Emperyalizm - ÜÇ MALİ-SERMAYE VE MALİ-OLİGARŞİ
ŞÖYLE yazar Hilferding: "Sınai sermayenin daima büyüyen bir parçası, onu kullanmakta olan sanayicilere ait değildir. Sanayiciler, bundan yararlanma olanağını, yalnızca, kendilerine göre sermaye sahipliğini temsil eden bankalar kanalıyla elde etmektedirler. Öte yandan, bankalar da, gitgide artan bir sermaye kısmını, sanayide tutmak zorundadır. Böylece bankalar, gittikçe artan ölçüde, birer sanayi kapitalisti haline geliyor. Gerçekte, sanayi sermayesi haline dönüşen bu banka sermayesine —yani para-sermayeye— 'mali-sermaye', ('finance capital') diyorum. Kısacası, 'mali-sermaye', bankaların çekip çevirdiği, sanayicilerin kullandığı bir sermaye oluyor."[47]
Bu tanım, eksiktir; çünkü çok önemli bir olguyu, üretimin ve sermayenin genişleyen yoğunlaşmasının tekellere yolaçtığı ve hâlâ açmakta olduğu olgusunu, sessizce geçiştirmektedir. Ancak, gene de Hilferding'in genellikle bütün yapıtı, ve özellikle yapıtın bu tanımı aldığımız bölümden önceki iki bölümü, kapitalist tekellerin rolü üzerinde gereğince durmaktadır.
Üretimin yoğunlaşması, bunun sonucu olarak, tekeller; sanayiin ve bankaların kaynaşması ya da içiçe girmesi — işte mali-sermayenin oluşum tarihi ve bu kavramın özü.
Şimdi geriye kapitalist tekeller "yönetiminin", meta üretimi ve özel mülkiyet rejimi içinde, nasıl kaçınılmaz bir biçimde, bir mali-oligarşi egemenliği haline geldiğini açıklamak kalıyor. Hemen belirtelim ki, Alman —yalnızca Alman değil— burjuva biliminin Riesser, Schulze-Gaevernitz, Liefmann vb. gibi temsilcilerinin hepsi de, emperyalizmin ve mali-sermayenin savunucularıdır. Bu oligarşinin oluşum "mekanizması"nı, usullerini, "yasak ya da caiz" gelirlerinin oranlarını, parlamento ile ilişkilerini vb., vb. açıklayacakları yerde, onları hafif göstermeye, süslemeye çalışıyorlar.
Tumturaklı ve belirsiz tümcelerle, banka müdürlerinin "sorumluluk duygularına" seslenerek, Prusyalı memurlara "görev duyguları"ndan ötürü övgüler döşenerek, tekellerin "gözetim" ve "düzenlemeleri" için hazırlanan gülünç yasa tasarılarını, en ciddi bir tavırla ve ayrıntılı bir biçimde tahlile girişerek, teori konusunda, Profesör Liefmann'ın ulaştığı şu "bilimsel" tanımlama gibi budalalıklara başvurarak, bu "lanetli" soruları savuşturmak istiyorlar: "T i c a r e t, m a l l a r ı t o p l a m a y ı, m u h a f a z a e t m e y i v e e m r e a m a d e t u t m a y ı a m a ç l a y a n s ı n a i b i r f a a l i y e t t i r."[48](İtalikler profesöründür.) Bu sözlerden çıkacak sonuç şudur: ticaret, değişimi (sayfa 58) (mübadeleyi) bilmeyen ilkel insanda da vardı, sosyalist toplumda da olacaktır!
Ancak mali-oligarşinin müthiş egemenliğiyle ilgili korkunç gerçekler öylesine bellidir ki, bütün kapitalist ülkelerde, Amerika'da, Fransa'da, Almanya'da, burjuva anlayışla yazılmış, ama gene de, bu mali-oligarşinin —bayağı cinsten de olsa— doğruya oldukça yakın ve eleştirel bir tablosunu veren bir yazın türemiş bulunuyor.
Her şeyden önce, temelde, yukarda bir-iki sözcükle değindiğimiz "holding sistemi" var. Bu konuya, ilk değinen değilse bile, ilk değinenlerden biri olan Alman iktisatçısı Heymann şöyle diyor:
"Yöneticiler, esas-şirketi, [sözcüğü sözcüğüne: "ana-şirket"] o da bağlı şirketleri ["kız-şirketler"], onlar da bağlı şirketlere bağlı şirketleri ["torun-şirketler"] vb. denetlemektedir. Bu yolla, büyük bir sermayeye sahip olmadan da, üretimin geniş alanlarına egemen olmak olanaklıdır. Çünkü, üretimi denetleyebilmek için sermayenin %50'sine sahip olmak yetiyorsa, yöneticinin, ikinci derecede bağlı şirketlerin 8 milyonluk sermayesini denetleyebilmesi için, 1 milyon sermaye sahibi olması yetmektedir. Hatta bu 'içice' durum daha da ileri götürüldüğünde, 1 milyon sermaye ile onaltı milyonun, otuziki milyonun vb. denetimi de olanaklı olabilmektedir."[49]
Gerçekte, deneyimler gösteriyor ki, sermayesi hisse senetlerine bölünmüş bir şirketin işlerine egemen olmak için, hisselerin %40'ını elde etmek de yetiyor;[50] çünkü küçük ve dağınık hisse sahiplerinden bir kısmının, pratik olarak, genel kurul toplantılarına katılma olanağı yoktur. Burjuva bilgiçleri ve sözümona "sosyal-demokrat" oportünistler, hisselerin "demokratlaşması"yla, "sermayenin de demokratlaşacağını", (sayfa 59) "küçük üretimin öneminin artacağını, rolünün büyüyeceğini" umuyorlar (ya da umduklarını söylüyorlar); oysa bu, aslında, mali-oligarşinin gücünü artırma yollarından biridir. Bunun içindir ki, daha ileri, daha eski, daha "deneyimli" kapitalist ülkelerde, küçük değerde hisse senetleri çıkatılmasına yasalarca izin verilmiştir. Almanya'da hisse senetlerinin bin marktan fazla itibari değerde olması, yasalarca yasaklanmış bulunmaktadır; bu yüzden Almanya'daki açıkgöz parababaları, 1 sterlinlik (20 marklık, 10 rublelik) hisse senedi bile çıkarılabilen İngiltere'ye kıskanç gözlerle bakarlar. Almanya'daki en büyük sanayicilerden ve "para krallarından" biri olan Siemens, 7 Haziran 1900 tarihinde, Reichstag'a, "bir sterlinlik hisse senetlerinin Britanya emperyalizminin temeli olduğunu" söylemişti.[51] Bu tüccar, Rus marksizminin kurucusu geçinen [14*] ve emperyalizmi halkların birine özgü bir kusur olarak gören bazı ağzı kalabalık yazarlardan daha köklü, daha "marksist" bir emperyalizm anlayışına ulaşmıştı
Ancak, "holding" sistemi, yalnızca tekelcilerin gücünü iyice artırmaya yaramaz, onlara, hiçbir ceza korkusu olmaksızın, halkı oyuna getirmek ve en kirli işlere girmek olanaklarını da sağlar; çünkü "ana-şirketin" yöneticileri, "özerk" sayılan bağlı şirketlerin işlerinden yasalar karşısında sorumlu değillerdir; bu yüzden de bu bağlı şirketler aracılığıyla, "her şeyi" kabul ettirebilirler. İşte Die Bank adlı Alman dergisinin Mayıs 114 tarihli sayısından aldığımız bir örnek:
"Daha birkaç yıl önce, en iyi kazanç sağlayan Alman işletmelerinden biri olan Cassel'deki 'Spring Çelik Anonim Şirketi', kötü yönetim sonucu öyle bir noktaya geldi ki, dağıttığı temettü oranı %15'ten sıfıra düştü. Yönetim kurulu, hissedarların haberi olmaksızın, bağlı şirketlerden birine, (sayfa 60) itibari sermayesi Yalnızca birkaç yüz bin mark olan 'Hassia' şirketine, 6 milyon mark tutarında bir borç vermişti. Anaşirketin sermayesinin hemen hemen üç katını bulan bu yüklenme, bilançolarda da hiç görünmemekteydi. Bu ihmal yasalara aykırı da değildi; ticari mevzuatın hiçbir maddesine aykırı hareket edilmemiş olduğu için, bu durumun tam iki yıl boyunca sessizce geçiştirilmesi olanaklı olmuştu. Sorumlu kişi olarak bu bilançolara imza koymuş olan denetim kurulu başkanı, bugün olduğu gibi o zaman da, aynı zamanda, Cassel ticaret odası başkanı bulunmaktaydı. Hissedarlar 'Hassia' şirketine verilen bu borçtan, çok sonra, bunun hatalı bir iş olduğu ortaya çıktığında" ... (yazarın bu sözcüğü tırnak içine alması gerekirdi) ... "durumu önceden bilenlerin kendi hisse senetlerini satmalarından sonra, bunların değerleri %100'e yakın bir düşüş gösterdiği zaman haberdar olabildiler."...
