Header Ads

Header ADS

TÜRKİYEDEKİ DEVRİMCİ DEMOKRASİ MÜCADELESİNİN MİRASCILARI VE TEMSİLCİLERİ KİMLERDİR?

İnternetin sanal sayfalarında TÜRKİYEDEKİ DEVRİM MÜCADELESİNİN gerçek MİRASCILARI VE TEMSİLCİLERİ olduğunu iddia eden onlarca yeni “örgütler” görüyorum, şatafatlı isimlerle …

DEVRİMİN, MÜCADELENİN, HALKIN TEMSİLCİLİĞİ, BABADAN OĞULA GEÇEN BİR MİRAS DEĞİLDİR..KANLA, TERLE, UĞRAŞLA HAK EDİLEREK EZİLEN HALKLARI VE ONLARIN ÇIKARLARINI KORUYARAK, onları güçlendirerek KAZANILAN BİR TEMSİLCİLİKTİR

Bu “tekke” örgütler , varlıkları “yokluğu” yaratan, ve bu yokluğun içinde yok olan tekke şeflerinin (sanal) mezar taşlarındaki yazıların, internette “sanal” dünyada, yani “yoklukta”, yansımasından başka birşeydeğildir.

Nasılki varlıklarında “emekçilerden” uzaktılar, hala “sanal dünyalarında” emekçilerden uzaklar ve öyle kalmaya mahkümlar.

(sanal) Mezar taşlarında nasıl “halkla” ilgili bir ani/yazı yoksa, onun yansıması olan “sanal internet” sayfalarındada “hakla” ilgili, halkın anlıyacağı, halkı ilgilendiren, halkın güncel sorunu olan bir yazı bulamazsınız. Bütün sayfaları kaplayan , sanal mezar taşındaki “isim”, ve neden “onların Türkiye Devrimci Mücadelesinin “GERÇEK” mirascıları ve temsilcileri “ oldukları “ teorilerdir. Tekkeciliği “şirkete” çeviren şefler, “materyal-ist” bir değeri olmayan,” emekçisi” olmayan sirketin “mirası” ve “temsilciliği” kavgasındalar.

Ayni emekçilerin mücadelelerine, içlerinde bulundukları yoklukta, sanal dünyalarında sahip çıktıkları gibi, bu mücadeleler uğruna şehit düşen devrimcilerede sahip çıkma küstahlığını gösterebilmekteler. Onlar “tekke şefleri” ve “tekke ismi” çıkarları için değil, inandıkları ve pratiğe koydukları emekçi halkın “devrim ve demokrasi “ mücadelesi uğruna öldüler.

“Var” iken, emekçi halkın mücadelesini Avrupadan uzaktan kumandayla “idare” etme pratiğinde oldukları gibi, şimdi sanal “yok”luklarında gene kitlelerden yoksun, uzak kumandayla “yok” oluşlarını “idare” etme peşindeler.

Emekçi halk içinde hiç bir pratiği olmayan bu “tekkeler”, pratiklerini sanal dünya, yani yoklukta gerçekleştirmekteler. Bu “pratikleri” ile de kafa karıştırmanın yanında, gençliğin kafasında “sola” karşı bir anlaşılmazlığın ve güvensizliğin doğmasına, “takımcı/tekkeci” anlayışların güçlenmesine, Devrimci ahlakla uyuşmayan polemiklere ve böylecede (aslında birbirine bağlı olarakda) Türkiyede Devrimci bir cephenin oluşmasına en büyük engellerden birini oluşturma hizmetini veriyorlar..

“Şeflik” ten Devrimci mücadelenin bir “neferi “olmayı kendilerine “layık” görmeyen, kendilerini “Komünist” diye adlandıran bu “tekkeciler” mucadele yaşamının pratik gerçekleri ve günümüz sonuçlarına, kibirliliklerine baktığımızda Neo-Kon düşüncenin mimarlarından olan Troçkist Irvıng Kristol nekadar “Komünist” olabilirse onlarında o kadar olabileceğini net bir şekilde ortaya koyuyor.

Bu anlamda, onları bırakın ciddiye almayı, muhatab olarak bile almak, onları “sanal yokluğun” içerisinden, tekrar varlıkta “yokluğu” yaratmaları için, “ varlığa” çıkarmak” olur.

TÜRKİYEDEKİ DEVRİM MÜCADELESİNİN gerçek MİRASCILARI VE TEMSİLCİLERİ ne yazıkki bu mirası ve temsilciliği “paylaşma” uzlaşması içine girme yerine “uzlaşmama” da ayak direnmede ve bu arada gündemde olan ve Demokrasi mücadelesinin ayrılmaz bir parçası ve bu safları genişletebilecek, güçlendirebilecek olan anti-emperyalist mücadele “temsilciliği”ni “sağ” a kaptırma tehlikesi içinde.

