Header Ads

Header ADS

Kuzey Kore ve Rusya "ittifakı" Üzerine; Nedenleri, önemi ve sonuç çıkarımları

 

"Biz devrimci Marksist-Leninistleriz ve her zaman, ekonomik ve politik durumun ve gelişme eğilimlerinin doğru bir bilimsel tahlilinden yola çıkarız. Her türlü öznelciliği ve onun nesnel durumu değerlendirmedeki keyfiliğini reddediyoruz... Eğer biz Marksistler olarak öznelciliği reddediyorsak, bu kendimizi nesnel gelişmenin köleleri olarak gördüğümüz için değildir. Hayır, biz kendimizi proletaryanın zaferini hızlandırmak için tarihin aktif devrimci aracı olarak görüyoruz." (1)

 Batılı burjuva liberal analizcilerin fantezileri ve hüsnükuruntuları ve Kautskyci-Troçkizmin ağır etkisi altında olan bazı sözde komünistlerin- eğer zaten böyle değillerse - Sosyalist Kuzey Kore'yi sinsice "kınamaları" bu ittifak hakkındaki yorumlara egemen oluyor.

Söz konusu "ittifak"ın uzun vadeli ekonomik-siyasi ve askeri bir ittifak mı, yoksa ortak varoluş sorunu nedeniyle üzerlerine dayatılan bir ittifak mı olduğu sorusu, tamamen kısa vadede değil, çok uzun vadede uluslararası ilişkilerdeki gelişmelere bağlıdır. Özel olarak Rusya ve Kuzey Kore ile ve genel olarak Çin ile ittifak, dünya ülkelerine boyun eğdirmek için farklı biçimlerde ve büyüklükte güç kullanmaya yönelik ABD-Batı’nın üstünlükçü ve savaşçı emperyalist politikalarının devamına bağlı olarak sadece devam etmekle kalmayacak, aynı zamanda güçlenecektir. Dünya düzeni, tek kutuplu dünya düzeninden çok kutuplu dünya düzenine doğru dönüşüm aşamasındadır ve bu dönüşüm uzun zaman alacaktır. Askerî anlamdaki dönüşüm,  dünya güçler dengesi açısından son aşamasında olarak ele alınabilir. Nükleer güçler Çin, Rusya ve Kuzey Kore arasındaki varoluşsal ittifak, bu "ittifak kampını" yenilmez ve karşı konulamaz hale getirdi. Bu somut gerçeklik, ABD-Batı tehdidi altındaki diğer ülkeleri de bu kampla aynı hizaya gelmeye teşvik ediyor. İran, bu konuda, varoluşsal sorunu büyük ölçüde dolaylı olarak bu kampın varoluşsal sorunuyla bağlantılı olan başka bir ülke. Bu "ittifak kampı", ABD-Batı'nın çeşitli araçlarla boyunduruk altına alma girişimlerine karşı koyamayan diğer komşu ülkelerin de katılımıyla giderek güçlenecektir.

Ekonomik anlamda, ABD-Batı'nın uluslararası finans kurumları, uluslararası ticaret ve döviz alım satım araçları üzerindeki hakimiyeti, ve ticarette ABD doları ve AB para birimlerinin hakimiyeti nedeniyle bu dönüşümün daha kat etmesi gereken uzun bir yol var. Bu ekonomik kampta "ittifak" - BRICS - kaçınılmaz olarak iniş ve çıkışlarla yavaş yavaş büyüyecek ve bu aşamayı uzun bir süre izleyecektir.  Ticarette ABD Doları veya AB para birimi yerine yerel para birimlerinin kullanılması yönündeki politika ve uygulamalar, birçok ülkeyi köleleştiren ve kalkınmalarını engelleyen SWIFT kullanımına karşı önlemler, - çoğu durumda ülkelerin bulundukları bölgelere bağlı olarak kaçınılmaz olarak dünyanın birçok ülkesi tarafından benimsenecektir. Ülkeler ABD’ye ne kadar yakınsa (BRICS’e) dahil olmaları ve ondan faydalanmaları o kadar zor olacaktır.

Bu anlamda, tek kutuplu dünya düzeninden çok kutuplu dünya düzenine geçiş için Rusya ve Kore arasındaki ittifak, Ukrayna savaşı için sadece bir "ittifak" olmanın ötesinde,  dünya çapında diyalektik olarak bağlantılı daha geniş anlamlara sahiptir.

Rusya ile Kuzey Kore arasındaki ittifak konusunda daha iyi fikir sahibi olmak için tarihe ve gelişmelere bakalım.

Dünyanın sayılı sosyalist ülkelerinden birisi olan Kuzey Kore'ye kısa bir bakış;

Kuzey Kore'nin tarihi (Küba'da olduğu gibi) 1950'ye kadar uzanan ekonomik ve siyasi yaptırımların, askeri eylemlerin tarihi olmuştur.

1950-1953 yılları arasındaki ABD işgali sırasında yaklaşık 4 milyon Korelinin öldüğü bildiriliyor. Kuzey Kore'deki her kasaba, yoğun bombardıman, napalm ve mikrop savaşının bir sonucu olarak küle döndü. Koreli mahkumlar, yeni mikrop silahlarını test etmek için insan kobay olarak kullanıldı. Bunların hepsi Cenevre sözleşmelerini tamamen ihlal ediyordu. Ama Amerikan askerleri tarafından Kuzey Kore halkına uygulanan dehşetler, cinayetler ve işkenceler için herhangi bir “kabullenme”, tazminat ve kınama yapılmadı. 1950-1953 yılları arasında Kuzey Kore halkına karşı katliamlar yapan ABD askerlerinden hesap soracak savaş suçları mahkemeleri oluşturulmadı.

Bunun tersine, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), 1950'li yıllardaki Kore Savaşı sırasında beş karar almış.

