“Maoist Komünist Partisi” 3. Kongresi Üzerine - Üç Dünya Teorisi
MKP, üç dünya teorisinin mimarı olarak bilinen Lin Biao’nun görüşlerini savunuyor.
MKP’nin savunduğu bu görüşler yeni değildir. MKP’nin III. Kongresi, üç dünya teorisinin türevi olan “baş düşman, baş çelişki” çizgisini birkez daha onaylamıştır. III. Kongre Belgelerinde şöyle deniliyor:
“ABD emperyalizminin dünya proletaryası, devrimci halkları ve ezilen uluslarının baş düşmanı olduğu gerçeği hâlâ değişmemiştir.“(23)
“Önemle tespit edilmelidir ki, ‘’dünyanın kırları’’ ayaktadır. Devrimin zayıf halkaları mevcut durumda Asya, Afrika gibi geri bağımlı ülkeler-bölgeler olmaya devam etmektedir. Devrimin fırtına merkezleri emperyalist tahakküm ve boyunduruğun en ağır olduğu coğrafyalardır. “(24)
“Şimdiki durumda emperyalizmle geniş halk yığınları arasındaki çelişme baş çelişmedir.“(25)
“Emperyalizme bağımlı olarak gelişen komprador tekelci kapitalizm, Türkiye-Kuzey Kürdistan özgülünde ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, ekolojik yaşama damgasını vuran sınıftır. Bu bağlamda başlıca çelişkiler içerisinde somut olarak baş çelişki, emperyalizm ve komprador tekelci kapitalizm ile geniş halk yığınları arasındaki çelişki olarak değişikliğe dönüşmüştür.“(26)
“Emperyalizmle geniş halk yığınları arasındaki çelişme baş çelişmedir“ demek, dünyadaki tüm devrimci güçlerin öncelikle bu çelişmeyi çözmeye yönelmesi demek tir. Baş çelişme tespiti akademik bir tespit değildir. Baş çelişkinin tespit edilmesi, esas olarak o çelişmenin çözümünü merkeze koymaktır. Baş çelişmenin çözümü, diğer çelişmelerin gelişmesinde tayin edici bir rol oynamaktadır. Düşman içeridedir şiarı komünistlerin temel şiarıdır. Yapılması gereken her ülkede, gerici iktidarların yıkılması için mücadeledir. Proleter dünya devrimi süreci çok çeşitli, değişik devrim süreçlerinin, emperyalizmi yıkma, sosyalizmi kurma hedefine yönelmesi ile ortaya çıkan bir süreçtir. Proleter dünya devrimi süreci, tek tek ülkelerde devrimlerin gerçekleşmesi ile ortaya çıkar. Proleter dünya devrimi süreci; tek tek ülkelerdeki değişik devrimci süreçlerden ayrı; bu süreçlerden bağımsız ele alınabilecek; bu süreçlerden bağımsız olarak var olan bir süreç değildir. Proleter dünya devrimi süreci çok değişik devrim süreçlerinin bir toplamı ve sonucudur.
Dünya çapında baş çelişme tespit edilmesinin anlamı şudur: Bir yanda emperyalizm, diğer yanda emperyalizme karşı olan güçler vardır. Emperyalizme karşı olan güçler, dünya çapında bir anda karşı karşıya gelirler. Emperyalizm, bütün dünyada halkların aynı anda ayaklanması ile, bir anda toptan çöker. Dünya çapında bir anda devrim (sosyalizm) toptan zafere ulaşır! Dünya çapında baş çelişme tespit edilmesinin mantığı budur. Dünya çapında baş çelişme tespiti, ilk defa Lin Biao tarafından “Yaşasın Halk Savaşı’nın Zaferi” adlı broşürde yapılmıştır. Lin Biao’nun öğretisini MKP birebir üzerlenmiştir. Bu savununun Marksizmle-Leninizmle hiçbir ilgisi yoktur.
Dünya çapında baş düşman tespiti de ABD emperyalizmi ile emperyalizmi eşitleyen bir tespittir. Dünya çapında bir emperyalist gücün baş düşman olarak tespit edilmesi teorik olarak yanlıştır, pratik mücadelede “baş düşman” olmayan düşmanlarla uzlaşma siyesitinin kapısını açar. Proleter dünya devriminin hedefi bir bütün olarak emperyalizm ve her türlü gericiliktir. Dünya çapında sadece ABD‘yi baş düşman ilan etmek; diğer emperyalistlerin kuyruğuna takılmaya hizmet eder. Böyle bir tespit, proleter dünya devriminin düşmanlarının eşitlenmesi; emperyalizmin sadece ABD‘ye indirgenmesi demektir. Diğer emperyalist güçleri devrimin olası itici güçleri arasında saymak demektir. Proleter dünya devrimi için bir baş düşman tespit etmek; bütün dünya halklarının devrim konusunda öncelikle ABD’yi hedef alması gerektiği anlamına gelir. Baş düşman tespit etmek düşmanlar arasında bir ayrım yapma anlamına gelir. Baş düşman tespiti üç dünya teorisinin bir versiyonu olarak piyasaya sunuldu. Bu teoriye göre, “iki süper güç dünya halklarının baş düşmanı’ idi. İki “süper güce” karşı olanlarla bir ittifak siyaseti gündeme getiriliyordu. Emperyalistlerin bir bölümü ve her türlü gerici sınıflar proleter dünya devriminin itici güçleri arasında sayılıyordu. MKP, üç dünya teorisine karşı çıktığını söylemesine rağmen, üç dünya teorisinin piyasaya sürdüğü siyaseti savunmaktadır.
MKP, Lin Biao’nun kavramları ile konuşmaktadır. Dünyanın kırlarının ayakta olduğu ve emperyalist tahakkümün ağır olduğu bölgeler devrimin “fırtına merkezleri” olarak adlandırılmaktadır. Bolşevik Parti programının 16. maddesini aktararak bu konuyu noktalamak istiyoruz.
“16. Emperyalist sistemin tümü devrime gebedir. Bugün dünya üzerinde her biri emperyalist zincirin halkaları konumunda olan ülkelerin tümünde devrimi mümkün ve gerekli kılan objektif şartlar –şu veya bu olgunlukta– vardır. Doğrudan proleter devrimler veya proletarya önderliğinde devrimler dünyanın her ülkesinde mümkündür.
