Kazakistan olayları ve yanılsamalı açıklamalar üzerine
“Yine” diyorum
çünkü her ne kadarda gerek nitelik olarak gerekse siyasi ve ekonomik konum açısından
Kazakistan farklılık taşısa da Libya, Suriye, Ukrayna’daki vb., gelişmelere de
başlangıçta benzer öznel yaklaşımlar hakimdi. Her olay ve gelişmede olduğu
gibi, Kazakistan’daki ayaklanmaların da değerlendirilmesi, ezbere ve önyargıya
dayanan varsayımlar temelinde değil, somut verilere dayanan, somut gerçekleri
yansıtan verilere dayandırılmalıdır.
Yapılan en büyük ve Marksist Leninistler açısından affedilmeyecek kadar tehlikeli hata, değerlendirmelerinde Kazakistan’ın “ Rusya’nın bir yarı-sömürgesi” olduğu varsayımından yola çıkmaları oluyor. Yanlıştan yola çıkınca, yanlış sonuca ulaşmak ve yanlış slogan atmak kaçınılmaz olur. Yarı-sömürge ya da bağımlı olmayı belirleyen ekonomik bağımlılık mıdır, yoksa siyasi bağımlılık mıdır? Bu soruya Lenin’den cevaplar vermeden önce, Kazakistan’ın ekonomisi ve ekonomik bağımlılığı konusunda somut verilere baş vuralım;
* Kazakistan'ın
ekonomisi büyük ölçüde petrol ve gaz gelirlerinden (GSYİH'nın %35'i ve
ihracatın %75'i) kaynaklanmaktadır. Sert mineraller ve metaller ihracatın %22'sini
oluşturuyor.
* ABD şirketi
Chevron-Texaco Kazak petrol üretiminin %50 sine sahip olmasının dışında, Petrol
Boru hattının da en büyük ortağı durumunda-ayni zamanda boru imalatı
fabrikasının da sahibi.
Chevron'un
dışında Petrol Kaynaklarına “ortak!” diğer büyük
şirketler; Exxon-Mobile, British Gas (BG), Royal Dutch Shell, Statoil of
Norway, Total of France, Inpex of Japan
ve ENI SpA of Italy. Yağma artıklarını
kullanan ve daha fazla pay için uğraşan şirketler; Lukoil of Russia, ve China
National Petroleum Corporation (CNPC). Bunlar Orta Asya'daki petrol sahalarını
ve varlıklarını agresif bir şekilde satın almaya çalışıyorlar ve genellikle
Hindistan'dan gelen petrol şirketleriyle kafa kafaya rekabet ediyorlar.
* Kazakistan,
küresel üretimin %35'i ile uranyum üretim hacimlerinde dünyanın lider
ülkesi durumunda ve Avustralya'dan sonra dünyanın en büyük ikinci uranyum
rezervine sahiptir. Nükleer sanayi ile ilgili olan bu kaynak Fransız Orano ,
Aeva ve Japon NFL ve Mitsubishi'nin ortaklığı altında.
Madencilik şirketinin
bildirisine göre 2020'de Uranyumdan gelir 587,5 milyar Kazakistan Tengesi.
Bunun içine Ruslar, Çinler ve diğerleriyle enerji anlaşmalarından yapılan gelir,
ve “götürülen miktar değeri” dahil değil.
Bunun dışında yine büyük Batı şirketleri ile ortaklık altında olan kaynaklar;
Kazakistan yakın zamana kadar dünyanın en büyük 10'uncu sırada altın
üreticisiydi; dünyanın en büyük bakır üreticisi olarak 11'inci sırada; dünyanın
en büyük 3'üncü sırada krom üreticisi; dünyanın en büyük boksit ve dünyanın en
büyük çinko üreticisi olarak 9'uncu sırada; dünyanın en büyük demir cevheri
üreticisi ve dünyanın en büyük kurşun üreticisi olarak 12'nci sırada; dünyanın
en büyük manganez üreticisi olarak 14'üncü sırada. Yani Kazakistan doğal
kaynaklar olarak fakir bir ülke değil, tam tersine çok zengin ülkeler arasında.
* Yani Kazakistan,
yüzeysel ve ezberci bir yaklaşıma dayanan "Rusya'nın bir sömürgesi"
anlayışının tersine ekonomik olarak ağırlıkla batıya bağımlı bir ülkedir.
