İlhak nedir, ilhaklara karşı sosyalist tavır nasıl olmalıdır? - Lenin
İlhak ve ona karşı tavır tartışmasına katkı olarak Lenin'in "İlhak" üzerine yazısının Türkçe çevirilerinde gerek anlaşılmayı zor kılan "yapılanma" -paragraf yapısı, alıntıların eleştiri mi onay mı olduğu belirli olmaması vs.,- olarak, gerekse çevirilerde ciddi birkaç hata nedeniyle, konuyla direk ilgili, bölümlerinin okunması ve tartışma konusunda diyalektik bağlantılı uygulanması gereken çevirilerden;
(Grup dışındaki okuyuculara; "Sosyal Demokrasi" yi "Sosyalist" olarak algılayın.) Lenin'in bu özgül yazısı Rusça orijinalinden İngilizceye, İngilizceden Türkçeye çevrilmiştir. Erdogan A
İlhak Nedir?
Biz bu sorunu en
açık biçimde tezlerimizde ele aldık Polonyalı yoldaşlar buna yanıt vermediler:
onlar, ısrarla (1) ilhaklara karşı olduklarını ve, (2) ilhaklara neden karşı
olduklarını açıklayarak soruya cevap vermekten kaçındılar. Bunların önemli sorular olduğu kuşku
götürmez. Ama onlar, başka tür sorunlardır. Eğer ilkelerimizin teorik olarak
sağlam olmasını, açık ve kesin bir şekilde formüle edilmelerini istiyorsak, ilhakın
ne olduğu sorusundan kaçamayız. Siyasi propaganda ve ajitasyonumuzda bu
kavram kullanıldığı için, meslektaşlar arasındaki bir tartışmada sorudan
kaçmak, kişinin konumunu terk etmesinden başka bir şey olarak yorumlanamaz.
Bu soruyu neden gündeme getirdik? Bu soruyu gündeme getirdiğimizde açıklamasını yaptık. Çünkü “ilhaklara karşı bir protesto, Kendi Kaderini Tayin Hakkının tanınmasından başka bir şey değildir”.
İlhak kavramı
genellikle şunları içerir:
(1) zorlama kavramı
(zor kullanarak birleştirme);
(2) başka bir
ulusun baskısı kavramı (“yabancı” bölgelerin birleşmesi vb.) ve bazen
(3) statükonun
ihlali kavramı.
Bunu tezlerde
belirtmiştik ve bu herhangi bir eleştiriyle karşılaşmadı.
Sosyal-demokratlar
genel olarak zorun kullanılmasına karşı olabilirler mi sorusu sorulabilir. Aşikâr ki, olamazlar. Bu bizim ilhaklara, onu zorla gerçekleştirildiği için değil,
başka nedenlerle karşı olduğumuz anlamına gelir. Sosyal-demokratlar statükodan
yana da olamazlar. Ne kadar evirip çevirirseniz çevirin, ilhak, bir ulusun
kendi kaderini tayin etme hakkının çiğnenmesidir, halkın iradesine karşı
olarak devlet sınırlarının saptanmasıdır.
İlhaklara karşı
olmak, kendi kaderini tayin etme hakkından yana olmak demektir. “Herhangi
bir ulusun belirli bir devletin sınırları içinde zorla tutulmasına
karşı” olmak, ulusların kendi kaderini tayininden yana olmakla aynı
şeydir.
Biz, kelimeler(in
anlamı) üzerinde pazarlık yapmak istemiyoruz. Eğer Programında (veya
formüle edilmiş her biçimini bağlayıcı bir karar içinde, bu önemli değil)
ilhaklara, ezilen ulusların kendi devlet sınırları içinde zorla tutulmasına
karşı olduğunu söyleyen bir parti varsa, bu partiyle prensipte tam anlaşma
içinde olduğumuzu beyan ederiz.
“Kendi kaderini
tayin hakkı” kelimesinde ısrar etmek saçma olur.
