Emperyalizm - 1 - ÜRETİMİN YOĞUNLAŞMASI VE TEKELLER
SANAYİİN olağanüstü gelişmesi ve üretimin gitgide daha büyük işletmeler içinde son derece hızlı yoğunlaşması süreci, kapitalizmin en belirleyici özelliklerinden biridir. Günümüzün sınai istatistikleri, bu süreç hakkında, bize en tam ve en doğru bilgileri vermektedir.
Örneğin, Almanya'da, her 1.000 sınai işletmenin 1882'de 3'ü, 1895'te 6'sı, 1907'de 9'u büyük işletme sayılıyordu, yani herbiri 50'den fazla ücretli işçi çalıştırıyordu. Bu işletmelerde çalışan işçilerin toplam işçi sayısı içindeki yüzde oranları da sırasıyla şöyleydi: 22, 30 ve 37. Ancak, emek, büyük işletmelerde daha çok verimli olduğundan, üretimin yoğunlaşması, işçi yoğunlaşmasından çok daha hızlıdır. Buhar (sayfa 21) makineleri ve elektrik motorlarıyla ilgili rakamlar bunu göstermektedir. Almanya'da, sözcüğün geniş anlamıyla sanayi olarak adlandırılan ve ticaret, ulaştırma ve benzeri faaliyet dallarını da içeren kolu ele alırsak, aşağıdaki tabloyu elde ederiz: Toplam 3.265.623 işletmenin 30.588 tanesi, yani yalnızca %0,9'u büyük işletmedir. 14,4 milyon olan toplam işçi sayısının 5,7 milyonunu, yani %39,4'ünü çalıştırmakta; toplamı 8,8 milyon beygirgücü olan enerjinin 6 milyonunu, yani %73,3'ünü; toplamı 1,5 milyon kilovat olan elektriğin 1,2 milyonunu, yani %77,2'sini kullanmaktadır.
Demek ki, toplam işletme sayısının %l'inden azı, toplam buhar gücünün ve elektrik enerjisinin 3/4'ünden fazlasını elde bulundurmaktadır. Buna karşılık, beşten fazla işçi çalıştırmayan ve toplam işletme sayısının %97'sini meydana getiren 2.970.000 küçük işletme, toplam buhar, elektrik ve çekim gücünün yalnızca %7'sine sahiptir. Onbin kadar büyük işletme, her şeydir; milyonlarca küçük işletme ise, hiçbir şey.
1907'de, Almanya'da, 1.000 ya da daha fazla işçi çalıştıran kurumların sayısı 586'ydı. Bunlar, toplam işçi sayısının hemen hemen onda-birini (1,38 milyon), buhar ve elektrik güçleri toplamının aşağıyukarı üçte-birini (%32) kullanmaktaydı.[1] İlerde de görüleceği gibi, para-sermaye ve bankalar, bir avuç çok büyük işletmenin bu üstünlüğünü, sözcüğün tam anlamıyla, daha da ezici kılmaktadır. Yani milyonlarca küçük ve orta, hatta bazan büyük "patron", parababası birkaç milyonerin tümüyle boyunduruğu altına girmektedir.
Çağdaş kapitalizmin gelişmiş olduğu bir başka kapitalist ülkede, Kuzey Amerika'nın Birleşik-Devletler'inde üretimin yoğunlaşması daha da hızlıdır. Bu ülkede, istatistikler, sanayii, sözcüğün dar anlamıyla alır ve işletmeleri yıllık (sayfa 22) üretim değerine göre gruplandırır. 1904'te, yıllık üretimleri bir milyon doları aşan 1.900 büyük işletme vardı (216.180 olan işletme sayısının %0,9'u). Bu işletmeler 1,4 milyon işçi çalıştırıyor (5,5 milyon olan toplam işçi sayısının %25,69'sı), 5,6 milyar dolarlık üretimde bulunuyordu (14,8 milyar dolar olan toplam üretimin %38'i). Beş yıl sonra, 1909'da, yukardaki rakamlar şu duruma gelmişti: 3.060 büyük işletme (toplam 268.491 işletmenin %1,1'i), 2 milyon işçi (toplam 6,6 milyon işçinin %30,5'ini) çalıştırıyor ve 9 milyar dolar (toplam 20,7 milyar doların %43,8'ini) üretiyor.[2]
Ülkedeki toplam üretimin hemen hemen yarısı, toplam işletmelerin yüzde-biri tarafından yapılmaktadır! Ve bu üçbin dev işletme, 258 sanayi dalına yayılmaktadır. Burdan anlaşılıyor ki, yoğunlaşma, gelişmenin belli bir düzeyine ulaştığı zaman, kendiliğinden, doğruca tekele götürür. Çünkü, yirmi-otuz dev işletme, kendi aralarında kolayca anlaşmaya varabilir; öte yandan, rekabetin gitgide güçleşmesi, tekele gidiş eğilimi, açıkça, bu işletmelerin büyüklüklerinden doğmaktadır. Rekabetin bu şekilde tekele dönüşmesi, bugünkü kapitalist ekonominin —en önemli olayı değilse— en önemli olaylarından biridir. Bu bakımdan ayrıntılı bir talilile girişmeye değer. Ancak, biz, her şeyden önce, karşılaşabileceğimiz bir yanlış anlamayı giderelim.
Amerikan istatistiklerine göre, bu ülkede, 250 sanayi dalına yayılmış 3.000 kadar dev işletme vardır. Bu da, her sanayi dalına bir düzine dev işletme düşüyor izlenimini uyandırmakta.
Oysa durum böyle değildir. Her sanayi dalında büyük işletme yoktur; öte yandan, en yüksek gelişme düzeyine ulaşmış kapitalizmin çok önemli bir özelliği, birleşmedir, yani sanayiin çeşitli kollarının tek bir işletme içinde toplaşmasıdır. Bu sanayi kolları, bazan hammaddelerin (sayfa 23) birbirini izleyen işlenme evrelerini oluşturur (demir cevherinin pik demir haline getirilmesi, onunla da türlü çelik madde!er yapılması gibi), bazan biri ötekinin yanında yardımcı bir rol oynar (artıklardan yararlanılması ya da yan ürünlerin kullanılması; ambalaj malzemesi vb.).
"Birleşme, diyor Hilferding, fırsat farklılıklarını ortadan kaldırır, bunun bir sonucu olarak da, birleşmiş işletrrielere daha güvenilir bir kâr oranı sağlar. İkinci olarak, birleşme, ticareti tasfiye etmektedir. Üçüncü olarak, teknik yetkinleşme, sonuç olarak da 'basit' [yani birleşmemiş] işletmelere oranla daha fazla kâr elde etme olanağı sağlar. Dördüncüsü, hammadde fiyatlarındaki düşüşün mamul madde fiyatlarındaki düşüşten geri kaldığı büyük bir çöküntü [işlerin durması, bunalım] sırasında, onları, rekabet savaşımında, 'basit' işletmelere göre daha kuvvetli kılarak, 'basit' işletmeler karşısında büyük işletmelerin durumunu pekiştirir."[3]
Almanya'daki demir sanayiinde "karma", yani birleşmiş işletmeler üzerine bir kitap yazmış olan Alman burjuva iktisatçısı Heymann şöyle diyor: "Yüksek hammadde fiyatları ile düşük mamul madde fiyatları arasında ezilen 'basit' işletmeler gitgide ortadan kalkıyor." Böylece şu duruma geliniyor: "Geriye, bir yandan, kendi kömür sendikaları içinde kuvvetli bir şekilde örgütlenmiş birkaç milyon ton üretim kapasiteli büyük kömür şirketleri; öte yandan kendi çelik sendikalarıyla bu kömür şirketlerine sımsıkı bağlanmış büyük çelik fabrikaları kalıyor. Yılda 400.000 ton çelik üreten, muazzam miktarda rriaden cevheri ve kömür çıkaran bu dev işletmeler, ince çelik maddeler imal etmektedir. 10.000 işçi çalıştırırlar, bunları işçi sitelerinin büyük ve düzensiz kulübelerinde barındırırlar; kendilerine ait demiryolları ve limanları vardır. Bu dev işletmeler, Alman çelik (sayfa 24) sanayiinin tipik örnekleridir. Ve yoğunlaşmanın artmakta olduğu görülür. Bu tip işletmeler gitgide büyümekte, önem kazanmaktadır. Aynı sanayi kolundaki ya da başka başka sanayi kollarındaki birçok işletme, bir düzine kadar büyük Berlin bankasınca desteklenen ve yönetilen dev işletmelerin kucağında birleşiyor. Alman maden sanayiinde, yoğunlaşma konusundaki Karl Marx'ın öğretisinin doğruluğu kesinleşmiştir; hiç değilse, gümrük tarifeleri ve ulaştırma hukuku ile sanayiin korunduğu bizimki gibi bir ülke için bunun doğru olduğu ortaya çıkmıştır. Alman maden sanayii, kamulaştırma için olgunlaşmıştır."[4]
Dürüst bir burjuva iktisatçısının ulaşması gereken sonuç, istisnai de olsa, budur. Hemen belirtelim ki, Almanya'da, sanayi, yüksek gümrük tarifeleriyle korunduğu için, bu ülke, özel bir kategori içinde ele alınmış görünmektedir. Ne var ki, bu durum, sanayiin yoğunlaşmasını ve karteller, sendikalar gibi tekelci işveren birliklerinin oluşumunu ancak hızlandırmıştır. Serbest ticaretin yurdu olan İngiltere'de de, yoğunlaşmanın, biraz geç, ve belki başka bir biçim altında da olsa, tekele yolaçtığını saptamak çok önemlidir. Profesör Hermann Levy, Büyük Britanya'nın ekonomik gelişmesiyle ilgili verilere dayanarak yazdığı, Tekeller Karteller ve Tröstler adlı özel araştırmasında şöyle diyor:
