Bir Marksizm’den “bin Marksizm”e teori
Nisan 2015
Komünist hareketin bugünkü parçalanmışlığında Gulag edebiyatı eşliğinde yürütülen “Marksizm okumaları”nın rolü vardır. Klasik metinlerde görünenin ötesine geçerek gizli anlamlar aramanın veya her şeyi yeni baştan kurmaya kalkışmanın geldiği yer, bir Marksizm’i, “bin Marksizm”e bölmek olmuştur
Pratik somut, zihinsel-düşünsel bir olgu olan teori soyuttur. Biri yapmayla, diğeri yapılanlar ve yapılacaklar üzerine düşünmeyle ilgilidir. Ne ki, ikisi ayrı dünyalar değil, tek bir bütünün parçalarıdır. Aradaki bağı kopartıp, teoriyi, başka herhangi bir şey tarafından belirlenmeyen, kendi kendine yeterli bir alan olarak görmek idealizmdir. Orta Çağ skolastiği bunu son noktasına vardırmasıyla ünlüdür. Bir hikâyeyle bu şöyle anlatılır:
Bu hiç sonlanmayacak bir tartışmadır. Skolastisizmde söz, bilgi ya da düşünce hem araç hem amaçtır, dışarıdan doğrulanmaya ihtiyaç duymaz. Teori, pratikten arındırılmış saf varlığa irca edilir.
Pratiği tahtına oturtmayı ve ikisi arasındaki diyalektik birliği kurmayı Marksizm başarmıştır. Marx, Feuerbach’ı eleştirirken bilgi edinmenin salt düşünce işi olmadığını, pratikten koparılmaması gerektiğini ortaya koymuş, bunu 11 tez halinde formülleştirmiştir. İkinci tez şöyledir:
“Nesnel hakikatin insan düşüncesine atfedilip atfedilmeyeceği sorunu, bir teori sorunu değil, pratik bir sorundur. Pratikte insan, hakikati, yani kendi düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü, bu-yanlılığını tanıtlamalıdır. Düşüncenin gerçekliği ya da gerçeksizliği konusundaki pratikten soyutlanmış anlaşmazlık, tamamıyla skolastik bir sorundur.”
Baştan itibaren teoriyi pratiğe, pratiği teoriye bağlayan Marksizm, insanın dış gerçekliği değiştirdiği ölçüde içinde bulunduğu koşulları ve bu dolayımla da kendisini dönüştürebileceğini savunmuştur. Marx ve Engels, “Bizim teorimiz, bir dogma değil bir eylem kılavuzudur” demişlerdir.
***
Öte yandan skolastik felsefenin bilme yöntemi tersine çevrilince doğruya varılmış olmaz. Pratiğin tek yanlı yüceltilmesi de bir idealizmdir. Teorinin yol göstermediği pratik kördür. Dar pratikçilik, devrimci hareketi kendiliğindenciliğe, ilkesizliğe, ufuksuzluğa sürükler. “Teori, bütün ülkelerin işçi hareketlerinin genel biçimi ile ele alınan deneyimi” (Stalin) olarak vazgeçilmez önemdedir. Lenin bunu, “Devrimci teori olmadan devrimci hareket olamaz” diye ifade eder.
Teoriyi öğrenmenin asgari şartı çok okumak, sistemli incelemektir. Okumadan öğrenmek olmaz. Marx’ın Kapital’e önsözünde dediği gibi, “Bilime giden düz yol yoktur, ve ancak onun dik patikalarında yorucu tırmanmaları göze alanlar aydınlık doruklarına ulaşabilirler.” Çok okuyan mutlaka çok bilen olmayabilir, ama çok bilen mutlaka çok okuyandır.
Teori bir eylem kılavuzu olduğundan sosyal pratikten kopmamalıdır. Lenin’in yazdığı -bu, okuduğu da demektir- kitaplar tarih sırasına göre izlendiğinde, Rusya işçi hareketinin önündeki en acil ve temel sorunların çözümünü esas aldığı görülür. Bunlar ülkenin sosyoekonomik yapısı, kitle çalışması, örgütlenme, devrim stratejisi, felsefe, ulusal sorun ve enternasyonalizm, emperyalizm, devlet ve devrim, proletarya diktatörlüğü ve sosyalizm gibi konulardır.
En doğru yöntem Marksizm Leninizm’i kendi kaynaklarından okumaktır. Kimse Marx’ı Marx’tan, Lenin’i Lenin’den daha iyi anlatamaz. Tahrifatçılardan korunmanın yegâne yolu da budur. Aracılar, ikinci eller, yorumcular ehil kimseler büsbütün yararsız değildir, fakat birçoğu bozucu bir rol oynarlar. Teoriyi sulandırdıkları, keskinliğinden ve inceliklerinden arındırdıkları birçok örnekle gösterilebilir.
Günümüzde her Marksist’im diyeni Marksist görmek gibi bir anlayış var. Devrimci teorinin en önemli ilkelerini iptal edip, yeni baştan kurduğu iddiasında bulunanlara bile öyle denebiliyor. Marx-Engels’in öğretilerinin sınırları var mıydı, Lenin bu konuda nasıl davranırdı diye düşünülmüyor. Proudhon’dan Lasalle’e, Dühring’ten Bakunin’e, Kautski’den Martov’a, Troçki’den Bogdanov’a kadar yürütülen bütün polemiklerin arka planında Marksist öğretiyle sahtesi arasındaki ince çizgiyi korumak vardır.