Özellikle günümüzde Devrimci Demokrasi mücadelesi sadece politik ve “aktif”! pratikleri değil psikolojik pratikleri de bu mücadelenin ayrılmaz bir parçası haline getirmesini zorunlu kılar.

Emekçinin günlük yaşamı, emekçi sınıfı mücadelesinin bir parçasıdır. Aynı şekilde bir Devrimcinin günlük yaşamıda Devrim ve Demokrasi mücadelesinin bir parçasıdır. Yani devrimcinin ve emekçinin günlük yaşamı birbirinden soyutlanamayan bir bütünün ayrılamaz parçalarıdır. Bu iki yaşam ve ilişkilerin bir birinden uzaklığı ve yakınlığı bir anlamda devrimci mücadelenin belirli dönemlerdeki seviyesinin ve derecesinin bir ölçüsüdür .

Insan düşünen, çevresiyle sürekli ilişkiler içinde olan psikolojik bir yaratıktır. “Yorgunluk” hissinin oturup dinlenme, yada bir şey yapmama “güdüsünü” yaratması, gerçekte o andaki/dönemdeki “güçsüzlük” düşüncesinin bir sonucundan başka bir şey değildir. Yapılması düşünülen bir “iş” ten işin altından kalkılamıyacağı düşüncesiyle vazgeçilmesinin altında yatan güdü “yalnızlık” ve “desteğin/ dayanışmanın “ olmadığı “güçsüzlük” düşüncesinin bir sonucudur. Benzer bir şekilde yapılacak bir “iş” ten sonucunda oluşacak “etki/tepki” leri karşılayamama düşüncesi nedeniyle vazgeçilmesi gene “güçsüzlük” anlayışı ve GERÇEĞİ nin bir sonucudur. Bu anlamda üzerinden gelinmesi gereken ilk sorun, emekçi halkda varolan bu “yorgunluk”, “yalnızlık”, (kendini güçlü bir gruba ait hissetmeme anlamında) “sahipsizlik”, kısacası güçsüzlük düşüncesinin yıkılmasıdır.

Bir işçi (gerçek bir) sendikaya üye olduğunda kendini onun bir parçası olarak görür. Çünki bilirki o “yalnız ve sahipsiz”, yani “güçsüz “ olmayacaktır.

Sendikalar geniş kitlelerin (işçi, köylü, emekçi, memur, öğrenci) sadece bir bölümünü teşkil eder ve diğerlerinden bağımsız olarak düşünülemezler.

Bu anlamda AMAÇ GENİŞ KİTLELERE “YALNIZ” VE “ SAHİPSİZ” OLMADIKLARINI SADECE TEORİDE DEĞİL, GÜNCEL PRATİKTE GÖSTERMEK olması gerekir.

Kitlelerden soyutlanmış, kitlelerin kısa ve güncel taleplerine sahip çıkamayanlar onların uzun vadeli taleplerine, yani Devrimci Demokrasiye, en azından kitlelerin dışında kalmış olmaları nedeniyle, sahip çıkamazlar. Emekçi Halkına sahip çıkmayanlar, onlarla kaynaşmayanlar, onlardan biri olup onların güncel taleplerini göremeyenler, halkdan kendilerine sahip çıkmalarını ve uzun vadeli talep etrafında “birleşme”lerini bekleyemezler. Buna hakları olmadığı gibi, bu halkı “koyun yerine” koyma kibirli anlayışın devamı olduğundan bu “birleşme” olgusunu engelleyecektir. İşin dahada kötüsü onları kendi taleplerini yerini getiren, yada getireceğini vadeden, sol maskeli yada sağ, gerici lerin peşine sürükleyecektir. Ve nitekimde 1980 den bu yana gözler önünde, çıplak ve net bir şekilde olan budur.

1980 öncesi pratiklere bir bakalım; fakir mahallelerde dernekler açıp, fakir aile çocuklarına matematik vb dersler vermek, odun kömür alamayan ailelerin bu ihtiyaçlarını temin etmek , bu mahallelere doktor ve hemşireler getirerek, özellikle çocuk hastalara bakmak, mali imkanı olmayan üniversiteli öğrencilere temel ihtiyaçları konusunda yardımlarda bulunmak, gece kondu yıkımlarına karşı halkın yanında omuz omuza olmak, emekçi halkın elindeki beş kuruşuna göz diken “çete” lerden onları korumak, onları, onlarla beraber faşist saldırılardan korumak......

