Proletarya Devriminin Askeri Programı - Lenin
BUGÜNKÜ emperyalist savaşta “anayurdun savunulması” üzerine söylenen sosyal-şoven yalana karşı savaşım veren Hollandalı, İskandinavyalı ve İsviçreli devrimci sosyal-demokratlar arasında, sosyal-demokratik asgari programdaki “milis” ya da “silahlı ulus” yerine bir yenisinin, “silahsızlanma “ isteminin konulması lehinde sesler duyulmaktadır.
Ne var ki silahsızlanma savunucularının en büyük yanılgıları da bu temel iddialarında bulunuyor. Sosyalistler, sosyalistlikten vazgeçmeksizin her türlü savaşa karşı olamazlar.
Birincisi, önce sosyalistler, ne eskiden, ne de şimdi, devrimci savaşlara karşı olamazlar. Emperyalist “büyük” devletlerin burjuvazisi tepeden tırnağa gerici kesildiler ve biz, bu burjuvazinin şimdi sürdürdüğü savaşa, gerici, köleci ve canice bir savaş gözüyle bakıyoruz. Ama, ya bu burjuvaziye karşı verilecek savaşa ne denir? Örneğin, bu burjuvazinin ezdiği ve bu burjuvaziye bağımlı halkların ya da sömürge halklarının kurtuluş için verecekleri bir savaşa ne denir? Enternasyonal grubunun tezlerinin 5. paragrafında şöyle deniyor: “Bu başıboş emperyalizm çağında, ne türden olursa olsun, ulusal bir savaş olamaz.” Bu, apaçık bir yanılmadır.
20. yüzyıl tarihi, bu “başıboş emperyalizm” yüzyılı, sömürgelerin verdikleri savaşlarla dolu. Ama biz Avrupalıların; dünya halklarının çoğunluğunu ezen biz emperyalistlerin, alışkın olduğumuz o lanet şovenliğimizle, “sömürge savaşları” adını verdiğimiz savaşların çoğu ulusal savaşlardır ya da bu ezilen halkların ulusal başkaldırmalarıdır. Emperyalizmin başlıca özelliklerinden biri, en geri ülkelerde kapitalist gelişmeyi hızlandırması ve ulusların ezilmelerine karşı verilen savaşımı yaygınlaştırması ve yoğunlaştırmasıdır. Bu, bir gerçektir.
Proletaryaya karşı silahlanmış bir burjuvazi, modern kapitalist toplumun en büyük, temel ve bellibaşlı gerçeğidir. İşte bu gerçek karşısında, devrimci sosyal-demokratları, “silahsızlanmayı” “istemeye” özendirmek! Bu, sınıf savaşımı görüşünü büsbütün bırakmak, devrim düşüncesini yadsımak demektir. Bizim sloganımız, burjuvaziyi yenmek, onları mülksüzleştirmek ve silahsızlandırmak için proletaryayı donatmak [silahlandırmak[*]] olmalıdır. Devrimci sınıf için tek olanaklı taktik budur; bu taktik, kapitalist militarizmin bütünüyle nesnel gelişmesinin mantıksal sonucu ve gereğidir. Ancak burjuvaziyi silahsızlandırdıktan sonra, proletarya, kendi dünya ölçüsündeki görevine ihanet etmeden bütün silahları hurdalığa atar. Proletarya, kuşku yok ki, bunu yapacaktır, ama ancak bu koşul yerine getirildikten sonra, kesenkes önce değil. Eğer şimdi savaş, gerici hıristiyan sosyalistler ile, tir tir titreyen küçük-burjuvazi arasında yalnızca korku ve dehşet yaratıyor, silahların her çeşit kullanılmasına, kan dökülmesine, ölüme vb. karşı yalnızca bir nefret uyandırıyorsa, kendilerine şunu söyleriz: kapitalist toplum daima ucu bucağı olmayan bir dehşettir. Ve savaşların en gericisi olan bu savaş, bu topluma korkunç bir son hazırlıyorsa, umutsuzluğa düşmemiz için hiçbir neden yok. Herkesin görebildiği gibi, burjuvanın, kendi eliyle tek meşru ve devrimci savaş için, yani emperyalist burjuvaya karşı bir iç savaş için yolları hazırladığı bir sırada, silahsızlanma “isteği” ya da daha doğrusu silahsızlanma hayali, aslında, bir umutsuzluğun ifadesinden başka bir şey değildir.
Bunun yaşamdan kopmuş bir teori olduğunu söyleyenler olabilir, bunlara dünya ölçüsündeki iki tarihsel gerçeği anımsatırız: bir yandan tröstler ile sanayide kadınların kullanılması; öte yandan, 1871 Paris Komünü ile Rusya'da 1905 Aralık ayaklanması.
Tröstleri geliştirmeyı, kadınlarla çocukları fabrikalara doldurmayı ve bunların ahlakını bozmayı, ıstıraba sürüklerneyi ve sonsuz bir yoksulluğa atmayı burjuvazi kendine iş edinmişti. Biz, böyle bir gelişmeyi “istemiyoruz” ve bunu “desteklemiyoruz”. Biz, buna karşı savaşım veriyoruz. Ama nasıl savaşım veriyoruz? Tröstlerin ve kadınların sanayide kullanılmasının ilerici olduğunu açıklıyoruz. Biz el zanaatları sistemine, tekelci-kapitalizm öncesine, kadınların evlerine kapatılmasına dönülmesini istemiyoruz. Tröstleri ve benzeri kuruluşları geride bırakarak, sosyalizme doğru ileri!
Gerekli değişikliklerle bu iddia, halkın bugünkü askerleştirilmesine uygulanabilir. Bugün emperyalist burjuvazi, yetişkinler ile birlikte gençliği de askerleştiriyor, yarın kadınların askerleştirilmesine de başlayabilir. Bizim tutumumuz şu olmalıdır: Çok güzel. Son hızla ileri! Ne kadar hızlı hareket edersek, kapitalizme karşı ayaklanmaya o kadar fazla yaklaşırız. Sosyal-demokratlar nasıl olur da gençliğin vb. askerleştirilmesinden korkuya kapılırlar; yoksa bunlar Paris Komünü örneğini unutuyorlar mı? Bu “yaşamdan yoksun bir teori” ya da bir hayal değildir. Bu, bir gerçektir. Varolan bütün ekonomik ve politik gerçeklere karşın, eğer sosyal-demokratlar emperyalizm çağının ve emperyalist savaşların kaçınılmaz olarak bu gibi olayların yinelenmesine yolaçacağından kuşku duyuyorlarsa, pek yazık olur doğrusu.
