Arap Dünyasında Kendi Kaderini Tayin için Mücadele ; Arap Diktatörler ve Global Sermaye arasındaki İttifak
Tarih kendini’ tekrar mı ediyor? Arap dünyasında tekrarlanan Avrupa'daki 1848 olaylarımı? 2011, 1848 gibi aynı sonuçlarımı görecek? Buna ancak Arap halkı karar verebilir. Kaderleri kendi ellerinde, ancak 1848 hatalarından ders çıkarmalılar ve ciddi bir şekilde kapitalist sınıfın rolünün üzerine gitmeliler.
Araplar, sömürgeciliğe karşı kendilerinin ikinci isyan dalgasına şahit oluyorlar. Birinci isyan dalgası Birinci Dünya Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı’nın sonu arasında başladı. Birinci Dünya Savaşı süresince İngiltere ve Fransa’nın desteğiyle Osmanlı Türkiye’sine karşı Büyük Arap İsyanı, ve devamında İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında İngiltere, Fransa ve İtalya’ya karşı Arap isyanı.
Sömürgeciliğin resmi süreci boyunca, (İngiltere, Fransa, İtalya) sömürgeci güçlerin otoritesi siyasi olarak ortadaydı. Bugün Arap dünyası, yeni-sömürgeci güçlerin “görünmeyen otoritesi” altında. Bunlar ABD, Britanya ve Fransa’yı kapsar.
Modern dönem yeni-sömürgeci güçler, Arap ülkeleri üzerindeki kontrolünü, onların ekonomilerinin denetimi ve yeni-sömürgeci çıkarlara uşak olarak hizmet eden siyasi liderlerinin kontrolü aracılığıyla sürdürüyor. Bu nedenle, 2011 sadece diktatörler ve çürümüş rejimler aracılığıyla zorlanan yabancı hakimiyetine karşı ikinci Arap başkaldırı dalgasının başlangıcı değil değil, fakat, aynı zamanda yeni-sömürgeciliğe karşı daha geniş bir mücadelenin parçasıdır.
Tunus'la başlayarak başkaldırılar ve protestolar bütün Arap dünyasında patlak verdi. Cezayir, Yemen, Ürdün, İsrail işgali altındaki Filistin bölgeleri, Moritanya, Sudan ve Mısır, bunların hepsi aktivizmle elektriklendi. Buna ilave olarak Lübnan’daki politik gerginlik, Amerika önderliğindeki yabancı askeri işgal altındaki Irak’ta devam lı istikrarsızlık, Bahreyn’de oluşan gerginlik, Sudan’ın balkanizasyonu.
İlk bakışta Arap Dünyası, kargaşa içinde gibi görünüyor, ancak gözle görünenden çok daha fazlası var.
Arap dünyası halkları uyanmadı, zaten uyanıklardı. Ülke kaynaklarının ve zenginliklerinin yabancı şirketlere peikeş çekşlmesini ve rüşvet yiyici liderlerince çarçur edilmesini izlediler. Arap halkı, aynı liderlerin, 2003 yılında Irak’a saldırı ve işgali desteklemelerini seyretti. İsrailin, Filistinlileri kendi devletlerinin yardımıyla ezerken seyretti, 2006 da Lübnan’a kendi rejimlerinin örtülü deteğiyle saldırılırken seyretti, 2008 de Gazze Şeridi, İsrail tarafından yeniden işgal edilirken seyretti ve Mısır yönetimi İsrail’in Gazze’yi aç bırakmasına yardım ederken seyretti.
Araplar uyanmadılar, öfke ve hayal kırıklığıyla kırıklığıyla seyrettiler. Arap halkı şimdi seferber oluyor. Arap kitleleri şimdi vücudun bağışıklık sistemi gibi, Arap dünyasını bulaştıran hastalıklarla savaşıyor. Araplar eylemdeler.
Yabancı çıkarlara hizmet eden işbirlikçi seçkinler olarak Arap liderleri
Zengin ve fakirler arasındaki uçurum genişlerken sınıfsal kutuplaşma büyüdü. nesillerarası hareketlilik, insanın yaşamı boyunca meydana gelen sosyal sınıfta bir değişim ve nesiller içi hareketlilik , bir aile içinde bir nesilden diğerine oluşan değişim, önlendi.