"Sermayesi hisse senetlerine bölünmüş şirketlerde raslanan bu tipik bilanço cambazlığı, bize, yönetim kurullarının en tehlikeli işlere tek başına çalışan işadamlarından daha rahatlıkla girmelerindeki nedeni açıklamaktadır. Modern bilanço tekniği, yalnızca girişilen riskli işleri sıradan hissedarlardan gizleme olanağı sağlamamakta, aynı zamanda, asıl çıkar sahiplerine, kendi hisse senetlerini zamanında elden çıkararak, başarısız bir deneyimin sonuçlarından kaçınma olanağı da hazırlamakta; oysa kendi başına çalışan işadamı, attığı her tehlikeli adımın cezasını gene kendisi çekmektedir. ...
"Birçok anonim şirketin bilançosu, belgenin gerçek anlamını belirten alttaki işaretleri okuyabilmek için ilkin üstte görünen başka bir yazının silinmesi gereken ortaçağ palimpsestlerini akla getirmektedir." (Palimpsest: üzerine yeni bir yazı yazılmak için, asıl yazının silinmiş olduğu parşömen.)
"Bir bilançoyu anlaşılmaz duruma sokmak için en çok kullanılan ve en basit yöntem, yeni yeni bağlı şirketler (sayfa 61) kurarak, ya da edinerek, tek bir işletmeyi parçalara bölmektir. Sözkonusu sistemin —meşru olan ya da olmayan— amaçlar açısından doğurduğu yararlar öylesine ortadadır ki, bunu kabul etmeyen büyük şirketler birer istisna oluşturur."[52]
Yazar, örnek olarak, bu sistemi geniş ölçüde uygulayan en büyük tekellerden birin, ünlü "General Elektrik Şirketi"ni (ilerde tekrar sözkonusu edeceğimiz AEG'yi) veriyor. 1912 yılında, bu şirketin, 175 ya da 200 başka şirketin sermayesine katıldığı, kuşkusuz, bunlara egemen olduğu, ve toplam olarak aşağıyukarı 1,5 milyar marklık bir sermayeyi denetlediği tahmin edilmekteydi.[53]
Bütün denetim ve gözetim kuralları, bilançoların yayınlanması, bunlar için açık şemalar düzenlenmesi vb. iyi düşünceli profesör ve memurların —yani kapitalizmi savunmak ve daha az kusurlu kılmak gibi bir iyi niyette dolu olanların—, halkın dikkatini çelmek için söylediklerinin hiçbir önemi yoktur. Çünkü özel mülkiyet hakkı kutsaldır, ve kimsenin hisse senetleri almasına, satmasına, rehine vermesine engel olunulamamaktadır.
"Holding sistemi"nin büyük Rus bankalarında nasıl gelişmeler gösterdiğini kavramak için, Rus-Çin bankasında onbeş yıl çalışmış ve, 1914'te, metnine pek de uymayan Büyük Bankalar ve Dünya Pazarı adlı bir kitap yayımlamış bulunan, E. Agahd'ın verdiği rakamlara başvuracağız.[54] Yazar, büyük Rus bankalarını, başlıca iki gruba ayırıyor: (a) "holding sistemi"ni uygulayanlar ve (b) "bağımsız bankalar" (ancak burada, bağımsızlık kavramıyla, keyfi bir şekilde, yalnızca yabancıbankalar karşısındaki bağımsızlık (sayfa 62) anlaşılmaktadır.) Yazar, birinci grubu da üç ayrı alt-gruba ayırmaktadır: 1) Alman holdingleri; 2) İngiliz holdingleri; 3) Fransız holdingleri. Yani sözü edilen her üç ülkenin yabancı bankalarının holdinglerini ve egemenliğini gözönünde tutmuş olmaktadır. Ayrıca yazar, yatırılmış banka sermayelerini "üretken" (sanayi ve ticaret alanlarında) ve "spekülatif" (borsa ve para işlemleri uygulanmış) sermaye olarak ikiye ayırıyor. Böylece E. Agahd kendine uygun düşen küçük-burjuva reformist görüşüyle, kapitalist düzen içinde, bu iki çeşit yatırımı birbirinden ayırmayı ve ikincisini yoketmeyi hayal ediyor.
Şu rakamları veriyor bize [tablo - 6]:
[TABLO - 6]
BANKALARIN AKTİFLERİ
(1913 EKİM-KASIM BİLANÇOLARINA GÖRE)
(MİLYON RUBLE)
Rus Banka Grupları
Yatırılmış Sermaye
Üretken
Spekülatif
Toplam
a 1) Dört banka: Sibirya Ticaret, Rusya,
Uluslararası, İskonto Bankaları . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .
a 2) İki banka: Ticaret ve Sanayi,
Rus-İngiliz. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
a 3) Beş banka: Rus-Asya, St.-Petersburg Özel,
Azov-Don, Moskova Birligi,
Rus-Fransız Ticaret. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
413.7239.3
711.8
859.9169.1
661.2
1,272.8408.4
1,373.0
Toplam (11 Banka): . . . . . . . . . .
1.364,8
1.689,4
3.054,2
b) Sekiz banka: Moskova Ticaret, Volga-Karna,
Junker ve Ortakları, St. Petersburg
Ticaret (eski Wawelberg), Moskova (eski Riabuşinski),
Moskova İskonto,
Moskova Ticaret, Moskova Özel . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
504.2
391.1
895.3
Toplam (19 Banka): . . . . . . . . . .
1,869.0
2,080.5
3,949.5
Bu rakamlara göre büyük bankaların 4 milyar ruble kadar tutan "aktif" sermayesinin dörtte-üçünden fazlası, (yani 3 milyar rubleden fazla bir kısmı) aslında yabancı bankaların "bağlı şirketleri" durumunda olan bankalardan ilk planda da Paris bankalarından (ünlü üçünden Union Parisienne, Paris ve Pays-Bas Bankası, Société Générale) ve Berlin bankalarından (özellikle Deutsche Bank, ve Disconto Gesellschaft) gelmektedir. En önemli iki Rus banksı, Rus Bankası (Rus Dış Ticaret Bankası) ve Uluslararası Banka (St. Petersburg Uluslararası Ticaret Bankası), 1906-1912 yılları arasında "dörtte-üç oranında Alman sermayesiyle çalışarak" sermayelerini 44 milyon rubleden 98 milyon rubleye, yedeklerini 15 milyon rubleden 39 milyon rubleye yükseltmişlerdir. Bunlardan birincisi Berlin Deutsche Bank "konsorsiyumu"na, ikincisi Berlin Disconto Gesellschaft konsorsiyumuna bağlıdır. Pek değerli Agahd, hisse senetlerinin çoğunca Berlin bankalarının elinde bulunmasını, bunun da Rus hissedarları güçsüz duruma düşürdüğünü görerek derin derin iç geçiriyor. Oysa, elbette ki, sermayeyi ihraç eden ülkeler aslan payını alacaklardır. Örneğin Deutsche Bank, Sibirya Ticaret Bankasının hisse senetlerini Berlin'e getirmiş, bunları bir yıl kendi portföyünde muhafaza ettikten sonra 100 yerine 193 fiyatla, yani hemen hemen iki katına satmış; böylece de Hilferding'in "kurucu kârı" dediği 6 milyon rubleye yakın bir kazanç elde etmiştir.
Yazarımız Petersburg'un en büyük bankalarının toplam "gücünü" 8.235 milyon ruble, yaklaşık olarak 8,25 milyar ruble olarak tahmin ediyor. Holdinglere, daha doğrusu yabancı bankaların egemenlik derecesine gelince, onlar için aşağıdaki oranları veriyor. Fransız bankaları %55; İngiliz bankaları %10; Alman bankaları %35. Bu 8.235 milyon rublelik toplamın 3.687 milyonu, yani %40'ından fazlasını Produgol ve Prodamet sendikalarına, petrol, metalurji ve Çimento (sayfa 64)sendikalarına düştüğünü hesaplıyor. Böylece kapitalist tekellerin kuruluşu sayesinde, banka ve sanayi sermayelerinin kaynaşması, Rusya'da da büyük ilerlemeler kaydetmiş oluyor.
Birkaç elde toplanmış olan ve fiilen tekel durumu yaratan mali-sermaye, mali-oligarşi egemenliğini güçlendirerek ve bütün bir toplumu tekelciler yararına haraca keserek, firmaların kuruluşundan, kıymetli evrak çıkarılmasından, devlet tahvillerinden çok büyük ve gittikçe artan ölçüde kârlar elde etmektedir. İşte Hilferding'in, Amerikan tröstlerinin "iş" yöntemlerinden binlercesi arasından çıkardığı bir örnek: 1887'de Havemeyer, 15 küçük şirketin kaynaşmasından doğan ve sermayesi 6,5 milyon dolara yükselen şeker tröstünü kurdu. Amerikalıların deyimine göre tröstün sermayesi şişirilerek 50 milyon dolar olarak gösterildi. Bu "sermaye yığın"la, ilerdeki bir tekel durumunun kârları amaçlanıyordu; tıpkı Amerika'da çelik tröstünün, olanaklı olduğunca fazla demir madeni alanını, ilerde getireceği tekel kârlarını umarak satın alması gibi. Gerçekte şeker tröstü, şeker için tekel fiyatını belirledi; bu da ona yedi kat şişirilmiş sermayeye %10 oranında, yani tröstünkuruluş zamanındaki efektif sermayesine %70 oranında kâr sağladı. 1909'da bu tröstün sermayesi, 90 milyon dolara yükseliyordu. Yirmiiki yıl içinde, sermayesini on katından fazlasına çıkarmıştı.