"Büyük Britanya'da, tekel eğilimini, işletmelerin büyüklüğü ve bunların teknik düzeylerinin yüksek oluşu yaratmaktadır. Bir kez, yoğunlaşma, her işletmeye büyük miktarlarda yatırım yapma zorunluluğu doğurmaktadır; ayrıca yeni işletmelerin kurulmasında da yatırım konusunda her zaman daha büyük gereksinmelerle karşılaşılmakta, bu da onların kuruluşunu daha güç duruma getirmektedir. Öte yandan (ki bizce en önemli nokta da budur) yoğunlaşmanın doğurduğu dev işletmelere ayak uydurmak isteyen her yeni (sayfa 25) işletme, öyle bir üretim fazlası yaratabilmelidir ki, kârlı satışları, ancak, talepte meydana gelecek artışlarla elde edebilsin, Yoksa bu artışları tekelci şirketler için olduğu kadar, yeni işletme için de pahalı bir düzeye götürecek şekilde fiyatlar zorlanmış olur."[5] Koruyucu yasalarla kartellerin kuruluşunu kolaylaştıran başka ülkelerden farklı olarak İngiltere'de, tekelci şirketler, karteller ve tröstler, genellikle, rekabet halindeki başlıca işletmelerin sayısı "en çok iki düzine" dolaylarında olduğu zaman ortaya çıkmaktadır. "Yoğunlaşma hareketinin, büyük sanayideki tekellerin örgütlenmesi üzerindeki etkileri, burada, pek açık bir biçimde görülmektedir."[6]
Yarım yüzyıl önce, Marx'ın, Kapital'i yazdığı sırada, serbest rekabet, iktisatçılanın büyük çoğunluğunca, bir "doğa yasası" gibi görünüyordu. Kapitalizmin teorik ve tarihsel bir tahlilini yaparak, serbest rekabetin üretimin yoğunlaşmasına yolaçtığını, bunun ise, belirli bir gelişme aşamasında, tekelciliğe götürdüğünü tanıtlayan Marx'ın yapıtını, resmi bilim, sessizlik- fesadıyla öldürmeyi denedi. Bugün ise, tekel, bir gerçek olarak ortadadır. İktisatçılar, tekellerin farklı belirtilerini göstermek için dağ gibi kitap yığıyorlar, hepbir ağızdan "marksizmin çürütüldüğünü" ileri sürmekte devam ediyorlar. Ne var ki, İngiliz atasözünde de denildiği gibi, gerçekler inatçı şeylerdir ve hoşumuza gitsin gitmesin, hesaba katılmaları gerekir. Olaylar gösteriyor ki, kapitalist ülkeler arasındaki —örneğin koyuculuk ya da serbest-değişim konusundaki— farklar, tekellerin yalnızca biçimleri ve belirme zamanlarıyla ilgili önemsiz bazı değişiklikler göstermektedir; oysa üretimin yoğunlaşmasının bir sonucu olarak tekellerin doğması, kapitalizmin gelişmesinin içinde bulunduğumuz evresinde genel ve temel bir yasadır. (sayfa 26)
Avrupa için, yeni kapitalizmin, eskisinin yerini kesinlikle aldığı tarih, oldukça belirgin bir biçimde gösterilebilir: 20. yüzyılın başıdır bu. "Tekellerin doğuşu" konusunda kaleme alınmış en yeni derleme yapıtlardan birinde, şu satırları okuyoruz:
"1860 öncesi döneminde, birkaç kapitalist tekel örneğine raslanır; şimdi artık iyice ortak nitelikler kazanmış olan biçimlerin embriyonlarını orada bulabiliriz: ama, bunlar, kartellerin yalnızca tarih-öncesi biçimleridir. Modern tekeller, gerçek anlamda, 1860-1870 yılları arasında ortaya çıkmaya başlamıştır. Gelişmelerinin ilk önemli dönemi, 18 70'lerin uluslararası sanayi bunalımı ile başlar, ve 1890-1900 döneminin başına değin sürer." "Sorunu, Avrupa ölçeğinde ele alırsak, serbest rekabetin gelişmesinin 1860-1880 yılları arasında doruğuna vardığını görürüz. Bu arada, İngiltere, eski tarz kapitalist örgütlenmesinin kuruluşunu tamamlıyordu. Bu örgütlenme, Almanya'da, el zanaatları ve ev sanayii ile çetin bir savaşıma girmiş, kendi varlık biçimlerini yaratmaya başlamıştı."
"1873 çöküntüsüyle ya da, daha doğrusu, onu izleyen çöküntüyle —hemen 1880 sonrasına raslayan güç farkedilir bir kesinti ve 1889'a doğru görülen çok kuvveti, ama kısa bir ilerleme dönemiyle—, Avrupa ekonomik tarihinin yirmiiki yılını alan büyük bir ani dönüş başlar." "1889-1890 yılları arasındaki kısa atılım dönemi sırasında, konjoktürden yararlanmak için, geniş ölçüde kartel sistemine başvuruldu. Düşünüp taşınmadan uygulanan bir politika, fiyatların çok hızlı ve çok şiddetli bir biçimde yükselmesine yolaçtı; öyle ki, karteller olmasaydı, fiyatların böyle yükselecegi düşünülemezdi; bu yüzdendir ki, hemen hemen bütün karteller, acı bir biçimde, 'mahvoluş çukuru'na yuvarlandı." Bunu beş yıllık kötü bir iş ve düşük fiyatlar dönemi izledi, ama sanayide artık aynı ruh hali yoktu. Çöküntü, kendiliğinden gelen bir şey gibi bakılmıyor; çöküntü, yeni bir (sayfa 27) elverişli duruma öngelen bir duraklama dönemi olarak görülmüyordu.
"Kartellerin oluşumu böylece ikinci evresine girdi. Eskiden gerici görüngüler olan karteller, giderek bütün ekonomik yaşamın temellerinden biri haline gelmektedir. Birbiri ardısıra birçok sanayi alanını, her şeyden önce de hammadde kesimini ele geçiriyor. Daha 1890-1900 döneminin başında —ilerde kömür sendikasının da temelini oluşturacak— kok sendikası kurulmuş ve, aslında, daha ileri gitmeyen bir kartel tekniği kazanılmıştı. 19. yüzyılın sonundaki büyük yükseliş ve 1900-1903 bunalımı —hiç değilse demir ve çelik sanayiinde— ilk kez tüm bir kartel görünümü altında gelişmiştir. Ve o sıralarda buna yeni bir şey gözüyle bakılıyordu; şimdi ise, ekonomik yaşamın büyük bir kesiminin, rekabet dışına çıkması, kamuoyunca, genellikle normal bir şey olarak kabul edilmektedir."[7]
Böylece tekellerin tarihindeki başlıca evreler şöyle beliriyor: (1) Serbest rekabetin gelişmesinin en yüksek noktaya eriştiği 1860-1880 yılları. Tekeller, ancak farkedilir embriyonlar halindedir. (2) 1873 bunalımından sonra, kartellerin önemli gelişme dönemi; böyle olmakla birlikte, bunlar henüz istisna halindedir. Oturmuş bir durumları yoktur. Henüz geçici bir niteliktedirler. (3) 19. yüzyılın sonundaki ilerleyiş ve 1900-1903 bunalımı; bu dönemde, karteller, baştanbaşa ekonomik yaşamın temellerinden biri haline geliyor. Kapitalizm, emperyalizme dönüşmüştür.
Karteller, satış, ödeme vb. durumları üzerinde anlaşıyorlar. Pazarları bölüşüyorlar. Fiyatlar olduğu gibi, imal edilecek ürünlerin miktarını da saptıyorlar. Kârları çeşitli işletmeler arasında bölüştürüyorlar, vb..
Almanya'da kartel sayısı 1896'da 250 kadardı; 1905'te ise 12.000 kurumu içine alan 385 kartel olduğu tahmin edilmekteydi.[8] Ancak bu rakamların gerçek duruma göre düşük olduğu herkesçe kabul edilmektedir. 1907 Alman sanayi istatistikleri gösteriyor ki, bu 12.000 büyük işletme, ülkenin çekim, buhar ve elektrik gücünün yarısından fazlasını harcamaktadır. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki tröstlerin sayısı 1900'de 185, 1907'de 150 olarak tahmin ediliyordu. Amerikan istatistikleri, bütün sınai girişimleri, kişilere, özel firmalara ve şirketlere ayırır. Bu sonuncular, ülkedeki sınai işletmeler toplamının, 1904'te %23,6'sına, 1909'da ise %25,9'una, yani dörtte-birinden fazlasına sahip bulunuyordu. Gene bunlar, toplam işçi sayısının 1904'te %70,6'sını, 1909'da %75,6'sını, yani dörtte-üçünden fazlasını çalıştırmaktaydı. Bu tarihlerdeki üretimleri ise, 10,9 milyar ve 16,3 milyar dolara, yani toplam üretimin %73,7'sine ve %79'una yükseliyordu.