Paris Komününü gören bir burjuva gözlemcisi, Mayıs 1871'de, bir İngiliz gazetesine şöyle yazıyor: “Eğer Fransızlar yalnızca kadınlardan ibaret olsalardı, ne müthiş bir şey olurdu!” Kadınlarla onüç, ondört yaşındaki çocuklar, Paris Komününde, erkeklerle yanyana savaştılar. Burjuvazinin devrilmesi için ilerde verilecek savaşlarda da bu böyle olacaktır. Proleter kadınlar, derme-çatma silahlı ya da silahsız işçilerin, burjuvazinin adamakıllı silahlanmış kuvvetleri tarafından kurşunlanmasına seyirci kalmayacaklardır. Tıpkı 1871'de olduğu gibi silaha sarılacaklar ve bugünün yılgın uluslarından -ya da daha doğrusu bir düzen kurması hükümetlerden çok oportünistler tarafından önlenmiş bugünün işçi sınıfı hareketinden- ergeç, ama her halde, devrimci proletaryanın “müthiş uluslarının” uluslararası bir birliği mutlaka doğacaktır.
Toplum yaşamı artık tümüyle askerileştirilmiştir. Emperyalizm, dünyanın bölüşülmesi ve yeniden bölüşülmesi için büyük devletlerin giriştikleri vahşi bir savaşımdır. Bu yüzden, bütün ülkeler, yansız olanlarla birlikite küçükler de, daha fazla askerileşmeye doğru gidecektir. Proleter kadın buna nasıl karşı çıkacaktır? Yalnızca bütün savaşlara ve askeri olan her şeye söverek ve silahsızlanmayı isteyerek mi? Ezilen ve gerçekten devrimci bir sınıfın kadını, bu utanç verici rolü asla kabul etmeyecektir. Bunlar oğullarına şöyle diyeceklerdir: “Yakında delikanlı olacaksın. Eline silah verilecek. Silahı al ve askerlik sanatını iyice öğren. Proleterler, bunu, bugünkü savaşta olduğu ve sosyalizmin düşmanlarının sana söyledikleri gibi kardeşlerini, öteki ülkelerin işçilerini vurmak için öğrenmezler. Bunu, kendi ülkelerinin burjuvazisine karşı savaşım vermek, sömürüye, sefalete ve savaşa bir son vermek için öğrenirler.”
Bugünkü savaşla ilgili olarak eğer bu biçimdeki, evet büsbütün bu biçimdeki propagandadan kaçınacaksak, uluslararası devrimci sosyal-demokrasi, sosyalist devrim ve savaşa karşı savaşmak gibi sözleri hiç ağzına almasın daha iyi.
Şimdi silahsızlanma savunucularının durumlarını daha yakından inceleyelim.
1-Bunların başlıca iddiaları, silahsızlanma isteğinin her türlü militarizm ve savaşa karşı savaşımın en açık, en kararlı ve en tutarlı ifadesi olduğudur.
1-Bunların başlıca iddiaları, silahsızlanma isteğinin her türlü militarizm ve savaşa karşı savaşımın en açık, en kararlı ve en tutarlı ifadesi olduğudur.
Ne var ki silahsızlanma savunucularının en büyük yanılgıları da bu temel iddialarında bulunuyor. Sosyalistler, sosyalistlikten vazgeçmeksizin her türlü savaşa karşı olamazlar.
Birincisi, önce sosyalistler, ne eskiden, ne de şimdi, devrimci savaşlara karşı olamazlar. Emperyalist “büyük” devletlerin burjuvazisi tepeden tırnağa gerici kesildiler ve biz, bu burjuvazinin şimdi sürdürdüğü savaşa, gerici, köleci ve canice bir savaş gözüyle bakıyoruz. Ama, ya bu burjuvaziye karşı verilecek savaşa ne denir? Örneğin, bu burjuvazinin ezdiği ve bu burjuvaziye bağımlı halkların ya da sömürge halklarının kurtuluş için verecekleri bir savaşa ne denir? Enternasyonal grubunun tezlerinin 5. paragrafında şöyle deniyor: “Bu başıboş emperyalizm çağında, ne türden olursa olsun, ulusal bir savaş olamaz.” Bu, apaçık bir yanılmadır.
20. yüzyıl tarihi, bu “başıboş emperyalizm” yüzyılı, sömürgelerin verdikleri savaşlarla dolu. Ama biz Avrupalıların; dünya halklarının çoğunluğunu ezen biz emperyalistlerin, alışkın olduğumuz o lanet şovenliğimizle, “sömürge savaşları” adını verdiğimiz savaşların çoğu ulusal savaşlardır ya da bu ezilen halkların ulusal başkaldırmalarıdır. Emperyalizmin başlıca özelliklerinden biri, en geri ülkelerde kapitalist gelişmeyi hızlandırması ve ulusların ezilmelerine karşı verilen savaşımı yaygınlaştırması ve yoğunlaştırmasıdır. Bu, bir gerçektir.
Bundan şu sonuç çıkar ki, emperyalizm, çoğu zaman ulusal savaşları körükler. Yukarıya alınan “tezler”i savunan broşüründe, Junius[33] emperyalizm döneminde, emperyalist büyük devletlerin birisine karşı verilen her ulusal savaşın, başka bir rakip emperyalist büyük devletin müdahalesine yolaçtığını ve böylece her ulusal savaşın bir emperyalist savaşa dönüştüğünü söylüyor. Ama bu iddia da yanlıştır. Bu, olabilir, ama her zaman değil. 1900-1914 arasındaki birçok sömürge savaşları bu yolu izlemedi. Örneğin, şöyle bir şey söylersek yalnızca gülünç olur: bugünkü savaştan sonra, eğer bu savaş bütün hasım tarafların tam bir tükenmişliği ile sona ererse, “herhangi bir” ulusal, ilerici, devrimci savaş “olamaz”; diyelim, Hindistan, İran ve Siyam'ın vb. ittifakı ile, Çin tarafından büyük devletlere karşı böyle bir savaş verilemez.
Emperyalizm altında her türlü ulusal savaş olanağını yadsımak teorik olarak yanlış, tarihsel bakımdan hatalı, ve uygulamada Avrupa şovenizmiyle birdir: Avrupa'da, Afrika'da, Asya'da vb. yüz milyonlarca insanı ezen uluslara mensup olan bizler, ezilen halklara “bizim” uluslarımıza karşı savaş vermenin “olanaksız” olduğunu söylemeye çağrılıyoruz!
İkincisi, iç savaş da, öteki savaşlar gibi bir savaştır. Sınıf savaşımını kabul eden herkes, iç savaşı da kabul etmek zorundadır. Her sınıflı toplumda iç savaş doğal, ve bazı koşullarda sınıf savaşımının kaçınilmaz devamı, gelişmesi ve şiddetlenmesidir. Bu, her büyük devrimle doğrulanmıştır. İç savaşı kabul etmemek ya da görmezlikten gelmek, büyük bir oportünizme düşmek ve sosyalist devrimi yadsımak olur.
Üçüncüsü, sosyalizmin tek bir ülkede zaferi, bir çırpıda genellikle bütün savaşları ortadan kaldırmaz. Tersine, bu savaşları öngörür. Kapitalizmin gelişmesi, farklı ülkelerde hiç de düzenli olmayan bir biçimde yürümektedir. Meta üretimi koşullarında başka türlü de olamaz. Bundan da reddedilemez bir biçimde şu çıkıyor ki, sosyalizm bütün ülkelerde aynı anda zafere ulaşamaz. Önce bir ya da birkaç ülkede zafere ulaşacak, ötekiler bir süre burjuva ya da burjuva-öncesi döriemde kalacaklardır. Bu, yalnız sürtüşmeler yaratmakla kalmayacak, öteki ülkelerin burjuvazisi, sosyalist devletin utkun proletaryasını ezmeye bile kalkışacaktır.