25 Haziran 1950'de BM Güvenlik Konseyi toplantısında, Kuzey Kore'nin Kore Savaşı'nda Güney Kore'yi işgal etmesinin "barışın ihlali" teşkil ettiği ve düşmanlıkların derhal durdurulması gerektiği kararı alındı. Talep, Kuzey Kore'nin Güney Kore'yi işgaline son vermesiydi. Yugoslavya'nın çekimser kalması ve Sovyetler Birliği'nin katılmamasıyla dokuz oyla onaylandı.

27 Haziran 1950 BMGK, BM üye devletlerine, Kuzey Kore'nin saldırısını püskürtmek ve barış ve güvenliği yeniden sağlamak için Kore Savaşı'nda Güney Kore'ye yardım sağlamalarını tavsiye etti.

Kuzey Kore, Güvenlik Konseyi'nin 82 sayılı kararına uymadı. Konsey, Kuzey Kore'nin 38. paraleldeki silahlı kuvvetlerini geri çekmesini istedi. Yugoslavya'nın aleyhte oy kullanması, Mısır ve Hindistan'ın oy kullanmaması ve Sovyetler Birliği'nin katılmamasıyla yedi oyla onaylandı.

7 Temmuz 1950 BMGK, Kore Savaşı'nda Güney Kore müttefiklerinin savaş çabalarını koordine etmek için Amerika Birleşik Devletleri liderliğinde birleşik bir komutanlık kurdu. Kuzey Kore'nin Kore Cumhuriyeti'ni işgali, uluslararası güvenlik ve barışa yönelik bir tehdit olarak belirlendi. Mısır, Hindistan ve Yugoslavya'nın çekimser kalması ve Sovyetler Birliği'nin katılmamasıyla yedi oyla onaylandı.

31 Temmuz 1950 BMGK, Kore Savaşı kurbanları için koordineli yardım. Kuzey Kore'nin savaşta Güney Kore'yi işgal etmesinin "hukuka aykırı bir saldırı" teşkil ettiğine karar verdi. Yugoslavya'nın çekimser kalması ve Sovyetler Birliği'nin katılmamasıyla dokuz oyla kabul edildi.

31 Ocak 1951 BMGK oybirliğiyle Kore Savaşı'nı Güvenlik Konseyi gündeminden çıkardı.

Kore Savaşı'ndan sonra Kuzey Kore, çeşitli BM kararlarına ve ekonomik tedbirlere tabi tutulmuştur.

1960'larda Sovyetler Birliği Kuzey Kore'yi destekledi, bu nedenle Batılı güçler, Sovyetlerin Kuzey Kore ekonomisine verdiği destek nedeniyle katı yaptırımlar uygulamada sınırlı bir etkinliğe sahip olabildi. 1980'li yıllar, ABD'nin Kuzey Kore'ye "insan hakları" kaygıları ve nükleer gelişme nedeniyle yaptırımlar uyguladığı bir dönem oldu.

11 Mayıs 1993 BMGK,  Kuzey Kore'yi Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması'ndan (NPT) çekilmesini yeniden gözden geçirmeye ve uluslararası yükümlülüklerine uymaya çağırdı.  Çin ve Pakistan'ın çekimser kalmasıyla 13 oyla kabul edildi.

2002 ve sonrasında, ABD'nin Kuzey Kore'nin Banco Del Monte ile ticaretini kesme kararı, Kuzey Kore'yi ekonomik olarak izole etmede önemli bir adım oldu. O zamandan beri,  ihracat ve finansal işlemlere getirilen kısıtlamalar da dahil olmak üzere daha ağır yaptırımlar uygulayan çok sayıda BM Güvenlik Konseyi kararı alındı. Son dönemlerde Kuzey Kore'nin mal ihraç etme kabiliyetini hedef alan daha kapsamlı yaptırımlar uygulandı (örneğin, kömür ihracatı kısıtlandı) ve SWIFT gibi uluslararası finansal sistemlere erişimini sınırlayan daha kapsamlı yaptırımlara bas vuruldu.

Yaptırımlar Kuzey Kore'nin hayatında ekonomik zorluklara neden oldu, Kuzey Kore varlığı için askeri sanayisini geliştirmeye odaklanmaya devam etti. Bu anlamda, yaptırımlar Kuzey Kore'nin nükleer programını caydırmada veya davranışını değiştirmede etkili olamadı. Her ne kadar Rusya ve Çin nükleer meseleye olumsuz yaklaşmış ve ekonomik yaptırımlara katılmış olsalar da, ABD-Batı ilişkilerine dair hala yanılsamalara kapılan Çin ve Rusya'nın desteği, ABD-Batı'nın tek taraflı yaptırımlarının etkisine karşı Kuzey Kore'yi bir ölçüde desteklemeye devam ettiler.

Kuzey Kore'ye uygulanan ekonomik yaptırım, onu oldukça gelişmiş bir askeri sanayiye ve askeri güce sahip bir nükleer güç olmaya zorladı.

