Dinle küçük aydın
HEVAL TAHA
31 Ocak 2017
Kimi meselelerde politik dili korumaya çalışarak yazı yazmak muhatabınıza hak etmediği bir değer vermek anlamına gelebilir. Bir densizin egosantrik hezeyanlarına ciddi siyasi analizlerle yaklaşmak o zırvalara da kendiliğinden bir değer giydiriyor zira. Sizin okura karşı olan sorumluluğunuzdan da nemalanıyor bu zırvaların sahibi. Bir şey yapmak yerine tüm varlığını Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin yaptıkları üzerinden lafazanlık ederek kurgulayanların halkların demokrasi mücadelesine hiç bir katkısı olmayacağını bir söyleyelim.
Erdoğan’a başkanlığın kapılarını açacak referandum ufukta göründü. Hal böyle olunca da referandumda takınılacak tavrın ne olması gerektiği gündemin belirleyici başlıklarından biri haline geldi. Erdoğan iktidarı karşısındaki en örgütlü sivil muhalif güç HDP ile PKK bu referandumda yüksek bir sesle hayır diyeceklerini kamuoyuna deklare ettiler. İki yapı da bu amaçla kapsamlı bir çalışma yürüteceklerini de ilan etmiş durumdalar.
Buna karşılık hayırcı blokta yer alan ulusalcılar adına Yılmaz Özdil hayır kampanyasının selameti için HDP’nin bu kampanyanın dışında tutulmasını istiyor. Zira ulusalcılar HDP’nin içinde olduğu bir kampanyanın karşısında olurmuş. Bu da Erdoğan’a yararmış. Ulusalcıların bu tavrını anlamam mümkün.
Ancak gelin görün ki Özgürlük Hareketi’ne yakın yapı ve çevrelerle temas içinde olan Demir Küçükaydın’ın 23 Ocak tarihinde Adil Medya isimli internet sitesinde yayınlanan “PKK’ya Açık ve Acil bir Çağrı” başlıklı yazısı hem Özdil’den yetmezmiş gibi bir de AKP’li Yalçın Akdoğan’dan -kopya demeye dilim varmıyor- esinler içeriyor. Bahse konu “esinlenmelere” değinmeden bir hususa daha dikkat çekmek gerek. Yazıda bir kişiden söz edilirken ilk sefer ön adı ve soyadı birlikte daha sonrasında ise sadece soyadı ile anmak yazarken kullanılan bir kestirmedir. “Küçükaydın’ soyadı farkında olmadan bir doğruyu ifade etse de ben yazı içinde yanlış anlaşılmalara mahal vermemesi için kişiyi ön adı ile anmayı uygun görüyorum.
Demir’in yazısının girişi şöyle, “Hiç lafı uzatmadan damardan girelim.
PKK derhal, TAK veya benzerlerinin yapacağı şiddet hareketlerinin, Erdoğan’a; kurmak istediği İslamcı-faşist dikta rejimine ve Türk devletindeki faşist, ırkçı ve de Ergenekoncu güçlere hizmet edeceğini; yapılacak böyle hareketleri tasvip etmeyeceğini; kendisiyle hiçbir bağı olmayacağını; bu tür eylemlerin doğrudan Erdoğan’ın ve şu an Erdoğan’la ittifak halinde bulunan Türk devletinin içindeki en inkârcı, ırkçı faşist ve kanun dışı güçlerin provokasyonları olarak değerlendirilmesi gerektiğini açıkça ilan etmelidir. Ve bunu hiç geciktirmeden yapmalıdır.”
Dostça devrimci dayanışma üslubundan yoksun, üstten bir dille başlayan yazı kartopunun yuvarlandıkça büyüdüğü gibi her safhasında başka bir düzeysizliğe bulanıyor. Demir’in üslubu devrimci dayanışmanın baş göz üstü dostça uyarılarından çok uzak. Özgürlük Hareketi ve kadrolarına saldırıyor. Eleştirmiyor itham ediyor. Edebini bilmiyor.
Şöyle diyor Demir, “PKK böyle bir açıklama yaptığı takdirde, Türkiye’deki demokratik güçlerin; gelen faşist dikta rejimine hayır diyenlerin ve demek isteyenlerin, önümüzdeki iki ay içinde verecekleri ölüm kalım mücadelesinde, en azından olumsuz bir işlev görmekten kendini korumuş olur. PKK böyle bir açıklama yaptığı takdirde, Erdoğan’ın Beştepe’ye yuvalanmış kanun dışı ve gizli aparatının; özel savaş dairesinin, en intikamcı ve anti demokratik güçlerin hareket alanını daraltmış olur.” Ardından ekliyor, “Bu kritik momentte hiç kimsenin ağzını bıçak açmıyor ama milyonlarca insan sizden böyle bir duruş, böyle bir sorumluluk bekliyor. Bunu açıkça bu satırların yazarı dile getiriyor ama bu aslında milyonlarca umutsuz durumdaki insanın dillendiremediği dileğidir. Lütfen bu sese kulaklarınızı tıkamayın.”
Görüyor musunuz tek başına kimlerden oluştuğu bilinmeyen “milyonların” sözcüsü Demir, Şengal’den Rojava’ya Kuzey Kürdistan’dan Doğu Kürdistan’a kadar mücadele eden Kürt Özgürlük Hareketi’ne ayar vermeye çalışıyor.