Proleter dünya devrimi süreci, emperyalizmin başlangıç yıllarında olduğu gibi, bugün de emperyalist zincirin içinde bulunulan somut zaman dilimindeki en zayıf halkasından kopması suretiyle, tek tek ülkelerde gerçekleşmesi ile oluşan bir süreçtir.
“En zayıf halka” hem objektif çelişmelerin en derin olduğu, hem (“üsttekilerin artık eski yöntemlerle yönetemez durumda olduğu, hem de alttakilerin artık eski tarzda yönetilmeyi kabul etmedikleri ve kitlelerin ruh halini gösteren bağımsız tarihi eyleminde gözle görülür bir artış olduğu”) devrimci durumun varolduğu ve hem de sübjektif unsurun devrime hazır olduğu ülkedir. Yani işçilerin, köylülerin, diğer devrimci sınıf ve tabakaların bilinci ve örgütlenmesinin devrimi mümkün kılan seviyede gelişmiş olduğu ülkedir. En zayıf halka tespiti ancak tek tek ülkeler için somut olarak yapıldığında doğru olur. Genel kıtasal tespitler, ya da belli ülke grupları için yapılan tespitler işe yaramaz. Tersine örneğin belli ülke grupları için yapılan “devrimin fırtına merkezi” tanımı, bu merkez içinde olmayan ülkelerde proletaryanın ve emekçilerin rolünü beklemeye, fırtına merkezindeki ülkelerin devrimine enternasyonalist destek sunmaya indirgemeye hizmet eder, zarar verir.“(27)
MKP’nin Sosyo Ekonomik Yapı Değerlendirmesi
MKP III. Kongresi, 2013 yılında nihayet “1990’lı yıllardan itibaren” Kuzey Kürdistan-Türkiye’de kapitalist üretim biçiminin hâkim hale geldiğini tespit etmiştir. MKP’ye günaydın demek gerekiyor. MKP III. Kongresinin aldığı belki tek doğru karar, ülkelerimizde kapitalist üretim biçiminin hâkim hale geldiği tespitidir. MKP, devrimin niteliği, devrimin izleyeceği mücadele yolu, devrimin itici ve temel güçleri, ittifakları, devrimin görevleri ve sosyo ekonomik yapı konusunda yaptığı tespitler gerçeğe uymamaktadır. MKP, III. Kongresi’nde Çin devrimi şablonculuğundan başka bir yanlışa savrulmuştur. MKP’nin öne sürdüğü kimi önemli tezler üzerinde durmak gerekiyor.
MKP, “devrimimizin niteliği bu süreç ve gelişmeler sonucunda demokratik halk devrimi muhtevasından, ki demokratik halk devrimin özü toprak devrimidir, sosyalist devrim muhtevasına bürünmüştür”(28) diyor. Mantık şöyle işletiliyor: Üretim biçimi kapitalist ise gündemdeki devrim sosyalist devrimdir. Üretim biçimi yarı-feodal ise gündemdeki devrim demokratik devrimdir. Soruna böyle yaklaşmak bilimsel değildir. Düne kadar antiemperyalist demokratik devrim, halk savaşı yoluyla şehirlerin kırlardan kuşatılmasını savunmak için “yarı sömürge yarı feodal” yapıdan söz eden MKP, nihayet gerçeklerin kendini artık inkâr edilemez bir biçimde dayatması sonucu Türkiye’de egemen üretim biçiminin kapitalist üretim olduğunu keşfetmiştir. Bu kez de şablonculuk tersine dönmüş, kapitalist ise sosyalist devrim sonucunda konaklanmıştır. Evet, Kuzey Kürdistan-Türkiye’de kapitalizm egemendir. Feodal artıklar ekonomide önemsiz hale gelmiştir. Esası toprak devrimi olan, tarım devrimi, Kuzey Kürdistan-Türkiye’de proletarya önderliğindeki bir devrimin esas sorunu olmaktan çoktan çıkmıştır. Fakat bu otomatik olarak Kuzey Kürdistan-Türkiye’de devrim aşamasının sosyalist devrim aşaması olduğu anlamına gelmiyor. Bağımlı kapitalist bir yapıya sahip olan Kuzey Kürdistan-Türkiye’de devrim aşaması hâlâ demokratik devrim aşamasıdır. Bunun gerekçeleri şunlardır:
Ülkelerimizde “burjuva demokratik devrim” tamamlanmamıştır. Demokratik devrimin çözmesi gereken önemli görevler ve sorunlar var. Türkiye, burjuva demokratik siyasi bir sisteme sahip değildir. Ülkelerimizde faşizm andaki durumda yönetim biçimidir.
Türkiye, “güçlü üretici güçlere, yüksek bir düzeyde merkezileşmiş üretime” henüz sahip değildir. Ekonomik açıdan küçük işletmeler oldukça fazladır. Burjuvazinin % 81,26’sı küçük burjuvazidir. Orta burjuvazinin oranı % 16,38’dir. Büyük burjuvazinin tüm burjuvazi içindeki payı % 2,36’dır. Yani ülkelerimizde her üç kişiden biri küçük burjuvadır.
Ülkelerimizde feodal artıkların ve feodal bilincin önemli bir etkisi vardır. Erkek egemenliği feodal sistemin izlerini taşımaktadır. Dini cemaat örgütlenmeleri ve mezhepsel örgütlenmeler yaygın örgütlenme biçimleridir. Feodalizmin artığı kimi düşünce ve davranış biçimleri devrimci örgütlerde bile varlığını, etkinliğini sürdürmektedir. Burjuva demokrasisi, tarihinin hiçbir döneminde esas itibariyle işletilmemiştir.
Feodal kalıntılar tasfiye edilmemiştir. Ulusal sorun çözülmemiştir.
Üretim güçlerinin gelişim düzeyi, belli bir oranda sosyalizmin önkoşullarını hazırlamakla birlikte, “programının başlıca siyasi talebi proletarya diktatörlüğüne doğrudan doğruya” geçiş olabilecek bir devrime, sosyalist devrime uygun olgunlukta değildir.
Sosyalist devrimin gerçekleşmesi,üretimgüçlerinin olgunluğuna,sosyalizmin ön koşullarının olgunluğuna bağlıdır.