“Emperyalizmin
ekonomik ilişkileri, “ diyordu Lenin, “tüm
uluslararası durumun özünü oluşturur…(kimi ülkeler siyasi olarak) eski konumlarını korudular, ancak ekonomik
olarak Amerika'ya bağımlı hale geldiler…”
Emperyalizm çağında,
tüm sömürge ve ulusal sorunlarda, proletarya ve Komünist Enternasyonal'in somut
ekonomik gerçekleri ortaya koyması ve soyut doğru varsayılan kanıtsız
önerilerden değil somut gerçeklerden hareket etmesi özellikle önemlidir.”
Lenin, Komünist Enternasyonal'in
İkinci Kongresi
Burada konunun daha
iyi anlaşılması için Lenin’in Ekonomik Analiz Nedir? Yazısından şu alıntıyı
vermekte oldukça yarar var;
Ekonomik
olarak, emperyalizm, üretimin serbest rekabetin yerini tekele bırakacak
kadar büyük, uçsuz bucaksız oranlar aldığı kapitalizmin gelişimindeki en yüksek
aşamadır. Emperyalizmin ekonomik özü budur. Tekel, tröstlerde,
sendikalarda vb., dev bankaların her şeye kadir olmasında, hammadde
kaynaklarının satın alınmasında vb., bankacılık sermayesinin yoğunlaşmasında
vb. kendini gösterir. Her şey ekonomik tekele bağlıdır.
Amerikan tröstleri, emperyalizm ekonomisinin
veya tekelci kapitalizmin en üst ifadesidir. Rakiplerini ortadan
kaldırmak için ekonomik araçlarla yetinmezler, sürekli olarak politik, hatta
cezai yöntemlere başvururlar. Ancak tröstlerin tekellerini salt
ekonomik yöntemlerle kuramayacaklarına inanmak en büyük hata olur.
Ekonomik “ilhak”, siyasi ilhak olmaksızın tamamen
“ulaşılabilir” ve yaygın olarak uygulanmaktadır. Emperyalizm
literatüründe, örneğin Arjantin'in gerçekte Britanya'nın bir "ticaret
kolonisi" olduğuna ya da Portekiz'in gerçekte Britanya'nın bir
"vassalı" olduğuna dair işaretlerle sürekli olarak karşılaşacaksınız.
Ve gerçekte bu böyle: İngiliz bankalarına ekonomik bağımlılık,
İngiltere'ye borçluluk, İngilizlerin demiryollarını, madenlerini,
topraklarını vb. satın alması, İngiltere'nin bu ülkeleri siyasi
bağımsızlıklarını ihlal etmeden ekonomik olarak “ilhak etmesini” sağlar.
Emperyalizmin
ideologları, diyordu Lenin, genellikle “ulusal kurtuluştan bahsederken ... ekonomik
özgürlüğü dışarıda bırakırlar. Ancak gerçekte asıl şey ikincisidir”.
Çünkü ekonomik bağımlılık sürekli olarak siyasi bağımsızlıklarını tehdit
eder.
Kazakistan'ın bu
-Sovyetlerin dağılmasının bir yan ürünü olarak- siyasi olarak Rusya'ya, ekonomik
olarak Batıya bağımlılığı özgül durumu, Kazakistan'da gelişmekte olan
"ayaklanmaların" devamında itici ve yönlendirici bu farklı çıkar
grupların varlığını hesaba katarsak, onu özgül bir duruma yerleştirir.
Bir ülkenin bağımsız olabilmesi için kendi sanayisine, ekonomisine sahip
olması gerekir. Siyasi bağımsızlığı
elde etmenin yolu, ekonomik bağımsızlıktan geçer. Bu açıdan
Kazakistan Sosyalist Hareketinin “ülkenin tüm madencilik ve büyük ölçekli
endüstrisini işçi kolektiflerinin kontrolü altında kamulaştırılması”
çağrısı doğru ve yerinde bir çağrıdır.
Bu anlamda
Kazakistan'daki halk ayaklanmaları, temelde ve kendiliğinden gelişen yönüyle
ekonomiktir ve ekonominin Batıya bağımlı olması nedeniyle, özündeki hedefi,
Batıya olan ekonomik bağımlılıktır.
Bu nedenle Batının,
bu gelişmeleri Rusya'ya karşı olarak lanse etmesi iki yüzlülüktür, sinsiliktir.
Ve gerek özgülde ekonomik bağımlılığı siyasi bağımlılıkla tamamlamak,
gerekse geneldeki çıkar çatışmasında stratejik durumunu güçlendirme
yönündeki taktiklerinin bir parçasıdır. Batının taktiksel yaklaşımını
doğrulayacak şekilde tek başına atılan “Rus emperyalizmi ülkeden elini
çeksin!” sloganı, konuyu “ekonomik
bağımlılıktan” koparan, ABD ve Batı emperyalizmini aklayan bir içerik ve
niteliğe sahip oluyor.