Ve eğer partimiz içinde, programın 9.
paragrafının sözcüklerini bu anlayış ruhuyla değiştirmek isteyen kimseler
varsa, biz, böyle yoldaşlarla aramızdaki farklılıklarımızı bir ilke meselesi
olarak görmek zorundayız!
(Türkçeye
çevirilerinde tam tersi; “bu yoldaşlarla görüş ayrılığını bir ilke ayrılığı
saymayız!” deniyor.)
Önemli olan tek
şey, sloganlarımızın siyasi netliği ve teorik sağlamlığıdır.
……. Eğer bir sosyalist parti, “ezilen bir ulusun ilhak eden devletin sınırları içinde zorla tutulmasına karşı” olduğunu ilan ederse, bu nedenle, iktidara geldiğinde zorla elde tutmayı reddetmeyi taahhüt eder.
…..
Diyelim ki, herhangi bir Avrupa kentinin sokaklarına çıkıp,
kendime bir köle satın almama izin verilmediği için açık bir protesto yapacağım
ve bunu basında da yayınlayacağım; (bu durumda) insanların beni bir köle
sahibi, bir ilke ya da sistem savunucusu olarak görme hakkına sahip
olacağından hiç şüpheniz olmasın. Köleliğe olan sempatimin olumlu bir
biçimde değil de bir protesto biçiminde olumsuz biçimde (“Ben kölelikten
yanayım”) ifade edilmesi gerçeğiyle aldatılamaz.
Siyasi bir
“protesto” siyasi bir programın tam karşılığıdır; bu o
kadar aşikâr ki, insan bunu açıklamak zorunda kaldığında kendisini oldukça
garip hissediyor…
…….
Bundan sonraki
soruna geçelim.
(Yazının bu bölümü gündemde olan konuyla açık ve net bir şekilde ilgili. Hem kendi kaderini Tayinini hem de İlhakı birlikte savunma oportunistliği)
İlhaklardan yana mı, yoksa ilhaklara
karşı mı?
Polonyalı yoldaşlar,
tezlerinin Birinci Kısmının 3. bölümünde, her türlü ilhaka karşı olduklarını
çok kesin bir şekilde beyan ediyorlar. Maalesef ki, aynı bölümün 4.
paragrafında ilhakçı olarak kabul edilmesi gereken bir iddia buluyoruz.
Paragraf şöyle
başlıyor... şu aşağıdaki garip ifade... daha hassas bir şekilde nasıl ortaya konulabilir?
"Sosyal-demokrasinin
ilhaklara karşı, ezilen ulusların onları ilhak etmiş olan devletin sınırları
içinde zorla tutulmasına karşı mücadelesinin başlangıç noktası, bu, emperyalizm
çağında, kendi burjuvazisinin yabancı halkları ezme ve yağmalama haklarının savunmasından
başka bir şey olmayan anavatan savunmasının reddidir. "
Bu, nedir? Nasıl
ortaya sürülüyor?
"İlhaklara
karşı savaşın hareket noktası, her türlü anavatan savunmasının
reddidir..."
Ama tüm ulusal
savaşlar ve herhangi bir ulusal ayaklanma "anavatan savunması"
olarak adlandırabilir ve şimdiye kadar genel olarak böyle adlandırılmıştır.
Biz ilhaklara karşıyız, ama... bununla demek
istiyoruz ki, ilhak edilenlerin, onları ilhak edenlerden kurtarmak için bir
savaş yürütmesine karşıyız, ilhak edilenlerin kendilerini ilhak edenlerden
kurtarmak için isyan etmesine karşıyız!
Bu bir ilhakçı
beyanı değil mi?
Tezlerin yazarları,
“emperyalizm çağında” anavatanın savunmasının, kendi burjuvazinin yabancı
halkları ezme hakkını savunmak anlamına geldiğini söyleyerek garip
iddialarını motive ediyorlar.
Ama bu, sadece
emperyalist savaşlar açısından doğrudur, yani
emperyalist güçler veya emperyalist güç grupları arasındaki bir savaşla ilgili
olarak, her iki savaşanın da yalnızca "yabancı halkları" ezmekle kalmayıp,
aynı zamanda kimin (yağmadan) daha fazla paya sahip olacağına
karar vermek için girilen savaş için doğrudur.
