Header Ads

Header ADS

Kazakistan olayları ve yanılsamalı açıklamalar üzerine

Kazakistan’da gaz fiyatlarının artışı nedeniyle şoförlerin protestolarının başlattığı kıvılcımdan yaygınlaşan halk ayaklanması üzerine Türkiye’de Marksist Leninist sol (okuduğum kadarıyla-kaçırmış olduklarım olabilir) yazılarda; öznel, önyargılı, doğru varsayılan kanıtsız öneriler ve yanlıştan başlayan çıkış nedeniyle, yanlış sonuçlara ulaşma ve yanlış ve-veya soyut sloganlar yine hakim vaziyette. Bunlar içinde katkıya ve eleştiriye değecek tek yazı olarak Devrimci Propetarya’nınki oldu diyebilirim.

“Yine” diyorum çünkü her ne kadarda gerek nitelik olarak gerekse siyasi ve ekonomik konum açısından Kazakistan farklılık taşısa da Libya, Suriye, Ukrayna’daki vb., gelişmelere de başlangıçta benzer öznel yaklaşımlar hakimdi. Her olay ve gelişmede olduğu gibi, Kazakistan’daki ayaklanmaların da değerlendirilmesi, ezbere ve önyargıya dayanan varsayımlar temelinde değil, somut verilere dayanan, somut gerçekleri yansıtan verilere dayandırılmalıdır.

Yapılan en büyük ve Marksist Leninistler açısından affedilmeyecek kadar tehlikeli hata, değerlendirmelerinde Kazakistan’ın “ Rusya’nın bir yarı-sömürgesi” olduğu varsayımından yola çıkmaları oluyor.  Yanlıştan yola çıkınca, yanlış sonuca ulaşmak ve yanlış slogan atmak kaçınılmaz olur. Yarı-sömürge ya da bağımlı olmayı belirleyen ekonomik bağımlılık mıdır, yoksa siyasi bağımlılık mıdır? Bu soruya Lenin’den cevaplar vermeden önce, Kazakistan’ın ekonomisi ve ekonomik bağımlılığı konusunda somut verilere baş vuralım;

* Kazakistan'ın ekonomisi büyük ölçüde petrol ve gaz gelirlerinden (GSYİH'nın %35'i ve ihracatın %75'i) kaynaklanmaktadır. Sert mineraller ve metaller ihracatın %22'sini oluşturuyor.

* ABD şirketi Chevron-Texaco Kazak petrol üretiminin %50 sine sahip olmasının dışında, Petrol Boru hattının da en büyük ortağı durumunda-ayni zamanda boru imalatı fabrikasının da sahibi.

Chevron'un dışında Petrol Kaynaklarına “ortak!” diğer büyük şirketler; Exxon-Mobile, British Gas (BG), Royal Dutch Shell, Statoil of Norway, Total of France,  Inpex of Japan ve ENI SpA of Italy.  Yağma artıklarını kullanan ve daha fazla pay için uğraşan şirketler; Lukoil of Russia, ve China National Petroleum Corporation (CNPC). Bunlar Orta Asya'daki petrol sahalarını ve varlıklarını agresif bir şekilde satın almaya çalışıyorlar ve genellikle Hindistan'dan gelen petrol şirketleriyle kafa kafaya rekabet ediyorlar.

* Kazakistan, küresel üretimin %35'i ile uranyum üretim hacimlerinde dünyanın lider ülkesi durumunda ve Avustralya'dan sonra dünyanın en büyük ikinci uranyum rezervine sahiptir. Nükleer sanayi ile ilgili olan bu kaynak Fransız Orano , Aeva ve Japon NFL ve Mitsubishi'nin ortaklığı altında.

Madencilik şirketinin bildirisine göre 2020'de Uranyumdan gelir 587,5 milyar Kazakistan Tengesi. Bunun içine Ruslar, Çinler ve diğerleriyle enerji anlaşmalarından yapılan gelir, ve “götürülen miktar değeri” dahil değil.

Bunun dışında yine büyük Batı şirketleri ile ortaklık altında olan kaynaklar; Kazakistan yakın zamana kadar dünyanın en büyük 10'uncu sırada altın üreticisiydi; dünyanın en büyük bakır üreticisi olarak 11'inci sırada; dünyanın en büyük 3'üncü sırada krom üreticisi; dünyanın en büyük boksit ve dünyanın en büyük çinko üreticisi olarak 9'uncu sırada; dünyanın en büyük demir cevheri üreticisi ve dünyanın en büyük kurşun üreticisi olarak 12'nci sırada; dünyanın en büyük manganez üreticisi olarak 14'üncü sırada. Yani Kazakistan doğal kaynaklar olarak fakir bir ülke değil, tam tersine çok zengin ülkeler arasında.