Kuzey Kürdistan-Türkiye’de, demokratik devrimin gerçekleşmesi, üretim güçlerinin gelişimini engelleyen engellerin devrimci bir biçimde kaldırılmasını gerekli kılmaktadır; bu engellerin (emperyalizmin, bağımlı kapitalizmin ve feodal kalıntıların) kaldırılması da ancak proletarya önderliğinde bir devrimin zaferine bağlıdır.
Görüldüğü gibi ülkelerimizde çok önemli çözülmemiş demokratik devrimin görevleri vardır. Demokratik devriminin gerekliliğinin temel nedeni toprak sorununun çözülmemiş olması değildir. Yukarda saydığımız görevler demokratik devrimin çözmesi gereken görevlerdir. Sosyalist devrim için olmazsa olmaz kıstaslardan bir tanesi de işçi sınıfının bilinç ve örgütlenme seviyesidir.
İşçi sınıfının bilinç ve örgütlenme seviyesi; komünist partinin işçi sınıfı ile sosyalizmi birleştirme derecesi, yoksul köylülüğün sosyalist devrim programı temelinde proletarya ile ittifaka hazır olması anlamına gelmektedir. Soruna böyle yaklaşıldığında, gündemdeki devrim sosyalist devrim değil; demokratik halk devrimidir.
MKP şu tespitleri yapıyor: “1990 lardan itibaren ise Türkiye-Kuzey Kürdistan, emperyalizme bağımlı komprador tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin hâkimiyetinde, kapitalist sosyo-ekonomik yapıya kavuşmuştur. Esas da, emperyalist sermayenin işleyişi doğrultusunda ve tali olarak da iç dinamikler ile evrimci bir tarzla yarı- sömürge yarı-feodal yapı, emperyalizme bağımlı komprador tekelci kapitalizmin hâkimiyetine doğru bir hal almış ve egemenliğini kurarak kapitalist bir niteliğe bürünmüştür. Bu temel nedenledir ki TC olarak adlandırılan devletin yönetim biçimi başından beri burjuva demokrasisi değil, Kemalist iktidar dönemi de dâhil önce yarıfeodal akabinde ise 1990’lardan bu yana komprador tekelci kapitalist faşist bir karakter taşımaktadır.“ (29)
Bu tespitler MKP’de olan kafa karışıklığını göstermektedir. Komprador burjuvazi nedir? Komprador burjuvazi bir ülkede emperyalizmin acenteliğini üstlenen ve işi aracılık yapmak olan, bunun karşılığında emperyalist sömürüden pay alan burjuvazidir. Komprador burjuvazi, emperyalistlerin çıkarlarını gözeterek iş yapan, ulusal ekonominin gelişmesiyle hiçbir şekilde ilgilenmeyen bir sınıftır. Komprador burjuvazi, sanayi yatırımı yapmadan emperyalizmle işbirliği yaparak ülkeyi sömüren burjuva sınıfıdır. Bunlar emperyalizmin ülkedeki acentaları, şubeleri durumundadır.
Ya emperyalist ürünlerin ülkedeki pazarlamacılığını yaparlar, ya da emperyalizmle ortak olarak onun adına montaj sanayiini kurarlar. Tekelci burjuvazi ise sanayinin gelişmesi ve üretimin yoğunlaşmasıyla beraber bir kısım kapitalistin diğerlerinden daha fazla büyümesiyle alanında tekelleşmeye başlayan sınıftır. Öyle ki, bir veya birkaç üretim sektörünün neredeyse tümü bir veya birkaç tekelin, holdinglerin denetimi altına girer. Emperyalist ülkelerde 19. yüzyılın son çeyreğinde tamamlanan bu süreç öyle bir boyuta vardı ki, tekeller, ulusal sınırlarını aşarak dünya ölçüsünde uluslararası bir güç haline geldiler. Kapitalizmin gelişmesinin zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıkan bu tekelci aşamaya Lenin, “emperyalizm” adını vermiştir. Serbest rekabetçi kapitalizmin yerini artık tekeller arası rekabetin sürdüğü emperyalizm almıştır. MKP emperyalizme bağımlı olan sınıfın hangisi olduğuna karar vermelidir.
Bir yanda komprador burjuvazi diğer yanda tekelci burjuvazi. Bu iki burjuva sınıfı birbirinden farklıdır. Türkiye’de bugün emperyalizmle işbirliği içinde egemen olan burjuvazi komprador niteliğini çoktan aşmış, tekelci nitelikte bir burjuvazidir.
MKP’ye göre; Türkiye Cumhuriyeti 1990’lı yıllara kadar yarı-sömürge yarı-feodal bir yapıya sahiptir. 1990’lı yıllardan sonra “komprador tekelci kapitalist faşist bir karakter”e bürünmüştür. MKP’nin bu tespitleri bilimsel verilere dayanmamaktadır. 1985’te kır nüfusunun şehir nüfusuna oranla azalması sonrasında MKP’de siyaset değişikliği sonucuna gitmiştir. Gerçekler nedir? Bolşeviklerin yaptığı SEY araştırmasında T.C.’nin durumu hakkında şu tespitler yapılmaktadır:
“T.C. devleti zaten kuruluşu ertesinde, Lozan anlaşması gereği gümrük rejimini bile kendi belirleme durumunda olmadığı, Boğazların kontrolünün T.C.’ye ait olmadığı bir dönem dışında, somut olarak 1920’li yılların sonlarından bu yana “yarı sömürge” bir devlet değildir.