Yazarlar, "anavatanın savunması" sorununu, Partimiz tarafından
sunulma biçiminden çok farklı bir biçimde ortaya koyuyor gibi görünüyor. Biz,
emperyalist bir savaşta, "anavatan savunmasını" reddediyoruz.
Bu, Partimizin Merkez Komitesi Manifestosunda ve hem Almanca hem de Fransızca
olarak yayınlanan Sosyalizm ve Savaş broşüründe yeniden basılan Bern
kararlarında olabildiğince açık ve net bir şekilde söylenmektedir. Bunu
tezlerimizde iki kez vurguladık (4. ve 6. Bölüm dipnotları).
Polonya tezlerinin
yazarları, (belki de) “emperyalizm çağında” ulusal savaşların imkânsız olduğuna inanarak, genel olarak anavatanın savunmasından, yani ulusal bir
savaş için de vazgeçmiş görünüyorlar.
Polonyalı yoldaşlar
tezlerinde bu görüşü dile getirmedikleri için “belki” diyoruz.
Böylesine bir
görüş, Alman enternasyonal grubunun tezlerinde ve özel
bir makalede ele alınan Junius broşüründe açıkça ifade edilmiştir.
Orada
söylenenlere (çevirilerde; “söylediklerimize”.
Bahsedilen ve eleştirilen Junius broşürü) ilave olarak, ilhak edilen bir bölgenin veya
ülkenin ilhak eden ülkeye karşı ulusal isyanının savaş değil, tam olarak bir
isyan olarak adlandırılabileceğini belirtelim (bu itirazın yapıldığını
duyduk ve bu nedenle, bu terminolojik anlaşmazlığın ciddi olduğunu düşünmesek
de, burada alıntı yapıyoruz). Her halükârda, hiç kimse Belçika'nın. Sırbistan,
Galiçya ve Ermenistan, kendilerini ilhak edenlere karşı “isyanlarını”
“anavatanın savunması” olarak adlandırmalarını ve bunu tamamıyla haklı
olarak yapmalarını reddetme riskini göze alamaz.
Görünüşe göre
Polonyalı yoldaşlar, bu ilhak edilmiş ülkelerde yabancı halkları da ezen bir
burjuvazi olduğu gerekçesiyle, daha doğrusu onları ezebileceği, çünkü sorun
“ezme hakkından “ biri olduğundan bu tür bir isyana karşı çıkıyorlar.
Sonuç olarak, verili savaş ya da isyan, gerçek toplumsal içeriğinin (ezilen bir
ulusun, ezen ulustan kurtuluşu için verdiği mücadele) gücüne göre değil, şu
anda kendisi ezilen bir burjuvazi tarafından "baskı hakkının" olası
uygulamasına göre değerlendiriliyor.
Diyelim ki Belçika 1917'de Almanya tarafından ilhak edilirse ve 1918'de özgürlüğünü güvence altına almak için ayaklanırsa, Polonyalı yoldaşlar Belçika burjuvazisinin “yabancı halkları ezme hakkına” sahip olduğu gerekçesiyle onun isyanına karşı çıkacaktır!
Bu argümanda Marksist
ve hatta devrimci hiçbir şey yoktur.
Eğer sosyalizme
ihanet etmek istemiyorsak, baş düşmanımız olan büyük devletlerin
burjuvazisine karşı her türlü ayaklanmayı desteklemeliyiz, yeter ki, bu
ayaklanma, gerici sınıfın bir hareketi olmasın.
İlhak edilmiş
bölgelerin ayaklanmasını desteklemeyi reddetmekle, biz, nesnel olarak ilhakçı oluyoruz., Tamda özellikle, oluşmaya başlayan toplumsal devrim çağı
olan "emperyalizm çağında" Proletarya ilhak edilmiş bölgelerdeki her
isyanı bugün özellikle güçlü bir şekilde destekleyecek ve böylece, yarın ya da
aynı anda, bu isyan nedeniyle zayıflatılmış "büyük" gücün
burjuvazisine karşı saldırabilecektir.