Arap halkı, hâkim sınıflarının ve hükümetlerinin yalnızca yolsuz(luk yapan) rejimler değil, aynı zamanda işbirlikçi seçkinler, yani yabancı şirketlerin, hükümetlerin ve nüfüzluların yerli temsilcileri olduğu gerçeğini kavradılar. Bu yerli Arap işbirlikçi seçkinlerinin boyun eğdiği kapitalist sınıf haklı olarak asalak veya asalak seçkinlerolarak isimlendirildiler, çünkü yerel zenginliği ve kaynakları yeni-sömürgeci efendileri adına cebe indiriyorlar.
İşbirlikçi seçkinlerin bu yapısı Mısır, Tunus, Lübnan ve Filistin Özerk Yönetimi’nde hakim olarak kednini gösteriyor.
Mısır’da (babası Muhammed Hüsnü Mübarek tarafından başkanlık için hazırlanan) Cemal Mübarek Bank of America’da çalışıyor.
Tunus’ta Fransız ve Amerikan askeri okullarında yetiştirilmiş bir subay olan Zine Al-Abidine Ben Ali, iktidarlara geçince, ABD ve Fransa ekonomik çıkarlarına hizmet etdi.
Lübnan’da Fuad Siniora başbakan olmadan önce Citibank memuruydu ve Refik el-Hariri de Lübnan başbakanı olmadan önce hem, (kendisi Suudi Orgre’yi kurmadan önce) Fransızinşaat şirketi Ogre’ye , hem de Suudi çıkarlarına (bu durumda ABD çıkarlarına) çalışmıştı.
Yolsuz Filistin yönetimi bünyesi içndeki Salam Fayyad, maliye bakanı olmadan ve sonra yarı-diktatör Mahmud Abbas tarafından düzmece Filistin yönetiminin başbakanı olarak atanmadan önce, ABD Merkez Bankası’nı ve Dünya Bankası’nı oluşturan bankalardan birinde çalışmıştı.
Dahası, neredeyse bütün Arap maliye bakanlarının önde gelen küresel bankacılık kurumlarıyla bağlantıları vardır. Hepsi aynı zamanda Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’nın Washington Mütabakatı’na kesinlikle bağlılar.
Arap dünyasında akıntılar mı değişiyor, yoksa ABD olası kayıbına karşı kendini korumaya, zararını minimumda tutmaya mı çalışıyor?
Amerika, İsrail, İngiltere, Fransa ve bunların müttefikleri Orta Doğu ve Arap Dünyası ’nda önemli kayıplarla yüz yüze görünüyorlar. Yolsuz 14 Mart İttifakı’nın çöktüğü Lübnan’da çoktan başlamış durumda. Walid Jumblat ve onun Demokratik Topluluk’unun ayrıldığı 2008’den beri 14 Mart İttifakı oldukça lanse edilen parlamentoda çoğunluğu oluşturamıyor. Yeni başbakanın seçimi bu gerçeğin altını çizmişti. Hizbullah, Amal Hareketi, Özgür Yurtsever Hareket, Marada Hareketi ve bunların Lübnan’daki siyasi müttefikleri, parlamenter manevrayla Refik Hariri’nin oğlu Saad el-Hariri’yi başbakanlıktan uzaklaştırdılar.
ABD, çift taraflı oyun oynamaya çalışıyor. ABD dış politikasının büyük destekçisi olan The New York Times, ABD hükümetinin Mısır’ın bir çeşit perde arkası demokratikleştirme arayışında olduğunu öne sürüyor. Ross Douthat açıklıyor: “Daha yakından bakın; Obama yönetiminin gerçek hedefi, diktatörün askeri kadrolarını olduğu gibi görevde tutarken, Mübarek’i ekarte etmek olmuştur. Eğer Obama’nın Beyaz Sarayı kendi istediğini elde ederse, demokrasi ye herhangi bir açılış, eski bir general ve CIA’in sahneleme programıyla iş birliği ile çok iyi bilinen Mısır istihbarat şefi olan Ömer Süleyman gibi içeriden biri tarafından dikkatli biçimde perde arkasından idare ile yapılacak. Bu, yumuşak başlı, savaş karşıtı kararsızlık değil. Soğukkanlı reelpolitik.”