Siyasi bağımlılıktan
kurtulmak, ekonomik bağımlılıktan kurtulmayı beraberinde getirmez, bu
bağımlılığı etkilemez (sosyalist devrim hariç-Kazakistan’ın somut şartlarında
bundan bahsetmekte hayalcilik olur). Ancak ekonomik bağımsızlığı elde etmek
siyasi bağımlılıktan kurtulmayı beraberinde getirebilir, onu etkiler. Bu
temelde, kimdir Kazakistan emekçilerinin somut baş düşmanı? Rus
emperyalizmi mi yoksa Batı emperyalizmi mi? Somut durum, güçler dengesi
ve doğru veriler temelinde ayağı gerçek yere basan değerlendirmeyle cevap
verilmesi gereken bu sorudur. Ayağın gerçeğe basması gereken yerlerden
birisi 19 milyonluk Kazakistan’da 3,5 milyon Kazakistan vatandaşı Rusların
varlığı, diğeri de birisinin komşu ülkesi olması, diğerlerinin binlerce
kilometre uzakta olması. Bu gerçekler
öznel nedenlerle göz ardı edilemez nitelikte gerçeklerdir. Kaçınılmaz
olarak, hiçbir tekelci kapitalist ülke rekabet içinde olduğu binlerce KM
uzaktaki diğerini sınırında askeri olarak bulundurmak istemez ve kendi
haklı nedenleriyle buna müdahale eder. Bu nedenle Kazakistan’da işçi
protestolarının yaygın halk hareketi haline dönüşmesi ve bunu kendi çıkarları
doğrultusunda kullanma, yönlendirme ve kendilerine paye çıkarmaya çalışan her
türden emperyalist, provokatör ve oportünist ajan faaliyetleri tarihi olarak
kanıtlanmış kaçınılmaz bir olası gerçektir. Her türlü destekli ajan ve
provokatörler, her iki tarafında Medyası bu ayaklanmaların özünü kendi
çıkarları doğrultusunda saptırmaya çalışacaklardır. Daha ikinci gününde 350nin üzerinde “güvenlik görevlisinin” yaralanması ve ikisi
Kafaları Kesilmiş, 13 sivilin öldürülmesi, bu provokasyonların başladığının
ve “kafa kesme” ile bazılarının niteliği hakkında fikir verebilir.
Uzaktan lafazanlık
ve alışılagelmiş soyut sloganlar Kazakistan’daki sorunları çözmez, çözmeye de
yardımcı olamaz, ve bazen (yakın zamandır sık sık, Batı Medyasının kuyruğunda) onların
borazancı lığını yapmakla, ve provokasyonları desteklemekle sonuçlanır. Stalin'in
deyimiyle, “halk isterse devrim olur, istemezse devrim olmaz.” Marksist Leninistler açısından, Devrim
olmayacaksa, Kazakistan emekçi halkının acil, asgari çıkarları nerede yatıyorsa,
desteklenecek olan odur.
Sonuç olarak, Zengin
kaynaklara sahip olan Kazakistan'daki yaşam zorluğu, zamlar ve baskılar emekçi
kitlelerin harekete geçmesi için bir kıvılcım arıyordu ve şoförlerin
protestoları bunun kıvılcımı oldu.
Ancak, Kazakistan’ın bu siyasi ve ekonomik bağımlılık konusundaki
özgül durumu, ülke -ekonomik ve siyasi- ve bölgesel -stratejik- çıkarları
olan bir sürü etken grupların olması, bu kendiliğinden başlayan, güçlü devrimci
bir önderliğin olmadığı, yönlendirmediği ayaklanmanın gelişme yönünün ne
olacağı konusunu -ürkütücü bir şekilde- muğlakta bırakıyor.
Marksist
Leninistler her zaman “taraftır”. Ve bu taraflılık her zaman emekçi ve
ezilen halkların ve onların mücadelesinin o verili özgüldeki çıkarları
tarafıdır. Bu çıkarlar özgülde ve genelde güçler dengesine bağımlı olarak
değişken niteliğe sahiptir, ezberlenmiş, somut gerçeklere uymayan genel sloganlarla, tanımlanamaz, belirlenemez.
Erdogan A
7 Ocak 2022
Hiç yorum yok