Karteller ve tröstler, genellikle, bir sanayi kolundaki toplam üretimin onda-yedisini ya da onda-sekizini ellerinde toplamaktadır. Rhine-Westphalien Kömür Sendikası, kuruluş yılı olan 1893'te, bölgedeki kömür üretiminin %86,7'sını elinde tutmaktaydı. 1910'da ise, bu rakam, %95,4 olmuştu.[9] Böylece yaratılan tekeller çok yüksek kârlar sağlamakta ve dev ölçüde sanayi birimleri kurulmasına yolaçmaktadır. Birleşik-Devletler'in ünlü petrol tröstü (Standart Oil Company) 1900'de kurulmuştu. "Sermayesi 150 milyon dolara yükseliyordu. 100 milyon dolarlık adi hisse senedi, 150 milyon dolarlık imtiyazlı hisse senedi çıkarmıştı. Bu sonunculara, 1900-1907 yılları arasında ödenen temettü oranları söyledir: (sayfa 29)%48, %48, %45, %44, %36, %40, %40, %40, toplam olarak 367 milyon dolar. 1882'den 190 7'ye değin, 889 milyon dolar tutan net kâr üzerinden 606 milyon dolar temettü dağıtılmış, geriye kalan kısım ise, yedek akçe olarak ayrılmıştır."[10] "1907'de çelik tröstünün (United States Stel Corporation) bütün işletmelerinde çalıştırılan işçi ve hizmetli sayısı, 210.180'den aşağı düşmemekteydi. Alman maden sanayiinin en önemli işletmesi olan Gelsenkirchen Maden Şirketi (Gelsenkircheiier Bergwerksgesellscliaft), 1908'de, 46.048 işçi ve hizmetli çalıştırmaktaydı."[11] Çelik tröstü, daha 1902'de, 9 milyon ton çelik üretiyordu.[12] Bu tröstün üretimi, Birleşik Devletler'deki toplam çelik üretiminin 1901'de %66,3'ünü, 1908'de %50,1'ini buluyordu.[13] Aynı yıllarda, maden üretimi, %43,9 ve %46,3 oranındaydı.
Amerikan hükümeti tröstler komisyonu raporunda şöyle deniyor: "Tröstlerin rakipleri karşısındaki üstünlükleri, büyük ölçüde girişimlerinden ve teknik donatımlarının yetkinliğinden ileri gelmektedir. Tütün tröstü, kuruluşundan bu yana, el emeğinin yerini, en geniş oranda makinenin alması için çaba göstermektedir. Bu uğurda, tütün imalatıyla ilgili bütün patentleri satın almış, büyük paralar akıtmıştır. Başlangıçta birçoğu işe yaramayan bu patentlerin, tröstün mühendisleri tarafından incelenmesi, yararlanılabilir bir duruma getirilmesi gerekiyordu. 1906 sonunda, yalnız patent edinme işleriyle uğraşmak üzere, tröste bağli iki şirket kuruldu. Aynı amaçla tröst, kendi gereksinmeleri için gerekli dökümhaneler, makine atelyeleri, tamirhaneler kurdurdu. Bu kurumların Brooklyn'de bulunan birinde ortalama 300 işçi çalışmaktadır burada, sigara, puro, enfiye yapımıyla, ambalaj ve kutular için gerekli parlak kağıtlarla ilgili buluşların (sayfa 30) deneyleri yapılır; gerekiyorsa, bu buluşların geliştirilmesine çalışılır."[14] "Başka tröstler, görevleri yeni imalat yöntemleri bulmak ve teknik yenileşmeleri incelemek olan, "developping engineers" [tekniği geliştirme mühendisleri] çalıştırmaktadırlar. Çelik tröstü, teknik yetkinliğe ya da üretim giderlerini azaltmaya elverişli her buluş için, mühendislerine ve işçilerine, yüksek primler ödemektedir."[15]
Alman büyük sanayiinin teknik yetkinleşmesi, örneğin son yirmi-otuz yılda büyük bir gelişme göstermiş olan kimya sanayiinde de, aynı biçimde düzenlenmiştir. Daha 1908'lerde, üretimin yoğunlaşma süreci, bu sanayide, kendi tarzlarında tekel niteliğine yaklaşan başlıca iki "grup" doğurmuştu. Burlar, ilkin, iki çift büyük fabrika arasında herbiri 20 ila 21 milyon mark sermayeli olmak üzere, ikili anlaşmalar yaptılar: bir yanda, Hochst'taki eski Meister fabrikasi ile Frankfurt-am-Main'daki Casella fabrikası; öbür yanda, Ludwigshafen'daki anilin ve soda fabrikası. Bu gruplardan biri 1905'te ve öteki 1908'de, herbiri bir başka büyük fabrika ile anlaşma yaptı. Sonuçta, herbiri 40-50 milyon mark sermayeli, iki tane, "üçlü birlik" kurulmuş oldu. Bu birlikler, "birbirine yaklaşmaya, fiyatlar vb. üzerinde anlaşmaya"[16] başladı.
Rekabet tekele dönüşüyor. Bu da, üretimin toplumsallaşmasında büyük bir ilerleme sonucunu doğuruyor. Özellikle de, teknik yetkinleşme ve buluşlar alanında.
Bu durum, birbirini tanımayan ve bilinmeyen bir pazar için üretimde bulunan dağınık patronların o eski rekabetine artık hiç benzememektedir. Yoğunlaşma öyle bir (sayfa 31) noktaya gelmiştir ki, artık bir ülkedeki, hatta, göreceğimiz gibi, birçok ülkedeki, hatta hatta, bütün dünyadaki bütün hammadde kaynaklarının (örneğin demir cevheri rezervlerinin) yaklaşık bir dökümünü yapmak olanaklı olmaktadır. Yalnızca bu döküm yapılmakla kalmıyor, aynı zamanda, bütün bu kaynaklar, dev tekel grupları tarafından ele geçiriliyor. Bu grupların sözleşmeleriyle "bölüştükleri" pazarların emme kapasitesi de, yaklaşık olarak, tahmin edilebilmektedir. Tekeller, en kalifiye emeği de, en iyi mühendisleri de elaltında bulundurmaktadır; yollar, ulaştırma, araçları, Amerika'da demiryolları, Avrupa'da ve Amerika'da deniz ulaştırma şirketleri ele geçirilmiştir. Emperyalist aşamasında kapitalizm, üretimin tam toplumsallaşmasına doğru gitmektedir; iradelerine ve bilinçlerine aykırı olarak, kapitalistleri, tam rekabet özgürlüğünden tam toplumsallaşmaya bir geçişi belirleyen yeni bir toplumsal düzene doğru adeta sürüklemektedir.
Üretim toplumsal hale geliyor, ama mülk edinme özel kalmakta devam ediyor. Toplumsal üretim araçları, küçük bir azınlığın mülkiyetinde kalıyor. Şeklen kabul edilen serbest rekabetin genel kadrosu sürüp gitmekte, ve bir avuç tekelcinin, halkın geri kalan kısmı üzerindeki boyunduruğu yüz kez daha ağır, daha duyulur, daha gözyumulmaz duruma gelmektedir.
Alman iktisatçısı Kestner, tamamını "kartellerle 'outsider'lar [kartel-dışı sanayiciler] arasındaki savaşım"a ayırdığı bir kitap yayımlamış ve bu yapıtına şu adı vermiştir: Örgütlenme Zorunluluğu. Oysa, kuşkusuz, kapitalizmin ayıbını örtmemiş olmak için tekelci birliklere "boyuneğme zorunluluğu" da diyebilirdi. Tekelci birliklerin "örgütlenme" zorunluluğu için günümüzdeki modern, uygarlaşmış savaşta başvurdukları usullerin listesine şöyle bir gözatmak yararlı olacaktır: (1) hammaddeden yoksun bırakmak (... "kartele katılmaya zorlamak yolunda kullanılan en önemli usullerden (sayfa 32) biri"); (2) "ittifaklar" yoluyla emek arzını durdurmak (yani kapitalistler ile işçi sendikaları arasında, işçilerin, kartelleşmemiş işletmelerde çalışamayacaklarına ilişkin anlaşmalar yapılması); (3) ulaştırma araçlarından yoksun bırakmak; (4) mahreçleri kapamak; (5) yalnızca kartellerle ticaret ilişkileri kurmaları konusunda müşterilerle anlaşmalar yapmak; (6) sistemli bir biçimde fiyat indirmek (bu usule "outsider"ları, yani tekelden bağımsız bulunan işletmeleri yıkmak için başvurulur; belirli bir sürede, malları maliyet-fiyatları altında satmak için, milyonlar harcanmıştır; akaryakıt sanayiinde bunun örnekleri görülmüştü: benzin fiyatları 40 marktan 22 marka, yani yarı-yarıya düşürülmüştü!); (7) kredileri kesmek; (8) boykot.