Emperyalizm altında her türlü ulusal savaş olanağını yadsımak teorik olarak yanlış, tarihsel bakımdan hatalı, ve uygulamada Avrupa şovenizmiyle birdir: Avrupa'da, Afrika'da, Asya'da vb. yüz milyonlarca insanı ezen uluslara mensup olan bizler, ezilen halklara “bizim” uluslarımıza karşı savaş vermenin “olanaksız” olduğunu söylemeye çağrılıyoruz!
İkincisi, iç savaş da, öteki savaşlar gibi bir savaştır. Sınıf savaşımını kabul eden herkes, iç savaşı da kabul etmek zorundadır. Her sınıflı toplumda iç savaş doğal, ve bazı koşullarda sınıf savaşımının kaçınilmaz devamı, gelişmesi ve şiddetlenmesidir. Bu, her büyük devrimle doğrulanmıştır. İç savaşı kabul etmemek ya da görmezlikten gelmek, büyük bir oportünizme düşmek ve sosyalist devrimi yadsımak olur.
Üçüncüsü, sosyalizmin tek bir ülkede zaferi, bir çırpıda genellikle bütün savaşları ortadan kaldırmaz. Tersine, bu savaşları öngörür. Kapitalizmin gelişmesi, farklı ülkelerde hiç de düzenli olmayan bir biçimde yürümektedir. Meta üretimi koşullarında başka türlü de olamaz. Bundan da reddedilemez bir biçimde şu çıkıyor ki, sosyalizm bütün ülkelerde aynı anda zafere ulaşamaz. Önce bir ya da birkaç ülkede zafere ulaşacak, ötekiler bir süre burjuva ya da burjuva-öncesi döriemde kalacaklardır. Bu, yalnız sürtüşmeler yaratmakla kalmayacak, öteki ülkelerin burjuvazisi, sosyalist devletin utkun proletaryasını ezmeye bile kalkışacaktır.
Bu gibi durumlarda savaş, bizim için meşru ve haklı bir savaş olacaktır. Bu, hem sosyalizm için, hem öteki ulusları burjuvaziden kurtarmak için girişilmiş bir savaştır. Engels, Kautsky’ye yazdığı 12 Eylül 1882 tarihli mektupta[34], zaferi kazanmış sosyalizmin “savunma savaşları” vermesinin mümkün olduğunu açıkça belirttiği zaman tümüyle haklıydı. Onun aklında olan, zafere ulaşmış proletaryanın öteki ülkelerin burjuvazisine karşı savunulmasıydı.
Ancak, biz, tek ülkede değil bütün dünyadaki burjuvaziyi devirir, yener ve onları mülksüzleştirrirsek, savaşlar olanaksız duruma gelir. Ve bilimsel açıdan şu en önemli şeyi görmezlikten gelmek ya da önemsememek, son derece yanlış -ve devrimciye hiç de yakışmayan- sosyalizme geçişte bu en güç ve en büyük savaşımı gerektiren bir görevdir. “Sosyal” vaizler ve oportünistler, geleceğin barışçıl sosyalizminin hayallerini kurmaya her zaman hazırdırlar. Ama bunları devrimci sosyal-demokratlardan ayıran şey, bu güzel geleceğe kavuşmak için gerekli çetin savaşımlar ve sınıf savaşları üzerine kafa yormaya yanaşmamalarıdır.
Kendimizi, sözcüklerin ardısıra sürüklenmeye bırakmayalım. Örneğin, “anayurdun savunulması” deyimi pek çok kimse için tiksindiricidir, çünkü hem yolagelmez oportünistler, hem de kautskiciler, bu sözü, şimdiki yağma savaşı üzerine söylenen burjuva yalanlarını örtbas etmek için kullanıyorlar. Bu bir gerçek. Ama bu, bundan böyle politik sloganların anlamları üzerinde düşünmemize gerek olmadığı demek değildir. Bugünkü savaşta “anayurdun savunulmasını” kabul etmek, ne eksik ne fazla, bu savaşı “adil” bir savaş olarak, yineliyoruz, ne eksik ne fazla, proletaryanın yararına bir savaş olarak kabul etmek demektir; çünkü her savaşta istilalar olabilir. Emperyalist büyük devletlere karşı savaşlarında ezen uluslar yönünden ya da bir burjuva devletin bazı Galiffet'lerine[35] karşı savaşında utkun blr proietarya bakımından “anayurdun savunulmasını” kabul etmemek budalalık olur.
Teorik olarak, her savaşın, politikanın başka araçlarla bir devamı olduğunu unutmak büyük yanılgıdır. Bugünkü emperyalist savaş, iki büyük devlet grubunun emperyalist poliiikalarının devamıdır ve bu politika, emperyalist dönem ilişkilerinin bütünü tarafından yaratılmış ve körüklenmiştir. Ne var ki, aynı dönem, ulusların ezilmelerine karşı savaşımı ve burjuvaziye karşı proletarya savaşımını da kaçınılmaz olarak doğuracak ve körükleyecek, ve bunun sonucu olarak da, önce devrimci ulusal ayaklanmalar ve savaşlar; sonra, burjuvaziye karşı proletarya savaşları ve ayaklanmaları; üçüncü olarak da her iki türden devrimci savaşların bir bileşimini vb olanaklı ve kaçınılmaz dururna getirecektir.
Ancak, biz, tek ülkede değil bütün dünyadaki burjuvaziyi devirir, yener ve onları mülksüzleştirrirsek, savaşlar olanaksız duruma gelir. Ve bilimsel açıdan şu en önemli şeyi görmezlikten gelmek ya da önemsememek, son derece yanlış -ve devrimciye hiç de yakışmayan- sosyalizme geçişte bu en güç ve en büyük savaşımı gerektiren bir görevdir. “Sosyal” vaizler ve oportünistler, geleceğin barışçıl sosyalizminin hayallerini kurmaya her zaman hazırdırlar. Ama bunları devrimci sosyal-demokratlardan ayıran şey, bu güzel geleceğe kavuşmak için gerekli çetin savaşımlar ve sınıf savaşları üzerine kafa yormaya yanaşmamalarıdır.
Kendimizi, sözcüklerin ardısıra sürüklenmeye bırakmayalım. Örneğin, “anayurdun savunulması” deyimi pek çok kimse için tiksindiricidir, çünkü hem yolagelmez oportünistler, hem de kautskiciler, bu sözü, şimdiki yağma savaşı üzerine söylenen burjuva yalanlarını örtbas etmek için kullanıyorlar. Bu bir gerçek. Ama bu, bundan böyle politik sloganların anlamları üzerinde düşünmemize gerek olmadığı demek değildir. Bugünkü savaşta “anayurdun savunulmasını” kabul etmek, ne eksik ne fazla, bu savaşı “adil” bir savaş olarak, yineliyoruz, ne eksik ne fazla, proletaryanın yararına bir savaş olarak kabul etmek demektir; çünkü her savaşta istilalar olabilir. Emperyalist büyük devletlere karşı savaşlarında ezen uluslar yönünden ya da bir burjuva devletin bazı Galiffet'lerine[35] karşı savaşında utkun blr proietarya bakımından “anayurdun savunulmasını” kabul etmemek budalalık olur.
