literatürü ilkesini tespit etmeli, bu ilkeyi geliştirmeli ve oldukça tam ve bütünlüklü gerçekleştirmelidir” (C.10, s.30, “Parti Örgütü ve Parti Literatürü” makalesinden).
Öyleyse; ilke, teorik ve ideolojik karakter taşır. Bu nedenle, siyasi ve ideolojik mücadele, aynı zamanda, “ilkelerin mücadelesi” (Marks, C.1, s.55) biçiminde de sürdürülür. Bu ilkeler, siyasi partiler, çeşitli sınıf örgütleri, ideolojik akımlar vb. tarafından bilinçli olarak tespit edilirler. Basın da bu mücadelenin sürdürüldüğü alanlardan birisidir ve orada da ilkeler söz konusudur.
İlkelerin içeriği, onları tespit edenlerin iradesine ve arzularına, subjektif niyetlerine bağlı değildir. İlke, nesnelliği, gerçeği yansıtmak zorundadır: İlke, pratik hareketin ifadesi olmak zorundadır. “Pratik hareketin teorik ifadesi (olarak ilkenin), şu veya bu şekilde dogmatik, ütopik, doktriner olup olmadığı, gerçek hareketin az veya çok gelişmiş bir aşamasına ait olup olmadığı tam takip edilebilir” (C.4, s. 357).
Demek oluyor ki, Marksist Leninist Komünistlerin tespit ettikleri ilkeler, “gerçek hareketi”, “pratik hareketi”, toplumumuzun, sınıfların, mücadelenin nesnel durumunu yansıtmak, ifade etmek zorundadırlar.
İnsan, toplumsal gelişmenin yasalarını kavradıktan sonra faaliyetinde özgürdür, ona yön veren, yaşamını ve faaliyetini yönlendiren bu yasalardır. O, yapılması gerekeni yapmak için hiçbir engel tanımaz, zulüm ve ölüm pahasına da olsa. İnsanlar, somutta da teorisyenler ve ideologlar, toplumsal yaşamın, “pratik hareket”in içeriğini ve nesnel karakterini ne kadar derin ve kapsamlı kavrarlarsa ilkelerin formülasyonunda da o denli özgür olurlar. Burada söz konusu olan, partinin, basının faaliyeti için ilkelerin etkisi ile bilginin gerçekliği arasında tam bir bağ vardır:
İlkeler ne denli bilimsel olurlarsa, ne denli nesnel gerçekliği yansıtırlarsa partinin faaliyetine o denli güvenilir kılavuz olurlar.
Marks ve Engels “Komünist Manifesto”da konuya ilişkin olarak şöyle derler:
“Komünistlerin teorik anlayışları asla, şu veya bu dünya iyileştiricisi tarafından uydurulan veya keşfedilen ilkelere, düşüncelere dayanmaz. Onlar, sadece, var olan sınıf mücadelesinin, gözlerimiz önünde cereyan eden tarihsel hareketin gerçek ilişkilerinin genel ifadesidirler” (C.4, s.474/475).
Nesnel gerçekliği ifade eden düşünceler olarak ilkeler, partinin pratik faaliyetinin felsefi- yöntemsel temelinin ifadesi olarak ilkeler, partinin ve basınının bütün faaliyetinin karakter ve yönünü birçok bakımdan belirler. Komünist partinin genel ilkeleri, parti faaliyetini çeşitli açılardan belirlemek ve yönlendirmek için somutlaştırılmak zorundadır. Devrimci basının/ gazeteciliğin ilkeleri de partinin genel ilkelerinin somutlaştırılmasının ifadesidir.
4.2- Taraflılık
Devrimci gazeteciliğin en önemli ilkesi taraflılıktır. Taraflılığı ifade etmeyen bir devrimci/ proleter/sosyalist gazetecilik düşünülemez. Taraflı; sosyalist taraflı oluştan ne anlaşılmalıdır? Komünist partinin görüşlerinin bilinçli ifadesinin parti basını tarafından kavranması ve topluma yansıtılması anlaşılmalıdır. Parti basını, partinin programının gerçekleştirilmesinde, teorik- siyasi çizgisinin uygulanmasında, işçi sınıfının sınıfsal amacına ulaşmasında görevini yaptığı oranda partinin basını olmayı hak eder. Komünist parti, her koşul altında proletaryanın sınıfsal hedef ve amaçlarının gerçekleşmesi için, sosyalizm/komünizm için mücadele eder. Sosyalist basın da bu mücadelenin önemli bir aracıdır.
Sosyalist taraflılık, sınıf mücadelesinin dayattığı bütün sorunlara, her bir olaya ve gelişmeye sınıfsal yaklaşım anlamına gelir. Sosyalist görüş açısıyla bakmak ve değerlendirmek anlamına gelir. Sosyalist taraflılık, ilkeselliktir, ilkesizliğin; siyasi renksizliğin/kemiksizliğin ve kişiliksizliğin reddidir. Bu, basın için de geçerlidir. Sosyalist basın, ancak ve ancak proletaryanın ve emekçi yığınların sesi olabilir.
Sosyalist taraflılık, ilke sağlamlığı, ilkesel tutarlılık ve tavizsizlik demektir. Partinin düşüncelerini kavramayan basın, taraflı olmada yalpalar, ilkesizliğe düşer, uzlaşır ve tavizkar olur. Öyle ki, gücü ve inancı başka yerde arar, sürüklenir ve nihayetinde kuyrukçu olur. Böyle bir basın oportünizme, revizyonizme, burjuva ve küçük burjuva milliyetçiliğe, bir bütün olarak anti-marksist düşüncelere karşı mücadelede yetersiz kalır.
...
(Sınıf Pusulası, sayı 6, Mart-Nisan 2000)
Hiç yorum yok