Ama Polonyalı yoldaşlar ilhakçılıklarında daha da ileri gidiyorlar. Onlar, sadece ilhak edilmiş bölgelerin ayaklanmasına karşı çıkmakla kalmıyorlar; onlar barışçıl yollardan bile olsa, (ilhak edilenlerin) bağımsızlıklarının gerçekleşmesine karşı çıkıyorlar! Dinleyin ne diyorlar;
“Emperyalizmin
izlediği baskı politikasının sonuçlarının tüm sorumluluğunu reddeden ve onlara
karşı en keskin mücadeleyi yürüten Sosyal-Demokrasi, Avrupa'da yeni sınır
taşlarının dikilmesini veya emperyalizm tarafından silinip süpürülenlerin
yeniden dikilmesini hiçbir şekilde desteklemez”.
Bugün emperyalizm,
Almanya ile Belçika'yı ve Rusya ile Galiçya'yı ayıran "sınır
taşlarını" silip süpürdü. Uluslararası sosyal-demokrasi, eğer
dilerseniz, genel olarak, her ne şekilde
olursa olsun, onların yeniden yerleştirilmesine karşı olmalılar.!
1905'te,
"emperyalizm çağında", Norveç’in özerk Diyeti, İsveç'ten ayrıldığını
ilan ettiğinde ve İsveçli gericilerin vaaz ettiği gibi İsveç'in Norveç'e karşı
savaşı İsveçli işçilerin direnmesi ve emperyalizmin uluslararası koşulları
sonucu olarak Norveç'e karşı savaş patlak vermediğinde, bu sosyal-demokrasinin,
Norveç'in ayrılmasına karşı olmasını gerektiriyordu, çünkü bu ayrılma
tartışma götürmez biçimde "Avrupa'da yeni sınır taşlarının dikilmesi"
anlamına geliyordu.
Bu düpedüz
ilhakçılıktır. Bunu çürütmeye bile gerek yok, çünkü bu,
kendi kendisini çürütmektedir. Hiçbir sosyalist parti bu tavrı alma riskini
göze alamaz:
“Genel
olarak ilhaklara karşıyız, ama Avrupa için ilhakları onaylıyoruz veya bir
ilhak gerçekleştikten sonra onlara müsamaha göstermeliyiz.”....
Polonyalı
yoldaşlarımızı böyle bir “imkânsızlık” patentine götüren hatanın yalnızca
teorik kaynaklarıyla ilgilenmemiz gerekiyor.
“Avrupa” yı neden istisna
yapmak için bir neden olmadığını daha sonra anlatacağız. Tezlerden alınan aşağıdaki iki cümle, hatanın
diğer kaynaklarını açıklayacaktır:
“Emperyalizmin
çarkı nerenin üzerinden geçtiyse ve halihazırda kurulmuş bir kapitalist devleti
ezdiyse, kapitalist dünyanın sosyalizme giden yolunu açan politik ve
ekonomik yoğunlaşması, emperyalist baskının acımasız biçimi içinde
gerçekleşir .”
İlhakların bu
gerekçesi Marksizm değil, Struveizmdir. Rusya'da 1890'ları hatırlayan
Rus Sosyal-Demokratları, Struve, Cunow, Legien ve şürekâsında yaygın olan Marksizmi
bu şekilde çarpıtma konusunda oldukça iyi bilgiye sahiptirler.
Polonyalı
yoldaşların bir başka tezinde, (II, 3), "sosyal-emperyalistler" diye
adlandırılan Alman Struveistler hakkında şunları okuyoruz:
(Kendi
kaderini tayin etme sloganı) “sosyal-emperyalistlere, bu sloganın aldatıcı
doğasını göstererek, ulusal baskıya karşı mücadelemizi tarihsel olarak temelsiz
bir duygusallık olarak gösterme fırsatını sağlar, böylece proletaryanın
sosyal-demokrat programın bilimsel geçerliliğine olan inancını baltalar...”