Teorik olarak, her savaşın, politikanın başka araçlarla bir devamı olduğunu unutmak büyük yanılgıdır. Bugünkü emperyalist savaş, iki büyük devlet grubunun emperyalist poliiikalarının devamıdır ve bu politika, emperyalist dönem ilişkilerinin bütünü tarafından yaratılmış ve körüklenmiştir. Ne var ki, aynı dönem, ulusların ezilmelerine karşı savaşımı ve burjuvaziye karşı proletarya savaşımını da kaçınılmaz olarak doğuracak ve körükleyecek, ve bunun sonucu olarak da, önce devrimci ulusal ayaklanmalar ve savaşlar; sonra, burjuvaziye karşı proletarya savaşları ve ayaklanmaları; üçüncü olarak da her iki türden devrimci savaşların bir bileşimini vb olanaklı ve kaçınılmaz dururna getirecektir.
2-Buna aşağıdaki genel düşüncelerin de eklenmesi gerekir. Silah elde etmeye ve bunların kullanılışını öğrenmeye çalışmayan ezilen bir sınıf, köle muamelesi görmeyi hakeder. Burjuva pasifisti ya da oportünist olmaksızın, sınıflı bir toplumda yaşadığımızı, bu toplumdan kurtulmanın tek bir çıkar yolu olduğunu, bunun da ancak sıınf savaşımı olduğunu unutamayız. Her sınıflı toplumda, ister köleliğe, serfliğe, ister şimdi olduğu gibi ücretli emeğe dayansın, ezen sınıf her zaman silahlıdır. Yalnız modern sürekli ordu değil, modern milis kuvveti bile -örneğin en demokratik burjuva cumhuriyeti İsviçre'de blle-, burjuvazinin proletaryaya karşı silahlanmasını temsil eder. Bu öylesine basit bir gerçektir ki, üzerinde durmanın bile gereği yoktur. Bütün kapitalist ülkelerde grevcilere karşı askeri birliklerin kullanılmasına değinmek yeter.
Proletaryaya karşı silahlanmış bir burjuvazi, modern kapitalist toplumun en büyük, temel ve bellibaşlı gerçeğidir. İşte bu gerçek karşısında, devrimci sosyal-demokratları, “silahsızlanmayı” “istemeye” özendirmek! Bu, sınıf savaşımı görüşünü büsbütün bırakmak, devrim düşüncesini yadsımak demektir. Bizim sloganımız, burjuvaziyi yenmek, onları mülksüzleştirmek ve silahsızlandırmak için proletaryayı donatmak [silahlandırmak[*]] olmalıdır. Devrimci sınıf için tek olanaklı taktik budur; bu taktik, kapitalist militarizmin bütünüyle nesnel gelişmesinin mantıksal sonucu ve gereğidir. Ancak burjuvaziyi silahsızlandırdıktan sonra, proletarya, kendi dünya ölçüsündeki görevine ihanet etmeden bütün silahları hurdalığa atar. Proletarya, kuşku yok ki, bunu yapacaktır, ama ancak bu koşul yerine getirildikten sonra, kesenkes önce değil. Eğer şimdi savaş, gerici hıristiyan sosyalistler ile, tir tir titreyen küçük-burjuvazi arasında yalnızca korku ve dehşet yaratıyor, silahların her çeşit kullanılmasına, kan dökülmesine, ölüme vb. karşı yalnızca bir nefret uyandırıyorsa, kendilerine şunu söyleriz: kapitalist toplum daima ucu bucağı olmayan bir dehşettir. Ve savaşların en gericisi olan bu savaş, bu topluma korkunç bir son hazırlıyorsa, umutsuzluğa düşmemiz için hiçbir neden yok. Herkesin görebildiği gibi, burjuvanın, kendi eliyle tek meşru ve devrimci savaş için, yani emperyalist burjuvaya karşı bir iç savaş için yolları hazırladığı bir sırada, silahsızlanma “isteği” ya da daha doğrusu silahsızlanma hayali, aslında, bir umutsuzluğun ifadesinden başka bir şey değildir.
Bunun yaşamdan kopmuş bir teori olduğunu söyleyenler olabilir, bunlara dünya ölçüsündeki iki tarihsel gerçeği anımsatırız: bir yandan tröstler ile sanayide kadınların kullanılması; öte yandan, 1871 Paris Komünü ile Rusya'da 1905 Aralık ayaklanması.
Tröstleri geliştirmeyı, kadınlarla çocukları fabrikalara doldurmayı ve bunların ahlakını bozmayı, ıstıraba sürüklerneyi ve sonsuz bir yoksulluğa atmayı burjuvazi kendine iş edinmişti. Biz, böyle bir gelişmeyi “istemiyoruz” ve bunu “desteklemiyoruz”. Biz, buna karşı savaşım veriyoruz. Ama nasıl savaşım veriyoruz? Tröstlerin ve kadınların sanayide kullanılmasının ilerici olduğunu açıklıyoruz. Biz el zanaatları sistemine, tekelci-kapitalizm öncesine, kadınların evlerine kapatılmasına dönülmesini istemiyoruz. Tröstleri ve benzeri kuruluşları geride bırakarak, sosyalizme doğru ileri!
Gerekli değişikliklerle bu iddia, halkın bugünkü askerleştirilmesine uygulanabilir. Bugün emperyalist burjuvazi, yetişkinler ile birlikte gençliği de askerleştiriyor, yarın kadınların askerleştirilmesine de başlayabilir. Bizim tutumumuz şu olmalıdır: Çok güzel. Son hızla ileri! Ne kadar hızlı hareket edersek, kapitalizme karşı ayaklanmaya o kadar fazla yaklaşırız. Sosyal-demokratlar nasıl olur da gençliğin vb. askerleştirilmesinden korkuya kapılırlar; yoksa bunlar Paris Komünü örneğini unutuyorlar mı? Bu “yaşamdan yoksun bir teori” ya da bir hayal değildir. Bu, bir gerçektir. Varolan bütün ekonomik ve politik gerçeklere karşın, eğer sosyal-demokratlar emperyalizm çağının ve emperyalist savaşların kaçınılmaz olarak bu gibi olayların yinelenmesine yolaçacağından kuşku duyuyorlarsa, pek yazık olur doğrusu.