Emperyalizma bağımlıdır, fakat bu bağımlılık yarı sömürge devletlerin bağımlılığından daha gevşek bir bağımlılıktır. T.C. devleti bugünkü konumuyla bağlı olunan emperyalist güçlerin değil, Türk burjuvazisinin, en başta tabii egemen işbirlikçi tekelci büyük burjuvazinin devletidir. T.C. devleti siyasi olarak bağımsız bir devlettir. T.C. devleti öncelikle Türk burjuvazisinin çıkarlarını savunan, gerçekleştiren bir aygıttır. Tabii ki burjuvazinin işbirliği yaptığı emperyalist güçlerin çıkarları da Türk devleti tarafından savunulma durumundadır. Fakat bu Türk burjuvazisinin çıkarlarının savunulması üzerinden –dolaylı– bir savunmadır. Bu yüzden Türkiye’nin bağımlılık biçiminin “yarı sömürge” tipi bir bağımlılık olarak değerlendirilmesi, Türkiye gerçekliğine uymamaktadır.”(30)
MKP, İbrahim Kaypakkaya yoldaşın 1972’de ortaya koyduğu sosyo-ekonomik tahlillerin doğru olduğunu, MKP nin kendisinin 1990’lardan itibaren “toplumsal koşul ve nesnel gerçek karşısında adeta kulaklarını tıkamış ve gelişmelere kapalı bir profil ortaya” koyduğunu ve “MLM teorinin canlı ruhu olan somut koşulların somut tahlili ilkesini tüm teorik savunularına karşın pratik olarak ihmal” ettiğini belirtmektedir.(31) “Burjuvazi veya proletarya önderliğinde bir devrim olmadığı”nı belirten MKP, feodalizmin Osmanlının son dönemlerinden başlayarak 150 yıllık uzun bir süreç sonucunda tasfiye olduğunu ve kapitalist üretim karşısında tali duruma düştüğünü yazmaktadır. MKP, “Bir devrimin niteliğini ve hedefini belirleyen temel mesele o ülkedeki mevcut üretim ilişkileridir.“(32) diyor. MKP’ye göre; kapitalist üretim tarzı egemen hale geldiği için, devrimin niteliği değişmiştir. Gündemde ki devrim,“demokratik devrimin görevlerini üstlenen sosyalist devrimdir.”(33) Kapitalist üretim tarzı egemen, öyleyse sosyalist devrim gündemdedir yaklaşımı yukarıda da ortaya koyduğumuz gibi şabloncudur, yanlıştır. Kapitalizmin gelişmişlik derecesi tek başına devrim aşamasının belirlenmesi için yeterli bir kriter değildir. Rusya bir yanıyla emperyalist bir ülkeydi ve kapitalist üretim tarzı hâkimdi.
Rusya emperyalist bir ülke olmasına rağmen demokratik devrim gündemdeydi.
Lenin 1917 Şubat’ında Çarlığın yıkılması ile birlikte siyasi anlamda burjuva demokratik devrimin tamamlandığını belirtir. MKP de ülkelerimizde “burjuvazi veya proletarya önderliğinde bir devrim olmadığı”nı belirtmektedir. MKP’ye göre; sosyalist devrim demokratik devrimin görevlerini üstlenecektir! Öncelikle demokratik devrimin görevleri olan sorunların çözülmesi gerekir. Elbette demokratik devrimin arta kalan görevlerini sosyalist devrim üzerlenebilir ve eğer belirli olağanüstü şartlarda proletarya diktatörlüğünü doğrudan kurma şartları ortaya çıkarsa, proletarya “ama daha çözülecek demokratik görevler var” diyerek iktidarı ele geçirmekten geri durmayacak, proletarya dikatörlüğü şartları altında demokratik devrimin çözülmemiş görevleri “geçerken” çözülecektir. Demokratik devrim kapitalizmin temellerine yönelmeyen bir devrimdir. Sosyalist devrim kapitalizmin temellerine yönelen ve iktidarı burjuvazi ile paylaşmayan bir devrimdir.
Sorulacak soru şudur: Ülkelerimizde yapılacak devrimin ilk hedefi ve yönelimi nedir? Bugünün somut şartlarında proletarya ile küçük burjuvazinin ortak çıkarları var mıdır? Varsa ne ölçüdedir?
Bu sorulara doğru cevap verildiğinde gündemdeki devrimin hangi devrim olduğu ortaya çıkar.
Demokratik devrimin ilk yönelimi emperyalizme bağımlılık olgusuna son vermektir. Bu devrim işçi köylü temel ittifakı temelinde, komünist partinin önderliği ve proletaryanın hegemonyası altında, emperyalizme bağımlı burjuvazinin faşist iktidarını yıkmak, yerine işçilerin-köylülerin demokratik halk iktidarını kurma hedefine sahiptir. Bu devrim, sosyalist devrimin, proletaryanın kır yoksulları ile
ittifakı temelinde gerçekleştireceği proletarya diktatörlüğünün yolunu açacak, onun yolu önündeki engelleri temizleyecektir. Sosyalist devrim için olmazsa olmaz kıstaslardan bir tanesi de işçi sınıfının bilinç ve örgütlenme seviyesidir. İşçi sınıfının bilinç ve örgütlenme seviyesi; komünist partinin işçi sınıfı ile sosyalizmi birleştirme derecesi, yoksul köylülüğün sosyalist devrim programı temelinde proletarya ile ittifaka hazır olması anlamına gelmektedir. Emperyalizme karşı, gerçek bağımsızlık için antiemperyalist devrim en acil görevlerden biridir. Sosyalist devrim öncesi, demokratik devrim aşamasının yaşanması, proletaryanın sosyalist devrime geçmek için demokrasiyi yaşaması ve içselleştirmesi gerekir. Türkiye bir halklar hapishanesidir.
Demokratik halk devrimi ilk planda zoraki birliğe son verecek ve ülkelerimizi sözde değil gerçek anlamda demokratikleştirecektir. Demokratik halk devrimi ertesinde, proletaryanın bilinç ve örgütlenme seviyesine göre, mümkün olan en kısa süre içerisinde sosyalist devrime geçecektir. Sosyalist devrim, demokratik devrimin arta kalan görevlerini de geçerken çözecektir. Ülkelerimizin gerçekliği budur.
MKP‘nin “Sosyalist“ Devrimi Ve “Sosyalist Devrim“ Programı!