Bu (açıklama),
yazarların Alman Struveistlerin konumunu “bilimsel” olarak gördükleri anlamına
gelir! Kendilerini kutlarız!
Ama Lensch'lerin, Cunow'ların ve Parvusların
bize kıyasla haklı oldukları tehdidini taşıyan bu şaşırtıcı iddiayı yere sermek
için bir "ayrıntı"yı belirtmek yeter:
Ama bir ayrıntı,
Lensch'lerin Kunowların ve Parvusların bizimle
karşılaştırıldığında haklı olduğunu göstermekle tehdit eden bu şaşırtıcı
argümanı ortadan kaldırır:
Lensch'lerin kendi
tarzlarında tutarlı insanlar olduğu ve şovenist Alman Glocke'un 8-9 numaralı
sayısında -biz bunu tezlerimizde kasten alıntıladık- Lensch, kendi kaderini
tayin etme sloganının hem "bilimsel geçersizliğini" (Polonyalı sosyal-demokratlar, aktardığımız
tezlerdeki argümanlarından da görülebileceği gibi, Lensch'in bu argümanının
reddedilemez olduğuna inanıyorlar) ve ilhaklara karşı sloganının “bilimsel
geçersizliği”ni !! aynı anda gösterir.
Çünkü Lensch,
açıklamamıza yanıt vermek istemeyen Polonyalı meslektaşlarımıza işaret
ettiğimiz bu basit gerçeği mükemmel bir şekilde anlamıştı:
kendi
kaderini tayin hakkının “tanınması” ile ilhaklara “protesto” arasında
“siyasi ya da ekonomik”, hatta mantıksal hiçbir fark yoktur.
Eğer Polonyalı
yoldaşlar, Lensches'in kendi kaderini tayin hakkına karşı argümanlarını
reddedilemez olarak görüyorsa, kabul edilmesi gereken bir gerçek var:
Lensches
aynı zamanda tüm bu argümanları ilhaklara karşı mücadeleye karşı çıkmak için
kullanır.
Polonyalı
meslektaşlarımızın tüm argümanlarının altında yatan teorik hata, onları tutarsız
ilhakçılar olma noktasına getirdi.
Sosyal Demokrasi neden ilhaklara karşıdır.
Bizim açımızdan sorunun
cevabı açıktır:
Çünkü ilhak ulusların kendi kaderini tayin hakkını
ihlal eder, ya da başka bir deyişle, bir tür ulusal baskıdır.
Polonyalı
sosyal-demokratların görüşüne göre, ilhaklara neden karşı olduğumuzun özel
açıklamaları olmalıdır ve yazarları kaçınılmaz olarak bir başka çelişkiler
dizisinin içine çeken de bunlardır (tezlerde 1, 3).
(Lenschs'in
"bilimsel olarak geçerli" iddialarına rağmen) ilhaklara karşı muhalefetimizi
"haklı göstermek" için iki neden ileri sürerler. Birincisi:
"...
Avrupa'da ilhakların muzaffer bir emperyalist devletin askeri güvenliği için
vazgeçilmez olduğu iddiasının karşısına, sosyal-demokratlar, ilhakların sadece
uzlaşmaz karşıtlıkları keskinleştirmeye hizmet ettiği ve böylece savaş
tehlikesini artırdığı gerçeğini koyuyorlar. ..."
Bu Lensch'ler için
yetersizdir bir cevaptır, çünkü onların temel iddiası, ilhakların askeri bir
gereklilik olduğu değil, ekonomik olarak ilerici oldukları ve
emperyalizm altında yoğunlaşma anlamına geldiğidir.
Eğer Polonyalı
Sosyal-Demokratlar, aynı anda, hem Avrupa'da emperyalizm tarafından silip süpürülen
sınır taşlarını yeniden dikmeyi reddedip ve hem de ilhakları protesto ederek,
böyle bir yoğunlaşmanın ilerici doğasını kabul ederlerse, bunda mantık
nerede?
