Konferans Gündeminin İlk Maddesi üzerinde konuşma: "Sultan Galiyev olayı"
Günümüzde SOL hareketlerin kiminin bir taraftan milliyetçiliğe karşı sessiz kalması, diğer taraftan kiminin katı bir sekterlik içinde olmasına bağımlı olarak Stalinin bu konuşması inanılmaz bir güncellik taşıyor. Aynı zamanda AKP ile flört lükten sonra, "Galiyev Troçki dostluğu" gibi bir uydurmaca ve "Galiyev Stalin düşmanlığı" yazılarıyla artık Irkçılarla flörtlüğe başlayan Troçkistlerden, -olurya- etkilenmekte olan iyi niyetli devrimci demokratlar açısından Stalinin bu konuşması bir kaç defa ve dikkatli bir şekilde okunması ve üzerinde düşünülmesi gereken gündem içeriğinde bir konuşma.
-------------------------------------------------------------------
Kürsüyü burada konuşma yapan yoldaşların konuşmalarına birkaç yorum yapmak için aldım. Sultan Galiyev olayı nı içeren ilkesel yanını, bunu, gündemin ikinci maddesiyle ilgili raporumda ele alamaya çalışacağım.
Her şeyden önce Danışma Konferansı nın kendisi ile ilgili olarak burada birisi (tam olarak kim olduğunu unuttum), bu Konferansın olağandışı bir olay olduğunu söyledi. Bu doğru değildir. Bu tür danışma konferansları Partimiz için yeni bir olay değildir.
Şimdiki Konferans, Sovyet iktidarının varoluşundan beri dördüncü benzeridir. 1919'un başlarına kadar üç danışma konferansı düzenlendi. O sıralarda koşullar, böyle danışma konferanslan toplamamıza olanak veriyordu. Ancak sonraları, 1919'dan sonra, iç savaşla aşırı derecede ve zorunlu olarak ilgilenmemiz gerektiği 1920 ve 1921 yıllarında, bu tür danışma konferansları yapmaya zamanımız yoktu.Ve sadece şimdi, İç Savaşı sona erdirdikten, ekonomik inşaya derinden başladıktan, şimdi Parti çalışmasının kendisi de özellikle ulusal Bölgelerde ve Cumhuriyetlerde daha somut bir hale geldikten sonradır ki - ancak bundan sonradır ki, böyle bir danışma konferansı toplama olanağına kavuştuk. Sanırım Merkez komitesi tabanda siyasetimizi uygulayanlarla, o siyaseti saptayanlar arasında, tam bir karşılıklı anlama yaratabilmek için daha sık bir şekilde bu araca başvuracaktır. Bence bu tür danışma konferansları, yalnız bütün Cumhuriyetlerin ve Bölgelerin temsilcileri ile değil, aynı zamanda tek tek Bölge ve Cumhuriyetler çerçevesinde de daha somut kararlar belirlenebilmesi için uygulanmalıdır..Tek başına bu, hem Merkez Komitesini hem de yerel lerdeki sorumlu işçileri tatmin edebilir.
Bazı yoldaşların, Sultan Galiyev'in, yanılmıyorsam Adigamov'a gönderdiği ilk gizli mektubu okuma fırsatı bulduğumda onu uyardığımı söylediklerini duydum. Sanırım herkesten önce ve en çok konuşması gerekli olan Adigamov burada her nedense susuyor ve söz almıyor. Bu yoldaşlar tarafından Sultan Galiyev'i çok fazla korumuş olmakla kınandım. Evet, onu gerçekten de, mümkün olduğu sürece korudum, ve bunu (onu korumayı) görevim olarak gördüm ve hala görmekteyim. Ama onu sadece belli bir noktaya-sınıra kadar savundum. Ve ne zamanki Sultan Galiyev o noktanın -sınırın dışına çıktı, ona sırt çevirdim. Sultan Galiyev'in ilk gizli mektubu, onun daha o zaman Parti ile bağını kopardığının kanıtıdır, mektubun tonu neredeyse bir beyaz muhafızın ki gibidir, Merkez Komitesi üyeleri üzerine yazdıklarını birisi ancak düşmanları hakkında yazabilir.