Fransa'da mali-oligarşi egemenliği (Lysis'in 1908'de Paris'te beşinci baskısı yapılmış ünlü kitabının adı Fransa'da Mali-Oligarşiye Karşı'dır) az farklı bir biçim içinde görünmüştür. En güçlü bankalardan dördü, kıymetli evrak çıkarmak bakımından nispi değil, "mutlak tekel" durumu yaratmıştır. Gerçekte bu, bir "büyük bankalar tröstü"dür. Ve uygulanan tekelden kıymetli evrak çıkarılması dolayısıyla büyük kârlar elde edilir. Borçlanma yoluna başvuran bir ülke, genellikle borç miktarının %90'ından fazlasını (sayfa 65) alamamaktadır; geriye kalan %10, bankalara ya da başka aracılara akmaktadır. Örneğin 400 milyon franklık Rus-Çin istikrazından bankaların elde ettiği kâr, %8'e dek yükselmiştir; 1904'teki 800 milyonluk Rus istikrazından bankalara düşen kâr oranı %10'du; 1904'teki 62.500 milyon franklık Fas istikrazından elde edilen kâr oranı ise %18,75'i bulmuştu. Gelişme çizgisinde ilk çıkışını küçük tefecilikle yapan kapitalizm, bu çizgiyi, büyük tefecilikle sona erdirmektedir. Lysis şöyle der:
"Fransızlar, Avrupa'nın tefecileridir." Bütün bu ekonomik yaşam koşulları, kapitalizmin bu dönüşümüyle derinden derine değişmektedir. Nüfusta bir değişiklik olmadığı; sanayide, ticarette ve deniz yollarında bir durgunluk hüküm sürdüğü halde, ülkenin tefecilikle zenginleşmesi olanaklıdır. "8 milyon franklık bir sermayeyi temsil eden elli kişi, 4 bankaya yatırılmış bulunan 2 milyar frankı denetleyebilir." Yukarda gördüğümüz holding sistemi de aynı sonucu hazırlamaktadır: sözgelimi, en büyük bankalardan biri, Société Générale, "bağlı şirket"lerinden biri olan Mısır Şeker Rafinerileri için 64.000 tahvil çıkarmıştır. Bu tahvillerin ihraç fiyatı %50'den olduğu için banka daha yekten frank başına 50 santim kazanmaktadır. Bu şirketin temettüleri farazi olarak yükselmiş ve "kamu", 90-100 milyon frank zarar etmiştir. "Société Générale'in müdürlerinden biri, aynı zamanda, Şeker Rafinerileri'nin yönetim kurulunda bulunuyordu." Yazarın "Fransa cumhuriyeti mali bir krallıktır; hiç kuşkusuz büyük bankalarımızın egemenliği mutlaktır; basını da, hükümeti de kendi çizgilerinde sürükler"[55] sonucuna varmasında şaşılacak bir yan yoktur.
Mali-sermayenin başlıca işlemlerinden biri olan menkul kiymetler ihracının sağladiğı olağanüstü kârlılık, mali-oligarşinin gelişmesinde ve güçlenmesinde çok önemli bir rol oynar. Alman dergisi Die Bank'ta şöyle deniyor: "Her (sayfa 66) ülkede, bir yabancı istikrazının plase edilmesine aracılıktan doğan kârlar kadar, hatta ona yaklaşacak kadar, yüksek çıkar sağlayan ikinci bir uğraş alanı daha gösterilemez." [56]
"Menkul kıymet ihracından daha fazla bir kâr sağlay an hiç bir bankacılık işlemi yoktur."
Alman Ekonomist'e göre sınai hisse senetleri çıkarılmasıyla sağlanan kârlar, ortalama olarak şöyledir [tablo - 7]:
[TABLO - 7]
1895 . . . . . . . . . . . . . .
1896 . . . . . . . . . . . . . .
1897 . . . . . . . . . . . . . .
38.6
36.1
66.7
1898 . . . . . . . . . . . . . .
1899 . . . . . . . . . . . . . .
1900 . . . . . . . . . . . . . .
67.7
66.9
55.2
"1891-1900 arasındaki on yılda Alman sınai hisse senetleri çıkarmaktan bir milyardan fazla kâr elde edilmiştir."[57]
Sanayiin atılım dönemlerinde, mali-sermayenin kârları, son derece büyük olmaktadır; çöküntü dönemlerinde ise, küçük ve iğreti işletmeler mahvolur; büyük bankalar çok aşağı fiyatlarla bunları satınalır, ya da "yeniden kurulmaları", "yeniden örgütlenmeleri" gibi kazançlı tasarılarla bunların sermayelerine "katılıp" holdingler yaratırlar. Açık veren işletmelerin "sağlamlaştırılması"nda sermaye-hisseleri düşük tutulmuştur, yani kârlar en küçük sermaye üzerinden dağıtılmakta, ve ona göre hesaplanmaktadır. Ya da henüz, gelirler sıfıra düşmüşse, o zaman yeni sermayeye başvurulur: bu da, eski ve en az gelir getiren sermayeye eklenmekle, yeterince kârlı bir durum yaratmaktadır." Bütün bu 'yeniden kuruluşlar' ve 'yeniden örgütlenmeler' ", diye ekliyor Hilferding, "bankalar için iki bakımdan önemli olmaktadır: bir kez bunlar kârlı işlemlerdir; sonra, o dağılmış şirketleri denetim altına almak için bulunmaz birer fırsattır."[58] (sayfa 67)
Bir örnek. 1872'de, yaklaşık olarak 40 milyon marklık bir sermaye ile kurulan Dortmund Maden Birliği Anonim "Şirketi", ilk yılında %12 temettü dağıttıktan sonra, hisselerin fiyatı %170'e yükselmişti. Mali-sermaye aslan payını aldı, 28 milyon marklık ufak-tefek bir miktarı o devşirdi. Bu şirketin kuruluşunda en önemli rol, 300 milyon marklık bir sermayeye ulaşmayı başarmış olan büyük Alman bankası Disconto Gesellschaft'ın idi. Daha sonra, şirketin temettüleri sıfıra düştü. Hissedarlar, sermayenin bir kısmının "kâr-zarar" hesabına geçirilmesine, yani bütününü yitirmemek için bir parçasından fedakârlık etmeye razı oldular. Böylece, otuz yıl içinde, bir "sağlamlaştırma" işlemleri dizisiyle "Birlik"in hesaplarından 73 milyon markın düşüldüğü görüldü.
"Bugün, kurucu hissedarları, hisselerinin nominal değerlerinin ancak %5'ine sahiptirler."[59] Ama bankalar her "sağlamlaştırma" işlemi yapıldığında az para vurmadılar.
Büyük gelişme halindeki kentlerin çevresinde bulunan topraklar üzerine yapılan spekülasyonlar da mali-sermaye için son derece kazançlı bir işlem olmaktadır. Bankalar tekeli, burada, toprak rantı ve ulaştırma yolları tekelleri ile kaynaşır; çünkü fiyatların yüksekliği ve toprağın büyük kârlarla satılması olanağı vb. özellikle kentin merkeziyle rahat ve kolay bir ulaştırma düzenine bağlıdır; bu ulaştırma bağlantısı da, holding sistemi ve müdürler arasındaki mevki paylaşılması yoluyla sözkonusu bankalara bağlı şirketlerin elindedir. O zaman da, özellikle toprak satış ve ipotekleri konusunda incelemeler yapmış Die Bank dergisi yazarlarından birinin, Alman L. Eschwege'in, "bataklık" olarak nitelendirdiği durum ortaya çıkar; banliyö arsaları üzerine yapılan dizginsiz spekülasyonlar; Berlin'deki Boswau ve Knauer gibi inşaat işletmelerinin iflası (bu firma, kuşkusuz, (sayfa 68) holding sistemiyle perde arkasında kalan ve işten "yalnızca" 12 milyon mark zararla sıyrılan büyük ve "saygıdeğer" Deutsche Bank'ın aracılığıyla 100 milyon mark toplamıştı); sonra, hayali inşaat şirketlerinden ücretlerini alamayan işçilerin ve küçük mülkiyet sahiplerinin yıkımı; "fedakâr" Berlin polisi ve idarecileri ile imar durumları ve inşaat ruhsatlarının belediyece verilmesini ele almak için çevrilmek istenen dolaplar vb..[60]
Avrupalı profesörlerin ve iyi düşünen burjuvaların, sözünü ederken hınzırca göz kırptıkları "Amerikan ahlakı", mali-sermaye döneminde, her ülkenin herhangi bir kentindeki ahlak haline de gelmeye başlamıştır.
1914 başlarında, Berlin'de, bir "ulaştırma tröstü"nden, yani Berlin'deki üç ulaştırma kurumu arasında, kent elektrikli treni, tramvay şirketi, omnibüs şirketi arasında bir "çıkar birliği" kurulmasından sözedilmekteydi.