Mübarek’in devrilmesinin ardından var olan Mısır rejimi aynı kaldığı sürece yeni-sömürgeci çıkarlara hizmet devam ettirilecek. Çıkarları güvence altına alındığı sürece Mübarek’i feda edeceklerdi. Rejimin çehresi önemli değil, hizmet ettiği çıkarlar önemlidir.
Doğru ya da yanlış, Mübarek rejimi Mısır’daki kitlesel gösterilerin arkasında ABD ve İsrail’in olduğunu iddia etti. İran, Hizbullah, Katar ve Hamas da Kahire tarafından ABD ve İsrail’in yanında protestoların planlanmasına yardım etmekle itham edildi. Mübarek yönetiminden gelen bu suçlamalar, protesto hareketini şeytanlaştırmayı ve meşruiyetini yabancı dalaveresi olarak kırmayı ve Mısırlı protestocuları bölmeyi amaçlıyordu.
ABD, Mısır ve Tunus’ta aynı yolsuzluğa gömülmüş statükoyu ya, devam eden diktatörlükle ya da dış görünüşte demokratik politik bir sistemle muhafaza etmeye çalışıyor. Başka bir deyişle, amaç özü aynı tutmak, sadece şeklini değiştirmek. Yolsuzluklara gömülmüş hükümet iktidarı ya diktatörlük ya da “gözetimli” demokrasi altında işleyebilir.
Arap dünyası genelinde protestolar hız kazanırken, ABD ve müttefikleri kendi “muhalefet” figürlerini protesto hareketinin arasına katmaya ve “ajanlarını” iktidara getirmeye “ çalışıyorlar. Eğer Arap protesto hareketi bu sızma işlemine karşı dikkatli olmazsa, Arap dünyasında yükselen demokratikleşme denilen dalga , dış güçlerin kontrolünü muhafaza eden, manipüle edilmiş bir aşama ile sonuçlanabilir.
Akdeniz Birliği ve Arap dünyasında demokratikleşme
Amerika ve Avrupa birliği demokrasi veya özgürlük için model değiller. Arap halkı kendilerini demokrasinin böylesine dar tanımlamalarıyla dizginleyerek kapasitesini sınırlamamalı. Demokrasiye dair kültürel olarak yanlı veya gizli ırkçı ve etnosentrik nutuklar a da ihtiyaçları yok. Onlar oldukça yetenekli bir çoğunluk.
1995 Barcelonda Deklarasyonu büyük çapta yeniden ekonomik yapılandırma, Pazar liberalizasyonu ve Avrupa Birliği ile Arap dünyası arasında serbest ticaret bölgesi oluşturulması çağırısı yapmıştı. ABD Orta Doğu Serbest Ticaret Bölgesi (MEFTA) aynı zamanda AB’nin attığı adımlarla paralel giden bir ekonomik projeydi. Bu bağlamda ABD ve AB desteğinde , Avrupa Birliği, İsrail, Türkiye ve Arap dünyasını giderek entegre etmek için hazırlanan bir plan var.
Bu jeopolitik ve sosyo-ekonomik proje “Akdeniz Birliği” ya da “Akdeniz in Birliği” taslağı olarak bilinmekte. Bu işlem , sözümona bir demokratikleştirme işlemi aracılığıyla Arap dünyasında “aşamalı” reformu öngörüyor.
Eski olan bazı şeyler yeniden yapılandırılmalı ya da yeni şeyler yapmak için sökülüp atılmalı. “Yeni Orta Doğu” projesi bunu yapmaya yönelikti. Amaç, entegrasyonun yolunu açmak için Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın eski devletlerini zayıflatmak ve değiştirmek.