MKP sosyalist devrimi nasıl yapacağını şöyle açıklıyor: “Sosyalist Devrim, başta proletarya ve müttefikleri olan kent ve kır küçük burjuvazisinin ekonomik siyasal kültürel ve askeri olarak örgütlenmesi ile gerçekleşecektir. Devrimin dostları olan bu kesimleri ise, halk sınıf ve katmanları olarak tanımlamaktayız.“(34)
MKP, sosyalist devrimin kent ve kır küçük burjuvazisi ile ittifak içinde yapılacağını belirtiyor. MKP’ye göre halkı oluşturan proletarya, kent ve kır küçük burjuvazisi ekonomik, siyasal, kültürel ve askeri olarak örgütlenecek ve sosyalist devrimi birlikte gerçekleştirecekler! MKP sosyalist devrimin siyasi iktidarının proletarya diktatörlüğü olduğundan bihaberdir! Proletarya diktatörlüğü içinde kent ve kır küçük burjuvazisi yer alamaz. İçinde küçük burjuvazinin de temsilcilerinin yer aldığı iktidarın adı demokratik halk iktidarı, halkın demokratik dikktatörlüğüdür, proletarya diktatörlüğü halkın demokratik diktatörlüğünden özünde ayrı bir şeydir! MKP küçük burjuvaziden onu sınıf olarak yok etme programına sahip sosyalist devrime katılmasını, sosyalist devrimi yapmasını bekliyor.
Kent ve kır küçük burjuvazisi ile yapılacak ittifak demokratik devrimin ittifakıdır. Sosyalist devrimi sosyalist devrim yapan öncelikle proleterya diktatörlüğünün varlığıdır. Proletarya diktatörlüğü siyasi sistemi içinde hiçbir sömürücü sınıfa siyasi iktidarda yer yoktur. Sosyalist devrim siyasi alanda proletarya diktatörlüğünün kurulduğu devrimdir. Proleterya diktatörlüğü küçük burjuvazi ile ittifak içinde kurulamaz. Proletarya diktatörlüğü, burjuvazi üzerinde kurulan diktatörlüktür.
Proletarya diktatörlüğü işçi sınıfı ile kır yoksulları arasında (kır küçük burjuvazisi değil!) kurulan ittifaka dayanır. Proletarya diktatörlüğü kurulmadan ve burjuvazi üzerinde topyekün baskı uygulanmadan sosyalizm inşa edilemez, komünizme doğru ilerlenemez. Lenin’de sorunun konuluşu şöyledir:
“Ve her şey dediğimiz gibi oldu. Devrimin seyri düşüncemizin doğruluğunu gösterdi.
Önce “tüm” köylülükle birlikte monarşiye karşı, ortaçağa karşı (ve devrim o noktaya kadar bir burjuva devrimi, burjuva-demokratik devrim olarak kaldı). Sonra, yoksul köylülükle birlikte, yarı-proletarya ile birlikte, tüm sömürülenlerle birlikte, zengin köylüler, Kulaklar, spekülatörler dâhil kapitalizme karşı ve bu ölçüde devrim sosyalist olacaktır. Bu ikisi arasında yapay bir Çin Seddi çekmeye, ikisini birbirinden proletaryanın hazırlık derecesi ve yoksul köylülükle birleşme derecesinden başka bir şeyle ayırmaya çalışmak, Marksizmin en büyük tahrifidir, onu yüzeyselleştirmektir, onun yerine liberalizmi geçirmektir. Bu, ortaçağa kıyasla burjuvazinin ilericiliğine yapılan sahte bilimsel atışarla sosyalist proletaryaya karşı burjuvazinin gerici savunuculuğunu üstlenmek anlamına gelir.”(35)
“Rusya proletaryası, tüm köylülükle birlikte burjuva-demokratik devrimi tamamladıktan sonra, kırı ayrıştırma, proleterleri ve yarı-proleterleri kendi yanına çekme ve onları Kulaklar ve kır burjuvazisi de dâhil burjuvaziye karşı mücadelede birleştirme başarısını göstermesinin ardından, kesin olarak sosyalist devrime geçti.“(36)
“Köylülükle birlikte burjuva-demokratik devrimin sonuna kadar — köylülüğün yoksul, proleter ve yarı-proleter kesimiyle birlikte sosyalist devrime doğru ileri! Bolşeviklerin politikası buydu, biricik Marksist politika budur.“(37)
Lenin’in söyledikleri açık ve net. Sosyalizmi inşa etmenin ön koşulu, proletaryanın sosyalist devrim yoluyla iktidarı ele geçirmesi, egemen sınıf olarak örgütlenmesidir. Proletarya diktatörlüğü, proletaryanın egemenliğini bir başka sınıfla paylaşmadığı ve paylaşmayacağı iktidarıdır. Proletarya, komünizme geçiş evresindeki ekonomik, politik, kültürel görevlerini ancak proletarya diktatörlüğü aracılığıyla gerçekleştirebilir. Ve proletarya diktatörlüğünün temel yönetici gücü de komünist partisidir.
Burjuvaziyle birlikte sosyalizm inşası!
MKP, “kapitalist toplum ile komünist toplum arasında bir ara aşama olan ve oldukça uzun bir tarihi dönemi kapsayan sosyalist toplumda sınıfların, sınıf mücadelelerinin ve antagonist çelişkilerin varlığını kabul eder”(38) diyor.
Neymiş? Sosyalizm dönemi boyunca sınıflar ve antagonist çelişkiler varlığını sürdürecekmiş! Sınıflar varlığını sürdürecekse komünizme nasıl geçilecek? MKP’nin sosyalist devrim anlayışı ve komünizme geçiş siyasetinin Marksizm-Leninizmle hiçbir ilgisi yoktur. Lenin 1918’de yazdığı “Proletarya Diktatörlüğü Çağında Ekonomi Ve Politika” adlı makalesinde şöyle diyor:
“Sosyalizm sınıfların ortadan kaldırılmasıdır. Sınıfları ortadan kaldırmak için, ilkin çiftlik sahiplerini ve kapitalistleri devirmek gerekir. Görevin bu bölümünü yerine getirdik, ama bu sadece bir bölümdür ve en zor bölüm de değildir. Sınıfları ortadan kaldırmak için, ikincisi, işçilerle köylüler arasındaki farkı ortadan kaldırmak, herkesi çalışanlar haline getirmek gerekir. Bu birdenbire olamaz. Bu, kıyaslanmayacak kadar zor ve zorunlu olarak uzun süreli bir görevdir. Bu, herhangi bir sınıfın devrilmesiyle çözülemeyecek olan bir görevdir.