Die Bank dergisinde şöyle deniyordu: "omnibüs şirketinin hisselerı diğer iki ulaştırma kurumu tarafından ele geçirildiğinden beri nasıl bir niyetle hareket edildiğini herkes bilir. ... Ulaştırma işlerinin birleştirilmesiyle tasarruf sağlanacağı, bu tasarrufun bir kısmının, sonunda, halk için de yararlı olabileceği yolundaki tasarılar ileri sürenlerin iyi niyetlerinden kuşku duyulamaz. Ancak, kurulmakta olan tröstün arkasında bankalar olduğunu unutmamalı; bunlar, isterlerse, tekellerinde tuttukları taşıt araçlarını, kendi toprak ticareti işlerinde rahatça kullanabilecek durumdadır. Böyle bir varsayımın gerçeğe ne denli yakın olduğunu anlamak için, kent elektrikli tren şirketinin kuruluşu sırasında, demiryolu yapımına destek olmuş büyük bankanın çıkarlarının işe nasıl karışmış olduğunu anımsamak yeter. Özellikle şunu bilmek gerekiyor: bu ulaştırma kurumunun çıkarları ile toprak alım-satımındaki çıkarlar içiçeydi. Demiryolunun (sayfa 69) doğu hattının nereden geçeceği belli olunca, banka, oradaki toprakları kendisi ve bazı ortakları için büyük kazanç sağlayacak fiyatlarla elden çıkardı."[61]
Bir tekel, bir kez kurulup milyarları çekip çevirmeye başladı mı, siyasal rejimden ve daha başka "ayrıntı sorunları"ndan bağımsız olarak karşı konmaz bir biçimde toplumsal yaşamın bütün alanlarına sızacaktır. Alman ekonomi yazınında, Fransızların Panama rezaletine, [15*] Amerika'daki siyasal konuşmaya ilişkin imaların yanında, Prusyalı memurların görev saygılarına karşı aşağılık övgülere de raslanmaktadır. Oysa gerçek şu ki, Alman bankacılık sorunlarıyla ilgili aynı burjuva yazınında bile, salt bankacılık işlemlerinin ötesine taşılmış, sözgelimi gitgide bankalarda daha çok görev kabul eden devlet memurlarına "bankaların çekici gelmesi" konusunda şöyle denmeye başlanmıştır: "İçinden Behrenstrasse'de küçük bir yer kapmayı geçiren bir devlet memurunun dürüstlüğünden sözedilebilir mi?"[62] (Behrenstrasse, Berlin'de, Deutsche Bank genel merkezinin bulunduğu cadde.) Die Bank dergisinin editörü Alfred Lansburgh 1909'da "Bizantinizmin Ekonomik Anlamı" başka bir yazı yayınlamıştı; bu yazısında sözü Guillaume II'nin Filistin gezisine ve bunun yakın sonucu olarak Bağdat demiryolunun yapılmasına getiriyor, tümünde "kuşatma"dan dolayı, öbür siyasal günahlarımızın tümünden daha sorumlu olan bu uğursuz "Alman girişim zihniyetinin büyük yapıtına"[63] değiniyordu. ("Kuşatma" ile Almanya'ya karşı emperyalist bir ittifak çemberi içinde Almanya'yı tecrit eden Edward VII'nin politikası anlatılmak isteniyor.) 1911'de aynı derginin yukarda sözünü ettiğimiz yazarı, Eschwege, "Plütokrasi ve Memurlar" başlıklı bir yazı yayınlamış, bu yazısında, Alman memurlardan Völker adlı birinin durumunu ele almıştı; (sayfa 70) karteller komisyonu üyesi olan ve çalışkanlığıyla tanınmış bulunan Völker, bir süre sonra, en büyük kartelde, Çelik Sendikasında, kazançlı bir görev koparmıştı. Hiç de raslantı sonucu olmayan daha birçok benzer olay karşısında sözünü ettiğimiz burjuva yazarı, "Alman Anayasası" tarafından güvence altına alınmış ekonomik özgürlüğün, ekonomik yaşamın birçok alanında "boş bir tümceden ibaret olduğunu" ve plütokrasinin egemenliği bir kez kurulduktan sonra "en geniş siyasal özgürlüğün bile, bizi, özgür olmayan insanlardan meydana gelen bir halk olmaktan kurtaramayacağını"[64] kabul etmek zorunda kalmıştır.
Rusya'nın durumuna gelince, bu konuda bir örnek vermekle yetineceğiz. Birkaç yıl önce, Maliye Bakanlığı Krediler Müdürü Davidov'un büyük bir bankanın hizmetine girmek üzere resmi görevinden ayrıldığı haberiyle bütün gazeteler çalkalanmıştı; banka, kendisine, sözleşme gereğince, birkaç yıl içinde bir milyon rubleyi aşacak miktarda bir ücret vermeyi önermişti. Krediler Müdürlüğünün görevi, bütün devlet kredi kurumlarının, çalışmalarını birleştirmektir; bu cümleden olarak, başkentteki bankalara, 800 ila 1.000 milyon rubleye kadar yükselebilen krediler verir.[65]
Kapitalizmin özelliği, genel olarak, sermaye sahipliğini, bu sermayenin sanayide uygulanışından; para-sermayeyi, sınai ya da üretken sermayeden, yalnızca para-sermayeden elde ettiği gelirle yaşayan rantiyeyi, sanayiciden ve sermayenin yönetimi ile doğrudan ilgili herkesten ayırır. Bu ayrılma, geniş ölçülere ulaştığı zaman, mali-sermayenin egemenliği ya da emperyalizm, kapitalizmin en yüksek aşama çizgisine gelir. Mali-sermayenin bütün öbür sermaye çeşitlerinden üstünlüğü rantiyenin ve mali-oligarşinin egemenliği anlamını da taşır; mali yönden "güçlü" birkaç devletin bütün öbür devletler karşısındaki üstün durumunu da açıklar. (sayfa 71) Bu ayrılma, nereye dek gidebilir? Bu konuda, emisyon istatistiklerinden, yani her çeşit menkul kıymetlerin hangi ölçülerde çıkarıldığına ilişkin verilerden bir yargıya varılabilir
Uluslararası İstatistik Enstitüsü Bülteni'nde, A. Neymarck,[66] bütün dünyada kıymetli evrak çıkarılması üstüne çok geniş, tam ve karşılaştırmaya elverişli, ekonomi yazınında daha sonra defalarca parça parça yararlanılmış rakamlar vermişti.
İşte, onar yıllık dört dönem için verdiği rakamlar [tablo - 8]:
[TABLO - 8]
KIYMETLİ EVRAK EMİSYON TOPLAMI
(MİLYAR FRANK)
1871-1880 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
1881-1890 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
1891-1900 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
1901-1910 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 76.1
64.5
100.4
197.8
1870-1880 yılları arasında emisyon miktarı bütün dünyada, özellikle, Fransız-Prusya savaşından ve Almanya'da onu izleyen "Gründerzeit" dolayısıyla çıkarılan istikraz tahvilleriyle, artmıştır. 19. yüzyılın son üç on yıldaki artış, genellikle, pek hızlı değildir. Oysa, 20. yüzyılın ilk on yılında hemen hemen %100'ü bulan oranıyla çok hızlı bir artış görülmektedir. Şu halde, 20. yüzyılın başları, yalnızca daha önce sözünü ettiğimiz tekellerin (karteller, sendikalar, tröstler) değil, aynı zamanda mali-sermayenin de gelişme gösterdiği bir dönüm noktasıdır.
Neymarck, 1910'da, bütün dünyada çıkarılmış kıymetli evrak toplamını aşağıyukari 815 milyar frank olarak tahmin ediyor. Yinelenebilecek rakamları düşerek bu toplamı (sayfa 72) 575-600 milyara indiriyor; bunun da ülkeler arasındaki dağılışı şöyledir (toplam 600 milyar alırsak) [tablo - 9]:
[TABLO - 9]
1910'DA KIYMETLİ EVRAK TOPLAMI
(MİLYAR FRANK)
İngiltere . . . . . . . . . .
Birleşik Devletler . . . . . . .
Fransa . . . . . . . . .
Almanya . . . . . . . . .
Rusya . . . . . . . . . . .
Avusturya-Macaristan . . . . .
İtalya . . . . . . . . .
Japonya . . . . . . . . . . . . 142
132
110
95
31
24
14
12
479 Hollanda . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Belçika. . . . . . . . . . . . . . . . .
İspanya . . . . . . . . . . . . . . . . .
İsviçre . . . . . . . . . . . . . . . . .
Danimarka . . . . . . . . . . . . .
İsveç, Norveç,
Romanya vb. . . . . . . . . . . . . . . . 12,5
7,5
7,5
6,25
3,75
2,5
Toplam . . . . . . . . . . . . . . . . . 600
Kolayca görülebildiği gibi, bu rakamlar, herbiri elinde 100-150 milyarlık kıymetli evrak tutan en zengin dört kapitalist ülkede belirgin olmaktadır. Bunlardan ikisi —İngiltere ve Fransa—, en eski kapitalist ülkelerdir, ve göreceğimiz gibi sömürgecilik yönünden en zengin olanlarıdır; diğer iki ülke —Birleşik Devletler ve Almanya—, gelişme hızı bakımından da, sanayideki kapitalist tekellerin genişlik derecesi bakımından da en ileri gitmiş ülkelerdir. Bu dört ülke, toplam olarak 479 milyar franka, yani dünya mali-sermayesinin hemen hemen %80'ine sahiptir. Dünyadaki öbür ülkelerin hemen hemen hepsi, bu uluslararası banker ülkelere, dünya mali-sermayesinin bu dört "direğine", az ya da çok borçlu durumdadır, az ya da çok miktarda onlara haraç vermektedir.
