Burjuvazinin Krizleri Ancak Devrimci Bir Örgütle Burjuva Düzeninin Çözümsüzlüğü Haline Gelebilir
Geçtiğimiz ay boyunca devrimci çevreler esas olarak devletin zindanlara yönelik saldırısına yöneldiler. Devrimcilerin gündemlerinin merkezine cezaevi saldırılarını almaları doğruydu. Kendi örgütsel mevzilerini savunuyorlardı. Üstelik devletin tutsakları F-Tipi hücrelere sokma çabası demokratikleşme saldırısının özünü gösteren en çarpıcı girişimdi.
Ancak devrimci örgütlerin zindan saldırısını gündemlerinin merkezine koymaları devletin de benzer bir gündeme sahip olmasını gerektirmiyor. 18 Aralık'a kadar ki dönemde cezaevleri Türkiye Cumhuriyeti açısından çözülmesi gereken acil bir sorun niteliğindeydi. Devrimci örgütlerin cezaevlerindeki varlığı bütün istikrar projeleri için önemli bir tehdit unsuruydu. 18 Aralık'la birlikte devlet cezaevlerine girdi. Son olarak Ümraniye cezaevinin de boşaltılmasıyla devlet açısından cezaevleri operasyonu gündemdeki yerinden düştü; yaşama hakkından bahseden tüm politikacı, bürokrat, gazeteci ve duyarlı yurttaşların ölüm oruçlarına olan ilgileri giderek azalmaya başladı. Ölüm oruçlarında doksanlı günlere gelinmesine karşın devletin devrimcileri hücrelere sokmasıyla tıbbi etik hakkındaki bütün tartışmalar da noktalanmaya başladı.
Gericilik döneminin altın kuralı bu sefer de işledi, devrimcilere vurdukça düzenin eli rahatlamaya başladı. Gericilik dönemlerinde adet olduğu üzere bu rahatlama kriz çığlıklarının ve istikrar arayışlarının daha da artmasına yol açtı. Düzenin sahipleri, devrimcilerin yarattığı gerçek istikrarsızlık tehditlerinden kurtuldukça istikrarsızlık çığlıkları altında kendi aralarındaki hesaplaşmalara yöneldiler.
İçinden geçtiğimiz günlerde kriz yaratan asıl mesele olarak Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girişi gösterilmek isteniyor. Çizilen manzaraya göre Avrupa Birliği yanlılarıyla AB karşıtları esaslı görüş ayrılıkları içerisindeler. Ordu ile sanayiciler, demokrasiden yana olanlarla ceberut devletten yana olanlar, yüzünü Avrupa'ya dönenlerle Avrasya'yı hatırlayanlar, faiz, rant ve kara-para ile geçinenlerle üretim ve rekabet yanlısı olanlar bu tabloya göre aralarında kanlı bıçaklılar. Birbirleriyle kanlı bıçaklı olanlar «Kasırga», «Fırtına», «Paraşüt» ve son olarak «Beyaz Enerji» operasyonuyla birbirlerinin kuyularını kazıyorlar.
Burjuvazinin farklı kesimlerinin birbiriyle çatışmalarını seyre dalanlar elbette dış dinamikleri de göz önünde tutuyorlar. Türkiye'nin dış ilişkilerinde karşılaştığı sorunlar da büyük bir ayrışma yaratıyor. Kıbrıs sorununu çözmek isteyenlerle istemeyenler, Talabani'ye inisiyatif verilmesini savunanlarla savunmayanlar, Kürt sorunu karşısında Helsinki'den gelen talepleri karşılamaya hevesli olanlarla olmayanlar, Ermenistan'la ilişkileri düzeltmek isteyenlerle istemeyenler ayrışıyorlar birbirleriyle.
Farklı cephelerde bulunanların çeşidi arttıkça gündemler renkleniyor, olayların akış hızı artıyor. Burjuvazinin bu renkli yaşamının dışında bulunan emekçiler ağızlarını açmaya kalktıklarında ise onlara iki cepheden biri gösterilip «tarafını seç» çağrısı yapılıyor.
Emekçilerin, kriz cephelerini oluşturan taraflar karşısındaki kayıtsızlığı tüm bu değişken dengelerin ve kriz dinamiklerinin altında değişmeyen bir «ulusal programın» bulunduğuna işaret ediyor aslında. Ordusu-polisi, şeriatçısı laikiyle, liberali muhafazakarıyla Türk egemenlerinin bir ulusal programı var. Bu ulusal program emekçi düşmanı bir program. Devrimcilerle bağı giderek azalan, elinde neredeyse hiçbir örgütsel mevzi kalmamış emekçilere sermaye esaslı darbeler vurmakla yetinmiyor bu darbeleri sürekli kılmaya çalışıyor. 102 milyon liralık asgari ücret aralarındaki farklılıklar ne olursa olsun burjuvazinin işçi sınıfı karşısındaki zaferinin esaslı bir simgesi. Burjuvazi bununla da yetinmeyecek elbette. IMF'ci Cotarelli'nin döviz krizi bahanesiyle Türkiye'ye geliş sıklığını ayda bire düşürmesi, Özelleştirme Dairesi başkanının Türkiye'deki devlet kuruluşlarının henüz onda birinin özelleştirdiğini anımsatması da boşuna değil. Tıpkı AB yanlısı «demokrat» ANAP'ın bakanı Sadettin Tantan'ın bütün telefonların dinlenmesini polisin anayasal özgürlükleri arasına almak istemesi gibi.
Düzenin saldırıları ve işçilere vurduğu darbeler bir kriz içindeymiş gibi görünen TC'nin krizlerini çözme yolunda attığı esaslı darbelerdir aslında. Bu darbeler her zaman olduğu gibi bu sefer de emekçilerin örgütsüzlüğüne dayanıyor. Görece başarısı ne olursa olsun krizi çözme yolunda burjuvazinin attığı adımlar onu bu seferde dilediği sorunsuz, istikrarlı birikim ortamına ulaştırmayacak. İstikrar için atılan adımlar emekçileri bir kat daha çoğaltıp bir kat daha yoksullaştıracak. Yaratılan çözümler tekrar çözümsüzlüğe dönüşecek. Ancak her zaman olduğu gibi bu çözümsüzlükler de bir önderlik boşluğu altında sermayenin yeni çözümlerine dönüşecek.
Krizlerden kurtulmak için attığı her adımın burjuvaziyi daha derin krizlere sürüklemesi, burjuvazinin hiçbir zaman değiştiremeyeceği bir gerçek ise aynı burjuvazinin aynı krizleri hep aynı yöntemlerle, yani krizin yükünü emekçilere omuzlatarak ve emekçileri kendi düşmanlarıyla savaştırarak çözmesi gerçeğin diğer bir yönüdür. Ancak burjuvazinin krizleri bir kaderken, emekçilerin burjuva siyasetine yedeklenmesi ise işçi sınıfının siyasal belleğini oluşturan bir örgütün yoksunluğundan kaynaklanan değiştirilebilir bir durumdur. Bu durumu değiştirmek içinse işçilere sahici düşmanlarını tanıtacak, onları düşmanlarına karşı bir sınıf olarak silahlandıracak bir örgütü yaratmak gerekir. İşçi sınıfının siyasal belleği ancak böyle bir örgütle yaratılacak ve korunacaktır.
OCAK 2000
Hiç yorum yok