Paris Komününü gören bir burjuva gözlemcisi, Mayıs 1871'de, bir İngiliz gazetesine şöyle yazıyor: “Eğer Fransızlar yalnızca kadınlardan ibaret olsalardı, ne müthiş bir şey olurdu!” Kadınlarla onüç, ondört yaşındaki çocuklar, Paris Komününde, erkeklerle yanyana savaştılar. Burjuvazinin devrilmesi için ilerde verilecek savaşlarda da bu böyle olacaktır. Proleter kadınlar, derme-çatma silahlı ya da silahsız işçilerin, burjuvazinin adamakıllı silahlanmış kuvvetleri tarafından kurşunlanmasına seyirci kalmayacaklardır. Tıpkı 1871'de olduğu gibi silaha sarılacaklar ve bugünün yılgın uluslarından -ya da daha doğrusu bir düzen kurması hükümetlerden çok oportünistler tarafından önlenmiş bugünün işçi sınıfı hareketinden- ergeç, ama her halde, devrimci proletaryanın “müthiş uluslarının” uluslararası bir birliği mutlaka doğacaktır.
Toplum yaşamı artık tümüyle askerileştirilmiştir. Emperyalizm, dünyanın bölüşülmesi ve yeniden bölüşülmesi için büyük devletlerin giriştikleri vahşi bir savaşımdır. Bu yüzden, bütün ülkeler, yansız olanlarla birlikite küçükler de, daha fazla askerileşmeye doğru gidecektir. Proleter kadın buna nasıl karşı çıkacaktır? Yalnızca bütün savaşlara ve askeri olan her şeye söverek ve silahsızlanmayı isteyerek mi? Ezilen ve gerçekten devrimci bir sınıfın kadını, bu utanç verici rolü asla kabul etmeyecektir. Bunlar oğullarına şöyle diyeceklerdir: “Yakında delikanlı olacaksın. Eline silah verilecek. Silahı al ve askerlik sanatını iyice öğren. Proleterler, bunu, bugünkü savaşta olduğu ve sosyalizmin düşmanlarının sana söyledikleri gibi kardeşlerini, öteki ülkelerin işçilerini vurmak için öğrenmezler. Bunu, kendi ülkelerinin burjuvazisine karşı savaşım vermek, sömürüye, sefalete ve savaşa bir son vermek için öğrenirler.”
Bugünkü savaşla ilgili olarak eğer bu biçimdeki, evet büsbütün bu biçimdeki propagandadan kaçınacaksak, uluslararası devrimci sosyal-demokrasi, sosyalist devrim ve savaşa karşı savaşmak gibi sözleri hiç ağzına almasın daha iyi.
3-Silahsızlanma avukatları, programdaki “silahlı ulus” noktasına, diğerleri arasında, bu isteğin oportünizme ödün verilmesine yolaçabileceği nedeniyle karşı çıkıyorlar. En önemli noktayı, yani silahsızlanma ile sınıf savaşımının ve toplumsal devrimin ilişkilerini yukarda inceledik. Şimdi de, silahsızlanma isteği ile oportünizm arasındaki ilişkiyi inceleyelim. Bu isteğin kabul edilemez olmasının en önemli (sayfa 66) nedenlerinden biri, bunun yarattığı hayalin kaçınılmaz olarak, oportünizme karşı savaşımımızı zayıflatması ve canlılığını kaybettirmesidir.
Kuşku yok ki, bu savaşım, şimdi Enternasyonalin karşılaştığı en acil ve ana sorundur. Emperyalizme karşı savaşım eğer oportünizme karşı savaşımla sıkısıkıya bağlı değilse, boş bir söz ya da bir aldatmacadır. Zimmerwald ve Kienthal'in[36] başlıca kusurlarından birisi, Üçüncü Enternasyonalin çekirdeği olan bu kuruluşları iflasa götürebilecek ana nedenlerden biri, oportünistlerle kopma gereği üzerine bir karar almak şöyle dursun, oportünizme karşı savaşım sorununun ortaya bile atılmamasıdır. Oportünizm -geçiciolarak- Avrupa işçi hareketinde zafere ulaşmıştır. Bütün büyük ülkelerde, oportünizmin iki türü ortaya çıkmıştır : İlki Bay Plehanov, Scheidemann, Legien, Albert Thomas ve Sembat, Vandervelde, Hyhdman, Henderson'un açık, sinik ve bu yüzden de az tehlikeli sosyal-emperyalizmi; ikincisi, gizli Kautsky oportünizmi: Almanya'da Kautsky-Haase ve Sosyal-Demokrat İşçi Grubu[37]; Fransa'da Longuet, Pressmane, Mayeras vb; İngiltere'de Ramsay MacDonald ile Bağımsız İşçi Partisinin öteki liderleri; Rusya'da Martov, Çheydze ve ötekiler, İtalya'da Treves ve öteki sözde sol-reformcular.
Açık oportünizm, devrime ve başlangıç durumundaki devrimci hareketlere ve patlamalara, açıkça ve doğrudan doğruya karşıdır. Biçimi değişmekle birlikte, hükümetler ile ittifak durumundadır: bu ittifak, hükümetlere katılmaktan, Savaş Sanayii Komitelerine katılmaya (Rusya'da olduğu gibi)[38] kadar değişebilir. Maskeli oportünistler, kautskiciler, işçi sınıfı hareketi için daha zararlı, daha tehlikelidir, çünkü bunlar, hükümetle ittifak yanlısı olduklarını akla-yakın, sözde “marksist” sözlerle ve pasifist sloganlarla gizlerler. Bu her iki türden oportünizme karşı, proletarya politikasının her alanında savaşım verilmelidir: (sayfa 67) parlamentoda, işçi sendikalarında, grevlerde, askeri alanda vb.. Bu iki tür oportünizmin başlıca ayırdedici niteliği, bugünkü savaş ile devrim ve devrimin diğer somut sorunları arasındaki ilişkiler konusundaki somut sorunların, susarak geçiştirilmek, gözden saklanmak ve polis yasakları ile savuşturulmak istenmesidir. Savaştan önce, yaklaşmakta olan bu savaş ile proleter devrimi arasındaki ilişkiler üzerine, hem resmen Basel Bildirisinde, hem de birçok kez resmi olmayan bir biçimde dikkatler çekildiği halde, tutumları bu olmuştur. Silahsızlanma isteğinin başlıca kusuru, devrimin bütün somut sorunlarına elatmaktan kaçınmasıdır. Yoksa silahsızlanmanın avukatlığını yapanlar yepyeni bir silahsız devrim türünden mi yanadırlar?
Devam edelim. Biz, hiçbir biçimde, reformlar için savaşmaya karşı değiliz. Yığınlardaki huzursuzluk ve hoşnutsuzluk birçok kez ve şiddetle ortaya çıktığı halde, ve bizim çabalarımıza karşın, bugünkü savaş bir devrimle sonuçlanmadığı takdirde, insanlığın -en kötü olasılıkla- ikinci bir emperyalist savaşa sürüklenmesi olasılığını görmezlikten gelmek istemiyoruz. Oportünizme karşı olmayı da içine alan bir reform programından yanayız. Reformlar için savaşımı onların tekeline bırakır da acı gerçeklerden kaçar ve bir tür “silahsızlanma” fikriyle bulutların üzerinde kendimize sığınak ararsak, oportünistleri sevindirmiş oluruz. “Silahsızlanma”, yalnızca, cansıkıcı gerçekten kaçmak ve buna karşı savaşım vermemek demektir.