Burada, artık, büyük ve küçük yapımevleri, teknik yönden gelişmiş ve geri kalmış işletmeler arasında bir rekabet sözkonusu değildir. Kendi zorbalıklarına ve tahakkümlerine boyuneğmek istemeyen küçük işletmelerin tekeller tarafından boğulması gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Bu durum, bir burjuva iktisatçısının kafasında nasıl yankılanmaktadır, onu görelim:
"Salt ekonomik alanda bile, diye yazar Kestner, eski anlamıyla ticari faaliyetten örgütlü bir spekülasyona doğru belli bir kayma meydana geliyor. Başarı şansı, artık, teknik ve ticari deneyimleriyle müşterilerin gereksinmelerini en iyi şekilde tahmin etme gücünü kazanmış olan ve uyumuş talebi 'keşfedip' etkili bir biçimde uyarmayı bilen tüccara değil, çeşitli işletmeler ile bankalar arasındaki ilişki olanaklarını ve organik gelişmeyi hesaplayabilen ya da hiç değilse sezebilen spekülasyon dehasına [!?] gülmektedir...."[17]
Bu sözler, açıkça şu anlama geliyor: kapitalizmin gelişmesi öyle bir noktaya varmıştır ki, meta üretimi henüz egemenliğini korumak ve ekonomik yaşamın temeli sayılmakla (sayfa 33) birlikte, aslında, sarsılmakta ve kârların büyük kısmı para oyunları yapan "dehalara" akmaktadır. Bu para oyunlarının, bu düzenbazlıkların temelinde ise üretimin toplumsallaşması vardır; ancak bu toplumsallaşmaya değin yükselmiş insanlığın böylece gerçekleştirdiği büyük ilerlemeden yararlananlar spekülatörlerdir. "Bu temel üzerinde" emperyalizmin gerici ve küçük-burjuva eleştirmeninin, geriye, "barışçı", "serbest", "dürüst" rekabete dönmeyi nasıl düşlediğini daha aşağıda göreceğiz.
"Kartellerin doğuşunun bir sonucu olan sürekli fiyat yükselmelerine, diyor Kestner, şimdiye değin yalnızca başlıca üretim araçlarına ilişkin maddelerde, özellikle kömürde, demirde, potasta raslanmış, ama mamul maddelerde böyle bir şey sözkonusu olmamıştır. Fiyat yükselişinden doğan kâr artışı da, yalnız üretim araçları sanayiine özgü kalmıştır. Bu gözleme şunu da eklemeliyiz: yarı-mamul madde değil de hammadde işleyen sanayiler, kartellerin kurulmasıyla —yarı-mamulleri işleyen sanayi kollarının zararına olarak— yalnızca yüksek kârlar biçiminde yararlar sağlamakla kalmamış, aynı zamanda, bu ikinciler üzerinde, serbest rekabet döneminde varolmayan bir egemenlik de kurmuştur."[18]
Bu altını çizdiğimiz sözcük, burjuva iktisatçılarının çok seyrek olarak ve büyük bir gönülsüzlük içinde kabule yanaştıkları, başta Kautsky olmak üzere oportünizmin günümüzdeki savunucularının savsaklamaya ve reddetmeye çalıştıkları sorunun özünü ortaya koymaktadır. Egemenlik ilişkileri ve onlarla birlikte ortaya çıkan şiddet, "kapitalist gelişmenin en son aşamasında" raslanan tipik belirtilerdir; ve bu, mutlak egemenlik sahibi ekonomik tekellerin kurulmasıyla zorunlu olarak ortaya çıkması gereken ve gerçekte de ortada olan sonuçlardır.
Kartel egemenliğinin bir örneğini daha verelim. Hammadde kaynaklarının tamamını ya da büyük kısmını ele geçirmek olanaklı olduğu zaman, kartellerin oluşumu ve tekellerin kuruluşu da çok kolay olmaktadır. Ancak, hammadde kaynaklarını bir elde toplamanın olanaklı olmadığı başka sanayilerde, tekellerin ortaya çıkmayacağını düşünmek de yanlıştır. Çimento sanayii, gerekli hammaddeyi her yerde bulabilir. Ama bu sanayi de, Almanya'da, tam anlamıyla kartelleşmiştir. Fabrikalar, bölgesel sendikalar içinde toplanmıştır: Güney Alnianya, Rhine-Westphalien vb. Fiyatlar, tekel fiyatıdır: Maliyet-fiyatı 180 mark olan bir vagon malın satış fiyatı, 230-280 mark! İşletmeler, %12-16 temettü öder. Ancak çağdaş spekülasyon dehalarının, kâr-payı adı altında dağıtılanlar dışında, ayrıca, büyük birtakım kazançlarla sebeplendiklerini de unutmayalım. Böyle kârlı bir sanayide, rekabeti ortadan kaldırmak için, tekelcilerin, oyunlara başvurdukları da görülmüştür: kendi sanayilerindeki durumun kötü olduğu hakkında gerçeğe uymayan söylentiler çıkarırlar; gazetelerde "sermaye sahipleri, sermayenizi çimento sanayiine yatırmaktan sakınınız!" gibi imzasız uyarılar yayımlarlar. Ensonu, "outsiders" (yani kartel-dışı) fabrikaları 60, 80 ya da 150 bin mark tazminat ödeyerek satın alırlar.[19] Tekel, her yerde kendine yol açmaktadır; rakiplerini "mütevazi" bir bedelle satın almaktan Amerikan usulü dinamit kullanmaya değin her türlü yola "başvurarak".
Kartellerin, bunalımları ortadan kaldıracağı fikrine gelince, bu, kapitalizmin kusurlarını her ne pahasına olursa olsun örtmek için didinen burjuva iktisatçılarının uydurdukları bir masaldır. Tersine, belirli sanayi kollarında yaratılmış tekel, kapitalist üretimin bütününde zaten var olan karışıklığı daha da çoğaltmakta, ağırlaştırmaktadır. (sayfa 35) Tarımın gelişmesi ile sanayiin gelişmesi arasındaki oransızlık —ki bu, genellikle, kapitalizme özgü bir olaydır— daha da artmaktadır. "Büyük Alman bankalarının sanayi ile ilişkisi" üstüne en iyi yapıtlardan birinin yazarı olan Jeidels'in de kabul ettiği gibi, en iyi kartelleşmiş ve ağır sanayi denen sanayi kolunun, özellikle kömür ve demir sanayiinin ayrıcalıklı durumu, öbür sanayi kollarında "sistem eksikliğini" daha da hissedilir bir noktaya getirmektedir.[20]
"Bir ulusal ekonomi ne denli gelişmiş olursa, diye yazıyor kapitalizmin azgın savunucusu Liefmann, riskli girişimlere, yabancı ülkelerdeki işletmelere, gelişmek için uzun zaman isteyen işletmelere, ensonu yalnızca yerel önem taşıyan işletmelere yönelir."[21] Riskin artışı, kesinlikle taşarak yurtdışına vb. akan sermayedeki çok büyük artışlara bağlıdır. Aynı zamanda, tekniğin çok büyük bir hızla ilerlemesi, ulusal ekonominin çeşitli alanları arasındaki uyumsuzluğun giderek çoğalan unsurlarını, karışıklığı, bunalımları ortaya çıkarır. Liefmann şunu da kabul etmek zorunda kalmıştır: "Doğrusu, insanlığı, yakın bir gelecekte teknik yönden önemli devrimler beklemektedir; bunlar ulusal ekonominin örgütlenişini de kesin bir biçimde etkileyecektir..." elektrik, havacılık... "Çoğunca ve genel olarak böyle derin ekonomik dönüşüm dönemlerinde, yoğun bir spekülasyon eğiliminin çoğaldığı görülür..."[22]
Bunalımların her çeşidi, daha çok da ekonomik bunalımlar, —ama kesinlikle tek başına ekonomik bunalımlar değil— güçleri oranında, yoğunlaşmaya ve tekele eğilimi artırır. İşte çağdaş tekellerin tarih içindeki bir dönüm noktası olan 1900 bunalımının önemi üzerine Jeidels'in yararlı birkaç düşüncesi:
"1900 bunalımı, temel sanayi kollarındaki dev işletmelerin yanında, bugünkü buluşlara göre önemini yitirmiş yapıda birçok işletme, 'basit' [yani birleşmemiş] işletmeler buldu; sanayideki yükselişin dalgaları onları da gönence götürmüştü. Birleşmiş dev işletmeleri hiç etkilemeyen ya da çok kısa bir süre için etkileyen fiyat düşüşü, bu 'basit' işletmeleri büyük bir sıkıntının içine attı. Bu bakımdan 1900 bunalımı, eski 1873 bunalımına oranla, çok daha fazla bir sanayi yoğunlaşmasına yolaçmıştır; gerçi 1873 bunalımı da en iyi donatımlı işletmeleri seçerek ayıklamıştı; ancak o dönemdeki teknik düzey yüzünden, bu ayıklama, bunalımdan başarıyla çıkmış işletmelere bir tekel olanağı sağlayamamıştı. Böyle sürekli ve yüksek ölçüde bir tekel durumu, her yana dal-budak salmış örgütleri ve sermayelerin büyüklüğü sayesinde modern demir, çelik ve elektrik sanayii dev işletmelerinde; daha küçük bir ölçüde de makine sanayinde, bazı metalurji kollarında ve iletişim yolları sanayinde vb. vardır."[23]
Tekel, bu, "kapitalizmin gelişmesinin en yeni aşamasi"nın sonsözüdür. Ancak, bankaların rolünü hesaba katmazsak, tekellerin gerçek gücü ve rolü konusundaki bilgimiz çok yetersiz, eksik ve sınırlı olmaktan ileri gidemez.