Batı'ya dair yanılsamaların çöküşü ve çok kutuplu dünya düzenine dönüşüm süreci

"Eşitsiz ekonomik gelişme yasası" nedeniyle yeni ekonomik güçlerin ortaya çıkması kaçınılmazdı.  Bu kanıtlanmış teorik gerçek, BRICS'in ekonomik bir örgüt olarak kurulmasıyla kendini gösterdi. Emperyalist ABD ve dolaylı olarak Batı, mali sermayenin, finans kuruluşlarının uluslararasılaşması, dünya ticaretinde Dolar ve Euro'nun egemenliği ile sanayisizleşme döneminden geçmişti. Özellikle ABD, SWIFT ve ticarette doların "döviz para birimi" olması aracılığıyla dünya ticaretinde ve finansal işlemlerde genel kontrole sahipti. Finans kuruluşları kârlarını endüstrilerden ziyade finans sektörüne yeniden yatırırken, ABD enflasyon korkusu olmadan sürekli para basıyordu. ABD, gerekli tüm kamu malları için bir "tüketici" ve askeri sanayi ve teknoloji ihracatçısı haline geldi. Dünyanın diğer ülkeleri de ekonominin her alanında giderek daha fazla "üretici" haline geliyordu. ABD, dünya ticareti, para birimi ve finans işlemler kurumları üzerindeki kontrolünü kullandı ve bu hakimiyeti silah haline(zorlama silahı) getirmekten asla çekinmedi. ABD, sanayiye hiçbir katkısı olmayan, altyapıya ciddi yatırımları olmayan “para işlemlerinden” para kazanıyordu. ABD,  doğal kaynaklar açısından zengin olan ülkelerin yanı sıra tüm üretici ülkeleri sömürüyordu. Diğer ülkelerin doğal kaynaklarını sömüren ABD (ve Batı'nın eski sömürgecileri)  hiçbir zaman kendi yerli madencilik veya rafineri endüstrisini geliştirme ihtiyacı hissetmedi. Her ülkeyi kendi taleplerine boyun eğdirmek için finans kurumlarını ve doların hakimiyetini silahlandırarak kar elde ediyorlardı. Tabii ki, bu, özel olarak bu ülkelerde ve genel olarak dünyada, ciddi bir direniş olmaksızın silahlarını büyük karlarla satabilecekleri istikrarsızlığı gerektiriyordu.  Bu durum, diğer gelişmiş ülkeleri, özellikle de anti-emperyalist mücadelelerle dolu bir geçmişe sahip eski sömürge ülkeleri, çıkarlarını korumak için önlemler almaya zorladı.

Bu kolay değildi ve hala da kolay ve hızlı bir süreç değil. ABD-Batı hakkındaki yanılsamalar, "demokrasi" demagojisi ve "kurallara dayalı dünya düzeni"nin ikiyüzlülüğü, çöküşüne kadar baskın olmaya devam etti.

Rusya bu yanılsamadan uyanıyor

Rusya'nın "Batı" yanılsamasından uyanması uzun bir süre aldı ve bu hem askeri-insan gücünün kaybı hem de ekonomik zorluklar açısından yüksek bir maliyetle sonuçlandı. Rusya, Ukrayna savaşının kendilerine dayatıldığının farkındaydı, ancak Batılı Neo-Kon seçkinlerin "ortakları" olduğu ve onlarla barışçıl ve karşılıklı yarar sağlayan bir anlaşma bulabilecekleri yanılsaması altındaydılar. Rus seçkinlerinin Ukrayna'daki Rus nüfuslu bölgelere karşı tutumu, çatışmanın ilk aşamasında bir uzlaşma şeklindeydi. Bu nedenle, DPR ve LPR milislerini 11 Mayıs 2014'te referandum yapmamaya çağırdılar ve onları ayrılmamaya, ancak "mevcut Kiev makamları ile Ukrayna'nın güneydoğusundaki temsilciler arasında doğrudan bir diyalog kurmaya" çağırdılar.

Bu nedenle, Donbass'a "Minsk" i empoze ettiler ve bu anlaşmaları koşulsuz olarak yerine getirmeye zorladılar, Ukro-Nazi tarafının Donbass'taki sivilleri bombalamayı bırakmadığı koşullar altında, Donbass halk milislerinin askerlerinin ateşe karşılık vermesini yasakladılar. Batı'nın 1991'de yapılan anlaşmayı hiçe sayarak NATO'yu adım adım Doğu'ya doğru genişletmesine, Batı'nın Minsk anlaşmalarına uymamasına rağmen, Rus seçkinleri yanılgılarıyla, Kiev'e yönelik askeri bir hareketin fikirlerini değiştirebileceği beklentisi içindeydiler. Onlar açısından Kiev'i İstanbul anlaşmasına zorlamak, taktiklerinde başarılı olmuş gibi görünüyordu. Ancak aynı yanılsamayla Kiev'in bir vekil rejim olduğu gerçeğini göz ardı ettiler. Sadece eski Şansölye Angela Merkel'in itirafı ve bu itirafın Fransa'nın eski Cumhurbaşkanı François Hollande'ın bunu onaylaması onları uykudan uyandırdı.

"2014 Minsk Anlaşması, Ukrayna için zaman kazanma girişimiydi. Ukrayna bugün görebileceğiniz gibi bu zamanı daha güçlü olmak için kullandı. 2014-2015'teki Ukrayna ile bugünkü Ukrayna aynı değil." … Çatışmanın askıya alındığı ve sorunun çözülmediği "herkes için açıktı", "ama Ukrayna'ya paha biçilmez zamanı veren şey tam olarak buydu." A. Merkel

"Evet, Angela Merkel bu noktada haklı." 2014'ten bu yana Ukrayna askeri duruşunu güçlendirdi. Gerçekten de Ukrayna ordusu 2014'ten tamamen farklıydı. Daha iyi eğitimli ve donanımlıydı. Ukrayna ordusuna bu fırsatı vermiş olmak Minsk anlaşmalarının erdemidir." François Hollande

Bu, Rusların yanılsamalarından uyanma aşamasıydı ve bu, Ukrayna ordusunun ABD-Batı tarafından tam desteklenmesi ve Avrupalı ve ABD'li liderlerin savaşçı açıklamalarıyla pekiştirilmiş oldu.

Sanrıların çöküşü, Rusya'nın bunun varoluşsal bir sorun olduğunu fark etmesini sağladı. Bu farkındalık, Rusya'nın yatıştırma politikasının sona ermesine neden oldu.