Onunla tesadüfen, Tarım Halk Komiserliği sorunlarında Tatar Cumhuriyeti'nin taleplerini temsil ettiği Politbüro'da karşılaştım. Daha o zaman kendisini, onun gizli mektubunu Parti düşmanı olarak nitelendirdiğim, validovunkine benzer bir örgüt kurmakla suçladığım ve kendisine, illegal, Part i düşmanı çalışmasını durdurmazsa sonunun kötü olacağını ve benden hiçbir destek görmeyeceğini açıkladığım bir notla uyardım. Bana oldukça utanç duymuş bir şekilde cevap verdi, yanıltıldığını, gerçekten de Adigamov'a yazdığını, ama iddia edilenleri değil başka şeyler yazdığını söyledi; her zaman Partiye sadık olduğunu ve gelecekte de sadık kalacağına dair şerefi üzerine söz verdiğini ekledi. Buna rağmen sekiz gün sonra Adigamov'a ikinci bir gizli mektup gönderiyor ve bu mektubunda ona, Basmaçhılar ve önderleri Validov'la ilişki kurmasını ve mektubu "yakmasını" öneriyor. Bu nedenle, bütün her şey bir alçaklık, ve bir aldatmaca idi, ve bu benim Sultan Galiyev'le bütün bağlarımı koparmak zorunda bıraktı. O andan itibaren Sultan Galiyev benim için, Parti sınırları dışında, Sovyetler dışında duran bir adamdı, ve birçok kez benimle "dertleşmek" için ısrar ettiyse de, onunla konuşmayı imkansız gördüm. Ta 1919'un başlarında "Sol" yoldaşlar beni, Sultan Galiyev'i desteklemekle, onu Parti içinde tutmaya çalışmakla, milliyetçilikten vaz geçip Marksist olacağı umuduyla onu korumak isteğimle kınadılar.
Belirli bir dönem onu desteklemeyi gerçekten de sorumluluğum olarak gördüm. Doğu Cumhuriyetlerinde ve Bölgelerin de aydınlar, düşünebilen insanlar, ve hatta sadece okuma-yazma bilen insanlar o kadar az ki, insan parmakla" sayabilir – bu koşullar altında bunlara nasıl değer veremeyiz? Parti için ve partide tutmak için ihtiyacımız olan Doğu'nun insanlarını çürümeden kurtarmak için her türlü çareye başvurmamak canilik olurdu.
Ama her şeyin bir sınırı vardır. Ve Sultan Galiyev komünistlerin kampından Basmaçların kampına geçtiği anda, bu sınırı aşmış oldu. O zamandan itibaren, Parti için var olmaktan çıktı. Türk elçisini, Partimizin Merkez Komitesi'nden daha kafa dengi saymasının nedeni de budur.
Buna benzer bir suçlamayı Şamigulov'dan duydum, onun Validov la ilişkiyi bir çırpıda bitirmekte ısrar etmesine rağmen, Validov'u Parti için elde tutma çabasıyla korudum. Onun muhtemelen kendini düzelteceği umuduyla Validovu gerçekten de korudum. Siyasal partilerin tarihinden bildiğimiz gibi, en kötü insanlar (bile) düzeldi. Şamigulov'un sorunun çözümünü çok basit biçimde ele aldığı kararına vardım. Onun önerilerini kaale almadım. Doğru, Şamigulov'un tahminleri bir yıl içinde doğrulandı, Validov kendini düzeltmedi, Basmaçhılara katıldı. Ama yine de Validov'un Partiden ayrılmasını bir yıl geciktirmekle, Parti bu işten kazançlı çıkmıştır. Eğer 1918'de Validov'u defterden silseydik, Murtazin, Adigamov, Khalikov ve başkaları gibi Yoldaşlar saflarımızda kalmazlardı bundan eminim. (Bir ses: Khalikov kalırdı. Belki Khalikov gitmezdi ancak saflarımızda çalışan yoldaşlardan bütün bir grup Validov'la birlikte giderdi. Hoşgörümüzle ve ileriyi kollayarak davranmakla elde ettiğimiz budur.)