Ayrıca ilhaklar
hangi savaşların tehlikesini artırıyor? Emperyalist
savaşların değil, çünkü, bunların başka nedenleri vardır: şu andaki emperyalist
savaşta başlıca uzlaşmaz karşıtlıklar, İngiltere ile Almanya'yı ve Rusya ile Almanya
arasındadır. Bu uzlaşmaz karşıtlıkların ilhaklarla hiçbir ilgisi yoktur. Artan
şey, ulusal savaşların ve ulusal isyanların tehlikesidir. Ama bir
yandan ulusal savaşların "emperyalizm çağında" olanaksız
olduğunu iddia ederken, öte yandan, ulusal savaşların
"tehlikesinden" nasıl söz edebiliriz? Bu mantıklı değildir.
İkinci iddia:
İlhaklar, "egemen ulusun proletaryası ile ezilen ulusun proletaryası" arasında bir uçurum yaratır ... ezilen ulusun proletaryası, kendi burjuvazisi ile birleşir ve egemen ulusun proletaryasını düşmanı olarak görür. Uluslararası burjuvaziye karşı uluslararası bir sınıf mücadelesi yürüten proletaryanın yerini, bölünmüş ve ideolojik olarak yozlaşmış bir proletarya alır."
Biz bu iddialara
tamamen katılıyoruz.
Ama aynı soru
üzerinde birbirini iptal eden iki argümanı aynı anda ileri sürmek
mantıklı mıdır?
Tezlerin ilk
bölümünün S3'ünde, ilhakları proletaryada bir bölünmeye neden olarak
gören yukarıdaki argümanları buluyoruz ve ondan sonra, S4'te bize, Avrupa'da
halihazırda uygulanmakta olan ilhakların iptaline karşı çıkmamız ve
“ezilen ve ezen ulusların tüm emekçi kitlelerinin mücadele içinde dayanışma
ruhu içinde eğitilmesi”nden yana olmamız gerektiği söyleniyor.
Eğer İlhakların
iptali gerici bir “duygusallık” ise, (o zaman) ilhakların “proletaryanın” kesimleri arasında
bir “uçurum” yarattığını ve “bölünmeye” neden olduğunu söylememeli, tam tersini,
farklı ulusların proletaryasını bir araya getirmenin bir koşulu olarak
görmeliydi.
Biz diyoruz ki:
Sosyalist devrimi gerçekleştirme ve burjuvaziyi
devirme gücüne sahip olabilmemiz için, işçiler daha sıkı bir şekilde
birleşmelidir ve bu yakın birlik, kendi kaderini tayin etme mücadelesi,
yani ilhaklara karşı mücadele tarafından desteklenir.
Biz tutarlıyız. Ama,
Avrupa'da ilhakların "iptal edilemez" ve ulusal savaşların
"imkânsız" olduğunu söyleyen Polonyalı yoldaşlar, ulusal savaşlar
hakkında iddialar kullanarak ilhaklara "karşı" çıkmakla yetinerek kendi
kendilerini yeniyorlar! Bu iddialar, ilhakların, ayrı ayrı ulusların işçilerinin
birbirine yaklaşmasını ve kaynaşmasını engellediği yolundaki iddialardır!
Başka bir
deyişle, Polonyalı sosyal-demokratlar ilhaklara
karşı mücadele etmek için, prensipte reddettikleri bir teorik stok üzerinde
iddialar geliştirmek zorunda kalıyorlar.
Sömürgeler sorunu
bunu daha da açık hale getiriyor.
Bu Sorunda “Avrupa”yı
Sömürgelerle Karşıtlaştırmak Doğru mu?
Bizim Tezlerimiz, kapitalizm
altında sömürgelerin derhal kurtuluşu talebinin aynı ulusların kendi
kaderini tayin hakkı, memurların halk tarafından seçilmesi, demokratik
cumhuriyet ve benzerinin “uygulanamaz" olduğu kadar “uygulanamaz" olduğunu (yani, bir dizi devrim olmadan gerçekleşemeyeceğini
ve sosyalizm olmadan bu kurtuluşun istikrarlı olamayacağını) -ve dahası, sömürgelerin
kurtuluşu talebinin "ulusların kendi kaderini tayin hakkının
tanınmasından" başka bir şey olmadığını söylüyor.