Çin sanrılardan uyanıyor

Çin'in sanrıları, genel olarak pasifist, ticari ve "barışçıl" politikaları nedeniyle Rusya’nınkinden daha uzun sürdü. Ancak, Rusya'nın parçalanmasının ve çöküşünün kesinlikle kendileri için de varoluşsal bir sorun haline geleceğinin farkındaydılar. Muhtemelen ABD'nin Çin'e uyguladığı gümrük vergisi politikası, ABD'nin Tayvan meselesine ilişkin artan söylemi ve ABD'nin "savaşçılar", "savaş çığlıkları" onları yanılsamalarını yeniden düşünmeye zorladı. İran'a karşı savaş ve bunun aldatıcı bir şekilde yürütülmesi, muhtemelen sahip oldukları yanılsamayı doğrulayabilir ve onları 'yatıştırma' politikalarını yeniden gözden geçirmeye zorlayabilir.

İran sanrılardan uyanıyor

İran, Rusya'ya olan tarihsel güvensizlikleri nedeniyle, Batı'nın tüm yaptırımlarına, söylemlerine ve İran fobisine rağmen, özellikle yeni Cumhurbaşkanı ile olan sanrıları bir şekilde baskın olarak hüküm sürdü.  ABD'nin İran'ın nükleer tesislerini bombalamasına kadar İran'ın yanılsamalarından uyanması gerekirdi, ancak tamamen değil. "Müzakereler" aldatmacası ve müzakereler devam ederken İsrail'in İran'a saldırması, bu sanrıların çöküşünü sağlayamadı. Rusya'nın İran için bir hava savunma sistemi kurma teklifini reddetmelerine neden olan sanrılarıydı.

İran'ın hala bazı yanılsamalarına sahip olup olmadığı, Rusya'nın alt göbeği olarak İran meselesi Rusya, Çin ve dolayısıyla Kuzey Kore için varoluşsal bir sorundur. Bu nedenle İran'ın parçalanmasına ve çökmesine izin vermeleri pek olasılıklar içinde değil.

İttifak ve Kuzey Kore'nin yaklaşımı; 1. Dünya Savaşı'na dayalı değil, ama 2.Dunya Savaşına dayalı 

Hiç şüphe yok ki Kuzey Kore'nin ABD-Batı, aldatıcı taktikleri ve saldırgan, savaşçı doğası hakkında hiçbir yanılsaması yoktu . Kuzey Kore, "önce diplomasi ve barış" politikası-ilkesi nedeniyle 1990'lı ve 2017 yıllarında ABD Başkanı Clinton ve Carter ile görüşmelerde bulunmuştur. Beklendiği gibi, bir anlaşma imzalasalar bile ABD güvenilmez olduğunu kanıtladı.

Kore medyasından okuduğum demeç ve haberlere bakılırsa, Rusya'nın Ukrayna'yı işgaliyle başlayan gelişmelere Kuzey Kore'nin yaklaşımı, Stalin'in İkinci Dünya Savaşı'na yaklaşımına benziyor. Ukrayna'daki savaş, Rusya’nın savaşı kaybetmesi durumunda Kuzey Kore için varoluşsal bir sorunu beraberinde getirecekti. Sosyalist bir ülke olarak ve kuşkusuz Marksizm-Leninizm'i dünyadaki herkesten daha iyi bilen Kuzey Kore, nesnel analizini yaptı ve ardından tutumunu belirledi.

"Bir Marksist için", diyordu Lenin, "savaşın niteliğini açıklığa kavuşturmak, onun ona karşı tutumu sorununu karara bağlamak için zorunlu bir ön hazırlıktır. Ancak böyle bir açıklama için, her şeyden önce, söz konusu savaşın nesnel koşullarını ve somut durumlarını belirlemek şarttır. Savaşı, içinde bulunduğu tarihsel ortamda düşünmek gerekir, ancak o zaman kişi ona karşı tutumunu belirleyebilir. Aksi takdirde ortaya çıkacak yorum materyalist değil, eklektik olacaktır." Tarihsel koşullara, sınıfların ilişkisine vb. bağlı olarak, savaşa karşı tutum farklı zamanlarda farklı olmalıdır. (2)

Savaş kışkırtıcısı saldırgan emperyalist ABD-NATO tarafından desteklenen Nazi-Ukrayna ve Rus emperyalizminin işgal girişimi savaşı, her savaşa uygulanan hazır reçetelerle tanımlanan ve değerlendirilen tipik bir savaş değildir. Lenin'in "reçete" değerlendirmelerine karşı söylediği gibi; "Savaşlar fevkalade çeşitli, farklı, karmaşık bir şeydir. Savaşlara genel bir kalıpla yaklaşılamaz", her savaşın somut bir analizi yapılmalıdır.(3)

Özellikle Marksizm, Leninizm'i Batılıların "özetlemelerini” ve "eleştirilerini” okuyarak öğrenenler ya da okuduklarını kendi öznelliklerine uygun olarak en iyi ihtimalle eklektik bir şekilde ezberleyenler, Stalin'in emperyalizm ve savaş üzerine değerlendirmelerini göz ardı ettiler.

 1951'de ABD-NATO'yu saldırgan bir pakt, bir savaş aracı, yeni bir dünya savaşı olarak tanımlayan Stalin şöyle diyordu: "Yeni bir savaşa ilgi duyan saldırgan ülkelerin, uzun süre savaşa hazırlanan ve bunun için güç biriktiren ülkeler olması, genellikle, yeni bir savaştan çıkarı olmayan barışsever ülkelerden daha iyi hazırlanmış oldukları ve olmaya da zorunlu oldukları gerçeğidir. Bu doğal ve anlaşılabilir bir durumdur. Bu, isterseniz, görmezden gelinmesi tehlikeli olacak bir tarih yasasıdır. (4)

Emperyalizm gerici olmaya devam etti ve saldırganlığın ve saldırgan savaşların kaynağı olmaya devam ediyor. Ancak bu, her bir emperyalist ülkenin (ekonomik tanımı bakımından) her bir verili zaman içinde saldırgan savaşlar için eşit donanıma sahip olduğu ve/veya çıkarlarının her zaman saldırganlık ve savaşlarla örtüştüğü anlamına gelmez.