Ryskulov'u dinledim, ve söylemeliyim ki, onun konuşması tamamıyla içten bir konuşma değildi, yarı diplomatik bir konuşmaydı (Bir ses: "Çok doğru!"); konuşması genelde kötü intiba bıraktı. Ben ondan daha fazla açıklık ve daha fazla içtenlik beklerdim. Ryskulov ne derse desin, hiç kimseye göstermemiş olduğu Sultan Galiyev'in iki gizli mektubunu evinde sakladığı aşikardır , Sultan Galiyev ile ideolojik olarak bağlı olduğu aşikardır . Ryskulov'un, Sultan Galiyev olayı ile suç teşkil eden ilişkisini reddetmesi, Basmachılara giden yolda Sultan Galiyev ile birlik olmadığını iddia etmesi nin hiç bir önemi yoktur. Bu Konferansta ilgilendiğimiz konu bu değildir.
Bizi ilgilendiren konu Sultan Galiyevizm ile olan entelektüel ve ideolojik bağdır. Ryskulov ile Sultan Galiyev arasında böyle bir bağın var olduğu ise açıktır, yoldaşlar, bunu Ryskulov bile inkar edemez. Yüce bir saat değil onun için burası, bu kürsüden, en sonunda " kesin ve kayıtsız-şartsız Sultan Galiyevizm ile arasına mesafe koymasının artık zamanı değil midir? Bu anlamda Ryskulov'un konuşması, yarı diplomatik idi ve tatmin edici değildi.
Aynı şekilde Yenbayev de dipLomatik ve içten olmayan bir konuşma yaptı. Şu - Sultan Galiyev'in tutuklanmasında sonra Enbayev ve ideolojik bakımdan yeterince sağlam olmamalarına rağmen mükemmel pratikçiler saydığım bir grup Tatar işçi sorumlularının, içinde onun derhal serbest bırakılmasını talep ettikleri, Sultan Galiyev için kefil oldukları ve evinde ele geçirilen belgelerin gerçek olmadığını ima ettikleri bir yazıyla başvurdukları gerçek değil midir? Bu gerçek değil midir? Ama yapılan araştırma-soruşturma neyi ortaya çıkarmıştır? Bütün bu belgelerin hakiki olduğunu. Belgelerin hakikiliğini Sultan Galiyev'in kendisi de kabul etmiş ve belgelerden çıkarılabilecek olandan çok daha büyük suçlar işlediğini itiraf etmiştir, Sultan Galiyev, suçunu tamamıyla sonuna kadar kabul etmiştir, kabul etmiş ve pişmanlığını belirtmiştir. Tüm bunlardan sonra, Yenbayev'in hatalarını kesinlikle ve katiyetle kabul etmesi ve Sultan Galiyev'le arasına mesafe koyması gerektiği açık değil midir? Ancak Yenbayev bunu yapmamıştır. O, "Sollar" ile alay etme fırsatı bulmuş; Sultan Galiyev izm ile, Sultan Galiyev'in içine yuvarlandığı uçurumla arasına kesin ve komünist tarzda mesafe koymak aklına gelmemiştir; açıktır ki, diplomasinin kendini kurtaracağını sanmıştır. . . .
Firdevs'in konuşması da A'dan Z'ye diplomasiden başka birşey değildi. İdeolojik bakımdan kim kimi yönetmiştir, Sultan Galiyev Firdevs'i mi, yoksa Fırdevs sultan Galiyevi mi, bu soruyu açık bırakıyorum, gerçi ben ideolojik olarak ve tersinden çok, Firdevs'in Sultan Galiyev'i yönettiği kanısındayım.
Ben, Sultan Galiyev'in teorik çalışmalarında- denemelerinde özel olarak reddedilmesi gereken bir şey görmüyorum.