Şimdide gündemde olan Lübnan daki “Hızbullah” ın pratiklerine bakalım,

1982 de Halkın içinden gelmiş, İsrail işgaline karşı savaşmış, halkla bütünleşmiş, onları "koyun gibi görme yerine" onların bir parçası olmuş, gidip oraya buraya bombalı pankartlar asma yerine, fakir halkın evine gidip evini tamir etmiş, eylemlerde kaza ile suçsuz insanları yaralama yerine, evlere kadar doktorlarını gönderip halkın sağlığıyla ilgilenmiş, açın karnını doyurmuş, susuza su vermiş, o halka saldıranlara da cevap vermiş...Yani halkın acil taleplerini yerine getirmiş ve önderlik hakkını kazanmış.

İşte bu noktada “ÖNDERLİK HAKKI” nı kazanmanın, sadece kitlelerin “UZUN VADELİ” taleplerini öne sürerek, halkın anlamadığı dilden konuşarak, halka ve onun yarattığı ve ona olan değerlere saldırılara göz yumarak, onlardan tamamen soyutlanmış, onları hiç ilgilendirmeyen, tam tersine onları rahatsız eden “bireysel” eylemler yaparak …olamayacağı gerçeğinin görülmesi gerek.

YANİ, Devrimci Demokrasi MÜCADELESİNİN, HALKIN TEMSİLCİLİĞİ, BABADAN OĞULA GEÇEN BİR MİRAS DEĞİLDİR..KANLA, TERLE, UĞRAŞLA HAK EDİLEREK EZİLEN HALKLARI VE ONLARIN ÇIKARLARINI KORUYARAK, ONLARI GÜÇLENDİREREK KAZANILAN BİR TEMSİLCİLİKTİR

Bizim gibi ülkelerde Devrimci Demokrasi mücadelesi en geniş kitlelerin ÖNDERLİĞİNİ kazanma mücadelesidir. Bu önderlik HAK EDİLEREK KAZANILMADAN, yani emekçi halk GÜÇLENMEDEN, mücadele de GÜÇLENEMEZ. Yani GÜÇLER DENGESİ “Devrimci demokrasi” safları lehine GÜÇLENDİRİLMELİDİR, aksinin matematiğini hesap etmeye gerek yok, günümüzde örneklerini yaşıyoruz...

Aslında yazıyı burada bitirmiştim, ancak son bir kaç gündür olan olaylar, kısacası Faşist saldırılar, konuyla tamamıyle ilgili olduğundan bu konuda bir yorumla bitirmeye, belkide “kapanmış gözleri” açar arzusu ile, gerek duydum..

Bu Faşist örgüt Türkiyedeki ormanları yaktığını ve yakmakta devam edeceğini bildirdiği gibi, çoluk çocuk gözetmeksizin emekçi halkın bindiği otobüsü yakma, onların bulunduğu yerlere bombalar koyma ve onları bombalama korkaklığını göstermekte..


BU ÜLKENİN DEĞERLERİ BURJUVAZİYE DEĞİL, ONU EMEĞİYLE YARATAN İŞÇİ VE KÖYLÜ SINIFINA AİTTİR.


EMEKÇİSİNİ VE ONA AİT DEĞERLERİ KORUYAMAYAN, EMEKÇİNİN "TEMSİLCİSİ" VE ONUN MÜCADELESİNİN "MİRASCISI" OLAMAZLAR.


EMEKÇİSİNE VE ONUN DEĞERLERİNE SALDIRANLARI HALA "SOL" GÖRMEK VE ONLARA TAVIR ALMAMAK, "TEMSİLCİLİK " DEĞİL, "TESLİMİYETCİLİK" TİR..VE EMEKÇİNİN YAŞAMININ PRATİK GERÇEĞİNDE BU TAVIR-SIZLIK" İŞBİRLİKÇİ OLMAKLA EŞDEĞERDİR"..


VE TÜRKİYE DEVRİM TARİHİNE BU "ŞEFLERİN" ADLARI BÖYLE YAZILACAKTIR...


Bütün Devrimci Demokrat örgütlerin, sadece laf olsun diye bir defalık değil, bu konuda birlikte, yada ayrı ayrı, ama ciddiyetini ve kararlılığını ortaya koyan, bu faşist saldırıları lanetliyen bir bildiri yayınlaması, ve emekçi halka bunu pratiktede göstermesi gerekir.

Ya emekçiye ve onun değerlerine sahip çıkarsın , yada hem onları “sahipsiz” ve “güçsüz” bırakarak onların sağ a doğru kaymasına, ve de mücadelenin de “sahipsiz ve güçsüz” kalmasına “”seyirci” kalırsın..

ÇÜNKİ, MÜCADELENİN VE HALKIN TEMSİLCİLİĞİ, BABADAN OĞULA GEÇEN BİR MİRAS DEĞİL..KANLA, TERLE, UĞRAŞLA HAK EDİLEREK, EZİLEN HALKLARI VE ONLARIN ÇIKARLARINI KORUYARAK, ONLARI GÜÇLENDİREREK KAZANILAN BİR TEMSİLCİLİKTİR

Erdogan Ahmet
29 Ağustos 2006

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.