Bu görev yalnızca tüm toplumsal ekonomiyi örgütsel olarak yeniden şekillendirerek, tekil, soyutlanmış meta üreticisi küçük işletmeden toplumsal büyük işletmeye geçerek çözülebilir. Böyle bir geçiş zorunlu olarak olağanüstü uzun sürelidir. Aceleci ve dikkatsiz idari ve yasa koyucu önlemlerle böyle bir geçiş sadece yavaşlatılıp zorlaştırılabilir. Bu geçiş sadece, köylülere, tüm tarımsal tekniği muazzam boyutta iyileştirme, onu temelden yeniden şekillendirme olanağı veren bir yardım sağlanarak hızlandrrılabilir.
Görevin ikinci, en zor bölümünü çözmek için, burjuvaziyi yenmiş olan proletarya, köylülüğe karşı politikasının ana hattında yolundan şaşmaksızın şunda ısrar etmelidir: proletarya, emekçi köylüyle mülk sahibi köylü arasında, çalışan köylüyle ticaret yapan köylü arasında, zahmet çeken köylüyle spekülasyon yapan köylü arasında fark gözetmeli, bunların arasına sınır çekmelidir.
Sosyalizmin tüm özü bu sınırı çekmekte yatar.”
“Sosyalizm sınıfların ortadan kaldırılmasıdır. Proletarya diktatörlüğü bu ortadan kaldırma için yapabileceği her şeyi yaptı. Fakat sınıflar birdenbire ortadan kaldırılamaz. Ve sınıflar kaldı ve proletarya diktatörlüğü döneminde varlıklarını sürdürecekler. Sınıflar ortadan kalktığında diktatörlük gereksiz hale gelecektir. Proletarya diktatörlüğü olmadan onlar ortadan kalkmayacaktır.”(39)
Sosyalist devrim, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti adım adım kaldırır, üretim araçları üzerinde kamu mülkiyetini adım adım gerçekleştirme yoluna girer.
Sanayide devletleştirme; tarımda kollektifleştirme; giderek komünleşme proletarya iktidarının tutması gereken yoldur. Tüm bu yolun sonunda tüm sömürücü sınıflar ortadan kaldırılır. Yani önce işçi sınıfının siyasi iktidarı kurulacak ve süreç içinde sömürücü sınıflar yok edilecektir. Geriye aralarında farklılıklar olmasına rağmen dost sınıflar kalacaktır. Dost sınıflar arasındaki çelişmeler antagonist çelişmeler değildir.
Buradan itibaren komünist toplumun üst evresi kendine özgü temeller üzerinden gelişmeye başlayacaktır. Gelişme içinde üretim araçları üzerindeki kamusal mülkiyet daha üst biçimlerde kamu mülkiyetine dönüştürülecek; kafa emeği ile kol emeği; kır ile kent arasındaki farklar kalkacak, giderek bu dost sınıflar da yok olacaktır. Sınıfların bütünü ile ortadan kalkmasıyla birlikte, bütün bireyler özgür bir toplumun özgür bireyleri haline gelecektir. Komünizme gitmenin yolu budur.
MKP nin “sosyalist” halk iktidarı:
MKP, proletarya diktatörlüğünü savunmadığını şöyle açıklıyor: “Sosyalist iktidar, proletarya eksenli olsa da kesinlikle tek bir sınıfın iktidarı değildir. Ne tek başına işçi sınıfının ne de tek başına diğer emekçi sınıfların iktidarıdır. Bu proletarya önderliğindeki devrimci sınıfların ortak Sovyet- Komün- Halk Konseyleri ya da Meclisleri temelindeki yeni devletidir.” (40)
Burada MKP açıkça proletarya diktatörlüğünü değil, proletarya önderliğinde halk iktidarını “sosyalist iktidar” olarak tanımlayıp savunuyor. Bunun Marksizm-Leninizmle ilgisi yoktur. Bu saf revizyonist bir tezdir. Proletarya diktatörlüğü bir kez daha yineliyoruz, proletaryanın siyasi iktidarı hiçbir sömürücü sınıf veya sınıf kesimi ile paylaşmadığı iktidarın adıdır. Bu olmaksızın zaten sosyalizmden söz etmek abesle iştigaldir. Proletarya diktatörlüğünü savunmayan Marksist-Leninist olamaz. Bu, Marksizm-Leninizmin abc’sidir. Sömürücü sınıfların bir kesimi (kır ve kent küçük burjuvazisi sınıf konumu itibarıyla sömürücü sınıflar kategorisi içindedirler; MKP onları “diğer emekçi sınıflar” yapıyor!) işçi sınıfı ile birlikte sosyalizmi inşa edip komünizme doğru ilerliyeceklermiş!
Söylenenin anlamı bu. Proletarya diktatörlüğü, proleter bir devrimin temel sorunudur. Devrilen sömürücülerin direnişini bastırmak, sosyalist iktidarı pekiştirmek ve proleter devletin kazanımlarını sağlamlaştırmak için proletarya diktatörlüğüne ihtiyaç vardır.
Proletarya diktatörlüğü kurulmadan, burjuvazinin direnci kırılamaz, sosyalist iktidar korunamaz ve sosyalizm inşa edilemez.
“Komünizme gidişte özel bir role sahip üst yapının sürekli devrimcileştirilmesi” gerektiğini belirten MKP açık ideolojik mücadelenin esas olduğunu “bu mücadelede şiddetin, gözaltı ve tutuklamaların, cebirin, yasaklamaların hiçbir biçimi kabul edilemez” açıklıyor.(41)
MKP’nin “sosyalist” iktidarında, iktidarı elinde tutan sınıflar proletarya, kır ve kent küçük burjuvazisidir. Bu proletaryanın ve küçük burjuvazinin kendi özgün ve birbiriyle çelişen sınıf çıkarları var. Bunların birlikte komünizme gitmesi söz konusu değildir. Küçük burjuvazi sosyalizmde, komünizme giden yolda sınıf olarak tasfiye edilecek, onu küçük burjuvazi yapan üretim araçları üzerindeki küçük mülkiyeti kamu mülkiyetine dönüştürülecektir. Bu yapılırken şiddet değil, örnekle ikna yöntemi temel alınacaktır. Fakat proletarya devleti sınıf mücadelesinde tabii ki, kendine karşı şiddetle direnenlere, proletarya diktaörlüğünü şiddet kullanarak yıkmaya kalkanlara karşı, devrimci şiddeti de kullanacaktır. Proletarya diktatörlüğünde evet, işkence ve idam olmayacaktır. Fakat bu hiç şiddet olmayacağı şeklinde genişletilemez. İdeolojik mücadele, sınıf mücadelesinin yalnızca bir biçimidir. Sınıf mücadelesi yalnızca ideolojik mücadeleye indirgenemez. O ekonomik, siyasi, kültürel bütün alanlarda sürdürülür. MKP, gözaltı ve tutuklamaların da kabul edilemez olduğunu söylüyor.