Bu tanım, eksiktir; çünkü çok önemli bir olguyu, üretimin ve sermayenin genişleyen yoğunlaşmasının tekellere yolaçtığı ve hâlâ açmakta olduğu olgusunu, sessizce geçiştirmektedir. Ancak, gene de Hilferding'in genellikle bütün yapıtı, ve özellikle yapıtın bu tanımı aldığımız bölümden önceki iki bölümü, kapitalist tekellerin rolü üzerinde gereğince durmaktadır.
Üretimin yoğunlaşması, bunun sonucu olarak, tekeller; sanayiin ve bankaların kaynaşması ya da içiçe girmesi — işte mali-sermayenin oluşum tarihi ve bu kavramın özü.
Şimdi geriye kapitalist tekeller "yönetiminin", meta üretimi ve özel mülkiyet rejimi içinde, nasıl kaçınılmaz bir biçimde, bir mali-oligarşi egemenliği haline geldiğini açıklamak kalıyor. Hemen belirtelim ki, Alman —yalnızca Alman değil— burjuva biliminin Riesser, Schulze-Gaevernitz, Liefmann vb. gibi temsilcilerinin hepsi de, emperyalizmin ve mali-sermayenin savunucularıdır. Bu oligarşinin oluşum "mekanizması"nı, usullerini, "yasak ya da caiz" gelirlerinin oranlarını, parlamento ile ilişkilerini vb., vb. açıklayacakları yerde, onları hafif göstermeye, süslemeye çalışıyorlar.
Tumturaklı ve belirsiz tümcelerle, banka müdürlerinin "sorumluluk duygularına" seslenerek, Prusyalı memurlara "görev duyguları"ndan ötürü övgüler döşenerek, tekellerin "gözetim" ve "düzenlemeleri" için hazırlanan gülünç yasa tasarılarını, en ciddi bir tavırla ve ayrıntılı bir biçimde tahlile girişerek, teori konusunda, Profesör Liefmann'ın ulaştığı şu "bilimsel" tanımlama gibi budalalıklara başvurarak, bu "lanetli" soruları savuşturmak istiyorlar: "T i c a r e t, m a l l a r ı t o p l a m a y ı, m u h a f a z a e t m e y i v e e m r e a m a d e t u t m a y ı a m a ç l a y a n s ı n a i b i r f a a l i y e t t i r."[48](İtalikler profesöründür.) Bu sözlerden çıkacak sonuç şudur: ticaret, değişimi (sayfa 58) (mübadeleyi) bilmeyen ilkel insanda da vardı, sosyalist toplumda da olacaktır!
Ancak mali-oligarşinin müthiş egemenliğiyle ilgili korkunç gerçekler öylesine bellidir ki, bütün kapitalist ülkelerde, Amerika'da, Fransa'da, Almanya'da, burjuva anlayışla yazılmış, ama gene de, bu mali-oligarşinin —bayağı cinsten de olsa— doğruya oldukça yakın ve eleştirel bir tablosunu veren bir yazın türemiş bulunuyor.
Her şeyden önce, temelde, yukarda bir-iki sözcükle değindiğimiz "holding sistemi" var. Bu konuya, ilk değinen değilse bile, ilk değinenlerden biri olan Alman iktisatçısı Heymann şöyle diyor:
"Yöneticiler, esas-şirketi, [sözcüğü sözcüğüne: "ana-şirket"] o da bağlı şirketleri ["kız-şirketler"], onlar da bağlı şirketlere bağlı şirketleri ["torun-şirketler"] vb. denetlemektedir. Bu yolla, büyük bir sermayeye sahip olmadan da, üretimin geniş alanlarına egemen olmak olanaklıdır. Çünkü, üretimi denetleyebilmek için sermayenin %50'sine sahip olmak yetiyorsa, yöneticinin, ikinci derecede bağlı şirketlerin 8 milyonluk sermayesini denetleyebilmesi için, 1 milyon sermaye sahibi olması yetmektedir. Hatta bu 'içice' durum daha da ileri götürüldüğünde, 1 milyon sermaye ile onaltı milyonun, otuziki milyonun vb. denetimi de olanaklı olabilmektedir."[49]
Gerçekte, deneyimler gösteriyor ki, sermayesi hisse senetlerine bölünmüş bir şirketin işlerine egemen olmak için, hisselerin %40'ını elde etmek de yetiyor;[50] çünkü küçük ve dağınık hisse sahiplerinden bir kısmının, pratik olarak, genel kurul toplantılarına katılma olanağı yoktur. Burjuva bilgiçleri ve sözümona "sosyal-demokrat" oportünistler, hisselerin "demokratlaşması"yla, "sermayenin de demokratlaşacağını", (sayfa 59) "küçük üretimin öneminin artacağını, rolünün büyüyeceğini" umuyorlar (ya da umduklarını söylüyorlar); oysa bu, aslında, mali-oligarşinin gücünü artırma yollarından biridir. Bunun içindir ki, daha ileri, daha eski, daha "deneyimli" kapitalist ülkelerde, küçük değerde hisse senetleri çıkatılmasına yasalarca izin verilmiştir. Almanya'da hisse senetlerinin bin marktan fazla itibari değerde olması, yasalarca yasaklanmış bulunmaktadır; bu yüzden Almanya'daki açıkgöz parababaları, 1 sterlinlik (20 marklık, 10 rublelik) hisse senedi bile çıkarılabilen İngiltere'ye kıskanç gözlerle bakarlar. Almanya'daki en büyük sanayicilerden ve "para krallarından" biri olan Siemens, 7 Haziran 1900 tarihinde, Reichstag'a, "bir sterlinlik hisse senetlerinin Britanya emperyalizminin temeli olduğunu" söylemişti.[51] Bu tüccar, Rus marksizminin kurucusu geçinen [14*] ve emperyalizmi halkların birine özgü bir kusur olarak gören bazı ağzı kalabalık yazarlardan daha köklü, daha "marksist" bir emperyalizm anlayışına ulaşmıştı
Ancak, "holding" sistemi, yalnızca tekelcilerin gücünü iyice artırmaya yaramaz, onlara, hiçbir ceza korkusu olmaksızın, halkı oyuna getirmek ve en kirli işlere girmek olanaklarını da sağlar; çünkü "ana-şirketin" yöneticileri, "özerk" sayılan bağlı şirketlerin işlerinden yasalar karşısında sorumlu değillerdir; bu yüzden de bu bağlı şirketler aracılığıyla, "her şeyi" kabul ettirebilirler. İşte Die Bank adlı Alman dergisinin Mayıs 114 tarihli sayısından aldığımız bir örnek:
"Daha birkaç yıl önce, en iyi kazanç sağlayan Alman işletmelerinden biri olan Cassel'deki 'Spring Çelik Anonim Şirketi', kötü yönetim sonucu öyle bir noktaya geldi ki, dağıttığı temettü oranı %15'ten sıfıra düştü. Yönetim kurulu, hissedarların haberi olmaksızın, bağlı şirketlerden birine, (sayfa 60) itibari sermayesi Yalnızca birkaç yüz bin mark olan 'Hassia' şirketine, 6 milyon mark tutarında bir borç vermişti. Anaşirketin sermayesinin hemen hemen üç katını bulan bu yüklenme, bilançolarda da hiç görünmemekteydi. Bu ihmal yasalara aykırı da değildi; ticari mevzuatın hiçbir maddesine aykırı hareket edilmemiş olduğu için, bu durumun tam iki yıl boyunca sessizce geçiştirilmesi olanaklı olmuştu. Sorumlu kişi olarak bu bilançolara imza koymuş olan denetim kurulu başkanı, bugün olduğu gibi o zaman da, aynı zamanda, Cassel ticaret odası başkanı bulunmaktaydı. Hissedarlar 'Hassia' şirketine verilen bu borçtan, çok sonra, bunun hatalı bir iş olduğu ortaya çıktığında" ... (yazarın bu sözcüğü tırnak içine alması gerekirdi) ... "durumu önceden bilenlerin kendi hisse senetlerini satmalarından sonra, bunların değerleri %100'e yakın bir düşüş gösterdiği zaman haberdar olabildiler."...
"Sermayesi hisse senetlerine bölünmüş şirketlerde raslanan bu tipik bilanço cambazlığı, bize, yönetim kurullarının en tehlikeli işlere tek başına çalışan işadamlarından daha rahatlıkla girmelerindeki nedeni açıklamaktadır. Modern bilanço tekniği, yalnızca girişilen riskli işleri sıradan hissedarlardan gizleme olanağı sağlamamakta, aynı zamanda, asıl çıkar sahiplerine, kendi hisse senetlerini zamanında elden çıkararak, başarısız bir deneyimin sonuçlarından kaçınma olanağı da hazırlamakta; oysa kendi başına çalışan işadamı, attığı her tehlikeli adımın cezasını gene kendisi çekmektedir. ...