 Yatıştırma politikası, saldırgan olmayan Rusya ve Çin'in politikası olmuştu. ABD-NATO'nun savaşçı, saldırgan ve savaş kışkırtıcı kuşatma uygulamalarıyla ABD emperyalizmi Ukrayna'ya kadar uzanmış ve Ukrayna'nın "NATOlaştırılması" hedeflenmiştir.

"Bir savaşın niteliği ve başarısı, esas olarak, savaşa giren ülkenin iç rejimine bağlıdır, bu savaş,  söz konusu ülkenin savaştan önce yürüttüğü iç politikanın bir yansımasıdır. (5) Bu nedenle, savaş, kendisinden önceki politikalarla bağlantısını anlamadan, savaştan çok önce izlenen politikalar incelenmeden değerlendirilemez.

Yakın tarihe, ilgili herkesin yürüttüğü önceki politikalara bakıldığında, Kuzey Kore'nin emperyalist saldırganların kimler olup olmadığı konusunda herhangi bir yanılsaması olmadı. Onlar, açık bir şekilde, mevcut savaşa karşı tutumlarını belirlemek için Stalin'in değerlendirmelerini okudular ve kavradılar.

"Pearl Harbor "olayı", Filipinler ve diğer Pasifik Adaları'nın kaybı, Hong Kong ve Singapur'un kaybı, saldırgan devlet olarak Japonya'nın savaşa barış politikası izleyen İngiltere ve ABD'den daha iyi hazırlandığını kanıtladı. Bunu bir tesadüf olarak göremezsiniz."  (6)

Bu, Stalin'e göre, emperyalist bir ülkenin de bir "barış" politikası izleyebileceği anlamına gelir - kuşkusuz o dönemdeki çıkarları nedeniyle.

Saldırgan ve saldırgan olmayan emperyalist olarak bir ayrım yapan, yani asıl düşmanı tanımlayan Stalin şöyle diyordu:

Savaş bir savaş olarak kalır; saldırganların askeri bloğu askeri bir blok olmaya devam eder; Ve saldırganlar saldırgan olmaya devam eder.

Yeni emperyalist savaşın henüz evrensel hale gelmemiş olması, bir dünya savaşı olması ayırt edici bir özelliğidir. Savaş, başta İngiltere, Fransa ve ABD olmak üzere, saldırgan olmayan devletlerin çıkarlarını her bakımdan ihlal eden saldırgan devletler tarafından yürütülüyor,  bu devletler ise geri çekilip sinerek, saldırganlara taviz üstüne taviz veriyor.

Bu nedenle,  saldırgan nedenle, saldırgan pahasına, en ufak bir direniş girişimi olmaksızın ve hatta ikincisi adına belirli bir miktar göz yummayla, dünyanın ve etki alanlarının açık bir şekilde yeniden paylaşılmasına tanık oluyoruz.

Nasıl oluyor da bu kadar geniş olanaklara sahip olan ve saldırgan olmayan ülkeler, saldırganları memnun etmek için konumlarını ve yükümlülüklerini bu kadar kolay ve herhangi bir direniş olmaksızın terk edebiliyorlar?

Resmi olarak konuşursak, müdahale etmeme politikası aşağıdaki gibi tanımlanabilir:

"Her ülkenin saldırganlara karşı istediği gibi ve elinden geldiğince kendini savunmasına müsaade edin. Bu bizim meselemiz değil. Hem saldırganlarla hem de kurbanlarıyla ticaret yapacağız."

Ama gerçekte konuşursak, müdahale etmeme politikası, saldırganlığa göz yummak, savaşı serbest bırakmak ve sonuç olarak savaşı bir dünya savaşına dönüştürmek anlamına gelir. Müdahale etmeme politikası, saldırganların alçakça işlerini engellememe hevesini, arzusunu ortaya koymaktadır" (7)

Bu, Kuzey Kore için varoluşsal bir sorundu ve her iki durumda da, Stalin'in yukarıda alıntılanan konuşmasında nedenleri zarif bir şekilde belirttiği gibi,  müdahale etmeme politikasını uygulayamazdı.

Bu, Kuzey Kore'nin Rusya, Çin ve şimdi de İran ve muhtemelen savaşçı emperyalist ABD'ye karşı olan her ülke ile ittifak kurmasının temel teorik nedeni haline gelmiştir.

Kuzey Kore'nin Koreler arası karayollarını ve demiryollarını yıkması ve Güney Kore'yi düşman, ABD vekil devleti olarak tanımlayan bir anayasa revizyonu bir tesadüf değil,  bu aşamada vekiller aracılığıyla devam eden 3. Dünya Savaşı'ndaki tutumuyla doğrudan ilgilidir.  Bir "dünya savaşının" doğrudan olması gerektiği ve Nükleer silahların olası kullanımıyla ilgili yaygın yanılgının aksine, savaşlar, özellikle içinde yaşadığımız teknolojik çağda, farklı biçimlerde ve şekillerde ortaya çıkacak ve büyük olasılıkla "vekil" biçiminde devam edecektir. 

Güney Kore'nin Kuzey Kore'deki insansız hava aracı provokatif saldırıları, farklı düzeylerde yürütülen vekalet savaşının bir örneğidir. Yeni koşullar altında Kuzey Kore "iki Kore" fikrinden vazgeçmiştir. 17 Ekim'de Kuzey Kore, Güney Kore’yi “yabancı bir ülke ve açıkça düşman bir ülke” olarak nitelendirdi ve Güney'e yönelik şartlı saldırı uyarısını yineleyerek iki Kore politikasını güçlendirdi." Kim Jong-Un, ülkenin nükleer yeteneklerinin sürekli genişlemesine odaklanan Ulusal Gün konuşmasını yaptı. Aynı gün, egemenliğinin ihlal edilmesi durumunda Güney Kore'ye karşı misilleme olasılığından bahsetti ve ABD-Güney Kore ittifakının değişen doğasının Kuzey Kore'nin güvenliği üzerindeki etkilerini vurguladı.