Sosyalist bir devletin iktidarını koruması ve suç işleyenlerin yargı karşısına çıkarılması hakkı ve görevi vardır. Sosyalist bir devletin bir hukuku ve yargısı olacaktır.
İdeolojik mücadele evet, kamuoyu önünde, açık ve şiddeti dışlayan şekilde yürütülür.
Komünizme gidişte üstyapının sürekli devrimcileştirilmesi gerektiği “aksi halde parti ve devletin yozlaşmasına kapı açılaca”ğı söyleniyor. Burada ilk soru “kiminle”sorusudur. Kiminle devrimcileştirilecek üst yapı? Küçük burjuvaziyle birlikte mi?
MKP’ye bakarsınız evet! Çünkü MKP’nin sosyalist devletinde küçük burjuvazi iktidar ortağı! Bunun saçmalığı ortadadır. Küçük burjuvazinin komünizme gitme diye bir derdi olmadığı gibi, tabii ki bunun için üstyapıyı sürekli devrimcileştirme diye bir derdi de olmayacaktır. MKP, komünizme nasıl geçileceği ve bunun şartlarının ne olduğunu kavramıyor. Proletarya, proleter devrim aracılığıyla hemen ve doğrudan komünizme geçemez. Komünizme geçiş uzun süren bir süreçtir. Sadece üst yapı
değil, alt yapının da komünizme geçiş için örgütlendirilmesi gerekir. Tüm sömürücü sınıflar sıraya dizilerek tasfiye edilecektir. Sanayide ve tarımda komünleştirmenin tamamlanması, kafa ile kol emeği arasındaki farklılıkların kaldırılması ve kır ile kent ayrımına son verilmesi gerekir. Kısacası komünizme geçişin koşulların yaratılması sadece üst yapı ile sınırlı değildir.
MKP’nin sosyalist iktidarında, “işsizler işsizlik sigortasına bağlanacaktır.”(42) Komünist etiketi taşıyanların, sosyalizmde “işsizlik sigortası”nı savunmaları ilginçtir.
Sosyalizmde, iş çalışabilen bütün üyeler arasında bölüştürülür. Sosyalizmde işsizlik yoktur. Sosyalist devlet çalışabilecek bütün üyelerine iş verme yükümlülüğüne sahiptir, çalışabilecek bütün üyelerinden de çalışmasını ister. İşgününün toplumun zenginliğinin giderek artmasına bağlı olarak sürekli kısaltılması sosyalist devletin görevidir. MKP’nin sosyalizminde ise görünen odur ki, aynı kapitalist ülkelerdeki gibi bir işsizler ordusu olacaktır! Böyle sosyalizm anlayışı ilginç bir sosyalizm anlayışıdır.
Tabii eğer küçük burjuvazi iktidar ortağı olursa, bunlar anormal de değildir!
MKP, bütün vergiler kaldırılacak “her bir çalışanın ihityacını ve durumunu da göz önüne alacak şekilde düzenli ve kademeli bir tek gelir vergisi konulacaktır” diyor.(43)
Sosyalizmde gelir vergisi yoktur, fonlar vardır. Yeniden üretim, yatırım vb. için fonlar oluşturulur. İşçilere yapılan kesintilerin ne için yapıldığı nerelerde kullanıldığının hesabı verilir.
MKP, sosyalizmin inşasında komünist partisinin öncü rolünü reddediyor. İşçi sınıfının tek başına iktidara yerleşmesini ve sosyalizmi inşa etmesine karşı çıkıyor. Kır ve kent küçük burjuvazisinden oluşan sömürücü sınıflarla birlikte sosyalizmi inşa edeceğini savunuyor! MKP,“komünistlerin birlik anlayışı, komünizme kadar devam eden bir görevdir.”(44) diyor. Bu revizyonist tezi Tito savunuyordu. Tito, komünist partisinin öncü rolünü reddediyor, devrimde öncü güç olarak halk cephesini savunuyordu.
MKP de Tito’nun revizyonist tezini üzerlenmiştir.
MKP’nin Devrim Yolu Stratejisi
MKP, şimdiye kadar savunduğu halk savaşı şablonunun önüne sosyalist kelimesini eklemiştir. MKP’ye göre; ülkelerimizde şimdi kapitalizmin egemenliğini ve dolayısıyla sosyalist devrimi keşfettikten sonra devrimin yolu olarak “sosyalist halk savaşı” geçerlidir! “Sosyalist halk savaşı” kırlık bölgelerdeki gerilla savaşı ve şehirlerdeki genel ayaklanmanın sentezinden oluşmaktadır! Şimdiye kadar savunulan “halk savaşı”nın yarı-sömürge, yarı-feodal ülkeler için geçerli olduğu anlayışının eksik olduğu, “halk savaşı”nın kapitalist ülkeler için de geçerli olduğu sonucuna varmış MKP!(45)
MKP, masa başında oturarak devrimin nasıl gelişeceğine, hangi yolu izleyeceğine şimdiden karar verme işinden bir türlü vazgeçmiyor!
