Bir Kez Daha İran Tartışması
Garbis Altınoğlu,
2 Mayıs 2018
Konuya ilgi duyanların okuması için, 21 Nisan'da Asia Times'ta yayınlanan “İran İsrail'e, 'parmaklar tetikte ve füzeler fırlatılmaya hazır' diyor” başlıklı yazıyı dün Türkçeye çevirmiş ve sayfama koymuştum. Tahmin ettiğim gibi bu yazı hakkında yapılan yorumların önemli bir bölümü ne yazık ki alışılagelmiş ve bilimsellikten ve derinlikten yoksun yorumlar olmanın ötesine geçmedi. Bu yorumların bir bölümüne nisbeten geniş bir yanıt verdim. Ancak konunun önemini dikkate alarak bu yanıtımı biraz daha genişletmeyi ve ayrı bir yazı olarak okurların dikkatine sunmayı gerekli gördüm. Bu yazının, konuya ilişkin yanlış anlamaları, önyargıları ve yüzeysel yaklaşımları aşmaya yardımcı olacağını umalım.
* * * * *
Gerek facebook ortamında ve gerekse başka yerlerde yazan bir çok okur İran konusuna yanlış yaklaşıyorlar. Bu arkadaşlar arasında özellikle Kürt ulusal hareketinden olanlar ya da bu harekete sempati duyanlar ön plânda. Yanlışlık şurada: İşçi sınıfı devrimcileri ne özel olarak gerici molla rejiminden yanalar, ne de genel olarak İran devletinden. (Dolayısıyla, böylesi eleştiri ve suçlamalar hiçbir değer taşımıyor.) Dahası onlar adâlet, eşitlik, özgürlük ilkelerinin gerçekten yaşama geçirildiği sosyalist bir rejimden yana oldukları için, burjuvazinin egemenliğini temsil eden devletlerin hiçbirinden yana değiller. İşçi sınıfı devrimcileri, burjuva devletlerinin hepsinin de yıkılmasından ve yerini işçi sınıfının diktatörlüğüne/ sosyalist demokrasiye bırakmasından yanalar. Buna en “demokratik” burjuva devletleri de dahildir.
Ama bu onların stratejik ve uzun erimli bakış açısının gereğidir. TAKTİK düzeyinde işler her zaman böyle yürümez. Devrimci durum ortamında olmadığımız koşullarda soruna ister istemez farklı bir perspektifle yaklaşmak zorundayız. Bir başka deyişle kısa erimde, işçi sınıfı ve halkların BAŞ DÜŞMANI, ikincil düşmanları olduğu gibi geçici ve güvenilmez dostları da vardır. Bunlar, ezberlenmiş ve dogmatik formüllerle, duygusal yaklaşımlarla ya da ezilen ulus ve milliyetlerin dar bakış açısına saplanarak değil, yaşanan anın ya da tarihsel dönemin karşı karşıya gelen siyasal ve sınıfsal güçlerin genelinin somut analizine dayanarak saptanabilir ancak. Böylesi sorunları tartışırken, tartışma nesnesini tüm yanlarıyla ele almakla yükümlüyüz; yani böylesi sorunları “ya hep ya hiç”, “ya ak ya kara” mantığıyla ve kendimizi sorunun tek bir boyutuna hapsederek değil, çeşitli ve yer yer karşıt yanlarıyla ele almakla yükümlüyüz.
Benim gibi düşünenler; İran İslâm Cumhuriyeti'nin, anti-komünist, gerici bir rejim olduğunu, değişik milliyetlerden İran işçi sınıfını vahşice ezdiğini ve sömürdüğünü, bu rejimin İran halkının ABD-İsrail destekli Şah Rıza Pehlevi'nin monarko-faşist diktatörlüğüne karşı 1978-79 döneminde kazanılan devrimin zaferinin gasbı yoluyla kurulduğunu, Fars-olmayan ulus ve etnik gruplara ulusal baskı uyguladığını çok önceden beri, yani ta 1980'lerin başından bu yana söylüyorlar. (Merak edenler benim, burada da yayınlanmış olan Ocak 1995 tarih ve “16. Yılında İran Devrimi” başlıklı yazıma erişebilirler. Yani burada bir kafa karışıklığı yok.)