Eğer sultan Galiyev, Pan-Türkizm ve Pan-İslamizmin ideolojik alanıyla sınırlı kalsaydı, bu, bu kadar kötü olmazdı, o zaman derdim ki, X. Parti Kongresi'nin ulusal soruna ilişkin kararı bu akımı yasaklamasına rağmen, bir ideoloji olarak pan-Türkizm ve Pan-İslamizm henüz katlanılabilir bir şeydir, ve Partimizin safları içinde sınırlayarak bu akımlar eleştirmekle yetinilebilir. Ama ideolojik denemeler-pratikle, Basmaçhıların pratiği, Firdevs'in yapmaya çalıştığı gibi, Basmaçhı liderleriyle, Vyalidov ve diğerleriyle bağ kurmakla sonuçlanırsa, burada, ideoloji nin masum olduğu temelinde iddia ile, asla doğrulanamaz-haklı kılınamaz. Sultan Galiyev'in faaliyetini böyle mazur göstererek kimseyi aldatamazsınız.
Bu yolla emperyalizm ve çarlık için de bir mazeret bulunabilir çünkü onların da bazen çok masum görünen bir ideolojisi vardır. Kimse bu biçimde muhakeme yürütemez. Siz burada mahkeme önünde değilsiniz, diploması değil açıklık ve içtenlik bekleyen sorumlu işçilerinin danışma konferansı önündesiniz.
Bence Khojanov iyi konuştu. İkramov'un konuşması da ,fena değildi. Ama bu yoldaşların konuşmalarında insanı düşündüren bir pasaja dikkat çekmek istiyorum. İkisi de bugünkü Türkistan'la çarlık zamanının Türkistan'ı arasında bir fark, olmadığını, yalnızca tabelanın değiştiğini, Türkistan ın çarlık zamanındaki durumunda kaldığını söylediler. Yoldaşlar, eğer bu yanlış bir dil sürçmesi değil de düşünülerek , değerlendirmeyle , ve eğer bunlar tam bilinçle söylendiyse, o zaman bu durumda Basmaçhların haklı ve bizim haksız olduğumuzu söylemek gerekirdi. Eğer Türkistan çarlık altında olduğu gibi, bugün de gerçekten bir sömürgeyse, o zaman Basmaçhlar haklıdır, Sovyet iktidarı çerçevesi içinde bir sömürgenin varlığına göz yuman kimseler olarak, o zaman Sultan Galiyev'i yargılayan biz değil, tam tersine Sultan Galiyevin bizi yargılaması gerekir.. Eğer bu doğruysa, sizlerin de Basmachlara neden katılmadığınızı anlamıyorum. Öyle anlaşılıyor ki, Khocanov ve İkramov, konuşmalarının bu pasajını fazla uzun boylu düşünmemişler, çünkü bugünün Sovyet Türkisan'ının çarlık Türkistan'ından temelden farklı olduğunu bilmemezlik edemezler. Üzerinde düşünüp yanılgılarını düzeltebilmeleri için, bu yoldaşların konuşmalarındaki bu hatalı noktaya işaret etmek istedim .
"Sollar" ve "sağ"lara gelince.
Çeşitli Bölgelerin ve Cumhuriyetlerin komünist örgütleri içinde bunlar var mıdır? Elbette vardır. Bu inkar edilemez.
Sağ'ların günahları nerededir? NEP'le bağlantılı 'olarak gelişen ve güçlenen milliyetçi eğilimlere karşı Sağ'ların bir panzehir, güvenilir bir barikat oluşturamaz ve oluşturamayacak olmaları gerçeğidir. Sultan Galiyevizm'in varlığı gerçeği, Doğu Cumhuriyetlerinde, özellikle de Başkıristan ve Tataristan'da belirli bir yandaş çevresi kazanmış olması , bu cumhuriyetlerde büyük çoğunluğu teşkil eden sağ unsurların milliyetçiliğine karşı yeterli bir barikat olmadığı gerçeğine şüphe bırakmaz..
Aklımızdan çıkarmamamız gerekir ki, sınır bölgelerdeki, Cumhuriyetlerdeki ve Bölgelerdeki komünist örgütlerimiz, ancak milliyetçiliği aştıkları zaman gelişebilirler, ayaklarını sağlam yere basabilirler, gerçekten enternasyonalist Marksist kadrolar haline gelebilirler. Sınır Bölgelerde ve Cumhuriyetlerde Marksist kadroların, Marksist öncülerin yetiştirilmesinin önündeki başlıca ideolojik engel milliyetçiliktir.
