Sivil Toplumculuk üzerine
Hemen her alandan okurlardan gelen soruların ışığında ” Sivil Toplumculuk” teorisi üzerine kısaca bir açıklık getirmeye çalışacağım. Konunun “teorik “ özelliği ve Marxizm konusunda “ezberleme” ve “anlama” farklı yaklaşımları sonucu doğan karmaşıklığı nedeniyle, ne kadarda basite indirgemeye çalışsak, Marxist ustalardan alıntılar yapmadan bu konuya açıklık getirmek imkansız.
Bu anlamda, ve özellikle konunun Leninist yada anti-Lenininst olma ile direk ilgili olduğu gerçeğinden yola çıkarak konuya Leninin şu sözleryle başlayalım.
Bu Hegels anlayışı gerçek anlamda Gramskinin İtalyada 1920lerde ortaya attığı , sorunun “sivil toplumda” olduğu anlayışı temelinden yola çıkarak, “sivil toplum üzerinde kontrol sağlayarak iktidarı “barışcıl” yolla ele geçirme teorisi olarak netleşmiş ve kendini, açık yada gizli “sivil toplumculuk” yada “Gramskicilik (!)”* teorisi olarak günümüze kadar getirmiştir.
Bu teorideki anti-Marksist en önemli öğe bu aile-sivil toplum-devlet in üretim araçları ve üretimdeki birbirleriyle karşılıklı ilişkilerinden soyutlayan , sınıfsal olmayan bir yaklaşım olmasıdır.
Sınıf mücadelesi karşılıklı uzlaşmaz güçlerin çatışmasını içerir. Bu mücadelede üretim araçlarına sahip olanlar aynı zamanda “düşünce üretimi” araçlarına da kaçınılmaz olarak sahipdirler. Bu araçları kendi sınıflarının çıkarları doğrultusunda kullanarak, kendi çıkarları doğrultusunda “düşünce ve tavır” yaratma çabaları kaçınılmazdır. Bu anlamda bu tür düşüncelerin yaygınlaşmasının ardında sadece küçük burjuva teslimiyetci gruplar değil , burjuva aydınlar yer almaktadır.
Bu anlamda, ve özellikle konunun Leninist yada anti-Lenininst olma ile direk ilgili olduğu gerçeğinden yola çıkarak konuya Leninin şu sözleryle başlayalım.
"Biz Marks'ın teorisini tamamlanmış, değişmez bir bütün olarak görmüyoruz, tersine olarak düşünüyoruz ki, bu teori sadece bilimin köşe taşlarını yerleştirir. … sosyalistler ….. bu bilimi, her yönden derinleştirmelidirler." Lenin: Marks-Engels ve MarxsizmBu temelde ilk once Marx ve Engels in “sivil toplumların oluşumu” dönemine dönük teorik açıklamalarıyla başlamakta yarar var.
'Sivil toplum' deyimi, 18. yüzyılda mülkiyet ilişkileri kendilerini antik ve orta-çağ topluluklarından kurtardığı zaman ortaya çıktı. Böylece sivil toplum yalnızca burjuvaziyle gelişir; tüm çağlarda devletin ve geri kalan idealistik üst-yapının temelini oluşturan, doğrudan üretim ve ilişkilerden doğan, evrilen toplumsal örgütlenme, yine de her zaman bu adla belirtilmiştir." Marks-Engels: The German Ideology
"Karşılıklı ilişkiler biçimi, tüm eski tarihsel evrelerde varolan üretici güçlerce belirlenmiştir, ve bunları da belirleyen dönüşüm de sivil toplumdur``Marks-Engels: The German İdeology,Marxist teorilere dindarca bir yaklaşım, Marksizmi çarpıtmayı hedefleyen Burjuva yaklaşım, ya da küçük burjuva teslimiyetci ve uzlaşıcı yaklaşım her zaman Marxist ustaların yazılarının ya sadece bütünlüğünden kopararak sunma, ya “bahsedilen dönemin” tarihi “toplumlar” da hangi dönemini içerdiğine, yada konuya sosyolojik mi yoksa politik bir yaklaşım temelinde olduğuna bakmadan ulaşılan sonuçlar doğurmuştur.
"Bizim tarih kavrayışımız, herşeyden önce, ciddi çalışmalar için yol göstericiden oluşur. Yoksa, Sol-Hegelcilerin anladığı biçimde bir manivela değildir. …………….birçok genç yazar, tarihi materyalizmi, herşeyi açıklayan hazır bir kalıpmış gibi ele alarak, hiçbir araştırmada bulunmadan, kısıtlı tarih bilgisiyle acilci bir sistem oluşturmaya çalışmaktadır. " Engels: 5 Ağustos 1890 tarihli mektubuKökeni Hegelse dayanan teorisi; İlk ahlak oluşumu Aileden baslayıp , ikinci devrede Sivil toplumun ortaya çıkması, nasılki ailede bir kaynaşma ve ortak çıkarlar varsa , sivil toplumlardada bir kaynaşma ve ortak çıkarlar olduğunu, ve bu sonuçtada “genel bir irade/ düşünce olduğu, yada oluşacağı, üçüncü bir devredede Devletin ortaya çıktığını ve bu dönemdede bireysel irade/düşünce ile genel irade/düşüncenin ortak olduğu yada olabileceği iddia edilir. Yani Hegels e göre bir toplum üç bölümden oluşur: Aile, sivil toplum ve devlet
Bu Hegels anlayışı gerçek anlamda Gramskinin İtalyada 1920lerde ortaya attığı , sorunun “sivil toplumda” olduğu anlayışı temelinden yola çıkarak, “sivil toplum üzerinde kontrol sağlayarak iktidarı “barışcıl” yolla ele geçirme teorisi olarak netleşmiş ve kendini, açık yada gizli “sivil toplumculuk” yada “Gramskicilik (!)”* teorisi olarak günümüze kadar getirmiştir.