Dengeli enregrasyona olanak sağlamak amacıyla bu projeyi ilerletmek için demokrasiye ihtiyaç vardı, bununlaberaber bu ülkeleri takip edecek enregrasyona hazırlamak için kaos kullanıldı. Bu bağlamda model ülke şimdi Türkiye. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana Ankara otoriter hükümetler ve Türk ordusu tarafından yönetilmiştir. Buna rağmen Türkiye, dışarıdan bakıldığında isbeten liberal bir demokrasi olarak görünümüne önüştürüldü. Bu dış görünüşteki değişim veya dönüşüme rağmen Türkiye hâlâ örgütlü sermayenin çıkarlarına hizmet eden yolsuzluğa gömülmüş bir hükümet e sahiptir. Ankara, Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Suriye tarafından ortak imzalanan geniş birtakım anlaşmalar dizisi vasıtasıyla bölgesel bir pazar veya blok oluşturulmasının da ön safındadır.
Zbigniew Brzezinski nin ABD’nin desteklemesi gerektiğini söylediği gibi, Ankara, aynı zamanda İran ile bağlarını derinleştiriyor. Brzezinski’ye göre derinleşen Türk-İran ilişkileri, uzun vadede ABD’ye yarar sağlayacak. Bu nedenle Ankara, diğer Orta Doğulu ülkelerle olduğu kadar, kendisini ekonomik olarak İran ve Suriye ile de bütünleştirmeye çalışıyor.
Türk hükümeti, olası bir lider olarak Orta Doğu halkları gözündeki güvenilirliğini arttırmak için İsrail’e bariz olan muhalefet şovları yaptı. Bu bağlamda Türkiye, Arap dünyası ve İran’a giderek yaklaşmakta. 2010 yılında Arapça yayın yapan devlet TV kanalı açtı. Türkiye, aynı zamanda Tahran ve Şam ile, Suriyeli ve İranlı yetkililer tarafından Ankara’nın müttefik veya stratejik ortak ve “direniş bloku”nun bir üyesi olarak adlandırılak kadar yakınlaştı. Tüm bunlar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da bir bölgesel blok oluşturmayı amaçlayan adımlar gibi görünüyor.
Avrupa Biriği ve Arap dünyası arasındaki ekonomik entegrasyon işleminde ortada var olmayan “kurumsal demokrasi”. Birçok önemli kurum doğası gereği antidemokratik olacak. Mali ve bankacılık sektörü, kamusal denetim ve sorumluluk alanının dışında işleyecek. Bu şartlar altında, bankacılık sektörü kaçınılmaz olarak devletin siyasi yapısını kontrol edecek. Yüzeyde bir takım dış görünüşolarak demokratik devletler ortaya çıkarken, bunlar antidemokratik güçler tarafından kontrol edilecek.
Küresel kapitalizm ve Arap diktatörleri arasındaki ittifak
Arap diktatörleri ve tiranlarının, örgütlü sermayenin çıkarlarına hizmet ettiğini anlamak hayati önem taşır. Bu, onların birincil işlevleridir. Bunlar, örgütlü sermaye tarafından şekillendirilen küresel sistemin unsurlarıdırlar.
Geçmişi hatırlarsak, Mübarek’in önceli Mohammed Anwar Al-Sadat rejimine karşı protesto ve başkaldırılar 1977 yılında başladı. Bu protestolasrın sebebi, IMF’in Sadat’a devrettiği neo-liberal politikalardı. IMF politikaları, günlük yaşamın temel ürünlerinde teşvikleri sona erdirmişti. Gıda fiyatları fırlamış ve Mısırlılar ağır darbe almıştı. Sadat, Mısır ordusuyla güç kullanarak ve devlet desteklerini yeniden yürürlüğe koyacağına dair sözler vererek protestoları sonlandırmıştı. 1977’deki protestolar başarısızlıkla sona ermişti. Bugün Mısır’daki durum çok daha vahim ve ABD ile AB askeri güç kullanmak dışında seçenekler arıyor.
ABD ve AB bir taraftan Arap halklarının istediği değişime düşük düzeyde sözlü destek vermekte, ancak diğer taraftan baskıcı rejimleri iktidarda tutmaya çalışmakta. ABD ve AB bu rejimleri açık ve el altından destekliyor, çünkü bunlar örgütlü sermayeye hizmet ediyor. Arap dünyasında özgürlüğe karşı çıkanların ABD ve AB’deki kapitalist sınıf olduğu da dikkat çekmek gerekir. ABD ve AB’den bahsedildiğinde, bu kapitalist egemen sınıf bağlamında bahsedilir. ABD’deki ve AB ülkelerindeki hükümet ve devlet sadece sermaye sınıfının temsilcileri olarak hizmet eder.