Kuzey Kore'nin bu pratikleri ve yorumları kendi başlarına değil, dünya çapında devam eden gerilimler ve vekalet savaşları ile bağlantılı olarak ele alınmalıdır.

Rusya, Kuzey Kore ile ittifaka doğru gidiyor

Her ne kadar Batı yanılgısı ile de olsa Rusya, bir "Avrupa Ülkesi" olarak Avrupa'dan Asya'ya açılan kapı olmak istemiştir.  Rusya'nın Doğu stratejisi, Ukrayna savaşından çok önce başlamış, daha sonra 'Minsk' anlaşmalarına dayanmış ve Batı'dan ciddi bir askeri tehlike beklememişti. Bu nedenle, 2010'ların başında Kuzey Kore'ye daha az odaklanıldı. Rusya'nın odak noktası, gelişen bir bölgede önemli bir oyuncu olarak yer aramak, dinamiklerini ve dolayısıyla Çin'i ayarlamaktı. Rusya-KDHC bağları o dönemde ikincildi. Kuzey Kore ile bağ kurmanın harika bir fikir olduğu ancak 2010'ların sonlarında ortaya çıktı, ancak Rusya'nın 2017'nin sonlarında Çin'in K.K’ye yönelik BM yaptırımlarını sertleştirme kararının yanında yer almasının ardından bu imkansız bir çaba haline geldi. Rusya'nın Kuzey Kore ile bağ kurma fırsatı ancak 2019-20'den sonra Çin ve Kuzey Kore ilişkilerinin yeniden canlanmasıyla ortaya çıktı. Ancak bu kez Kuzey Kore, COVID-19 salgınını önlemek için sınırlarını kapattığında başka bir engel ortaya çıktı. Rusya'nın Çin'e odaklanması, kamuoyuna yapılan birlik çağrılarıyla durmadı. Rusya, ancak Rusya'nın Batıya yönelik yanılgısının çöküşünden, özellikle de 2022'de İstanbul anlaşmasının reddedilmesinden sonra “Doğu'ya dönmenin", Çin'e Kuzey Kore'yi de fakto ittifaka eklemenin tek alternatifi olduğunu anladı. Rusya'ya dayatılan Ukrayna savaşı, Rusya için ve dolaylı olarak Çin ve Kuzey Kore için varoluşsal bir sorun haline geldi.  Başka bir deyişle, ABD-Batı'nın Rusya'ya karşı Ukrayna'ya verdiği toplu destek, Çin ve Kuzey Kore ile ittifak kurmayı çok daha kolay ve daha az çaba sarf gerektiren hale dönüştürdü. Rusya'nın Batı ile ittifak halinde "Doğu'ya açılan Batı Kapısı" olma stratejisini, Doğu Asya'daki tüm ABD-Batı ittifaklarını hedef alan "büyük stratejik üçgen" stratejisine dönüştüren de bu gelişme olmuştur.

 Pratikte 1970'lerin Çin, Rusya ve ABD arasındaki uluslararası dünya düzenini şekillendiren "büyük stratejik üçgen"in yeniden canlanması gibi görünen bu “Doğu'ya Dönüş" stratejisiydi.  Çin, Rusya'nın yeniden canlanan stratejisinde hayati bir role sahiptir. Çin ile birlikte, nükleer güç olan Kuzey Kore, özellikle ABD'nin vekili Güney Kore'ye karşı Rus güvenliği için Doğu'da önemli bir role sahiptir. Bu strateji ABD ve Çin'e Rusya'nın dikkate alınması gereken önemli bir güç olduğunu göstermeyi amaçladı. Aynı Sovyet dış politikası için olduğu gibi, Kuzey Kore şimdi Rusya için hayati bir unsurdur. Rusya'nın bu yaklaşımı, çok sayıda sıkı, tek taraflı ve BM yaptırımları altında olan ve teknolojiye, enerjiye ve gıda maddelerine ihtiyaç duyan Kuzey Kore tarafından memnuniyetle karşılandı. Aynı zamanda bu hem ekonomik hem de politik anlamda Rusya'nın çıkarlarına hizmet edecekti.

Kuzey Kore ve Sovyetler arasındaki uzun tarihsel ilişkiler, özellikle Doğu'da ve genel olarak dünyada yeni gelişen siyasi, askeri ve sosyal gerçekler, bu ilişkiyi yeniden başlatmak için önemli bir rol oynadı. Rusya, Sovyetlerin Kuzey Kore’de inşa ettiği fabrikaları modernize ederek, Kuzey Kore’nin durgun işgücü havuzunda olan işgücünü istihdam ederek, çok ihtiyaç duyduğu enerjiyi sağlayarak, silahlı kuvvetlerini yeni teknolojiyle yükselterek, dünyanın en dinamik bölgesinde Çin için, Güney Kore, Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkilerinde büyük bir ortak olacaktır. Dolayısıyla Kuzey Kore ile ittifak, Rusya için Ukrayna savaşına destek ve yardım sağlamaktan daha geniş anlamlara sahiptir. Rusya'nın Çin ve Kuzey Kore ile bağları ne kadar güçlü olursa, Rusya'nın ABD ve bölgedeki müttefikleri üzerinde o kadar fazla etkisi olacaktır. Bu da Çin ve Kuzey Kore için aynı şekilde işler. Bu ittifak, nükleer güç blokları oluşturması, dünya savaşı için güçleri dengelemesi ve ABD-Batı'yı doğrudan savaşlar konusunda iki kere düşünmeye, nükleer silah kullanımını çok ciddiye ve dikkatli bir şekilde ele almaya zorlaması bakımından hayati bir öneme sahiptir.