Partimizin tarihi gösteriyor ki, Bolşevik Partinin Rus bölümü Menşevizm'e karşı mücadele içinde büyümüş ve güçlenmiştir, çünkü Menşevizm burjuvazinin bir ideolojisidir, Menşevizm, burjuva ideolojisinin Partimiz içine sızmanın kanalını oluşturmaktadır, ve Menşevizm sorununu aşmadan Partimiz ayaklarını sağlam yere basamazdı. İlyiç (Lenin) bu konuda birçok defa yazmıştır. Bolşevizm, Menşevizm'i örgütsel ve ideolojik biçimlerinde alt ettiği ölçüde, gerçekten yönetici bir parti olarak gelişmiş ve güçlenmiştir. Sınır bölgelerde ve Cumhuriyetlerdeki komünist örgütlerimiz için aynı şey milliyetçilik ile ilgili olarak geçerlidir. Bolşevik Partisi için Menşevizm geçmişte hangi rolü oynadıysa, milliyetçilik şu anda bu örgütler için aynı rolü oynuyor.
Sınır bölgelerde her çeşit burjuva etkiler, Menşevik dahil, örgütlerimize ancak milliyetçilik maskesi altında sızabilir. Cumhuriyetlerdeki örgütlerimiz ancak Partimiz içine sızan milliyetçi etkilere karşı, burjuvazi canlandığı için, NEP geliştiği için, milliyetçilik geliştiği için, aynı şekilde yerel milliyetçiliği körükleyen Büyük Rus şovenizminin kalıntıları var olduğu için, bütün olanaklarıyla milliyetçiliği destekleyen yabancı devletlerin etkisi ağır bastığı için sızan milliyetçi etkilere karşı direnecek durumda olduklarında gerçek Marksist olabilirler. Cumhuriyet ve Bölgelerdeki bu düşmana karşı mücadele - eğer ulusal Cumhuriyetlerdeki komünist örgütlerimiz hakiki Marksist örgütler olarak güçlenmek istiyorlarsa, bu aşamayı mutlaka geçirmek zorundadırlar. Başka bir yol yoktur. Ve bu savaşta Sağ güçsüzdür. Güçsüzdür, çünkü Partimize karşı güvensizliğe bulaşmışlardır, ve çünkü milliyetçilik etkisine kolayca kapılmaktadırlar.
Cumhuriyetlerdeki ve Bölgelerdeki komünist örgütlerdeki Sağ ın günahı işte budur.
Ama sınır bölgelerin "solcuları" da daha az günah işlemiyorlar, belki de bunların günahı daha büyüktür. Sınır bölgelerdeki komünist örgütler, milliyetçiliği alt etmeden güçlenemez ve hakiki Marksist kadrolar haline gelemezlerse, bu kadrolar bizzat ancak, eğer kendilerine tavizler verilmesi gereken az çok sadık ulusal unsurların tümünü devlet kurumlarına çekmek için yeterince esnek olmayı öğrendikleri zaman, Parti içinde milliyetçiliğe karşı kararlı mücadele ile yerli halk arasından az çok sadık unsurların, aydınların vs. Sovyet çalışmasına çekilmesi için aynı ölçüde kararlı mücadele arasında manevra yapmayı öğrendikleri zaman, kitlesel örgütler haline gelebilirler ve emekçi kitlelerin çoğunluğunu çevrelerinde toplayabilirler. Sınır bölgelerdeki "Sol"lar, Partiye karşı o kuşkucu tutumdan, milliyetçi etkilere kapılma eğiliminden az çok özgürdürler. Ama "Sol"ların günahı sudur ki, onlar burjuva-demokratik ve sıradan sadık unsurlara karşı esnek davranmayı bilmiyorlar, bu unsurları yakınlaştıracak manevra yapamıyorlar ve yapmak istemiyorlar, ülkede emekçilerin çoğunluğunu kazanmaya yönelik Parti çizgisini çarpıtıyorlar. Oysa gerekli olan, milliyetçilikle mücadele ile, az çok sadık tüm unsurları devlet kurumlarımızda çalışmaya çekme arasında manevra yapmak için bu esnekliği ve bu beceriyi her ne pahasına olursa olsun elde etmek ve kazanmaktır.