* Yani Kazakistan, yüzeysel ve ezberci bir yaklaşıma dayanan "Rusya'nın bir sömürgesi" anlayışının tersine ekonomik olarak ağırlıkla batıya bağımlı bir ülkedir.

“Emperyalizmin ekonomik ilişkileri, “ diyordu Lenin, “tüm uluslararası durumun özünü oluşturur…(kimi ülkeler siyasi olarak)  eski konumlarını korudular, ancak ekonomik olarak Amerika'ya bağımlı hale geldiler…”

Emperyalizm çağında, tüm sömürge ve ulusal sorunlarda, proletarya ve Komünist Enternasyonal'in somut ekonomik gerçekleri ortaya koyması ve soyut doğru varsayılan kanıtsız önerilerden değil somut gerçeklerden hareket etmesi özellikle önemlidir.”  Lenin, Komünist Enternasyonal'in İkinci Kongresi

Burada konunun daha iyi anlaşılması için Lenin’in Ekonomik Analiz Nedir? Yazısından şu alıntıyı vermekte oldukça yarar var;

Ekonomik olarak, emperyalizm, üretimin serbest rekabetin yerini tekele bırakacak kadar büyük, uçsuz bucaksız oranlar aldığı kapitalizmin gelişimindeki en yüksek aşamadır. Emperyalizmin ekonomik özü budur. Tekel, tröstlerde, sendikalarda vb., dev bankaların her şeye kadir olmasında, hammadde kaynaklarının satın alınmasında vb., bankacılık sermayesinin yoğunlaşmasında vb. kendini gösterir. Her şey ekonomik tekele bağlıdır.

Amerikan tröstleri, emperyalizm ekonomisinin veya tekelci kapitalizmin en üst ifadesidir. Rakiplerini ortadan kaldırmak için ekonomik araçlarla yetinmezler, sürekli olarak politik, hatta cezai yöntemlere başvururlar. Ancak tröstlerin tekellerini salt ekonomik yöntemlerle kuramayacaklarına inanmak en büyük hata olur.

Ekonomik “ilhak”, siyasi ilhak olmaksızın tamamen “ulaşılabilir” ve yaygın olarak uygulanmaktadır. Emperyalizm literatüründe, örneğin Arjantin'in gerçekte Britanya'nın bir "ticaret kolonisi" olduğuna ya da Portekiz'in gerçekte Britanya'nın bir "vassalı" olduğuna dair işaretlerle sürekli olarak karşılaşacaksınız. Ve gerçekte bu böyle: İngiliz bankalarına ekonomik bağımlılık, İngiltere'ye borçluluk, İngilizlerin demiryollarını, madenlerini, topraklarını vb. satın alması, İngiltere'nin bu ülkeleri siyasi bağımsızlıklarını ihlal etmeden ekonomik olarak “ilhak etmesini” sağlar.

Emperyalizmin ideologları, diyordu Lenin, genellikle “ulusal kurtuluştan bahsederken ... ekonomik özgürlüğü dışarıda bırakırlar. Ancak gerçekte asıl şey ikincisidir”. Çünkü ekonomik bağımlılık sürekli olarak siyasi bağımsızlıklarını tehdit eder.

Kazakistan'ın bu -Sovyetlerin dağılmasının bir yan ürünü olarak- siyasi olarak Rusya'ya, ekonomik olarak Batıya bağımlılığı özgül durumu, Kazakistan'da gelişmekte olan "ayaklanmaların" devamında itici ve yönlendirici bu farklı çıkar grupların varlığını hesaba katarsak, onu özgül bir duruma yerleştirir. Bir ülkenin bağımsız olabilmesi için kendi sanayisine, ekonomisine sahip olması gerekir.  Siyasi bağımsızlığı elde etmenin yolu, ekonomik bağımsızlıktan geçer. Bu açıdan Kazakistan Sosyalist Hareketinin “ülkenin tüm madencilik ve büyük ölçekli endüstrisini işçi kolektiflerinin kontrolü altında kamulaştırılması” çağrısı doğru ve yerinde bir çağrıdır.

Bu anlamda Kazakistan'daki halk ayaklanmaları, temelde ve kendiliğinden gelişen yönüyle ekonomiktir ve ekonominin Batıya bağımlı olması nedeniyle, özündeki hedefi, Batıya olan ekonomik bağımlılıktır.