Örneğin, Almanya'da, her 1.000 sınai işletmenin 1882'de 3'ü, 1895'te 6'sı, 1907'de 9'u büyük işletme sayılıyordu, yani herbiri 50'den fazla ücretli işçi çalıştırıyordu. Bu işletmelerde çalışan işçilerin toplam işçi sayısı içindeki yüzde oranları da sırasıyla şöyleydi: 22, 30 ve 37. Ancak, emek, büyük işletmelerde daha çok verimli olduğundan, üretimin yoğunlaşması, işçi yoğunlaşmasından çok daha hızlıdır. Buhar (sayfa 21) makineleri ve elektrik motorlarıyla ilgili rakamlar bunu göstermektedir. Almanya'da, sözcüğün geniş anlamıyla sanayi olarak adlandırılan ve ticaret, ulaştırma ve benzeri faaliyet dallarını da içeren kolu ele alırsak, aşağıdaki tabloyu elde ederiz: Toplam 3.265.623 işletmenin 30.588 tanesi, yani yalnızca %0,9'u büyük işletmedir. 14,4 milyon olan toplam işçi sayısının 5,7 milyonunu, yani %39,4'ünü çalıştırmakta; toplamı 8,8 milyon beygirgücü olan enerjinin 6 milyonunu, yani %73,3'ünü; toplamı 1,5 milyon kilovat olan elektriğin 1,2 milyonunu, yani %77,2'sini kullanmaktadır.
Demek ki, toplam işletme sayısının %l'inden azı, toplam buhar gücünün ve elektrik enerjisinin 3/4'ünden fazlasını elde bulundurmaktadır. Buna karşılık, beşten fazla işçi çalıştırmayan ve toplam işletme sayısının %97'sini meydana getiren 2.970.000 küçük işletme, toplam buhar, elektrik ve çekim gücünün yalnızca %7'sine sahiptir. Onbin kadar büyük işletme, her şeydir; milyonlarca küçük işletme ise, hiçbir şey.
1907'de, Almanya'da, 1.000 ya da daha fazla işçi çalıştıran kurumların sayısı 586'ydı. Bunlar, toplam işçi sayısının hemen hemen onda-birini (1,38 milyon), buhar ve elektrik güçleri toplamının aşağıyukarı üçte-birini (%32) kullanmaktaydı.[1] İlerde de görüleceği gibi, para-sermaye ve bankalar, bir avuç çok büyük işletmenin bu üstünlüğünü, sözcüğün tam anlamıyla, daha da ezici kılmaktadır. Yani milyonlarca küçük ve orta, hatta bazan büyük "patron", parababası birkaç milyonerin tümüyle boyunduruğu altına girmektedir.
Çağdaş kapitalizmin gelişmiş olduğu bir başka kapitalist ülkede, Kuzey Amerika'nın Birleşik-Devletler'inde üretimin yoğunlaşması daha da hızlıdır. Bu ülkede, istatistikler, sanayii, sözcüğün dar anlamıyla alır ve işletmeleri yıllık (sayfa 22) üretim değerine göre gruplandırır. 1904'te, yıllık üretimleri bir milyon doları aşan 1.900 büyük işletme vardı (216.180 olan işletme sayısının %0,9'u). Bu işletmeler 1,4 milyon işçi çalıştırıyor (5,5 milyon olan toplam işçi sayısının %25,69'sı), 5,6 milyar dolarlık üretimde bulunuyordu (14,8 milyar dolar olan toplam üretimin %38'i). Beş yıl sonra, 1909'da, yukardaki rakamlar şu duruma gelmişti: 3.060 büyük işletme (toplam 268.491 işletmenin %1,1'i), 2 milyon işçi (toplam 6,6 milyon işçinin %30,5'ini) çalıştırıyor ve 9 milyar dolar (toplam 20,7 milyar doların %43,8'ini) üretiyor.[2]
Ülkedeki toplam üretimin hemen hemen yarısı, toplam işletmelerin yüzde-biri tarafından yapılmaktadır! Ve bu üçbin dev işletme, 258 sanayi dalına yayılmaktadır. Burdan anlaşılıyor ki, yoğunlaşma, gelişmenin belli bir düzeyine ulaştığı zaman, kendiliğinden, doğruca tekele götürür. Çünkü, yirmi-otuz dev işletme, kendi aralarında kolayca anlaşmaya varabilir; öte yandan, rekabetin gitgide güçleşmesi, tekele gidiş eğilimi, açıkça, bu işletmelerin büyüklüklerinden doğmaktadır. Rekabetin bu şekilde tekele dönüşmesi, bugünkü kapitalist ekonominin —en önemli olayı değilse— en önemli olaylarından biridir. Bu bakımdan ayrıntılı bir talilile girişmeye değer. Ancak, biz, her şeyden önce, karşılaşabileceğimiz bir yanlış anlamayı giderelim.
Amerikan istatistiklerine göre, bu ülkede, 250 sanayi dalına yayılmış 3.000 kadar dev işletme vardır. Bu da, her sanayi dalına bir düzine dev işletme düşüyor izlenimini uyandırmakta.
Oysa durum böyle değildir. Her sanayi dalında büyük işletme yoktur; öte yandan, en yüksek gelişme düzeyine ulaşmış kapitalizmin çok önemli bir özelliği, birleşmedir, yani sanayiin çeşitli kollarının tek bir işletme içinde toplaşmasıdır. Bu sanayi kolları, bazan hammaddelerin (sayfa 23) birbirini izleyen işlenme evrelerini oluşturur (demir cevherinin pik demir haline getirilmesi, onunla da türlü çelik madde!er yapılması gibi), bazan biri ötekinin yanında yardımcı bir rol oynar (artıklardan yararlanılması ya da yan ürünlerin kullanılması; ambalaj malzemesi vb.).
"Birleşme, diyor Hilferding, fırsat farklılıklarını ortadan kaldırır, bunun bir sonucu olarak da, birleşmiş işletrrielere daha güvenilir bir kâr oranı sağlar. İkinci olarak, birleşme, ticareti tasfiye etmektedir. Üçüncü olarak, teknik yetkinleşme, sonuç olarak da 'basit' [yani birleşmemiş] işletmelere oranla daha fazla kâr elde etme olanağı sağlar. Dördüncüsü, hammadde fiyatlarındaki düşüşün mamul madde fiyatlarındaki düşüşten geri kaldığı büyük bir çöküntü [işlerin durması, bunalım] sırasında, onları, rekabet savaşımında, 'basit' işletmelere göre daha kuvvetli kılarak, 'basit' işletmeler karşısında büyük işletmelerin durumunu pekiştirir."[3]
Almanya'daki demir sanayiinde "karma", yani birleşmiş işletmeler üzerine bir kitap yazmış olan Alman burjuva iktisatçısı Heymann şöyle diyor: "Yüksek hammadde fiyatları ile düşük mamul madde fiyatları arasında ezilen 'basit' işletmeler gitgide ortadan kalkıyor." Böylece şu duruma geliniyor: "Geriye, bir yandan, kendi kömür sendikaları içinde kuvvetli bir şekilde örgütlenmiş birkaç milyon ton üretim kapasiteli büyük kömür şirketleri; öte yandan kendi çelik sendikalarıyla bu kömür şirketlerine sımsıkı bağlanmış büyük çelik fabrikaları kalıyor. Yılda 400.000 ton çelik üreten, muazzam miktarda rriaden cevheri ve kömür çıkaran bu dev işletmeler, ince çelik maddeler imal etmektedir. 10.000 işçi çalıştırırlar, bunları işçi sitelerinin büyük ve düzensiz kulübelerinde barındırırlar; kendilerine ait demiryolları ve limanları vardır. Bu dev işletmeler, Alman çelik (sayfa 24) sanayiinin tipik örnekleridir. Ve yoğunlaşmanın artmakta olduğu görülür. Bu tip işletmeler gitgide büyümekte, önem kazanmaktadır. Aynı sanayi kolundaki ya da başka başka sanayi kollarındaki birçok işletme, bir düzine kadar büyük Berlin bankasınca desteklenen ve yönetilen dev işletmelerin kucağında birleşiyor. Alman maden sanayiinde, yoğunlaşma konusundaki Karl Marx'ın öğretisinin doğruluğu kesinleşmiştir; hiç değilse, gümrük tarifeleri ve ulaştırma hukuku ile sanayiin korunduğu bizimki gibi bir ülke için bunun doğru olduğu ortaya çıkmıştır. Alman maden sanayii, kamulaştırma için olgunlaşmıştır."[4]
Dürüst bir burjuva iktisatçısının ulaşması gereken sonuç, istisnai de olsa, budur. Hemen belirtelim ki, Almanya'da, sanayi, yüksek gümrük tarifeleriyle korunduğu için, bu ülke, özel bir kategori içinde ele alınmış görünmektedir. Ne var ki, bu durum, sanayiin yoğunlaşmasını ve karteller, sendikalar gibi tekelci işveren birliklerinin oluşumunu ancak hızlandırmıştır. Serbest ticaretin yurdu olan İngiltere'de de, yoğunlaşmanın, biraz geç, ve belki başka bir biçim altında da olsa, tekele yolaçtığını saptamak çok önemlidir. Profesör Hermann Levy, Büyük Britanya'nın ekonomik gelişmesiyle ilgili verilere dayanarak yazdığı, Tekeller Karteller ve Tröstler adlı özel araştırmasında şöyle diyor:
"Büyük Britanya'da, tekel eğilimini, işletmelerin büyüklüğü ve bunların teknik düzeylerinin yüksek oluşu yaratmaktadır. Bir kez, yoğunlaşma, her işletmeye büyük miktarlarda yatırım yapma zorunluluğu doğurmaktadır; ayrıca yeni işletmelerin kurulmasında da yatırım konusunda her zaman daha büyük gereksinmelerle karşılaşılmakta, bu da onların kuruluşunu daha güç duruma getirmektedir. Öte yandan (ki bizce en önemli nokta da budur) yoğunlaşmanın doğurduğu dev işletmelere ayak uydurmak isteyen her yeni (sayfa 25) işletme, öyle bir üretim fazlası yaratabilmelidir ki, kârlı satışları, ancak, talepte meydana gelecek artışlarla elde edebilsin, Yoksa bu artışları tekelci şirketler için olduğu kadar, yeni işletme için de pahalı bir düzeye götürecek şekilde fiyatlar zorlanmış olur."[5] Koruyucu yasalarla kartellerin kuruluşunu kolaylaştıran başka ülkelerden farklı olarak İngiltere'de, tekelci şirketler, karteller ve tröstler, genellikle, rekabet halindeki başlıca işletmelerin sayısı "en çok iki düzine" dolaylarında olduğu zaman ortaya çıkmaktadır. "Yoğunlaşma hareketinin, büyük sanayideki tekellerin örgütlenmesi üzerindeki etkileri, burada, pek açık bir biçimde görülmektedir."[6]
Yarım yüzyıl önce, Marx'ın, Kapital'i yazdığı sırada, serbest rekabet, iktisatçılanın büyük çoğunluğunca, bir "doğa yasası" gibi görünüyordu. Kapitalizmin teorik ve tarihsel bir tahlilini yaparak, serbest rekabetin üretimin yoğunlaşmasına yolaçtığını, bunun ise, belirli bir gelişme aşamasında, tekelciliğe götürdüğünü tanıtlayan Marx'ın yapıtını, resmi bilim, sessizlik- fesadıyla öldürmeyi denedi. Bugün ise, tekel, bir gerçek olarak ortadadır. İktisatçılar, tekellerin farklı belirtilerini göstermek için dağ gibi kitap yığıyorlar, hepbir ağızdan "marksizmin çürütüldüğünü" ileri sürmekte devam ediyorlar. Ne var ki, İngiliz atasözünde de denildiği gibi, gerçekler inatçı şeylerdir ve hoşumuza gitsin gitmesin, hesaba katılmaları gerekir. Olaylar gösteriyor ki, kapitalist ülkeler arasındaki —örneğin koyuculuk ya da serbest-değişim konusundaki— farklar, tekellerin yalnızca biçimleri ve belirme zamanlarıyla ilgili önemsiz bazı değişiklikler göstermektedir; oysa üretimin yoğunlaşmasının bir sonucu olarak tekellerin doğması, kapitalizmin gelişmesinin içinde bulunduğumuz evresinde genel ve temel bir yasadır. (sayfa 26)
Avrupa için, yeni kapitalizmin, eskisinin yerini kesinlikle aldığı tarih, oldukça belirgin bir biçimde gösterilebilir: 20. yüzyılın başıdır bu. "Tekellerin doğuşu" konusunda kaleme alınmış en yeni derleme yapıtlardan birinde, şu satırları okuyoruz:
"1860 öncesi döneminde, birkaç kapitalist tekel örneğine raslanır; şimdi artık iyice ortak nitelikler kazanmış olan biçimlerin embriyonlarını orada bulabiliriz: ama, bunlar, kartellerin yalnızca tarih-öncesi biçimleridir. Modern tekeller, gerçek anlamda, 1860-1870 yılları arasında ortaya çıkmaya başlamıştır. Gelişmelerinin ilk önemli dönemi, 18 70'lerin uluslararası sanayi bunalımı ile başlar, ve 1890-1900 döneminin başına değin sürer." "Sorunu, Avrupa ölçeğinde ele alırsak, serbest rekabetin gelişmesinin 1860-1880 yılları arasında doruğuna vardığını görürüz. Bu arada, İngiltere, eski tarz kapitalist örgütlenmesinin kuruluşunu tamamlıyordu. Bu örgütlenme, Almanya'da, el zanaatları ve ev sanayii ile çetin bir savaşıma girmiş, kendi varlık biçimlerini yaratmaya başlamıştı."
"1873 çöküntüsüyle ya da, daha doğrusu, onu izleyen çöküntüyle —hemen 1880 sonrasına raslayan güç farkedilir bir kesinti ve 1889'a doğru görülen çok kuvveti, ama kısa bir ilerleme dönemiyle—, Avrupa ekonomik tarihinin yirmiiki yılını alan büyük bir ani dönüş başlar." "1889-1890 yılları arasındaki kısa atılım dönemi sırasında, konjoktürden yararlanmak için, geniş ölçüde kartel sistemine başvuruldu. Düşünüp taşınmadan uygulanan bir politika, fiyatların çok hızlı ve çok şiddetli bir biçimde yükselmesine yolaçtı; öyle ki, karteller olmasaydı, fiyatların böyle yükselecegi düşünülemezdi; bu yüzdendir ki, hemen hemen bütün karteller, acı bir biçimde, 'mahvoluş çukuru'na yuvarlandı." Bunu beş yıllık kötü bir iş ve düşük fiyatlar dönemi izledi, ama sanayide artık aynı ruh hali yoktu. Çöküntü, kendiliğinden gelen bir şey gibi bakılmıyor; çöküntü, yeni bir (sayfa 27) elverişli duruma öngelen bir duraklama dönemi olarak görülmüyordu.
"Kartellerin oluşumu böylece ikinci evresine girdi. Eskiden gerici görüngüler olan karteller, giderek bütün ekonomik yaşamın temellerinden biri haline gelmektedir. Birbiri ardısıra birçok sanayi alanını, her şeyden önce de hammadde kesimini ele geçiriyor. Daha 1890-1900 döneminin başında —ilerde kömür sendikasının da temelini oluşturacak— kok sendikası kurulmuş ve, aslında, daha ileri gitmeyen bir kartel tekniği kazanılmıştı. 19. yüzyılın sonundaki büyük yükseliş ve 1900-1903 bunalımı —hiç değilse demir ve çelik sanayiinde— ilk kez tüm bir kartel görünümü altında gelişmiştir. Ve o sıralarda buna yeni bir şey gözüyle bakılıyordu; şimdi ise, ekonomik yaşamın büyük bir kesiminin, rekabet dışına çıkması, kamuoyunca, genellikle normal bir şey olarak kabul edilmektedir."[7]
Böylece tekellerin tarihindeki başlıca evreler şöyle beliriyor: (1) Serbest rekabetin gelişmesinin en yüksek noktaya eriştiği 1860-1880 yılları. Tekeller, ancak farkedilir embriyonlar halindedir. (2) 1873 bunalımından sonra, kartellerin önemli gelişme dönemi; böyle olmakla birlikte, bunlar henüz istisna halindedir. Oturmuş bir durumları yoktur. Henüz geçici bir niteliktedirler. (3) 19. yüzyılın sonundaki ilerleyiş ve 1900-1903 bunalımı; bu dönemde, karteller, baştanbaşa ekonomik yaşamın temellerinden biri haline geliyor. Kapitalizm, emperyalizme dönüşmüştür.
Karteller, satış, ödeme vb. durumları üzerinde anlaşıyorlar. Pazarları bölüşüyorlar. Fiyatlar olduğu gibi, imal edilecek ürünlerin miktarını da saptıyorlar. Kârları çeşitli işletmeler arasında bölüştürüyorlar, vb..
Almanya'da kartel sayısı 1896'da 250 kadardı; 1905'te ise 12.000 kurumu içine alan 385 kartel olduğu tahmin edilmekteydi.[8] Ancak bu rakamların gerçek duruma göre düşük olduğu herkesçe kabul edilmektedir. 1907 Alman sanayi istatistikleri gösteriyor ki, bu 12.000 büyük işletme, ülkenin çekim, buhar ve elektrik gücünün yarısından fazlasını harcamaktadır. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki tröstlerin sayısı 1900'de 185, 1907'de 150 olarak tahmin ediliyordu. Amerikan istatistikleri, bütün sınai girişimleri, kişilere, özel firmalara ve şirketlere ayırır. Bu sonuncular, ülkedeki sınai işletmeler toplamının, 1904'te %23,6'sına, 1909'da ise %25,9'una, yani dörtte-birinden fazlasına sahip bulunuyordu. Gene bunlar, toplam işçi sayısının 1904'te %70,6'sını, 1909'da %75,6'sını, yani dörtte-üçünden fazlasını çalıştırmaktaydı. Bu tarihlerdeki üretimleri ise, 10,9 milyar ve 16,3 milyar dolara, yani toplam üretimin %73,7'sine ve %79'una yükseliyordu.