Bunu ancak, eğer bölgelerimizde ve Cumhuriyetlerimizde karşılaştığımız tüm çapraşıklığı ve özgüllüğü hesaba katarsak, eğer bu bölgelere merkezi sanayi bölgelerindeki örnekleri basit bir şekilde aşılamaya kalkışmazsak, -çünkü bu örnekler mekanik bir şekilde kenar bölgelere aşılanamaz,- eger halkın milliyetçi eğilimli unsurlarını, milliyetçi eğilimli küçük burjuvaları bir kenara atmazsak, eğer bu unsurları devlet emrinde çalışmaya sevk etmeyi öğrenebilirsek, o zaman kazanabiliriz.
"Sol"lar, sekterliğe bulaştıkları ve Parti'nin ulusal Cumhuriyet ve Bölgelerdeki bu karmaşık görevlerinin muazzam önemini anlayamadıkları için günah işlemektedirler.
Sağ lar milliyetçiliğe boyun eğme eğilimleri ile sınır bölgeler deki komünist kadroların büyümesini zorlaşıtırırken, "Sol"lar da basitleştirilmiş ve aceleci "komünizm "leriyle Partimizi köylülük ve yerli nüfusun geniş katmanlarından soyutlama tehlikesiyle tehdit etmektedirler.
Bu iki tehlikeden hangisi daha büyük tehlikedir? Eğer "sol"a sapan yoldaşlar, ülkede nüfusu yapay olarak katmanlara bölme siyasetini uygulamaya devam etmeyi düşünüyorlarsa - ve bu siyaset, yalnız Çeçenler Bölgesi'nde ve Yakutlar Bölgesi'nde, yalnızca Türkistan da izlenmemiştir (İbrahimov: "Bunlar farklılaştırma taktikleridir.") Şimdi de İbrahimov, katmanlara bölme taktiği yerine, ayırt etme taktiğini koymayı akıl etti, ama bu bir şeyi değiştirmez, dediğim gibi, eğer bu yoldaşlar, tepeden bir katmanlara bölme siyasetini uygulamaya devam etmeyi düşünüyorlarsa; eğer yaşam tarzını ve somut koşulları hesaba katmadan, Rus örneklerini özgül ulusal koşullara aşılayabileceklerini sanıyorlarsa; eğer bunlar, milliyetçiliğe karşı savaşırken, aynı zamanda ulusal olan her şeyi de bordadan denize atmayı gerekli sayıyorlarsa; kısacası, eğer sınır bölgelerindeki "Sol" komünistler iflah olmaz olarak kalma eğilimindelerse, iki tehlikeden, bu"sol" tehlikenin en tehlikelisi olduğunu söylemeliyim.
Sağ'ları milliyetciliğe karşı savaştırmak için acımasızca eleştirmeliyiz, yerel halk arasından gerçek Marksist Leninist kadrolar yaratmayı öğretmeliyiz.
Aynı zamanda Sol ları da esnek ve hünerli bir şekilde taktikçi olmayı, böylece de halkın geniş kitlelerini saflara kazanmayı, öğretmek için acımasızca eleştirmeliyiz.
Bunların hepsinin yapılması gerekir, çünkü Khocanov yoldaşın doğru bir şekilde belirttiği gibi, gerçek, ortada, Sağ lar ile Sollar arasında yatmaktadır.
Stalin, RIGHTS AND "LEFTS" IN THE NATIONAL REPUBLICS AND REGIONS Speech on the First Item of the Conference Agenda:"The Sultan-Galiyev Case"
Erdoğan Ahmet
7/3/2011
Çevirenin notu..
Stalin "gerçek orta da" derken "orta yol"dan bahsetmiyor, sağ sapmayla sol sapma arasındaki, yani oportunizmle sekterlik arasında kurulması gereken diyalektik denge den bahsediyor…
Hiç yorum yok