Bununla da yetinmiyor daha ileri giderek neye hizmet ettiği anlaşılmayan niyet okumalara soyunuyor. Kurulduğu günden bu yana mücadele ettiği tüm güçlerin temennisi olan Abdullah Öcalan ile parti kadroları arasında bir nifak oluştuğu savını tekrarlıyor. Şöyle diyor, “Ama Öcalan’ı hiçbir zaman benimsememiş ama benimser görünerek fiilen, gizlice veya açıktan onu karşı alttan alta mücadele edenlerin hedefleri açısından bakınca bütün bu davranışların belli bir iç tutarlılığı olduğu görülmektedir. Özetle bu günkü PKK artık Öcalan’ın çizgisindeki PKK değildir. Öcalan adına kampanyalar yapılması, sürekli gündemde tutulmaya çalışılması Öcalan’ın çizgisinin izlendiği değil; aksine izlenmediği anlamına gelir.”
Ne gariptir ki AKP’li Yalçın Akdoğan da 3 Kasım 2015 tarihinde başbakan yardımcısı sıfatı ile NTV’de katıldığı canlı yayında, “PKK nasıl sürece ihanet ettiyse, silahla amacıma ulaşırım Türkiye’de de bunu yaparım gibi bir yanılgıyla nasıl demokratik çözüme isyan edip silahla bir yere varmak için bunu yaptıysa HDP de makas değiştirdi, sürece ihanet etti... Öcalan’ı da diri diri oraya gördüler. Bunlar Erdoğan karşıtlığı yapıyor gibi görünüp Öcalan’ı batırmaya çalıştılar.”
Demir’in kafası Akdoğan’la aynı. İkisi de Kürtlerin sömürgeciliğe karşı silahlı mukavemetinden rahatsız. İkisinin de amacı aynı. Öcalan ile parti kadroları yani yoldaşları arasında bir sorun olduğu algısı yaratarak geniş halk kitlelerinde yılgınlık yaratmak.
7 Haziran seçimleri sonrası yaşanan süreçte Özgürlük Hareketi’nin mücadele yöntemlerini “akılsızca” bulduğunu söyleyecek kadar ileri giden Demir nedendir bilinmez bu mücadele yöntemlerinin neler olduğu konusunda ketum davranıyor. Ancak AKP iktidarının “PKK’yi Türkiye’de tecrit ederek fiilen etkisiz bir güce dönüştürdüğünü” allandıra ballandıra anlattığı bölüm ise şöyle, “Aslında Kürt hareketinin ve PKK’nın ihtilalcı olan şey strateji ve program değişimidir. Türk devleti nasıl strateji değiştirerek, birden bire Suriye’de tecrit ve felç olma durumundan çıkıp belli bir inisiyatif kazandıysa; önceden de PKK’yı ve Kürt hareketini Türkiye’de tecrit edip şu an fiilen etkisiz bir güce dönüştürdüyse ve yakında benzerini muhtemelen Suriye’de de yapabilir bir duruma gelebilirse; Kürt hareketinin de, yok olmamak ve yeniden toparlanmak için bir program ve strateji değişikliği yapması gerekmektedir”.
Demir kendi gündüz düşüne inanarak PKK’nin düşmanlarına “PKK’nin yok olma aşamasına geldiği müjdesini” veriyor.
Megalomaniye yenik düşmekten kurtulamayan Demir’in şu satırları da bir ibret vesikası niteliğinde: “PKK yukarıdaki önerileri yapmadığı takdirde, artık gelişmeleri ve dünyayı okuma yeteneğini tümüyle yitirdiğini; bir gerileyiş ve kendini tekrarlama dönemine girdiğini fiilen ve kesin olarak ilan etmiş olur. Maalesef gerek doğrudan gözlemlerimiz; gerek Kürt medyasındaki yayınlar, buralarda öne çıkarılanlar, yorumlar vs. PKK’nın yaklaşan referandumda bir yenilginin sonuçlarının büyüklüğünün farkında olmadığı izlenimini pekiştirmektedir.”
Bunlar PKK’nin kurulduğu günden beri hem iktidarlar hem de karşı devrimciler tarafından her dönem dile getirilmiş temennilerdir. Bu çevrelerde her dönem “PKK aklını kiraya verdi bunlara bir akıl fikir verelim” havası mevcuttur. Hayatları boyunca hiç bir baltaya sap olamamış ancak Özgürlük Hareketi’nin sırtından da kopmayan bu çevreler PKK yöneticilerinin hayatları pahasına yarattıkları örgütlerini kendilerine teslim etmesini bekler gibiler.
Demir’in yazısında Rojava konusunda devrim yapanla gevezelik edenin farkını gözler önüne seren bölüme değinmeye değmez. Ancak yazının sonunda yer alan, “Burada Türk solunun ve sosyalistlerinin çok büyük günahı da bulunmaktadır. Bunlar aslında canlı bir kitle hareketine dayanan Kürt hareketine perspektif verecek, onun önünü açacak yerde, onun içindeki en gerici eğilimlerle filli ve nesnel bir ittifak içinde olmuşlardır” bölümü küçük aydının pespayeliği açısından dikkate değer. Bugün HDP bileşenleri içinde yer alan tüm sol sosyalist çevreleri tenzih ederim. Ancak “Türk sol ve sosyalistlerinden” söz ederken Kürt siyasal hareketini, “aslında canlı bir kitle hareketine dayanan” diyerek ideolojik kimliğinden arındırmak sömürgeci küçük aydın tavrıdır. Ortadoğu’nun en örgütlü gücü konumuna gelen Kürt Özgürlük Hareketi ve onun dayandığı milyonlarca insan din, dil, etnik kimliklerden bağımsız demokratik ulus mücadelesinin bir parçası olmayı çoktan başarmışken sanki “Türk solunun ve sosyalistleri” gibi homojen bir yapı varmışçasına Kürt hareketine “perspektif vermek ve önünü açmakta” yetersiz kaldığını söylemek anakronik bile olamadan komik olmak halidir ancak.
Hiç yorum yok