Karteller ve tröstler, genellikle, bir sanayi kolundaki toplam üretimin onda-yedisini ya da onda-sekizini ellerinde toplamaktadır. Rhine-Westphalien Kömür Sendikası, kuruluş yılı olan 1893'te, bölgedeki kömür üretiminin %86,7'sını elinde tutmaktaydı. 1910'da ise, bu rakam, %95,4 olmuştu.[9] Böylece yaratılan tekeller çok yüksek kârlar sağlamakta ve dev ölçüde sanayi birimleri kurulmasına yolaçmaktadır. Birleşik-Devletler'in ünlü petrol tröstü (Standart Oil Company) 1900'de kurulmuştu. "Sermayesi 150 milyon dolara yükseliyordu. 100 milyon dolarlık adi hisse senedi, 150 milyon dolarlık imtiyazlı hisse senedi çıkarmıştı. Bu sonunculara, 1900-1907 yılları arasında ödenen temettü oranları söyledir: (sayfa 29)%48, %48, %45, %44, %36, %40, %40, %40, toplam olarak 367 milyon dolar. 1882'den 190 7'ye değin, 889 milyon dolar tutan net kâr üzerinden 606 milyon dolar temettü dağıtılmış, geriye kalan kısım ise, yedek akçe olarak ayrılmıştır."[10] "1907'de çelik tröstünün (United States Stel Corporation) bütün işletmelerinde çalıştırılan işçi ve hizmetli sayısı, 210.180'den aşağı düşmemekteydi. Alman maden sanayiinin en önemli işletmesi olan Gelsenkirchen Maden Şirketi (Gelsenkircheiier Bergwerksgesellscliaft), 1908'de, 46.048 işçi ve hizmetli çalıştırmaktaydı."[11] Çelik tröstü, daha 1902'de, 9 milyon ton çelik üretiyordu.[12] Bu tröstün üretimi, Birleşik Devletler'deki toplam çelik üretiminin 1901'de %66,3'ünü, 1908'de %50,1'ini buluyordu.[13] Aynı yıllarda, maden üretimi, %43,9 ve %46,3 oranındaydı.
Amerikan hükümeti tröstler komisyonu raporunda şöyle deniyor: "Tröstlerin rakipleri karşısındaki üstünlükleri, büyük ölçüde girişimlerinden ve teknik donatımlarının yetkinliğinden ileri gelmektedir. Tütün tröstü, kuruluşundan bu yana, el emeğinin yerini, en geniş oranda makinenin alması için çaba göstermektedir. Bu uğurda, tütün imalatıyla ilgili bütün patentleri satın almış, büyük paralar akıtmıştır. Başlangıçta birçoğu işe yaramayan bu patentlerin, tröstün mühendisleri tarafından incelenmesi, yararlanılabilir bir duruma getirilmesi gerekiyordu. 1906 sonunda, yalnız patent edinme işleriyle uğraşmak üzere, tröste bağli iki şirket kuruldu. Aynı amaçla tröst, kendi gereksinmeleri için gerekli dökümhaneler, makine atelyeleri, tamirhaneler kurdurdu. Bu kurumların Brooklyn'de bulunan birinde ortalama 300 işçi çalışmaktadır burada, sigara, puro, enfiye yapımıyla, ambalaj ve kutular için gerekli parlak kağıtlarla ilgili buluşların (sayfa 30) deneyleri yapılır; gerekiyorsa, bu buluşların geliştirilmesine çalışılır."[14] "Başka tröstler, görevleri yeni imalat yöntemleri bulmak ve teknik yenileşmeleri incelemek olan, "developping engineers" [tekniği geliştirme mühendisleri] çalıştırmaktadırlar. Çelik tröstü, teknik yetkinliğe ya da üretim giderlerini azaltmaya elverişli her buluş için, mühendislerine ve işçilerine, yüksek primler ödemektedir."[15]
Alman büyük sanayiinin teknik yetkinleşmesi, örneğin son yirmi-otuz yılda büyük bir gelişme göstermiş olan kimya sanayiinde de, aynı biçimde düzenlenmiştir. Daha 1908'lerde, üretimin yoğunlaşma süreci, bu sanayide, kendi tarzlarında tekel niteliğine yaklaşan başlıca iki "grup" doğurmuştu. Burlar, ilkin, iki çift büyük fabrika arasında herbiri 20 ila 21 milyon mark sermayeli olmak üzere, ikili anlaşmalar yaptılar: bir yanda, Hochst'taki eski Meister fabrikasi ile Frankfurt-am-Main'daki Casella fabrikası; öbür yanda, Ludwigshafen'daki anilin ve soda fabrikası. Bu gruplardan biri 1905'te ve öteki 1908'de, herbiri bir başka büyük fabrika ile anlaşma yaptı. Sonuçta, herbiri 40-50 milyon mark sermayeli, iki tane, "üçlü birlik" kurulmuş oldu. Bu birlikler, "birbirine yaklaşmaya, fiyatlar vb. üzerinde anlaşmaya"[16] başladı.
Rekabet tekele dönüşüyor. Bu da, üretimin toplumsallaşmasında büyük bir ilerleme sonucunu doğuruyor. Özellikle de, teknik yetkinleşme ve buluşlar alanında.
Bu durum, birbirini tanımayan ve bilinmeyen bir pazar için üretimde bulunan dağınık patronların o eski rekabetine artık hiç benzememektedir. Yoğunlaşma öyle bir (sayfa 31) noktaya gelmiştir ki, artık bir ülkedeki, hatta, göreceğimiz gibi, birçok ülkedeki, hatta hatta, bütün dünyadaki bütün hammadde kaynaklarının (örneğin demir cevheri rezervlerinin) yaklaşık bir dökümünü yapmak olanaklı olmaktadır. Yalnızca bu döküm yapılmakla kalmıyor, aynı zamanda, bütün bu kaynaklar, dev tekel grupları tarafından ele geçiriliyor. Bu grupların sözleşmeleriyle "bölüştükleri" pazarların emme kapasitesi de, yaklaşık olarak, tahmin edilebilmektedir. Tekeller, en kalifiye emeği de, en iyi mühendisleri de elaltında bulundurmaktadır; yollar, ulaştırma, araçları, Amerika'da demiryolları, Avrupa'da ve Amerika'da deniz ulaştırma şirketleri ele geçirilmiştir. Emperyalist aşamasında kapitalizm, üretimin tam toplumsallaşmasına doğru gitmektedir; iradelerine ve bilinçlerine aykırı olarak, kapitalistleri, tam rekabet özgürlüğünden tam toplumsallaşmaya bir geçişi belirleyen yeni bir toplumsal düzene doğru adeta sürüklemektedir.
Üretim toplumsal hale geliyor, ama mülk edinme özel kalmakta devam ediyor. Toplumsal üretim araçları, küçük bir azınlığın mülkiyetinde kalıyor. Şeklen kabul edilen serbest rekabetin genel kadrosu sürüp gitmekte, ve bir avuç tekelcinin, halkın geri kalan kısmı üzerindeki boyunduruğu yüz kez daha ağır, daha duyulur, daha gözyumulmaz duruma gelmektedir.
Alman iktisatçısı Kestner, tamamını "kartellerle 'outsider'lar [kartel-dışı sanayiciler] arasındaki savaşım"a ayırdığı bir kitap yayımlamış ve bu yapıtına şu adı vermiştir: Örgütlenme Zorunluluğu. Oysa, kuşkusuz, kapitalizmin ayıbını örtmemiş olmak için tekelci birliklere "boyuneğme zorunluluğu" da diyebilirdi. Tekelci birliklerin "örgütlenme" zorunluluğu için günümüzdeki modern, uygarlaşmış savaşta başvurdukları usullerin listesine şöyle bir gözatmak yararlı olacaktır: (1) hammaddeden yoksun bırakmak (... "kartele katılmaya zorlamak yolunda kullanılan en önemli usullerden (sayfa 32) biri"); (2) "ittifaklar" yoluyla emek arzını durdurmak (yani kapitalistler ile işçi sendikaları arasında, işçilerin, kartelleşmemiş işletmelerde çalışamayacaklarına ilişkin anlaşmalar yapılması); (3) ulaştırma araçlarından yoksun bırakmak; (4) mahreçleri kapamak; (5) yalnızca kartellerle ticaret ilişkileri kurmaları konusunda müşterilerle anlaşmalar yapmak; (6) sistemli bir biçimde fiyat indirmek (bu usule "outsider"ları, yani tekelden bağımsız bulunan işletmeleri yıkmak için başvurulur; belirli bir sürede, malları maliyet-fiyatları altında satmak için, milyonlar harcanmıştır; akaryakıt sanayiinde bunun örnekleri görülmüştü: benzin fiyatları 40 marktan 22 marka, yani yarı-yarıya düşürülmüştü!); (7) kredileri kesmek; (8) boykot.