Sureti haktan görünmekle de Marksist olunmaz. Marx, damadı Lafargue’ın kendi görüşlerini çarpıtmasına,“Kesin olan bir şey varsa, o da benim bir Marksist olmadığım” diyerek ironik bir tepki göstermişti. İlkesel konularda görüş ayrılığına düştüğünde temas halinde olduğu yol arkadaşlarıyla bile çatışmaktan kaçınmazdı. Buradan, okuduğumuz kitapların Marksist geleneğin içinde mi, dışında mı olduğu meselesine kayıtsız kalmamamız gerektiği sonucu çıkar.
***
Uluslararası alanda akademik Marksizm’in baş çekiyor olması bunu daha önemli kılıyor. Dünya komünist ve devrimci hareketinin yenilgisinden sonra Sovyet, Çin ve Avrupa tipi revizyonizmler tedavülden kalkınca meydan akademik Marksizm’in öncü kolu Batı Marksizm’ine kalmıştır. Boşluğu çoğu üniversitelerde hocalık yapan Marksolog profesörler doldurmuşlardır. Bazıları “Avro Komünist” partilerde teorisyenlik icra etmiş bu profesörler, “Stalinizme karşı mücadele” veya “özgürlükçü sosyalizm” namına, Marksizm-Leninizm’in “yeniden inşa”sı işine girişmişlerdir. Kimi Hegel yerine Kant’a veya Spinoza’ya geri dönmeyi, kimi Marx’ı Freud ve Weber’le birlikte okumayı salık vermiş, kimi Lenin’i ve Stalin ‘i iptal ederek yerine Troçki’yi veya Gramsci-Togliatti’yi geçirmiştir. Stalin’i Hitler’le aynı kefeye koymak veya dünyanın üçte birini kucaklayan sosyal devrim deneyimini “devlet Marksizmi” diyerek çöpe atmaya kalkmak bunlara mahsustur. Komünist hareketin bugünkü parçalanmışlığında Gulag edebiyatı eşliğinde yürütülen “Marksizm okumaları”nın rolü vardır. Klasik metinlerde görünenin ötesine geçerek gizli anlamlar aramanın veya her şeyi yeni baştan kurmaya kalkışmanın geldiği yer, bir Marksizm’i, “bin Marksizm”e bölmek olmuştur.
Aralarında Marksizm’in özüne sadık kalıp dünyadaki gelişmeleri doğru analiz eden ufuk açıcı akademisyenler yok değildir, fakat devrimci kuramın ruhuna Fatiha okuyanlar, uzuv nakilleri yapanlar, parametreleriyle oynayanlar çoğunluktadır. “Marksizmin krizi”ne karşı çözüm peşindeki F. Jameson, P. Anderson, A. Negri, E. Laclau, G. Deleuze, I. Wallerstein, S. Zizek bunlardan sadece birkaçıdır. Hep birlikte devrimci örgütlenme ve politik mücadeleden koparılmış, liberal, eklektik, yasalcı, evcilleşmiş, konformist, kültüralist, eylemsiz, sivil bir Marksizm inşası peşindedirler.
Bunlar okunmaz değildir. Entelektüel zekâlarına, ansiklopedik kapasitelerine, üslup zenginliklerine diyecek yoktur. Fakat bunlardan devrim çıkmaz. Tefsircilikten öte gitmeyip, dünyanın nasıl değiştirileceği meselesine ilgisiz kalan Marksizm, Marksizm değildir. Bir teorinin devrimciliği dünyayı yansıtmasında değil, bunu nasıl değiştirileceğini de göstererek yapmasındadır.
***
Şunu da söyleyelim ki, sadece klasikleri okumakla Marksizm öğrenilmez. Bilmekle kavramak aynı şey değildir. Bilmek kitabidir. Öğrenmek ve kavramaksa bilinenin ruhuna nüfuz etmeyi, onu gündemdeki sorunları çözme yöntemi olarak kullanabilmeyi gerektirir.
Bugünün dünyası 100-150 yıl öncesiyle aynı değildir. Kuran’ı bütün zamanlar için yeterli bir kuramsal referans olarak gören İslamcıların durumuna düşmemek için, durmaksızın değişen dünyadaki toplumsal, ideolojik-kültürel, bilimsel-teknik gelişmeleri çözümleyebilecek kapasitede olmak gerekir. Ne dünya, ne de Marksizm kendini tekrar ediyor. Değişen ve burjuvazi tarafından sürekli yanılsama bombardımanına tutulan bir dünyada yön bulabilmek, zamanın ilerisinde gitmekle mümkündür.
Marksizm nasıl sınıf mücadelesinin dışında konumlanmış tefsircilerden öğrenilemezse, dünyada olan bitenlerden, bilimsel keşiflerden, sosyalizmin dışındaki gelişmelerden de ayrı öğrenilemez. Komünizmin insan bilgilerinin toplamından oluştuğunu düşünen Lenin Sovyet gençliğine şu tavsiyede bulunmuştu:
“Ancak insanlığın yarattığı tüm bilgi hazinelerini öğrendiğiniz zaman, kafanızı bu bilgilerle zenginleştirdiğiniz zaman komünist olabilirsiniz.”
Hiç yorum yok