Bu teorideki anti-Marksist en önemli öğe bu aile-sivil toplum-devlet in üretim araçları ve üretimdeki birbirleriyle karşılıklı ilişkilerinden soyutlayan , sınıfsal olmayan bir yaklaşım olmasıdır.
"Devlet, yani siyasal düzen alanı, bağımlı olan; sivil toplum, yani ekonomik ilişkiler alanı, temel olan öğedir." Engels: Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu
"... sivil toplumun anatomisi ekonomi politikte aranmalıdır." Marks: Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı
"Ödenmemiş emeğin doğrudan üreticilerden çekilip alınmasının özel ekonomik biçimi, doğrudan üreticinin kendisinden doğan ve kendisi de belirleyici öğe olarak onu etkileyen, yöneten ile yönetilen ilişkisini belirler. Ama bunun üzerine de, üretim ilişkilerinin kendisinden doğan iktisadi topluluğun tüm oluşumu, böylece de aynı zamanda onun özel siyasal biçimi yerleşmiştir. Tüm toplumsal yapının ve onunla birlikte egemenlik ve bağımlılık ilişkisinin siyasal biçiminin, kısacası buna uygun düşen özel devlet biçiminin, en içteki sırrını, gizli temelini açığa vuran şey, her zaman üretim koşullarına sahip olanlar ile doğrudan üreticiler arasındaki ilişkidir." Marks: Kapital,Anti-Marxist Sivil Topcumluluk teorisini Leninist “Devrim” anlayışı ile karşılaştırırsak, bu düşüncenin devrimi değil , evrimi, yani Torçkist “karşı devrimci” Anti-Leninist bir düşünceyi de içinde taşıdığını görebiliriz.
Sınıf mücadelesi karşılıklı uzlaşmaz güçlerin çatışmasını içerir. Bu mücadelede üretim araçlarına sahip olanlar aynı zamanda “düşünce üretimi” araçlarına da kaçınılmaz olarak sahipdirler. Bu araçları kendi sınıflarının çıkarları doğrultusunda kullanarak, kendi çıkarları doğrultusunda “düşünce ve tavır” yaratma çabaları kaçınılmazdır. Bu anlamda bu tür düşüncelerin yaygınlaşmasının ardında sadece küçük burjuva teslimiyetci gruplar değil , burjuva aydınlar yer almaktadır.
"Her dönemde egemen sınıfların fikirleri egemen fikirlerdir; yani toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, aynı zamanda toplumun egemen entellektüel gücüdür. Maddi üretim araçlarını kendi tasarrufu altında tutan sınıf, buna bağlı olarak düşünce üretim araçlarını da denetiminde tutar, öyle ki düşünce üretim araçlarından yoksun olan fikirler tümüyle buna tabidir. Egemen fikirler, salt maddi ilişkilerin düşünsel ifadesinden başka birşey değildir .... Egemen sınıfı oluşturan bireyler, diğer şeyler arasında, bilinç ve dolayısıyla düşünce sahibidirler. Bu yüzden onlar egemen oldukları sürece bir sınıftırlar ve bir tarihsel çağın içeriğini ve süresini belirlerler; kendiliğinden görülüyor ki, onlar, bunu tüm uzanımları içinde yaparlar, bundan dolayı diğer şeylerin yanında düşün adamı olarak, düşünce üreticileri olarak egemendirler ve kendi çağlarının düşüncelerinin üretim ve dağıtımını da düzenlerler. " Marks-Engels: The German Ideology
İnsanların varlığını belirleyen, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır." Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine KatkıSonuç olarak “Sivil Toplumculuk “ teorisi topluma yaklaşımı sınıfsal olmayan, sadece barışçıl yolla sorunların çözümlenebileceğini, iktidarın ele geçirebileceğini savunan pasifist, anti-Marxist ve anti-Leninist bir teori ve bu teori temelinde uygulamaya konulan pratiktir. Bu teori genellikle burjuva tarafından günümüzde burjuva “milliyetcilik” ve burjuva “ulusculuk” düşünce ve tavrı yaratmakta hünerli bir şekilde mücadelenin hedefini ve nihai sonucunu bulandırmada şaşırtma kulanılmaktadır. Sosyalizmin bir çözüm olmadığı, (Batı )burjuva Demokrasisinin artık nihai ve tek hedef olduğu yönündeki görüşler ve pratikler bu çabanın ürünleridir.
Erdogan Ahmet
October 27, 2006
* Gramsci nin sivil toplumu anlayışı ile "Gramsci cilik" adına savunulan aynı şey değil, onun revize edilmiş şeklidir. Gramsci, Kapitalist devleti, birbiriyle iç içe olan, birisi , baskı uygulayan, zor yoluyla yöneten “siyasi toplum” ve diğeri kurallarla kabullendirme yöntemi kullanan “sivil toplum” olarak açıkladı. Bu, "sivil toplum", günümüzde satılmaya çalışılan “sivil toplum” kavram ve anlam farklı içeriğe sahiptir.

Hiç yorum yok