Bu nedenle Batının, bu gelişmeleri Rusya'ya karşı olarak lanse etmesi iki yüzlülüktür, sinsiliktir. Ve gerek özgülde ekonomik bağımlılığı siyasi bağımlılıkla tamamlamak, gerekse geneldeki çıkar çatışmasında stratejik durumunu güçlendirme yönündeki taktiklerinin bir parçasıdır. Batının taktiksel yaklaşımını doğrulayacak şekilde tek başına atılan “Rus emperyalizmi ülkeden elini çeksin!”  sloganı, konuyu “ekonomik bağımlılıktan” koparan, ABD ve Batı emperyalizmini aklayan bir içerik ve niteliğe sahip oluyor.

Siyasi bağımlılıktan kurtulmak, ekonomik bağımlılıktan kurtulmayı beraberinde getirmez, bu bağımlılığı etkilemez (sosyalist devrim hariç-Kazakistan’ın somut şartlarında bundan bahsetmekte hayalcilik olur). Ancak ekonomik bağımsızlığı elde etmek siyasi bağımlılıktan kurtulmayı beraberinde getirebilir, onu etkiler. Bu temelde, kimdir Kazakistan emekçilerinin somut baş düşmanı? Rus emperyalizmi mi yoksa Batı emperyalizmi mi? Somut durum, güçler dengesi ve doğru veriler temelinde ayağı gerçek yere basan değerlendirmeyle cevap verilmesi gereken bu sorudur. Ayağın gerçeğe basması gereken yerlerden birisi 19 milyonluk Kazakistan’da 3,5 milyon Kazakistan vatandaşı Rusların varlığı, diğeri de birisinin komşu ülkesi olması, diğerlerinin binlerce kilometre uzakta olması.  Bu gerçekler öznel nedenlerle göz ardı edilemez nitelikte gerçeklerdir. Kaçınılmaz olarak, hiçbir tekelci kapitalist ülke rekabet içinde olduğu binlerce KM uzaktaki diğerini sınırında askeri olarak bulundurmak istemez ve kendi haklı nedenleriyle buna müdahale eder. Bu nedenle Kazakistan’da işçi protestolarının yaygın halk hareketi haline dönüşmesi ve bunu kendi çıkarları doğrultusunda kullanma, yönlendirme ve kendilerine paye çıkarmaya çalışan her türden emperyalist, provokatör ve oportünist ajan faaliyetleri tarihi olarak kanıtlanmış kaçınılmaz bir olası gerçektir. Her türlü destekli ajan ve provokatörler, her iki tarafında Medyası bu ayaklanmaların özünü kendi çıkarları doğrultusunda saptırmaya çalışacaklardır. Daha ikinci gününde 350nin üzerinde “güvenlik görevlisinin” yaralanması ve ikisi Kafaları Kesilmiş, 13 sivilin öldürülmesi, bu provokasyonların başladığının ve “kafa kesme” ile bazılarının niteliği hakkında fikir verebilir.

Uzaktan lafazanlık ve alışılagelmiş soyut sloganlar Kazakistan’daki sorunları çözmez, çözmeye de yardımcı olamaz, ve bazen (yakın zamandır sık sık, Batı Medyasının kuyruğunda) onların borazancı lığını yapmakla, ve provokasyonları desteklemekle sonuçlanır. Stalin'in deyimiyle, “halk isterse devrim olur, istemezse devrim olmaz.”  Marksist Leninistler açısından, Devrim olmayacaksa, Kazakistan emekçi halkının acil, asgari çıkarları nerede yatıyorsa, desteklenecek olan odur.

Sonuç olarak, Zengin kaynaklara sahip olan Kazakistan'daki yaşam zorluğu, zamlar ve baskılar emekçi kitlelerin harekete geçmesi için bir kıvılcım arıyordu ve şoförlerin protestoları bunun kıvılcımı oldu.  Ancak, Kazakistan’ın bu siyasi ve ekonomik bağımlılık konusundaki özgül durumu, ülke -ekonomik ve siyasi- ve bölgesel -stratejik- çıkarları olan bir sürü etken grupların olması, bu kendiliğinden başlayan, güçlü devrimci bir önderliğin olmadığı, yönlendirmediği ayaklanmanın gelişme yönünün ne olacağı konusunu -ürkütücü bir şekilde- muğlakta bırakıyor.

Marksist Leninistler her zaman “taraftır”. Ve bu taraflılık her zaman emekçi ve ezilen halkların ve onların mücadelesinin o verili özgüldeki çıkarları tarafıdır. Bu çıkarlar özgülde ve genelde güçler dengesine bağımlı olarak değişken niteliğe sahiptir, ezberlenmiş, somut gerçeklere uymayan genel sloganlarla, tanımlanamaz, belirlenemez.

Erdogan A

7 Ocak 2022

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.