"Birçok anonim şirketin bilançosu, belgenin gerçek anlamını belirten alttaki işaretleri okuyabilmek için ilkin üstte görünen başka bir yazının silinmesi gereken ortaçağ palimpsestlerini akla getirmektedir." (Palimpsest: üzerine yeni bir yazı yazılmak için, asıl yazının silinmiş olduğu parşömen.)
"Bir bilançoyu anlaşılmaz duruma sokmak için en çok kullanılan ve en basit yöntem, yeni yeni bağlı şirketler (sayfa 61) kurarak, ya da edinerek, tek bir işletmeyi parçalara bölmektir. Sözkonusu sistemin —meşru olan ya da olmayan— amaçlar açısından doğurduğu yararlar öylesine ortadadır ki, bunu kabul etmeyen büyük şirketler birer istisna oluşturur."[52]
Yazar, örnek olarak, bu sistemi geniş ölçüde uygulayan en büyük tekellerden birin, ünlü "General Elektrik Şirketi"ni (ilerde tekrar sözkonusu edeceğimiz AEG'yi) veriyor. 1912 yılında, bu şirketin, 175 ya da 200 başka şirketin sermayesine katıldığı, kuşkusuz, bunlara egemen olduğu, ve toplam olarak aşağıyukarı 1,5 milyar marklık bir sermayeyi denetlediği tahmin edilmekteydi.[53]
Bütün denetim ve gözetim kuralları, bilançoların yayınlanması, bunlar için açık şemalar düzenlenmesi vb. iyi düşünceli profesör ve memurların —yani kapitalizmi savunmak ve daha az kusurlu kılmak gibi bir iyi niyette dolu olanların—, halkın dikkatini çelmek için söylediklerinin hiçbir önemi yoktur. Çünkü özel mülkiyet hakkı kutsaldır, ve kimsenin hisse senetleri almasına, satmasına, rehine vermesine engel olunulamamaktadır.
"Holding sistemi"nin büyük Rus bankalarında nasıl gelişmeler gösterdiğini kavramak için, Rus-Çin bankasında onbeş yıl çalışmış ve, 1914'te, metnine pek de uymayan Büyük Bankalar ve Dünya Pazarı adlı bir kitap yayımlamış bulunan, E. Agahd'ın verdiği rakamlara başvuracağız.[54] Yazar, büyük Rus bankalarını, başlıca iki gruba ayırıyor: (a) "holding sistemi"ni uygulayanlar ve (b) "bağımsız bankalar" (ancak burada, bağımsızlık kavramıyla, keyfi bir şekilde, yalnızca yabancıbankalar karşısındaki bağımsızlık (sayfa 62) anlaşılmaktadır.) Yazar, birinci grubu da üç ayrı alt-gruba ayırmaktadır: 1) Alman holdingleri; 2) İngiliz holdingleri; 3) Fransız holdingleri. Yani sözü edilen her üç ülkenin yabancı bankalarının holdinglerini ve egemenliğini gözönünde tutmuş olmaktadır. Ayrıca yazar, yatırılmış banka sermayelerini "üretken" (sanayi ve ticaret alanlarında) ve "spekülatif" (borsa ve para işlemleri uygulanmış) sermaye olarak ikiye ayırıyor. Böylece E. Agahd kendine uygun düşen küçük-burjuva reformist görüşüyle, kapitalist düzen içinde, bu iki çeşit yatırımı birbirinden ayırmayı ve ikincisini yoketmeyi hayal ediyor.
Şu rakamları veriyor bize [tablo - 6]:
[TABLO - 6]
BANKALARIN AKTİFLERİ
(1913 EKİM-KASIM BİLANÇOLARINA GÖRE)
(MİLYON RUBLE)
Rus Banka Grupları
Yatırılmış Sermaye
Üretken
Spekülatif
Toplam
a 1) Dört banka: Sibirya Ticaret, Rusya,
Uluslararası, İskonto Bankaları . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .
a 2) İki banka: Ticaret ve Sanayi,
Rus-İngiliz. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
a 3) Beş banka: Rus-Asya, St.-Petersburg Özel,
Azov-Don, Moskova Birligi,
Rus-Fransız Ticaret. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
413.7239.3
711.8
859.9169.1
661.2
1,272.8408.4
1,373.0
Toplam (11 Banka): . . . . . . . . . .
1.364,8
1.689,4
3.054,2
b) Sekiz banka: Moskova Ticaret, Volga-Karna,
Junker ve Ortakları, St. Petersburg
Ticaret (eski Wawelberg), Moskova (eski Riabuşinski),
Moskova İskonto,
Moskova Ticaret, Moskova Özel . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
504.2
391.1
895.3
Toplam (19 Banka): . . . . . . . . . .
1,869.0
2,080.5
3,949.5
Bu rakamlara göre büyük bankaların 4 milyar ruble kadar tutan "aktif" sermayesinin dörtte-üçünden fazlası, (yani 3 milyar rubleden fazla bir kısmı) aslında yabancı bankaların "bağlı şirketleri" durumunda olan bankalardan ilk planda da Paris bankalarından (ünlü üçünden Union Parisienne, Paris ve Pays-Bas Bankası, Société Générale) ve Berlin bankalarından (özellikle Deutsche Bank, ve Disconto Gesellschaft) gelmektedir. En önemli iki Rus banksı, Rus Bankası (Rus Dış Ticaret Bankası) ve Uluslararası Banka (St. Petersburg Uluslararası Ticaret Bankası), 1906-1912 yılları arasında "dörtte-üç oranında Alman sermayesiyle çalışarak" sermayelerini 44 milyon rubleden 98 milyon rubleye, yedeklerini 15 milyon rubleden 39 milyon rubleye yükseltmişlerdir. Bunlardan birincisi Berlin Deutsche Bank "konsorsiyumu"na, ikincisi Berlin Disconto Gesellschaft konsorsiyumuna bağlıdır. Pek değerli Agahd, hisse senetlerinin çoğunca Berlin bankalarının elinde bulunmasını, bunun da Rus hissedarları güçsüz duruma düşürdüğünü görerek derin derin iç geçiriyor. Oysa, elbette ki, sermayeyi ihraç eden ülkeler aslan payını alacaklardır. Örneğin Deutsche Bank, Sibirya Ticaret Bankasının hisse senetlerini Berlin'e getirmiş, bunları bir yıl kendi portföyünde muhafaza ettikten sonra 100 yerine 193 fiyatla, yani hemen hemen iki katına satmış; böylece de Hilferding'in "kurucu kârı" dediği 6 milyon rubleye yakın bir kazanç elde etmiştir.
Yazarımız Petersburg'un en büyük bankalarının toplam "gücünü" 8.235 milyon ruble, yaklaşık olarak 8,25 milyar ruble olarak tahmin ediyor. Holdinglere, daha doğrusu yabancı bankaların egemenlik derecesine gelince, onlar için aşağıdaki oranları veriyor. Fransız bankaları %55; İngiliz bankaları %10; Alman bankaları %35. Bu 8.235 milyon rublelik toplamın 3.687 milyonu, yani %40'ından fazlasını Produgol ve Prodamet sendikalarına, petrol, metalurji ve Çimento (sayfa 64)sendikalarına düştüğünü hesaplıyor. Böylece kapitalist tekellerin kuruluşu sayesinde, banka ve sanayi sermayelerinin kaynaşması, Rusya'da da büyük ilerlemeler kaydetmiş oluyor.
Birkaç elde toplanmış olan ve fiilen tekel durumu yaratan mali-sermaye, mali-oligarşi egemenliğini güçlendirerek ve bütün bir toplumu tekelciler yararına haraca keserek, firmaların kuruluşundan, kıymetli evrak çıkarılmasından, devlet tahvillerinden çok büyük ve gittikçe artan ölçüde kârlar elde etmektedir. İşte Hilferding'in, Amerikan tröstlerinin "iş" yöntemlerinden binlercesi arasından çıkardığı bir örnek: 1887'de Havemeyer, 15 küçük şirketin kaynaşmasından doğan ve sermayesi 6,5 milyon dolara yükselen şeker tröstünü kurdu. Amerikalıların deyimine göre tröstün sermayesi şişirilerek 50 milyon dolar olarak gösterildi. Bu "sermaye yığın"la, ilerdeki bir tekel durumunun kârları amaçlanıyordu; tıpkı Amerika'da çelik tröstünün, olanaklı olduğunca fazla demir madeni alanını, ilerde getireceği tekel kârlarını umarak satın alması gibi. Gerçekte şeker tröstü, şeker için tekel fiyatını belirledi; bu da ona yedi kat şişirilmiş sermayeye %10 oranında, yani tröstünkuruluş zamanındaki efektif sermayesine %70 oranında kâr sağladı. 1909'da bu tröstün sermayesi, 90 milyon dolara yükseliyordu. Yirmiiki yıl içinde, sermayesini on katından fazlasına çıkarmıştı.