Bu, Kuzey Kore ile ittifakın birçok açıdan Rusya'nın Doğu Asya'ya doğru genişlemesini sembolize ettiği ve Kuzey Kore'nin çıkarlarıyla tamamen örtüştüğü yadsınamaz bir gerçektir. Bununla birlikte, Kuzey Kore söz konusu olduğunda, ne siyasi ittifak ne de ekonomik ilişki,  Rusya'nın bölgede iradesine göre hareket etme lisansı değildir.

Sonuç

Rusya ile Kuzey Kore arasında kurulan ittifak,  çoğu gelişmiş ülke için varoluşsal bir sorun yaratan, gerileyen ABD savaşçı emperyalizmi karşısında bir zorunluluk haline geldi.  ABD ve Batı, Üstünlükçü, savaşçı politika ve uygulamalarıyla Ukrayna savaşından İran Savaşı'na ve Doğu Çin'e kadar her adımda kendi ayağına kurşun sıktı.

Rusya-Çin ve devamında Rusya-Kuzey Kore ittifakının, iç içe geçmiş askeri anlaşmalarla ortaya çıkmasının en önemli anlamı, süper güçler arasında bir nükleer savaş olasılığının azalmasıdır. Nükleer cephanelik ve askeri teknolojideki güç dengesi yeni Çin-NK-Rusya ittifakına doğru kaydı. Bu nedenle diğer ülkeleri boyunduruk altına almak için ABD’nin nükleer silah kullanma tehdidi önemini yitirdi.  Yaygın olarak tekrarlanan "3. Dünya Savaşı" retoriği ve kullanıldığı bağlam -nükleer savaş- şimdilik geçmişte kaldı. Üçüncü Dünya Savaşı zaten farklı yoğunluklarda farklı biçimlerde devam ediyor.

Bu nedenle, süper güçler arasındaki konvansiyonel bir dünya savaşı büyük olasılıkla vekalet savaşları olarak devam edecektir. Avrupa söz konusu olduğunda, Ukrayna'daki savaş, ABD-Batı'nın -üçlü ittifakını yenmek şöyle dursun- Rusya-Çin-Kuzey Kore - Rusya'yı yenmeye muktedir olmadığını kanıtladı .

Doğu, Çin söz konusu olduğunda, ABD'nin bölgede bir savaş kazanma şansı imkansız görünüyor. Birincisi, karadan erişimi olmayan bölgeden okyanuslar boyu uzakta .Bu uzaklık,  lojistik olarak, üçlü ittifaka karşı kazanacak bir savaş yürütmeyi neredeyse imkansız hale getiriyor.

Ancak en önemli faktör, ilgili çeşitli gerçeklerdeki son gelişmelerdir.

ABD-Batı'nın askeri cephaneliği kritik seviyeye kadar tükendi. ABD-Batı, Yemen gibi küçük bir ülkeye karşı bile tek bir cephede kazanan bir savaş yürütme yeteneğine sahip olmayan bir durumda. İran'a karşı yürütülen son savaş bu gerçeği kanıtlamıştır.

Uzun süreli bir savaşı kazanmak, büyük ölçüde ekonomik istikrara, gelişmiş askeri sanayiye, insan ve makineleri yenileme yeteneğine, savaşı yürütmek için gerekli olan silah ve mühimmatı üretme ve tedarik etme kapasitesine bağlıdır. Burada 1990'ların koşullarına dayanan fantezilerden türeyen subjektif bir perspektiften ziyade, mevcut durumun nesnel gerçekleri ön plana çıkmaktadır.

ABD, ekonomisi ağırlıklı olarak askeri ve teknoloji endüstrisi olan ve finansal kuruluşlarla birlikte tüketici bir ülke haline geldi.  Ekonomik çıkarları, silah satmaya devam etmek için çatışmaların ve savaşların devam ettiği, ülkeleri doğal kaynaklarının yağmalanması için boyun eğdirdiği,  büyük ölçüde istikrarsız bir dünya ile uyumludur. İşte burada askeri ve teknoloji endüstrisi için kaynak sorunu önümüze geliyor.  İstisnasız her askeri araç; Silahlar, mühimmatlar, uçaklar, tanklar vb. yüzlerce, bazı durumlarda yüz binlerce bileşenin toplu katkısıyla nihai ürün olarak üretilir.  ABD, teknoloji endüstrisi de dahil olmak üzere nihai ürünlerin -bilgisayarlardan telefonlara - üretimi için gerekli olan bu "bileşenler" için ne doğal kaynaklara ne de rafineri tesislerine sahiptir. ABD'nin bu kaynaklara erişebilmek için ya bu ülkelere boyun eğdirmesi ya da zaten rafine edilmiş haliyle sahip olan ülkelerden satın alması gerekiyor.

Eski sömürge Çin, tüm dünya mallarının üçte birini pazarda üreten bir üretici ülke haline geldi. Çin'in imalat ekonomisi çıkarları, ülke ekonomilerinin geliştiği ve Çin ürünlerinin kullanımı için tüketiciler yarattığı nispeten barışçıl, istikrarlı bir dünya ile uyumludur. Çin askeri ve teknoloji endüstrisi, ABD'nin sahip olduğu kısıtlamalara sahip değil. ABD'den farklı olarak Çin, tüm kaynaklara ve arıtma tesislerine sahip olduğu için askeri ve teknoloji endüstrisi için nispeten kendi kendine yeterli tek ülkedir; bunlar esas olarak "nadir toprak mineralleri".