Burada, artık, büyük ve küçük yapımevleri, teknik yönden gelişmiş ve geri kalmış işletmeler arasında bir rekabet sözkonusu değildir. Kendi zorbalıklarına ve tahakkümlerine boyuneğmek istemeyen küçük işletmelerin tekeller tarafından boğulması gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Bu durum, bir burjuva iktisatçısının kafasında nasıl yankılanmaktadır, onu görelim:
"Salt ekonomik alanda bile, diye yazar Kestner, eski anlamıyla ticari faaliyetten örgütlü bir spekülasyona doğru belli bir kayma meydana geliyor. Başarı şansı, artık, teknik ve ticari deneyimleriyle müşterilerin gereksinmelerini en iyi şekilde tahmin etme gücünü kazanmış olan ve uyumuş talebi 'keşfedip' etkili bir biçimde uyarmayı bilen tüccara değil, çeşitli işletmeler ile bankalar arasındaki ilişki olanaklarını ve organik gelişmeyi hesaplayabilen ya da hiç değilse sezebilen spekülasyon dehasına [!?] gülmektedir...."[17]
Bu sözler, açıkça şu anlama geliyor: kapitalizmin gelişmesi öyle bir noktaya varmıştır ki, meta üretimi henüz egemenliğini korumak ve ekonomik yaşamın temeli sayılmakla (sayfa 33) birlikte, aslında, sarsılmakta ve kârların büyük kısmı para oyunları yapan "dehalara" akmaktadır. Bu para oyunlarının, bu düzenbazlıkların temelinde ise üretimin toplumsallaşması vardır; ancak bu toplumsallaşmaya değin yükselmiş insanlığın böylece gerçekleştirdiği büyük ilerlemeden yararlananlar spekülatörlerdir. "Bu temel üzerinde" emperyalizmin gerici ve küçük-burjuva eleştirmeninin, geriye, "barışçı", "serbest", "dürüst" rekabete dönmeyi nasıl düşlediğini daha aşağıda göreceğiz.
"Kartellerin doğuşunun bir sonucu olan sürekli fiyat yükselmelerine, diyor Kestner, şimdiye değin yalnızca başlıca üretim araçlarına ilişkin maddelerde, özellikle kömürde, demirde, potasta raslanmış, ama mamul maddelerde böyle bir şey sözkonusu olmamıştır. Fiyat yükselişinden doğan kâr artışı da, yalnız üretim araçları sanayiine özgü kalmıştır. Bu gözleme şunu da eklemeliyiz: yarı-mamul madde değil de hammadde işleyen sanayiler, kartellerin kurulmasıyla —yarı-mamulleri işleyen sanayi kollarının zararına olarak— yalnızca yüksek kârlar biçiminde yararlar sağlamakla kalmamış, aynı zamanda, bu ikinciler üzerinde, serbest rekabet döneminde varolmayan bir egemenlik de kurmuştur."[18]
Bu altını çizdiğimiz sözcük, burjuva iktisatçılarının çok seyrek olarak ve büyük bir gönülsüzlük içinde kabule yanaştıkları, başta Kautsky olmak üzere oportünizmin günümüzdeki savunucularının savsaklamaya ve reddetmeye çalıştıkları sorunun özünü ortaya koymaktadır. Egemenlik ilişkileri ve onlarla birlikte ortaya çıkan şiddet, "kapitalist gelişmenin en son aşamasında" raslanan tipik belirtilerdir; ve bu, mutlak egemenlik sahibi ekonomik tekellerin kurulmasıyla zorunlu olarak ortaya çıkması gereken ve gerçekte de ortada olan sonuçlardır.
Kartel egemenliğinin bir örneğini daha verelim. Hammadde kaynaklarının tamamını ya da büyük kısmını ele geçirmek olanaklı olduğu zaman, kartellerin oluşumu ve tekellerin kuruluşu da çok kolay olmaktadır. Ancak, hammadde kaynaklarını bir elde toplamanın olanaklı olmadığı başka sanayilerde, tekellerin ortaya çıkmayacağını düşünmek de yanlıştır. Çimento sanayii, gerekli hammaddeyi her yerde bulabilir. Ama bu sanayi de, Almanya'da, tam anlamıyla kartelleşmiştir. Fabrikalar, bölgesel sendikalar içinde toplanmıştır: Güney Alnianya, Rhine-Westphalien vb. Fiyatlar, tekel fiyatıdır: Maliyet-fiyatı 180 mark olan bir vagon malın satış fiyatı, 230-280 mark! İşletmeler, %12-16 temettü öder. Ancak çağdaş spekülasyon dehalarının, kâr-payı adı altında dağıtılanlar dışında, ayrıca, büyük birtakım kazançlarla sebeplendiklerini de unutmayalım. Böyle kârlı bir sanayide, rekabeti ortadan kaldırmak için, tekelcilerin, oyunlara başvurdukları da görülmüştür: kendi sanayilerindeki durumun kötü olduğu hakkında gerçeğe uymayan söylentiler çıkarırlar; gazetelerde "sermaye sahipleri, sermayenizi çimento sanayiine yatırmaktan sakınınız!" gibi imzasız uyarılar yayımlarlar. Ensonu, "outsiders" (yani kartel-dışı) fabrikaları 60, 80 ya da 150 bin mark tazminat ödeyerek satın alırlar.[19] Tekel, her yerde kendine yol açmaktadır; rakiplerini "mütevazi" bir bedelle satın almaktan Amerikan usulü dinamit kullanmaya değin her türlü yola "başvurarak".
Kartellerin, bunalımları ortadan kaldıracağı fikrine gelince, bu, kapitalizmin kusurlarını her ne pahasına olursa olsun örtmek için didinen burjuva iktisatçılarının uydurdukları bir masaldır. Tersine, belirli sanayi kollarında yaratılmış tekel, kapitalist üretimin bütününde zaten var olan karışıklığı daha da çoğaltmakta, ağırlaştırmaktadır. (sayfa 35) Tarımın gelişmesi ile sanayiin gelişmesi arasındaki oransızlık —ki bu, genellikle, kapitalizme özgü bir olaydır— daha da artmaktadır. "Büyük Alman bankalarının sanayi ile ilişkisi" üstüne en iyi yapıtlardan birinin yazarı olan Jeidels'in de kabul ettiği gibi, en iyi kartelleşmiş ve ağır sanayi denen sanayi kolunun, özellikle kömür ve demir sanayiinin ayrıcalıklı durumu, öbür sanayi kollarında "sistem eksikliğini" daha da hissedilir bir noktaya getirmektedir.[20]
"Bir ulusal ekonomi ne denli gelişmiş olursa, diye yazıyor kapitalizmin azgın savunucusu Liefmann, riskli girişimlere, yabancı ülkelerdeki işletmelere, gelişmek için uzun zaman isteyen işletmelere, ensonu yalnızca yerel önem taşıyan işletmelere yönelir."[21] Riskin artışı, kesinlikle taşarak yurtdışına vb. akan sermayedeki çok büyük artışlara bağlıdır. Aynı zamanda, tekniğin çok büyük bir hızla ilerlemesi, ulusal ekonominin çeşitli alanları arasındaki uyumsuzluğun giderek çoğalan unsurlarını, karışıklığı, bunalımları ortaya çıkarır. Liefmann şunu da kabul etmek zorunda kalmıştır: "Doğrusu, insanlığı, yakın bir gelecekte teknik yönden önemli devrimler beklemektedir; bunlar ulusal ekonominin örgütlenişini de kesin bir biçimde etkileyecektir..." elektrik, havacılık... "Çoğunca ve genel olarak böyle derin ekonomik dönüşüm dönemlerinde, yoğun bir spekülasyon eğiliminin çoğaldığı görülür..."[22]
Bunalımların her çeşidi, daha çok da ekonomik bunalımlar, —ama kesinlikle tek başına ekonomik bunalımlar değil— güçleri oranında, yoğunlaşmaya ve tekele eğilimi artırır. İşte çağdaş tekellerin tarih içindeki bir dönüm noktası olan 1900 bunalımının önemi üzerine Jeidels'in yararlı birkaç düşüncesi:
"1900 bunalımı, temel sanayi kollarındaki dev işletmelerin yanında, bugünkü buluşlara göre önemini yitirmiş yapıda birçok işletme, 'basit' [yani birleşmemiş] işletmeler buldu; sanayideki yükselişin dalgaları onları da gönence götürmüştü. Birleşmiş dev işletmeleri hiç etkilemeyen ya da çok kısa bir süre için etkileyen fiyat düşüşü, bu 'basit' işletmeleri büyük bir sıkıntının içine attı. Bu bakımdan 1900 bunalımı, eski 1873 bunalımına oranla, çok daha fazla bir sanayi yoğunlaşmasına yolaçmıştır; gerçi 1873 bunalımı da en iyi donatımlı işletmeleri seçerek ayıklamıştı; ancak o dönemdeki teknik düzey yüzünden, bu ayıklama, bunalımdan başarıyla çıkmış işletmelere bir tekel olanağı sağlayamamıştı. Böyle sürekli ve yüksek ölçüde bir tekel durumu, her yana dal-budak salmış örgütleri ve sermayelerin büyüklüğü sayesinde modern demir, çelik ve elektrik sanayii dev işletmelerinde; daha küçük bir ölçüde de makine sanayinde, bazı metalurji kollarında ve iletişim yolları sanayinde vb. vardır."[23]
Tekel, bu, "kapitalizmin gelişmesinin en yeni aşamasi"nın sonsözüdür. Ancak, bankaların rolünü hesaba katmazsak, tekellerin gerçek gücü ve rolü konusundaki bilgimiz çok yetersiz, eksik ve sınırlı olmaktan ileri gidemez.
Hiç yorum yok