Polonyalı yoldaşlar, bu iddialardan hiçbirine cevap vermediler. " Avrupa" ile sömürgeler arasında ayrım yapmaya çalıştılar. Yalnızca Avrupa için, ilhaklar gerçekleştikten sonra, herhangi bir ilhakı ortadan kaldırmayı reddederek tutarsız ilhakçılar haline geliyorlar. Sömürgelere gelince koşulsuz talep ediyorlar: "Sömürgelerden defolun! "
Rus sosyalistleri,
"Türkistan'dan, Kiva'dan, Buhara'dan vb., defolun!" istemini ileri
sürmelidirler, ama Polonya, Finlandiya, Ukrayna vb. için benzer bir
ayrılma özgürlüğü talep etmeleri halinde, "hayalciliğe",
"duygusallığa", "bilimsel olmayan tutuma" vb., düşecekleri
iddia ediliyor. (onlara göre) İngiliz sosyalistleri şunları talep
etmelidir;
"Afrika'dan, Hindistan'dan,
Avustralya'dan defolun dışarı!" ama "İrlanda'dan değil!"
Böylesine açıkça
yanlış olan bir ayrımın teorik dayanakları nelerdir?
Bu sorudan kaçınılamaz.
Ulusların kaderini
tayin hakkına karşı çıkanların ana "temeli" (çıkış temeli), onun
"uygulanamazlığı-gerçekleştirilemeyeceği"dir.
Aynı görüş, bir nüansla, “ekonomik ve politik yoğunlaşma” konusuyla ilgili olarak
da kendisini gösteriyor.
Açıktır ki, sömürgelerin
ilhakı ile birlikte yoğunlaşma da meydana gelir.
Eskiden sömürgeler
ile Avrupa halkları -en azından Avrupa halklarının çoğunluğu- arasında ekonomik
bir ayrım vardı, sömürgeler meta değiş-tokuşu içine çekilmiş ama kapitalist
üretim içine çekilmemişti. Emperyalizm bunu değiştirdi.
Emperyalizm, diğer şeylerin yanı sıra, sermaye ihracıdır. Kapitalist üretim sömürgelere
giderek artan bir oranda naklediliyor. Sömürgeler Avrupa
mali-sermayesine bağımlılıktan kurtulamazlar.
Yayılma açısından
olduğu kadar askerî açıdan da sömürgelerin ayrılması, genel bir kural
olarak, yalnızca sosyalizmde uygulanabilir;
kapitalizm altında, bu yalnızca istisnai
olarak veya hem sömürgelerde hem de metropol ülkelerde bir dizi isyan ve
devrim pahasına uygulanabilir-gerçekleşebilir.
Avrupa'daki bağımlı
ulusların büyük bir kısmı (hepsi olmasa da, istisnalar Arnavutlar ve
Rusya'daki birçok Rus olmayan halklar) kapitalist olarak sömürgelere oranla daha
fazla gelişmiştir. Ama ulusal baskıya ve ilhaklara karşı daha büyük bir direniş
yaratan tam da budur! Tam da bu
nedenle, Avrupa'da kapitalizmin gelişimi, ayrılma koşulları da dahil olmak
üzere herhangi bir siyasi koşul altında, sömürgelerdekinden daha
güvenlidir....
Polonyalı
yoldaşlar, sömürgeler hakkında, "Orada" diyorlar (I, 4, ) ""kapitalizm
hala üretici güçleri bağımsız olarak geliştirme göreviyle karşı karşıyadır”... Bu,
Avrupa'da daha da belirgindir: Polonya, Finlandiya, Ukrayna ve Alsace'de kapitalizm,
kuşkusuz üretici güçleri Hindistan, Türkistan, Mısır ve diğer basit sömürgelere
göre daha güçlü, hızlı ve bağımsız bir şekilde geliştiriyor. Meta üreten
bir toplumda, sermaye olmadan bağımsız bir gelişme ya da herhangi bir tür
gelişme mümkün değildir. Avrupa'da bağımlı ulusların hem kendi sermayeleri
vardır hem de ona geniş bir yelpazede kolay erişimleri vardır. Sömürgelerin
kendilerine ait sermayeleri, ya da sözü edilecek (derecede) kendi
sermayeleri yoktur ve mali-sermaye altında, hiçbir sömürge siyasi
boyun eğme koşulları dışında herhangi bir sermaye elde edemez.