Böyle bir programda şuna benzer bir şey söyleyebiliriz: “1914-1916'da, emperyalist savaşta, anayurdun savunulması sloganı ve bu sloganın benimsenmesi, yalnızca bir burjuva yalanının yardımıyla işçi sınıfı hareketini kokuşturmak demektir.” Somut bir soruya böylesine somut bir yanıt, teorik bakımdan daha doğru, proletaryaya daha yararlı, ve oportünistler için ise silahsızlanma isteğinden ve “anayurdun savunulması”nın yadsınmasından daha dayanılmaz (sayfa 68) bir şeydir. Ve sözlerimize şunu da eklemeliyiz: “Büyük devletlerin -İngiltere'nin, Fransa 'nın, Almanya 'nın, Avusturya'nın, Rusya'nın, İtalya'nın, Japonya'nın, Amerika'nın- burjuvazisi, öylesine gerici olmuş ve dünyaya egemen olma hırsına kendilerini öylesine kaptırmışlardır ki, bu ülkelerin burjuvazisinin yürüteceği her savaş, ancak gerici bir savaş olabilir. Proletarya böyle bir savaşa karşı çıkmakla yetinmemeli, bu savaşlarda 'kendi' hükümetinin yenilmesini istemeli ve eğer bir ayaklanma savaşa engel olabilecekse, devrimci ayaklanmalar için savaştan yararIanılmalıdır.”
Milis sorununda ise şunu söylememiz gerekirdi: Biz, bir burjuva milis kuruluşundan yana değiliz; proleter bir miIis kuruluşundan yanayız. Bunun için, bir burjuva milis kuruluşuna bile “ne tek kuruş yeririz, ne de tek bir kişi”; çünkü, Amerika, İsviçre, Norveç vb. gibi ülkeler bir yana, en özgür cumhuriyetçi ülkelerde (örneğin İsviçre) bile, milis kuruluşu, özellikle 1907 ve 1911'de gitgide daha fazla prusyalılaştırılmakta ve grevcilere karşı harekete getirilmek suretiyle kötüye kullanılmaktadır. Subayların halk tarafından seçilmelerini, askeri yasaların kaldırılmasını, yabancı doğumluların yerlilerle aynı haklara sahip olmalarını (bu nokta İsviçre gibi yabancı işçileri gitgide daha fazIa sömürdüğü halde, bunlara herhangi bir hak tanımayı reddeden emperyalist devletler içın özellikle önemlidir) isteyebiliriz. Ayrıca belli bir ülkenin sakinlerinden, diyelim, her yüz kişisine gönüllü birlikler kurma ve bu birliklere ücretleri devletçe ödenecek subayları serbestçe seçme hakkının verilmesini de isteyebiliriz. Ancak bu koşullarda proIetarya, köle sahipleri için değil, kendileri için askeri eğitim görmüş olur ve böyle bir eğitim, proletaryanın çıkarları gereğidir de. Rus devrimi, devrimin her başarısının; bir kentin, bir fabrika kasabasının, ordunun bir bölümünün ele geçirilmesi gibi kısmi bir başarının bile utkun proletaryayı böyle bir programı uygulamaya zorladığını göstermiştir.
Son olarak, oportünizm ile yalnızca programlar yaparak savaşmaya olanak bulunmadığı da ortada; bu, programların gerçekten uygulanıp uygulanmadığını anlamak için sürekli bir çaba ve uyanıklık ile yürütülen bir savaşımı gerektirir. İflas etmiş olan İkinci Enternasyonalin işlediği en büyük ve ağır yanılgı, sözleri ile yaptıkları şeylerin birbirine uymaması, ikiyüzlülüğü ve utanmazca bir devrim lafebeliğini alışkanlık haline getirmesidir (Kautsky ile şürekasının Basel Bildirisine karşı şimdiki tutumlarına bakınız). Silahsızlanma toplumsal bir fikirdir, yani belli bir toplumsal çevreden çıkan ve belli bir toplumsal çevreyi etkileyebilen bir fikir -bu fikir kuşkusuz bir bireyin fantezisi değildir-, uzun bir süre dünyanın kanlı savaş alanından uzak kalan ve ilerde de uzak kalacağını sanan bazı küçük devletlerde hüküm süren pek “sakin” yaşam koşullarının bir ürünüdür. Bundan emin olmak için, örneğin Norveçli silahsızlanma savunucularının ileri sürdükleri iddialar üzerinde düşünmek yeter. “Biz küçük bir ülkeyiz.” diyor bunlar. “Ordurmız küçük, büyük devletlere karşı elimizden ne gelir?” (ve bu yüzden, şu ya da bu büyük devIetler grubu ile emperyalist ittifaklara girmeye karşı direnme gücünü kendilerinde bulamıyorlar). ..”Uzak köşemizde rahat bırakılmak, dünyadan habersiz politikamızı yürütmeye devam etmek, silahsızlanmayı, zorunlu uzlaştırma mahkemelerini ve sürekli yansızlığımızı korumayı istiyoruz.” (“Sürekli yansızlık” herhalde Belçika usulü bir yansızIık olacaktır. )
Küçük devletlerin bir kenarda durmak için küçük çabaları; küçük-burjuvazinin, dünya tarihinin büyük savaşlarından mümkün olduğu kadar uzak durma isteği; dargörüşlü bir pasifliği sürdürmek için nispi tekelci durumdan yararlanmak - işte bütün bunlar, bazı küçük devletlerde silahsızlanma fikrine belli bir ölçüde başarı ve geçerlik sağlayabilen nesnel toplumsal ortamdır. Kuşku yok ki, bu çaba gericidir ve tamamen hayal ürünüdür; çünkü emperyalizm, şu ya da bu yoldan küçük devletleri dünya ekonomisinin ve politikasının hareket merkezine doğru çekmektedir.
Örneğin İsviçre'de, emperyalist çevre, işçi sınıfı hareketini iki yoldan birini izleme durumunda bırakmaktadır. Burjuvazi ile ittifak halindeki oportünistler, emperyalist burjuva turistlerinden kar sağlamak ve bu “sakin” tekelci durumu mümkün olduğu kadar kârlı ve sakin tutmak için İsviçre'yi bir cumhuriyetçi-demokrat tekelci federasyon haline getirmeye çabalamaktadır.
İsviçre'nin gerçek sosyal-demokratları ise, zafere ulaşmada Avrupa'daki işçi partilerinin devrimci unsurlarının sıkı ittifakına yardımcı olmak amacıyla, İsviçre'deki nispi özgürlükten yararlanma çabasındadırlar. Tanrıya şükür, İsviçre'nin “kendine özgü ayrı bir dili yok” ; İsviçreliler komşu hasım ülkelerin konuştukları üç yaygın dili konuşuyorlar.