Tunus’ta protestolar duruldu. Eski rejimin yapısı hâlâ duruyor. Aynı bakanların ve yetkilikerin çoğu hâlâ iktidarda. Amerikan müdahalesinin açık göstergesi olarak , ABD Yakın Doğu İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Jeffery D. Feltman, yeni Tunus hükümetinin oluşturulmasına dair yetkililerle müzakerelerde bulunmak üzere Tunus’a gitti. Feltman aynı zamanda ABD’nin Beyrut büyükelçisi olduğu dönemde Lübnan çıkarlarına karşı çalışması ile tanınır.
Daha önemlisi, Tunus’ta Ben Ali diktatörlüğünü sahneye koyan örgütlü yabancı sermayenin nüfüzluları hâlâ yerinde duruyor. Tunus protestoları, dünya çapında insanları elektriklendirdi, ancak bunlar sosyo-ekonomik değişim içeren devrimlere dönüşmedi. Şimdiye kadar Tunus biraz estetik düzeltme gördü, ancak yapılan estetiğin altında bütün aynı mekanizmalar ve aynı kuruluş yapıları yerinde duruyor.
Küresel sermaye Tunus’ta hâlâ güçlü etkiye sahip. Tunus ve IMF arasındaki, Akdeniz Birliği’ni oluşturmak için Avro-Akdeniz Ortaklığı ile Avrupa Birliği arasındaki, böylesi anlaşmalar, ABD ve AB ile yapılan çeşitli ekonomik anlaşmalar Tunus üzerinde hâlâ boyunduruk olarak duruyor. Tunuslular, toplumlarını aşağılayan ekonomik anlaşmalar ve neo-liberal politikaları reddetmeli.
1848’den ders çıkarmak: 2011’de 1848 sonrası mı tekrarlanacak?
Irak’daki Anglo-Amerikan işgalinin arifesinde, 2003’teki gibi “ikinci süper güç” bir kez daha başını kaldırıyor. İkinci süper güç halkın gücüdür. Bir başka deyişle ve daha gelişmiş bir yöntemle Zbigniew Brzezinski 1993’te bu süreçten bahseder. Brzezinski bunu “küresel politik uyanış” olarak adlandırır. 2008’de bu kavramı yeniden ele aldı ve bunun bir başka raundunun başlayabileceğini öne sürdü.
Ancak bu küresel politik uyanış yeni değil. Avrupa 1848’de aynı olayları basılı medyanın ve yeni iletişim araçlarınının kullanımı döneminde gördü. 2011, internet ve sosyal medya aracılığıyla oluşunu gördü. Biri kazanırken diğerinin kaybettiği oyun veya çatışma bağlamında, orta sınıftaki politik uyanışlar, daha büyük kontrollere karşı egemen sınıf hareketlerine bağlı olan tarihsel süreçlerdir. Toplumun orta kesimi hiçbir şey kazanmama noktasına daha da yaklaştıkça, kendi koşullarının farkına daha da varmakta. Bu, egemen sınıfların orta sınıf üzerindeki kontrolü daha da mutlak hale geldikçe gerçekleşmektedir.
Şu yeniden sorulmalı: 1848’den hangi dersler alınabilir? 1848 Avrupa’sının koşulları Arap dünyasınınkilerle aynıydı. Yoksulluk, işsizlik, sömürü ve özgürlükten yoksunluk almış yürümüştü. Orta sınıf, toplumsal dengesizlik durumundaydı. Paris Komünü’nünkü ile aynı kader Mısır’da veya Arap dünyasının herhangi bir yerinde vuku bulmamalı. Devrimler gerçek olmalı ve radikal sosyo-ekonomik değişimleri beraberinde getirmeli.