O halde, bütün bunlar karşısında, sömürgeleri derhal ve koşulsuz olarak özgürleştirme talebinin önemi nedir?
Bu talep,
Struvelerin, Lensch'lerin, Cunow'ların ve ne yazık ki, onların peşinden giden
Polonyalı yoldaşların kullandıkları, sözcüğün kaba, karikatür- "Marksist"
anlamıyla, daha "hayalci" olduğu açık değil midir?
Olağan, sıradan
olandan herhangi bir sapma, devrimci olan her şey gibi, burada da “ütopyacılık”
olarak adlandırılıyor.
Ancak, ulusal
hareketler de dahil olmak üzere, her türden devrimci hareket, Avrupa'da
sömürgelerde olduğundan daha olası, daha uygulanabilir, daha inatçı, daha
bilinçli ve yenilgiye uğratılması daha zordur.
"Sosyalizm", diyor
Polonyalı yoldaşlar (I, 3),
"sömürgelerin azgelişmiş halklarına
bencil olmayan, onlara hükmetmeden kültürel yardımda bulunabilecektir”.
Bu tamamen
doğrudur. Ama büyük bir ulusun, sosyalizme giden büyük
bir devletin, “özverili kültürel yardım” yoluyla küçük, ezilmiş bir Avrupa
ulusunu kendine çekemeyeceğini varsaymak için hangi gerekçeler var?
Avrupa'nın küçük
ama kültürlü ve politik açıdan titiz ezilen uluslarını büyük sosyalist devletlerle
birleşmeye çekecek olan şey, Polonya Sosyal-Demokratları tarafından sömürgelere
“verilen” ayrılma özgürlüğüdür, çünkü sosyalizmde büyük bir devlet, günde
çok fazla saat daha az çalışma ve günde çok daha fazla ödeme
anlamına gelecektir.
Emekçi kitleler,
kendilerini burjuva boyunduruğundan kurtardıkça- dünün zalimleri, uzun zamandır
ezilen ulusların son derece gelişmiş demokratik özsaygı duygularını ihlal
etmediği sürece ve devlet inşası da dahil olmak üzere her şeyde, “kendi”
devletlerini organize etme deneyiminde eşitlik verilmesi şartıyla- karşı
konulmaz bir şekilde birlik ve bu “kültürel yardım” uğruna büyük, ileri
sosyalist uluslarla bütünleşmeye yöneleceklerdir.
Kapitalizm
altında bu "deneyim" savaş, soyutlanma,
kendi içine kapanma ve küçük ayrıcalıklı ulusların (Hollanda, İsviçre) dar
bencilliği anlamına gelir.
Sosyalizm altında emekçi halkın kendisi hiçbir yerde yukarda sözü edilen salt ekonomik motifler
nedeniyle, kendi içine kapanmayı kabul etmeyeceklerdir, siyasal biçimlerin
çeşitliliği, ayrılma özgürlüğü, devlet teşkilatındaki deneyimler- devletin yok
olmasına kadar var olacak olan tüm bunlar- zengin bir kültürel yaşamın temeli ve
ulusların gittikçe artan bir hızla birbirine yaklaşmasının ve kaynaşmasının
güvencesi olacaktır.
Polonyalı yoldaşlar
Sömürgeleri bir kenara bırakarak ve onları Avrupa ile karşılaştırarak, yanlış
iddialarını anında çökerten bir çelişki içine düşüyorlar.
From Lenin, The
Discussion on Self-Determination Summed Up
Rusçadan İngilizceye Çeviri; Svitlana. M
İngilizceden Türkçeye; Erdoğan. A
Hiç yorum yok