Fransa'da mali-oligarşi egemenliği (Lysis'in 1908'de Paris'te beşinci baskısı yapılmış ünlü kitabının adı Fransa'da Mali-Oligarşiye Karşı'dır) az farklı bir biçim içinde görünmüştür. En güçlü bankalardan dördü, kıymetli evrak çıkarmak bakımından nispi değil, "mutlak tekel" durumu yaratmıştır. Gerçekte bu, bir "büyük bankalar tröstü"dür. Ve uygulanan tekelden kıymetli evrak çıkarılması dolayısıyla büyük kârlar elde edilir. Borçlanma yoluna başvuran bir ülke, genellikle borç miktarının %90'ından fazlasını (sayfa 65) alamamaktadır; geriye kalan %10, bankalara ya da başka aracılara akmaktadır. Örneğin 400 milyon franklık Rus-Çin istikrazından bankaların elde ettiği kâr, %8'e dek yükselmiştir; 1904'teki 800 milyonluk Rus istikrazından bankalara düşen kâr oranı %10'du; 1904'teki 62.500 milyon franklık Fas istikrazından elde edilen kâr oranı ise %18,75'i bulmuştu. Gelişme çizgisinde ilk çıkışını küçük tefecilikle yapan kapitalizm, bu çizgiyi, büyük tefecilikle sona erdirmektedir. Lysis şöyle der:
"Fransızlar, Avrupa'nın tefecileridir." Bütün bu ekonomik yaşam koşulları, kapitalizmin bu dönüşümüyle derinden derine değişmektedir. Nüfusta bir değişiklik olmadığı; sanayide, ticarette ve deniz yollarında bir durgunluk hüküm sürdüğü halde, ülkenin tefecilikle zenginleşmesi olanaklıdır. "8 milyon franklık bir sermayeyi temsil eden elli kişi, 4 bankaya yatırılmış bulunan 2 milyar frankı denetleyebilir." Yukarda gördüğümüz holding sistemi de aynı sonucu hazırlamaktadır: sözgelimi, en büyük bankalardan biri, Société Générale, "bağlı şirket"lerinden biri olan Mısır Şeker Rafinerileri için 64.000 tahvil çıkarmıştır. Bu tahvillerin ihraç fiyatı %50'den olduğu için banka daha yekten frank başına 50 santim kazanmaktadır. Bu şirketin temettüleri farazi olarak yükselmiş ve "kamu", 90-100 milyon frank zarar etmiştir. "Société Générale'in müdürlerinden biri, aynı zamanda, Şeker Rafinerileri'nin yönetim kurulunda bulunuyordu." Yazarın "Fransa cumhuriyeti mali bir krallıktır; hiç kuşkusuz büyük bankalarımızın egemenliği mutlaktır; basını da, hükümeti de kendi çizgilerinde sürükler"[55] sonucuna varmasında şaşılacak bir yan yoktur.
Mali-sermayenin başlıca işlemlerinden biri olan menkul kiymetler ihracının sağladiğı olağanüstü kârlılık, mali-oligarşinin gelişmesinde ve güçlenmesinde çok önemli bir rol oynar. Alman dergisi Die Bank'ta şöyle deniyor: "Her (sayfa 66) ülkede, bir yabancı istikrazının plase edilmesine aracılıktan doğan kârlar kadar, hatta ona yaklaşacak kadar, yüksek çıkar sağlayan ikinci bir uğraş alanı daha gösterilemez." [56]
"Menkul kıymet ihracından daha fazla bir kâr sağlay an hiç bir bankacılık işlemi yoktur."
Alman Ekonomist'e göre sınai hisse senetleri çıkarılmasıyla sağlanan kârlar, ortalama olarak şöyledir [tablo - 7]:
[TABLO - 7]
1895 . . . . . . . . . . . . . .
1896 . . . . . . . . . . . . . .
1897 . . . . . . . . . . . . . .
38.6
36.1
66.7
1898 . . . . . . . . . . . . . .
1899 . . . . . . . . . . . . . .
1900 . . . . . . . . . . . . . .
67.7
66.9
55.2
"1891-1900 arasındaki on yılda Alman sınai hisse senetleri çıkarmaktan bir milyardan fazla kâr elde edilmiştir."[57]
Sanayiin atılım dönemlerinde, mali-sermayenin kârları, son derece büyük olmaktadır; çöküntü dönemlerinde ise, küçük ve iğreti işletmeler mahvolur; büyük bankalar çok aşağı fiyatlarla bunları satınalır, ya da "yeniden kurulmaları", "yeniden örgütlenmeleri" gibi kazançlı tasarılarla bunların sermayelerine "katılıp" holdingler yaratırlar. Açık veren işletmelerin "sağlamlaştırılması"nda sermaye-hisseleri düşük tutulmuştur, yani kârlar en küçük sermaye üzerinden dağıtılmakta, ve ona göre hesaplanmaktadır. Ya da henüz, gelirler sıfıra düşmüşse, o zaman yeni sermayeye başvurulur: bu da, eski ve en az gelir getiren sermayeye eklenmekle, yeterince kârlı bir durum yaratmaktadır." Bütün bu 'yeniden kuruluşlar' ve 'yeniden örgütlenmeler' ", diye ekliyor Hilferding, "bankalar için iki bakımdan önemli olmaktadır: bir kez bunlar kârlı işlemlerdir; sonra, o dağılmış şirketleri denetim altına almak için bulunmaz birer fırsattır."[58] (sayfa 67)
Bir örnek. 1872'de, yaklaşık olarak 40 milyon marklık bir sermaye ile kurulan Dortmund Maden Birliği Anonim "Şirketi", ilk yılında %12 temettü dağıttıktan sonra, hisselerin fiyatı %170'e yükselmişti. Mali-sermaye aslan payını aldı, 28 milyon marklık ufak-tefek bir miktarı o devşirdi. Bu şirketin kuruluşunda en önemli rol, 300 milyon marklık bir sermayeye ulaşmayı başarmış olan büyük Alman bankası Disconto Gesellschaft'ın idi. Daha sonra, şirketin temettüleri sıfıra düştü. Hissedarlar, sermayenin bir kısmının "kâr-zarar" hesabına geçirilmesine, yani bütününü yitirmemek için bir parçasından fedakârlık etmeye razı oldular. Böylece, otuz yıl içinde, bir "sağlamlaştırma" işlemleri dizisiyle "Birlik"in hesaplarından 73 milyon markın düşüldüğü görüldü.
"Bugün, kurucu hissedarları, hisselerinin nominal değerlerinin ancak %5'ine sahiptirler."[59] Ama bankalar her "sağlamlaştırma" işlemi yapıldığında az para vurmadılar.
Büyük gelişme halindeki kentlerin çevresinde bulunan topraklar üzerine yapılan spekülasyonlar da mali-sermaye için son derece kazançlı bir işlem olmaktadır. Bankalar tekeli, burada, toprak rantı ve ulaştırma yolları tekelleri ile kaynaşır; çünkü fiyatların yüksekliği ve toprağın büyük kârlarla satılması olanağı vb. özellikle kentin merkeziyle rahat ve kolay bir ulaştırma düzenine bağlıdır; bu ulaştırma bağlantısı da, holding sistemi ve müdürler arasındaki mevki paylaşılması yoluyla sözkonusu bankalara bağlı şirketlerin elindedir. O zaman da, özellikle toprak satış ve ipotekleri konusunda incelemeler yapmış Die Bank dergisi yazarlarından birinin, Alman L. Eschwege'in, "bataklık" olarak nitelendirdiği durum ortaya çıkar; banliyö arsaları üzerine yapılan dizginsiz spekülasyonlar; Berlin'deki Boswau ve Knauer gibi inşaat işletmelerinin iflası (bu firma, kuşkusuz, (sayfa 68) holding sistemiyle perde arkasında kalan ve işten "yalnızca" 12 milyon mark zararla sıyrılan büyük ve "saygıdeğer" Deutsche Bank'ın aracılığıyla 100 milyon mark toplamıştı); sonra, hayali inşaat şirketlerinden ücretlerini alamayan işçilerin ve küçük mülkiyet sahiplerinin yıkımı; "fedakâr" Berlin polisi ve idarecileri ile imar durumları ve inşaat ruhsatlarının belediyece verilmesini ele almak için çevrilmek istenen dolaplar vb..[60]
Avrupalı profesörlerin ve iyi düşünen burjuvaların, sözünü ederken hınzırca göz kırptıkları "Amerikan ahlakı", mali-sermaye döneminde, her ülkenin herhangi bir kentindeki ahlak haline de gelmeye başlamıştır.
1914 başlarında, Berlin'de, bir "ulaştırma tröstü"nden, yani Berlin'deki üç ulaştırma kurumu arasında, kent elektrikli treni, tramvay şirketi, omnibüs şirketi arasında bir "çıkar birliği" kurulmasından sözedilmekteydi.