Eğer İsviçreli yirmibin parti üyesi, “ek savaş vergisi” türünden, haftada iki santimlik bir savaş ödentisi ödeseler, bu, yılda yirmibin frank gibi bir para eder ve bu miktar bizim üç dilde belli aralıklarla yayın yapmamıza ve bunları Kuvvet Karargahlarının yasaklarına karşın, savaşan ülkelerin işçileri ve askerleri arasında dağıtmamıza yeter. Bu yayınlar, işçiler arasında başgösteren ayaklanmalar konusunda gerçek bilgileri, siperlerde kurulan dostlukları, ellerindeki silahları “kendi” ülkelerinin emperyalist burjuvalarına karşı, devrimci bir amaçla kullanma umutlarını vb. içerebilir.
Bütün bunlar yeni bir şey değil. Ne yazık ki yeterli ölçüde olmamakla birlikte La Sentinelle, Volksrecht ve Berner Tagwacht[39] gibi en iyi gazeteler zaten bunu yapmaktalar. Ancak bu gibi çalışmalarla Aarau Parti Kongresinin[40] kusursuz kararları, yalnızca kusursuz karar olmaktan öteye bir şeyler olabilir.
Bizi şu anda ilgilendiren sorun şu: silahsızlanma isteği, İsviçre sosyal-demokratları arasındaki devrimci eğilimlere tekabül ediyor mu? Belli ki etmiyor. Nesnel olarak. “silahsızlanma” küçük devletlerin pek ulusal, ancak bu devletlere özgü tamamen ulusal bir programıdır; bu program asla uluslararası devrimci sosyal-demokrasinin uluslararası bir programı değildir.
Eylül 1916 N. Lenin
Kuşku yok ki, bu savaşım, şimdi Enternasyonalin karşılaştığı en acil ve ana sorundur. Emperyalizme karşı savaşım eğer oportünizme karşı savaşımla sıkısıkıya bağlı değilse, boş bir söz ya da bir aldatmacadır. Zimmerwald ve Kienthal'in[36] başlıca kusurlarından birisi, Üçüncü Enternasyonalin çekirdeği olan bu kuruluşları iflasa götürebilecek ana nedenlerden biri, oportünistlerle kopma gereği üzerine bir karar almak şöyle dursun, oportünizme karşı savaşım sorununun ortaya bile atılmamasıdır. Oportünizm -geçiciolarak- Avrupa işçi hareketinde zafere ulaşmıştır. Bütün büyük ülkelerde, oportünizmin iki türü ortaya çıkmıştır : İlki Bay Plehanov, Scheidemann, Legien, Albert Thomas ve Sembat, Vandervelde, Hyhdman, Henderson'un açık, sinik ve bu yüzden de az tehlikeli sosyal-emperyalizmi; ikincisi, gizli Kautsky oportünizmi: Almanya'da Kautsky-Haase ve Sosyal-Demokrat İşçi Grubu[37]; Fransa'da Longuet, Pressmane, Mayeras vb; İngiltere'de Ramsay MacDonald ile Bağımsız İşçi Partisinin öteki liderleri; Rusya'da Martov, Çheydze ve ötekiler, İtalya'da Treves ve öteki sözde sol-reformcular.
Açık oportünizm, devrime ve başlangıç durumundaki devrimci hareketlere ve patlamalara, açıkça ve doğrudan doğruya karşıdır. Biçimi değişmekle birlikte, hükümetler ile ittifak durumundadır: bu ittifak, hükümetlere katılmaktan, Savaş Sanayii Komitelerine katılmaya (Rusya'da olduğu gibi)[38] kadar değişebilir. Maskeli oportünistler, kautskiciler, işçi sınıfı hareketi için daha zararlı, daha tehlikelidir, çünkü bunlar, hükümetle ittifak yanlısı olduklarını akla-yakın, sözde “marksist” sözlerle ve pasifist sloganlarla gizlerler. Bu her iki türden oportünizme karşı, proletarya politikasının her alanında savaşım verilmelidir: (sayfa 67) parlamentoda, işçi sendikalarında, grevlerde, askeri alanda vb.. Bu iki tür oportünizmin başlıca ayırdedici niteliği, bugünkü savaş ile devrim ve devrimin diğer somut sorunları arasındaki ilişkiler konusundaki somut sorunların, susarak geçiştirilmek, gözden saklanmak ve polis yasakları ile savuşturulmak istenmesidir. Savaştan önce, yaklaşmakta olan bu savaş ile proleter devrimi arasındaki ilişkiler üzerine, hem resmen Basel Bildirisinde, hem de birçok kez resmi olmayan bir biçimde dikkatler çekildiği halde, tutumları bu olmuştur. Silahsızlanma isteğinin başlıca kusuru, devrimin bütün somut sorunlarına elatmaktan kaçınmasıdır. Yoksa silahsızlanmanın avukatlığını yapanlar yepyeni bir silahsız devrim türünden mi yanadırlar?
Devam edelim. Biz, hiçbir biçimde, reformlar için savaşmaya karşı değiliz. Yığınlardaki huzursuzluk ve hoşnutsuzluk birçok kez ve şiddetle ortaya çıktığı halde, ve bizim çabalarımıza karşın, bugünkü savaş bir devrimle sonuçlanmadığı takdirde, insanlığın -en kötü olasılıkla- ikinci bir emperyalist savaşa sürüklenmesi olasılığını görmezlikten gelmek istemiyoruz. Oportünizme karşı olmayı da içine alan bir reform programından yanayız. Reformlar için savaşımı onların tekeline bırakır da acı gerçeklerden kaçar ve bir tür “silahsızlanma” fikriyle bulutların üzerinde kendimize sığınak ararsak, oportünistleri sevindirmiş oluruz. “Silahsızlanma”, yalnızca, cansıkıcı gerçekten kaçmak ve buna karşı savaşım vermemek demektir.
Böyle bir programda şuna benzer bir şey söyleyebiliriz: “1914-1916'da, emperyalist savaşta, anayurdun savunulması sloganı ve bu sloganın benimsenmesi, yalnızca bir burjuva yalanının yardımıyla işçi sınıfı hareketini kokuşturmak demektir.” Somut bir soruya böylesine somut bir yanıt, teorik bakımdan daha doğru, proletaryaya daha yararlı, ve oportünistler için ise silahsızlanma isteğinden ve “anayurdun savunulması”nın yadsınmasından daha dayanılmaz (sayfa 68) bir şeydir. Ve sözlerimize şunu da eklemeliyiz: “Büyük devletlerin -İngiltere'nin, Fransa 'nın, Almanya 'nın, Avusturya'nın, Rusya'nın, İtalya'nın, Japonya'nın, Amerika'nın- burjuvazisi, öylesine gerici olmuş ve dünyaya egemen olma hırsına kendilerini öylesine kaptırmışlardır ki, bu ülkelerin burjuvazisinin yürüteceği her savaş, ancak gerici bir savaş olabilir. Proletarya böyle bir savaşa karşı çıkmakla yetinmemeli, bu savaşlarda 'kendi' hükümetinin yenilmesini istemeli ve eğer bir ayaklanma savaşa engel olabilecekse, devrimci ayaklanmalar için savaştan yararIanılmalıdır.”