İşçi sınıfı içerisinde çalışma, sınıf içerisinde örgütü inşa etme MKP’nin sorunu değildir. Kırlık bölgelerde öncülerden oluşan “Halk Kurtuluş Ordusu” ve şehirlerde de öncülerden oluşan “Partizan Halk Güçleri” oluşturulacakmış! Bu iki öncü örgüt ayaklanmaya önderlik edeceklermiş! Daha şimdiden MKP, gelecekteki işçi hareketinin durumunu, genişliğini, işçi sınıfının ortaya koyacağı mücadele koşulları, iç ve dış politik koşulları önceden keşfetmiştir! MKP’nin yaptığı tespitlerin bilimsellikle Marksizm-Leninizmle hiçbir ilgisi yoktur. Bu tespitlerin fokocu, öncü savaş teorileri ile
yakın ilişkisi vardır. Tanığımız Lenin’dir. Lenin şöyle der:
“Proletaryanın sınıf mücadelesini yönetecek, işçiler arasında örgütlenmeyi ve disiplini geliştirecek, onlara en acil gereksinimleri için mücadele etmelerinde ve sermayenin elinden pozisyonları birbiri ardından koparmaya yardım edecek böyle bir örgüt; işçileri politik olarak eğitecek ve otokrasiye karşı sistemli, sürekli mücadele edecek, proletaryaya polis hükümetinin ağır pençesini hissettiren bütün Çarlık hafiyelerini izleyecek olan bir örgüt — böyle bir örgüt aynı zamanda gerek bizim koşullarımıza uygun bir işçi partisi örgütü gerekse de otokrasiye karşı yönelmiş güçlü bir devrimci parti olurdu. Fakat bu örgütün otokrasiye güçlü bir darbe indirmek için hangi araçlara başvuracağı, örneğin ayaklanmaya mı, politik kitlesel greve mi yoksa saldırının herhangi başka bir türüne mi öncelik vereceği konusunda önceden değerlendirmeler yapmak —bu konuda önceden değerlendirmeler yapmak ve bu sorunu bugünden karara bağlamak, içi boş doktrincilik olurdu.
Bu, generallerin birlikleri toplamadan, onları seferber etmeden ve düşmana karşı mücadeleye sokmadan savaş konseyini toplamalarına benzer. Ama proletarya ordusu ekonomik ve politik kurtuluşu için tutarlılıkla ve güçlü bir sosyal-demokrat örgütün yönetimi altında mücadele ederse, o zaman bu ordunun kendisi generallere eylemin yöntem ve araçlarım gösterecektir. Otokrasiye kesin darbenin nasıl indirileceği sorusunu karara bağlamak o zaman ve ancak o zaman mümkün olacaktır.”(45)
MKP hayal âleminde dolaşmakta ve kendi isteğini gerçeklerin yerine koymaktadır.
Devrim kapıda imiş gibi rüya görenler, taraftarlarına gaz vermektedir. Bugün işçi sınıfının öncü kesimini bağrında toplamış, sınıfa gerçek anlamda önderlik edecek güçte bir komünist partisi yoktur. Bu bizim için de geçerlidir. Komünizm adına işçi sınıfı içinde çalışan oportunist örgütlerin de işçi hareketi içindeki gücü gayet sınırlıdır. Bugünün işçi sınıfı hareketi ile komünist hareket ne yazık ki ayrı kulvarlarda yürümektedir. İşçi sınıfının büyük çoğunluğu sağcı, tutucu görüşlerin etkisi altındadır.
İşçi sınıfının örgütlenme seviyesi ve siyasi bilinci oldukça geridir. İşçi sınıfı hareketinin bugünkü temel talepleri ekonomik taleplerdir. Bugünkü işçi hareketi kural olarak, “ücret köleliği sistemini” sorgulamayan bir hareket konumundadır. Düzen içi ve reformcu niteliktedir. Sistemin temellerine yönelmeyen, işçi hareketinin boyutları ne kadar büyük olursa olsun düzen açısından bir tehlike oluşturmamaktadır. İşçi sınıfına sosyalist bilincin taşınması komünistlerin görevidir. Komünistler bugün işletme hücreleri temelinde sınıf partisini inşa ve komünist örgütü yaratma görevine sahiptir. Komünistler çalışmalarının her evresinde devrim için yapılması gereken çalışma ne ise ona ağırlık verirler. İşçi sınıfı kazanılmadan, gerçek anlamda işletme hücreleri temelinde komünist bir örgüt yaratılmadan, işçi sınıfı önderliğinde bir devrim hayaldir.
MKP’nin savunduğu “halk savaşı“, “sosyalist halk savaşı“nın Mao Zedung’un geliştirdiği “halk savaşı” teorisi ile de hiçbir ilgisi yoktur. “Halk savaşı” Çin’de köylülüğün esasını oluşturduğu halk yığınlarının bizzat katılıp yürüttüğü bir savaştır.
“Halk savaşı” küçük bir grubun halk adına yürüttüğü savaş değil, halk yığınlarının katıldığı bir savaştır. Mao Zedung’un “halk savaşı” teorisi, aslında Çin devrimi içinde, Çin devriminin askeri gelişme yolu olarak geliştirilen bir teoridir. Mao Zedung daha sonra devrimin bu askeri gelişme yolunun bir dizi sömürge yarı-sömürge ülkelerde de mümkün olabileceğini söylemişti. Lin Biao, “halk savaşı”nı tüm yarı-sömürge yarıfeodal ülkeler için genelleştirmişti. MKP de Lin Biao’nun tezini daha da geliştirerek(!) kapitalist ülkeler için de “halk savaşı”nın geçerli olduğu konumuna gelmiştir.
Bu fevkalade(!) tespit tüm dünyada “halk savaşı”nın geçerli olduğu anlamına gelmektedir. MKP, halk adına eylem yapma, halk adına öncülerin yürüttüğü bir savaşı savunuyor. Gerçek durum budur.
Burada tabii bu saçmalığın nereden çıktığı sorulabilir. Buna tek olası cevap vardır: MKP bugüne kadar halk savaşına inandırdığı dar tabanını kaybetme korkusu içindedir! Öyle ya şablona göre sosyalist devrim şehirlerde genel ayaklanma yoluyla olur; demokratik devrim ise yarı-sömürge yarı-feodal ülkelerde kırlardan şehirlere iktidarın parça parça ele geçirildiği halk savaşı yoluyla olur. Bugüne kadar kendilerini diğer örgütlerden “halk savaşı” yolunda ilerleme masalları ile ayıranların, bugünden yarına halk savaşından vazgeçmeleri onların sonu olabilir. O yüzden sosyalist halk savaşı icat edilir! Böylece halk savaşından vazgeçilmemiş, davaya ihanet edilmemiş olunur! Buna rağmen içlerinden çizgiye ihanet ediliyor diyenlerin çıkacağı kesindir!
Ne kadar olacağını birlikte göreceğiz!
Hiç yorum yok