Buna ek olarak Muhammed El Baradey şu anda Mübarek’e alternatif olarak sunuluyor. Baradey, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun eski genel direktörü ve bundan önce de Cemal Abdülnasır iktidarında ve Al-Sadat yönetiminde diplomattı. Mübarek rejimi, Al-Sadat rejiminin devamıdır. El Baradey gerçek bir alternatif değil; ABD, AB ve İsrail’in çıkarlarına boyun eğen bir geçmiş performansa sahip. Ve ne de Mısır ve Arap dünyasını felce uğratan neo-liberal politikalara karşı. Aksine, El Baradey küresel sermayenin çıkarlarına hizmet etmeyi , ve hem Mısır’ın varolan yolsuzlaşmış devlet statükosunu hem de dış politikadaki yönünü korumayı amaçlıyor.
Arap halkları küresel kapitalizmin rolünün üstüne gitmeli
ABD ve AB, demokrasi ve özgürlüğün savunucuları değildir. Kleptokrasiyi desteklerler. Kleptokrasi, farklı biçimler alabilir. Demokratik veya otoriter olabilir. Bunun başlıca ön koşulu, ulusal seçkinlerin Batı Avrupalı ve Amerikalı kapitalizme meydan okuduğu Rusya veya İran’daki gibi sadece yerli kapitalist seçkinlere değil, küresel kapitalist sınıfa hizmet etmesi gerektiğidir.
Bu halk protestoları, yeni bir Orta Doğu’nun doğum sancıları mı?
Arap halkı kendi siyasi temsilciliğini yeniden mi kazanıyor?
Bu, Arapların uzun zamandır beklediği, dünya tarihinin sayfalarına yeniden girmelerinin zamanıdır. Arap halkı, devrimlerine örgütlü sermaye tarafından yönlendirilmeksizin devam edebilmek için gardını yüksek tutmalıdır. AB’den gelen sözde stabilizasyon yardımları ve diğer destekler yardım anlamına değil, Arap toplumlarının gidişatını yönlendirme anlamına gelir.
Arap orta sınıfı bu finansal manipülasyon işlevinin farkına varmalı ve Arap rejimlerini destekleyen ekonomik bağları kesmeli. ABD ve AB’nin yürürlüğe koyduğu sömürü ve hırsızlık getiren ekonomik anlaşmalar iptal edilmeli. Politik güç, ekonomik güce tâbi olmamalı. Bu bağlamda , kurumsal demokrasi de akılda tutulmalı. Aksi takdirde, 1848 sonrasındakinin aynı sonucu, 2011 Arap Baharı sonrasında da kendini tekrar edecek.
Protesto hareketinin sonucu olarak ortaya çıkabilecek bir başka “alternatif” Arap hükümetleri dış görünüşte demokrasi gibi görünecek. Bunun yerine, küçük bir toplumsal azınlık için kleptokratik statükoyu korumaya çalışacaklar.
Statüko galip gelecek. Ekonomik sömürü, açık diktatörlük yerine demokrasi ve demokratik yönetim kılıfı altında devam edecek.
Seçim sandığına oy atmanın bir ritüele dönüştüğü yerde demokrasi , seçimlerin yapılması meselesi değildir.
Demokrasi, düşünce özgürlüğünde ve ekonomik demokrasi aracılığıyla geçim sağlamada odaklanmalı .
Bunun ortaya çıkması için tüm Arap dünyasındaki halklar, küresel kapitalizmin kendi yerel siyasi sistemlerinin yapısı üzerindeki etkilerinin, yani otoriter rejimlerin yabancı çıkarlarına ne kadar başarıyla hizmet ettiklerinin üstüne gitmeli.
Mahdi Darius Nazemroaya
Note- Kleptokrasi yi *yolsuzluğa gömülmüş* olarak çevirdim.. bu kelimeden anlamamız gereken tam da Türkiyedeki AKP ve öncesi hükümetlerin pratikleri…Hizmet ettikleri hakim sınıf dahil olmak üzere , tamamıyle kendi ceplerini yolsuzluklarla, rüşvetlerle , hırsızlıklarla dolduran, çevresini zengin eden, geleneksel (her nedemekse) resmi bir hükümet şekli olmayan , ama sözde yöneten bir hükümet yapısı..Belkide Türkiyeye uyan, deyimiyle , Hırsızların ve yolsuzların Yönetimi ..
http://www.globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=23050 adresinde yayımlanan metinden Erdoğan Ahmet tarafından çevrilmiştir.
Hiç yorum yok