Milis sorununda ise şunu söylememiz gerekirdi: Biz, bir burjuva milis kuruluşundan yana değiliz; proleter bir miIis kuruluşundan yanayız. Bunun için, bir burjuva milis kuruluşuna bile “ne tek kuruş yeririz, ne de tek bir kişi”; çünkü, Amerika, İsviçre, Norveç vb. gibi ülkeler bir yana, en özgür cumhuriyetçi ülkelerde (örneğin İsviçre) bile, milis kuruluşu, özellikle 1907 ve 1911'de gitgide daha fazla prusyalılaştırılmakta ve grevcilere karşı harekete getirilmek suretiyle kötüye kullanılmaktadır. Subayların halk tarafından seçilmelerini, askeri yasaların kaldırılmasını, yabancı doğumluların yerlilerle aynı haklara sahip olmalarını (bu nokta İsviçre gibi yabancı işçileri gitgide daha fazIa sömürdüğü halde, bunlara herhangi bir hak tanımayı reddeden emperyalist devletler içın özellikle önemlidir) isteyebiliriz. Ayrıca belli bir ülkenin sakinlerinden, diyelim, her yüz kişisine gönüllü birlikler kurma ve bu birliklere ücretleri devletçe ödenecek subayları serbestçe seçme hakkının verilmesini de isteyebiliriz. Ancak bu koşullarda proIetarya, köle sahipleri için değil, kendileri için askeri eğitim görmüş olur ve böyle bir eğitim, proletaryanın çıkarları gereğidir de. Rus devrimi, devrimin her başarısının; bir kentin, bir fabrika kasabasının, ordunun bir bölümünün ele geçirilmesi gibi kısmi bir başarının bile utkun proletaryayı böyle bir programı uygulamaya zorladığını göstermiştir.
Son olarak, oportünizm ile yalnızca programlar yaparak savaşmaya olanak bulunmadığı da ortada; bu, programların gerçekten uygulanıp uygulanmadığını anlamak için sürekli bir çaba ve uyanıklık ile yürütülen bir savaşımı gerektirir. İflas etmiş olan İkinci Enternasyonalin işlediği en büyük ve ağır yanılgı, sözleri ile yaptıkları şeylerin birbirine uymaması, ikiyüzlülüğü ve utanmazca bir devrim lafebeliğini alışkanlık haline getirmesidir (Kautsky ile şürekasının Basel Bildirisine karşı şimdiki tutumlarına bakınız). Silahsızlanma toplumsal bir fikirdir, yani belli bir toplumsal çevreden çıkan ve belli bir toplumsal çevreyi etkileyebilen bir fikir -bu fikir kuşkusuz bir bireyin fantezisi değildir-, uzun bir süre dünyanın kanlı savaş alanından uzak kalan ve ilerde de uzak kalacağını sanan bazı küçük devletlerde hüküm süren pek “sakin” yaşam koşullarının bir ürünüdür. Bundan emin olmak için, örneğin Norveçli silahsızlanma savunucularının ileri sürdükleri iddialar üzerinde düşünmek yeter. “Biz küçük bir ülkeyiz.” diyor bunlar. “Ordurmız küçük, büyük devletlere karşı elimizden ne gelir?” (ve bu yüzden, şu ya da bu büyük devIetler grubu ile emperyalist ittifaklara girmeye karşı direnme gücünü kendilerinde bulamıyorlar). ..”Uzak köşemizde rahat bırakılmak, dünyadan habersiz politikamızı yürütmeye devam etmek, silahsızlanmayı, zorunlu uzlaştırma mahkemelerini ve sürekli yansızlığımızı korumayı istiyoruz.” (“Sürekli yansızlık” herhalde Belçika usulü bir yansızIık olacaktır. )
Küçük devletlerin bir kenarda durmak için küçük çabaları; küçük-burjuvazinin, dünya tarihinin büyük savaşlarından mümkün olduğu kadar uzak durma isteği; dargörüşlü bir pasifliği sürdürmek için nispi tekelci durumdan yararlanmak - işte bütün bunlar, bazı küçük devletlerde silahsızlanma fikrine belli bir ölçüde başarı ve geçerlik sağlayabilen nesnel toplumsal ortamdır. Kuşku yok ki, bu çaba gericidir ve tamamen hayal ürünüdür; çünkü emperyalizm, şu ya da bu yoldan küçük devletleri dünya ekonomisinin ve politikasının hareket merkezine doğru çekmektedir.
Örneğin İsviçre'de, emperyalist çevre, işçi sınıfı hareketini iki yoldan birini izleme durumunda bırakmaktadır. Burjuvazi ile ittifak halindeki oportünistler, emperyalist burjuva turistlerinden kar sağlamak ve bu “sakin” tekelci durumu mümkün olduğu kadar kârlı ve sakin tutmak için İsviçre'yi bir cumhuriyetçi-demokrat tekelci federasyon haline getirmeye çabalamaktadır.
İsviçre'nin gerçek sosyal-demokratları ise, zafere ulaşmada Avrupa'daki işçi partilerinin devrimci unsurlarının sıkı ittifakına yardımcı olmak amacıyla, İsviçre'deki nispi özgürlükten yararlanma çabasındadırlar. Tanrıya şükür, İsviçre'nin “kendine özgü ayrı bir dili yok” ; İsviçreliler komşu hasım ülkelerin konuştukları üç yaygın dili konuşuyorlar.
Eğer İsviçreli yirmibin parti üyesi, “ek savaş vergisi” türünden, haftada iki santimlik bir savaş ödentisi ödeseler, bu, yılda yirmibin frank gibi bir para eder ve bu miktar bizim üç dilde belli aralıklarla yayın yapmamıza ve bunları Kuvvet Karargahlarının yasaklarına karşın, savaşan ülkelerin işçileri ve askerleri arasında dağıtmamıza yeter. Bu yayınlar, işçiler arasında başgösteren ayaklanmalar konusunda gerçek bilgileri, siperlerde kurulan dostlukları, ellerindeki silahları “kendi” ülkelerinin emperyalist burjuvalarına karşı, devrimci bir amaçla kullanma umutlarını vb. içerebilir.
Bütün bunlar yeni bir şey değil. Ne yazık ki yeterli ölçüde olmamakla birlikte La Sentinelle, Volksrecht ve Berner Tagwacht[39] gibi en iyi gazeteler zaten bunu yapmaktalar. Ancak bu gibi çalışmalarla Aarau Parti Kongresinin[40] kusursuz kararları, yalnızca kusursuz karar olmaktan öteye bir şeyler olabilir.
Bizi şu anda ilgilendiren sorun şu: silahsızlanma isteği, İsviçre sosyal-demokratları arasındaki devrimci eğilimlere tekabül ediyor mu? Belli ki etmiyor. Nesnel olarak. “silahsızlanma” küçük devletlerin pek ulusal, ancak bu devletlere özgü tamamen ulusal bir programıdır; bu program asla uluslararası devrimci sosyal-demokrasinin uluslararası bir programı değildir.
Eylül 1916 N. Lenin
Hiç yorum yok