Die Bank dergisinde şöyle deniyordu: "omnibüs şirketinin hisselerı diğer iki ulaştırma kurumu tarafından ele geçirildiğinden beri nasıl bir niyetle hareket edildiğini herkes bilir. ... Ulaştırma işlerinin birleştirilmesiyle tasarruf sağlanacağı, bu tasarrufun bir kısmının, sonunda, halk için de yararlı olabileceği yolundaki tasarılar ileri sürenlerin iyi niyetlerinden kuşku duyulamaz. Ancak, kurulmakta olan tröstün arkasında bankalar olduğunu unutmamalı; bunlar, isterlerse, tekellerinde tuttukları taşıt araçlarını, kendi toprak ticareti işlerinde rahatça kullanabilecek durumdadır. Böyle bir varsayımın gerçeğe ne denli yakın olduğunu anlamak için, kent elektrikli tren şirketinin kuruluşu sırasında, demiryolu yapımına destek olmuş büyük bankanın çıkarlarının işe nasıl karışmış olduğunu anımsamak yeter. Özellikle şunu bilmek gerekiyor: bu ulaştırma kurumunun çıkarları ile toprak alım-satımındaki çıkarlar içiçeydi. Demiryolunun (sayfa 69) doğu hattının nereden geçeceği belli olunca, banka, oradaki toprakları kendisi ve bazı ortakları için büyük kazanç sağlayacak fiyatlarla elden çıkardı."[61]
Bir tekel, bir kez kurulup milyarları çekip çevirmeye başladı mı, siyasal rejimden ve daha başka "ayrıntı sorunları"ndan bağımsız olarak karşı konmaz bir biçimde toplumsal yaşamın bütün alanlarına sızacaktır. Alman ekonomi yazınında, Fransızların Panama rezaletine, [15*] Amerika'daki siyasal konuşmaya ilişkin imaların yanında, Prusyalı memurların görev saygılarına karşı aşağılık övgülere de raslanmaktadır. Oysa gerçek şu ki, Alman bankacılık sorunlarıyla ilgili aynı burjuva yazınında bile, salt bankacılık işlemlerinin ötesine taşılmış, sözgelimi gitgide bankalarda daha çok görev kabul eden devlet memurlarına "bankaların çekici gelmesi" konusunda şöyle denmeye başlanmıştır: "İçinden Behrenstrasse'de küçük bir yer kapmayı geçiren bir devlet memurunun dürüstlüğünden sözedilebilir mi?"[62] (Behrenstrasse, Berlin'de, Deutsche Bank genel merkezinin bulunduğu cadde.) Die Bank dergisinin editörü Alfred Lansburgh 1909'da "Bizantinizmin Ekonomik Anlamı" başka bir yazı yayınlamıştı; bu yazısında sözü Guillaume II'nin Filistin gezisine ve bunun yakın sonucu olarak Bağdat demiryolunun yapılmasına getiriyor, tümünde "kuşatma"dan dolayı, öbür siyasal günahlarımızın tümünden daha sorumlu olan bu uğursuz "Alman girişim zihniyetinin büyük yapıtına"[63] değiniyordu. ("Kuşatma" ile Almanya'ya karşı emperyalist bir ittifak çemberi içinde Almanya'yı tecrit eden Edward VII'nin politikası anlatılmak isteniyor.) 1911'de aynı derginin yukarda sözünü ettiğimiz yazarı, Eschwege, "Plütokrasi ve Memurlar" başlıklı bir yazı yayınlamış, bu yazısında, Alman memurlardan Völker adlı birinin durumunu ele almıştı; (sayfa 70) karteller komisyonu üyesi olan ve çalışkanlığıyla tanınmış bulunan Völker, bir süre sonra, en büyük kartelde, Çelik Sendikasında, kazançlı bir görev koparmıştı. Hiç de raslantı sonucu olmayan daha birçok benzer olay karşısında sözünü ettiğimiz burjuva yazarı, "Alman Anayasası" tarafından güvence altına alınmış ekonomik özgürlüğün, ekonomik yaşamın birçok alanında "boş bir tümceden ibaret olduğunu" ve plütokrasinin egemenliği bir kez kurulduktan sonra "en geniş siyasal özgürlüğün bile, bizi, özgür olmayan insanlardan meydana gelen bir halk olmaktan kurtaramayacağını"[64] kabul etmek zorunda kalmıştır.
Rusya'nın durumuna gelince, bu konuda bir örnek vermekle yetineceğiz. Birkaç yıl önce, Maliye Bakanlığı Krediler Müdürü Davidov'un büyük bir bankanın hizmetine girmek üzere resmi görevinden ayrıldığı haberiyle bütün gazeteler çalkalanmıştı; banka, kendisine, sözleşme gereğince, birkaç yıl içinde bir milyon rubleyi aşacak miktarda bir ücret vermeyi önermişti. Krediler Müdürlüğünün görevi, bütün devlet kredi kurumlarının, çalışmalarını birleştirmektir; bu cümleden olarak, başkentteki bankalara, 800 ila 1.000 milyon rubleye kadar yükselebilen krediler verir.[65]
Kapitalizmin özelliği, genel olarak, sermaye sahipliğini, bu sermayenin sanayide uygulanışından; para-sermayeyi, sınai ya da üretken sermayeden, yalnızca para-sermayeden elde ettiği gelirle yaşayan rantiyeyi, sanayiciden ve sermayenin yönetimi ile doğrudan ilgili herkesten ayırır. Bu ayrılma, geniş ölçülere ulaştığı zaman, mali-sermayenin egemenliği ya da emperyalizm, kapitalizmin en yüksek aşama çizgisine gelir. Mali-sermayenin bütün öbür sermaye çeşitlerinden üstünlüğü rantiyenin ve mali-oligarşinin egemenliği anlamını da taşır; mali yönden "güçlü" birkaç devletin bütün öbür devletler karşısındaki üstün durumunu da açıklar. (sayfa 71) Bu ayrılma, nereye dek gidebilir? Bu konuda, emisyon istatistiklerinden, yani her çeşit menkul kıymetlerin hangi ölçülerde çıkarıldığına ilişkin verilerden bir yargıya varılabilir
Uluslararası İstatistik Enstitüsü Bülteni'nde, A. Neymarck,[66] bütün dünyada kıymetli evrak çıkarılması üstüne çok geniş, tam ve karşılaştırmaya elverişli, ekonomi yazınında daha sonra defalarca parça parça yararlanılmış rakamlar vermişti.
İşte, onar yıllık dört dönem için verdiği rakamlar [tablo - 8]:
[TABLO - 8]
KIYMETLİ EVRAK EMİSYON TOPLAMI
(MİLYAR FRANK)
1871-1880 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
1881-1890 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
1891-1900 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
1901-1910 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 76.1
64.5
100.4
197.8
1870-1880 yılları arasında emisyon miktarı bütün dünyada, özellikle, Fransız-Prusya savaşından ve Almanya'da onu izleyen "Gründerzeit" dolayısıyla çıkarılan istikraz tahvilleriyle, artmıştır. 19. yüzyılın son üç on yıldaki artış, genellikle, pek hızlı değildir. Oysa, 20. yüzyılın ilk on yılında hemen hemen %100'ü bulan oranıyla çok hızlı bir artış görülmektedir. Şu halde, 20. yüzyılın başları, yalnızca daha önce sözünü ettiğimiz tekellerin (karteller, sendikalar, tröstler) değil, aynı zamanda mali-sermayenin de gelişme gösterdiği bir dönüm noktasıdır.
Neymarck, 1910'da, bütün dünyada çıkarılmış kıymetli evrak toplamını aşağıyukari 815 milyar frank olarak tahmin ediyor. Yinelenebilecek rakamları düşerek bu toplamı (sayfa 72) 575-600 milyara indiriyor; bunun da ülkeler arasındaki dağılışı şöyledir (toplam 600 milyar alırsak) [tablo - 9]:
[TABLO - 9]
1910'DA KIYMETLİ EVRAK TOPLAMI
(MİLYAR FRANK)
İngiltere . . . . . . . . . .
Birleşik Devletler . . . . . . .
Fransa . . . . . . . . .
Almanya . . . . . . . . .
Rusya . . . . . . . . . . .
Avusturya-Macaristan . . . . .
İtalya . . . . . . . . .
Japonya . . . . . . . . . . . . 142
132
110
95
31
24
14
12
479 Hollanda . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Belçika. . . . . . . . . . . . . . . . .
İspanya . . . . . . . . . . . . . . . . .
İsviçre . . . . . . . . . . . . . . . . .
Danimarka . . . . . . . . . . . . .
İsveç, Norveç,
Romanya vb. . . . . . . . . . . . . . . . 12,5
7,5
7,5
6,25
3,75
2,5
Toplam . . . . . . . . . . . . . . . . . 600
Kolayca görülebildiği gibi, bu rakamlar, herbiri elinde 100-150 milyarlık kıymetli evrak tutan en zengin dört kapitalist ülkede belirgin olmaktadır. Bunlardan ikisi —İngiltere ve Fransa—, en eski kapitalist ülkelerdir, ve göreceğimiz gibi sömürgecilik yönünden en zengin olanlarıdır; diğer iki ülke —Birleşik Devletler ve Almanya—, gelişme hızı bakımından da, sanayideki kapitalist tekellerin genişlik derecesi bakımından da en ileri gitmiş ülkelerdir. Bu dört ülke, toplam olarak 479 milyar franka, yani dünya mali-sermayesinin hemen hemen %80'ine sahiptir. Dünyadaki öbür ülkelerin hemen hemen hepsi, bu uluslararası banker ülkelere, dünya mali-sermayesinin bu dört "direğine", az ya da çok borçlu durumdadır, az ya da çok miktarda onlara haraç vermektedir.
Hiç yorum yok