Ama politikaya bölge ve dünya ölçeğinde baktığımızda bugünkü İran'ın, dünya halklarının baş düşmanına/ düşmanlarına karşı frenleyici bir rol oynadığını, dolayısıyla onlara karşı direnişte OBJEKTİF olarak ilerici bir rol oynadığını da görürüz ve görmek zorundayız. Tabiî zayıf/ çok zayıf bir olasılık olmakla birlikte İran rejimi, Rusya ve Çin gibi devletlerle ilişkilerini zayıflatma ve ABD-İsrail-Suudi Arabistan ekseniyle ilişkilerini geliştirmeyi seçebilir. Böyle olması hâlinde, İran'ın bölge ve dünya politikasında tuttuğu yer ve oynadığı rol köklü bir değişiklik geçirir ve iyiden iyiye olumsuz bir nitelik kazanır. Ama, böyle bir dönüşün zayıf, hattâ çok zayıf bir olasılık olduğunun altını çizmek gerek. Neden? Çünkü, ABD bugün “yılanın başı” ve dünyanın baş hegemonu olmakla birlikte gerilemekte ve 2001'den bu yana da bu gerilemeyi Ortadoğu ve Kuzey Afrika eksenli bir askerî karşı saldırıyla -boş yere- durdurmaya ve bu bağlamda ciddi bir bölgesel rakip saydığı İran'ı çökertmeye çalışmaktadır. Neden? Çünkü, ABD'nin ve Batı Avrupa'nın Ortadoğu politikasında belirleyici faktör İsrail'in “güvenliği”dir. Ve İsrail'in “güvenliği” zayıf ya da daha iyisi -Şah Pehlevi döneminde olduğu gibi- “İsrail-dostu” bir İran'ın varlığını gerektirir.
Şunu da unutmamak gerek: ABD, İsrail, Türkiye'den farklı olarak İran'ın yayılmacı bir dış politikası yok: Evet, İran rejimi -Lübnan'da, Afganistan'da, Suriye'de, Irak'ta, Yemen'de olduğu gibi- komşu ülkelerdeki rejim-karşıtı ve İsrail-karşıtı güçlere destek vermek suretiyle kendi nüfuz alanını genişletmeye ve böylelikle kendisine karşı uygulanan ambargoyu ve kuşatmayı kırmaya çalışıyor; ama bu rejim irredentist bir çizgiye sahip değildir ve komşu ülkelerin topraklarında hak iddia etmemektedir. Herkesin görebileceği bu somut olgulara işaret etmek, İran rejiminin ilerici olduğunu söylemek ya da bu rejimi olumlulamak anlamına gelmez elbet. Ne var ki 1979'dan bu yana Batılı emperyalist devletlerin ambargosu ve kuşatması altında tutulan, ABD ve İsrail'in, nükleer saldırıyı da içeren saldırı tehdidi altında olan ve bu devletlerin yıllardır kendisine karşı ÖRTÜLÜ bir savaş sürdürdüğü bir ülkeden, 1980-88 yılları arasında ABD-Batı Avrupa-İsrail destekli Irak saldırısında yüzbinlerce askerini ve sivilini yitirmiş bir ülkeden söz ettiğimizi de unutmamak zorundayız. Ve tabiî; ABD, İsrail ve Britanya gibi ülkelerin bir Türkiye-İran savaşı çıkarmak için perde arkasında bir sürü dolap çevirdiği gerçeğini de.
Herhâlde düşünme yetisine sahip herkes bu kadarını ve ek olarak şunu anlayabilecektir: İran'ın -ve kendisi de orta çapta bir emperyalist devlet olan Rusya'nın- desteği olmasaydı, ABD, Batı Avrupa, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, Ürdün gibi devletlerin beslediği ve dünyanın başına bela ettiği İslâmî terör örgütleri şimdi çok daha güçlü bir konumda olacaklardı. Bunlar; Irak'ta ve Suriye'de şimdi olduklarından daha fazla toprak işgal etmiş ve daha çok Hristiyan, Alevi, Kürt, kadın, çocuk, eşcinsel vb. öldürmüş olacak, pençelerini diğer bölge ülkelerine uzatma olanağı bulacaklardı. (Herhâlde böylesi bir senaryo, Ortadoğu'nun çeşitli ülkelerinde yaşaya Kürt halkının da yararına olmayacaktı.) Yani İran'daki rejimin teokratik özellikler taşıması ve zâlim bir rejim olması onu; kafa kesen, ciğer yiyen, kalp söken, kadınları seks kölesi hâline getiren, kiliseleri, mescitleri ve camileri yıkan, tarihsel-kültürel mirası yok eden teröristlerle AYNI kefeye koymayı asla haklı çıkarmaz. Ve elbette bu İran rejimini; terör örgütlerini besleyen ve destekleyen -ister “laik ve demokrat” ve isterse İslâmcı olsun- saldırgan ve yayılmacı devletlerle AYNI kefeye koymayı da haklı çıkarmaz.
Sanırım bu konuyu bundan daha da basit ve anlaşılır hâle getirmek olanaklı değil.
Hiç yorum yok