Trump'ın söylemi ve Çin'e yönelik "tarife politikası" yıkıcı bir şekilde geri tepti, çünkü ABD'nin askeri ve teknoloji endüstrisi için nadir toprak minerallerine ve özel yünlere ihtiyacı var. Çin'in tedarik ettiği nadir toprak mineralleri olmadan, ABD'nin askeri ve teknoloji endüstrisi ya çökebilir ya da nihai ürünleri şu anda olduğundan daha pahalı hale gelebilir.  ABD'nin Çin'e, Çin'in ekonomileri için ABD'ye ihtiyaç duyduğundan daha fazla ihtiyacı var ve ABD ekonomisi büyük ölçüde askeri ve teknoloji endüstrilerine bağımlı olduğundan, ABD'nin geri kalan ülkeleri boyunduruk altına alacak askeri bir güç olarak kalması gerekiyor.

Bu nedenle, Kuzey Kore'nin hem Çin hem de Rusya ile ittifakının sonuçları, ekonomik, askeri ve siyasi anlamda dünya çapındadır. Güney Doğu Asya'daki olumlu gelişmelerin Doğu Asya'yı da- Güney Kore ve Japonya- etkilemesi kaçınılmaz olacaktır.  ABD'nin askeri gücünün ve boyunduruk altına alma rolünün zayıflaması, Doğu Asya ülkeleri üzerinde bir uyanış etkisi olacaktır. ABD'nin fiili bir sömürgesi olan Güney Kore, bir savaş durumunda ABD'nin onları kurtarmaya geleceği ve Güney Kore'ye hiçbir şey olmayacağı yanılsamasına büyük ölçüde sahip olan kendi halkı tarafından politikasını değiştirmeye zorlanacaktır. Ukrayna'daki savaş, Japonya da dahil olmak üzere bu tür bir yanılsama altında olanlar için bir uyandırma çağrısı oldu.  Buna ek olarak, komşu Çin ile gelişen ekonomik ilişkiler, Doğu Asya'nın dönüşümünde giderek ciddi bir etkiye sahip olacaktır. Güneydoğu Asya'nın tarafsız duruşları, "Bizi bir taraf seçmeye zorlamayın, bunu istemiyoruz, ancak bu seçim bize dayatılırsa, seçimimiz Çin olmak zorunda kalacak" şeklindeki konuşma şekliyle kendini zaten gösterdi.

 Doğu ve Güney Doğu Asya, dünyanın yakın gelecek üreticisi ve sanayisinin lokomotifi olacaktır.

 Sonuç olarak, Kuzey Kore ile Rusya (ve Çin) arasındaki ittifak, burjuva liberallerin fantezilerine ve hüsnükuruntularına dayanan analizlerinden farklı olarak "kırılgan", "kısa vadeli" bir ittifak değil, uzun vadeli bir ittifaktır. Bu, "Ukrayna savaşı" için bir ittifak değil, dünyanın geleceğini şekillendirecek geniş kapsamlı hedefleri ve sonuçları olan stratejik bir ittifaktır.

Erdoğan A

Temmuz 9, 2025 Tayland

NOTLAR

 Kore'nin sıkı Stalinist Sosyalist bir ülke olduğu gerçeğini göz önünde bulundurarak;  "Bu 'uzun vadeden sonra ne olacağı" ve bunun Kuzey Kore'yi nasıl etkileyeceği, objektif gelişmeleri takip edecek, objektif gerçeklere ve verilere dayanarak objektif analizler yapacak olan gelecek neslin sorunudur.

ABD'nin azalan gücü, uluslararası politikada ve dünya düzeninde belirleyici olan her yönüyle ele alınmamalıdır. Bu gerileme, ABD'yi tek kutuplu dünya düzeni için mücadelesini durdurmayacak, aksine tüm gücünü ve bazı belirleyici alanlarda devam eden üstünlüğünü ortaya çıkaracaktır. ABD, yüzyıllık tarihi ve tecrübesi olan "enformasyon savaşında hala ezici ve belirleyici bir üstünlüğe ve dünyanın hemen her ülkesinde enformasyon kuruluşlarına sahiptir. Her ne kadar enformasyon savaşı araç ve yöntemleri Çin ve Rusya gibi bazı ülkelerde büyük ölçüde engellenmeye başlanmış olsa da, çoğu ülkede manipülasyon ve kendi çıkarlarına aykırı hareket etmelerini sağlayarak halkın bakış açısını etkileyen tartışmasız bir varlığa sahiptir. Bilgi savaşındaki üstünlük hafife alınmamalıdır.

Finansal hakimiyeti, finansal kurumlar aracılığıyla, uluslararası ticaret işlemlerinde hala hüküm sürüyor, ancak yavaş yavaş düşmesine rağmen, ABD dolarının baskın değişim değeri hala hüküm sürüyor.

Başka bir deyişle, ABD gerilemesini genel bir düşüş değil, daha çok askeri ve siyasi anlamda. Genel düşüşünün derecesine dayanarak, başka bir makalede belirttiğim gibi, "ABD'nin soluklanma için kendini geri çekmesi, toparlanması ve yeniden sanayileşme yoluyla ekonomisini güçlendirmesi ve kendisini bir sonraki savaşlara hazırlaması büyük olasılıktır. Bu da yine ABD için, ekonomisini bir "savaş temeli" üzerinde geliştirmeyi, artan hükümet kontrolü, kaynakların yeniden tahsisi ve savunma sanayii odağı yoluyla askeri ihtiyaçlara ve üretime sivil tüketime öncelik vermeyi gerektiriyor. ABD, gücü olsun ya da olmasın söyleminde savaşçı ve saldırgan olmaya devam edecektir."

 

(1) O.W. Kuusinen, ECCI'nin 13. Genel Kurulu'ndan

(2) Lenin, Proletarya ve Savaş Üzerine Ders"

(3) Lenin'den Inessa Armand'a

(4) Barış ve Güvenlik Sorunu – Stalin

(5) Lenin, Doğu Halklarının Komünist Örgütlerinin İkinci Tüm Rusya Kongresi'ne Hitap

(6) Stalin, barış ve güvenlik sorunu

(7) Merkez Komitesinin Çalışmaları Hakkında SBKP(B) On Sekizinci Kongresine Sunulan Rapor

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.