Header Ads

Header ADS

ABD/AB-TÜRKİYE İLİŞKİLERİNDE YENİ BİR DÖNEM Mİ?

OKÇUOĞLU

Baskın görüş, Biden ve diktatör Erdoğan’ın görüşmeye kılıçlar çekili olarak gidecekleri şeklindeydi. Ama tam tersi oldu.

Anlaşılan her şey yolunda, tartışarak sorunları çözeriz mesajı verilmek istendi. Bu nedenle olsa gerek diktatör Erdoğan “Son derece yararlı ve samimi bir görüşme oldu” derken; Biden da “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile pozitif ve verimli bir görüşme yaptıklarını” söyledi ve "Ekiplerimiz görüşmelere devam edecek, Türkiye ile ABD arasında gerçek bir ilerleme kaydedeceğimize inanıyorum" açıklamasını yaptı.

Çevri de hesaba katıldığında, ikili görüşmelerde yaklaşık 30 dakika içinde sorunlar karşılıklı olarak yeniden dillendirilmiş ve en fazlasıyla kurulacak çalışma gruplarına havale edilmiş olur.

Heyetlerin de katıldığı 45 dakika içinde de herhangi bir sorunun ele alınma imkanı olamazdı.

Böylece açığa çıkan şu: Biden-Erdoğan görüşmesi Türkiye ile ABD ve AB arasındaki sorunların halledilmesi için kurulan ilk masa oldu; arkası zamana yayılarak herhalde müzakerelerle devam edecektir.

İster istemez yeni bir sayfa açılıyor. Şimdilik taraflar görüşlerinde ısrarlılar. Örneğin S 400’ler konusunda, F 35 konusunda, PYD konusunda bir uzlaşma umudu şimdilik yok. Ancak Libya ve Afganistan konusunda, Güney Kürdistan’da Kürt Özgürlük Hareketinin imhası konusunda uzlaşabiliyorlar.

Diktatör Erdoğan ve Biden sorunların kolay kolay çözülemeyeceğinin, bunların yanlış anlamanın ötesinde “ulusal” çıkarlardan kaynaklanan çelişkiler olduğunun bilincinde olarak görüşmüşlerdir.

Sorunlar ne zaman ele alınır bilinmez. Ancak, NATO bağlamında ve Balkanlar-Karadeniz-Kafkasya-Afganistan-Ortadoğu (özellikle Suriye)-Doğu Akdeniz-Libya sahalarında Nato ve ABD- buna AB de dahildir- Türkiye olmaksızın fazla bir şey yapamayacaklarını görmüş olmaları gerekir ki, zinhar olmaz (örneğin, S 400’ler Türkiye mülkiyetinden çıkmalıdır) diye ABD farklı bir tavır sergilemedi.

Anlaşıldığı kadarıyla ABD her koşul altında Türkiye ile yol almak istemektedir; onun jeopolitik çıkarı bunu kaçınılmaz kılmaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin üzerine fazla gelemeyecektir; uzlaşmaya çalışacaktır.

Türkiye söz konusu sorunların çözümünü veya ele alınışını zamana yayma eğiliminde. Şu nedenlerden dolayı:

-Mevcut durumu kabullendirmek için zaman kazanmak.

-NATO 2030 konsepti, bir bakıma Türkiye üzerine kurulmuştur; bu konseptte yer alan Ortadoğu, Karadeniz, Kafkasya, Afganistan gibi sahalarda faaliyet Türkiye’siz olmaz. Türkiye olmaksızın NATO’nun güney kanadı bir anlam taşımaz.

-Türk burjuvazisi NATO’nun 2030 konsepti doğrultusundaki faaliyetlerinde Türkiye’nin aktif rolünün ve bu alanlarda vazgeçilemez oluşunun görünür olmasını bekleyecek.

-Yüksek irtifa hava savunma sistemini 1-2 sene içinde geliştirmek ve S 400’leri gereksiz kılmak isteyecek. Hava savunmasında alçak ve orta irtifa savunma sistemlerini geliştirdiler ve kullanılıyor.

-Anlaşılan o ki, Türk burjuvazisi silah sistemi ihtiyaçlarını üreterek, bu süreçte sabrederek, silah argümanını ABD’nin elinden alarak ilerleyecek...

Kimse Libya’dan, Doğu Akdeniz’den, Suriye’den, Kafkasya’dan çık/çekil demedi bu sefer. Tam tersi oldu.

NATO, AB veya Batı, Güneyden çevrelenmemek için Rusya’yı Libya’dan mutlaka çıkartmaya çalışacaklardır. Bunu yapabilmek için önce Libya’da olmaları gerekir. Ama Libya’da değiller. O halde Türkiye ile uzlaşmak zorundalar. Macron’un çok sevdiği “Libya’dan çık” yerini Libya’da ortak çalışmaya bıraktı.

Biden nezdinde ABD ve NATO, Amerika’yı yeniden keşfeder gibi Türkiye’yi yeniden keşfettiklerini hal ve hareketleriyle, açıklamalarıyla gösterdiler. Bunun nedeni, NATO 2030 konseptinde Türkiye’nin oynayabileceği, kabul ettiği (Afganistan) rolün önemidir. Söz konusu bu sahalarda aynı görevi yerine getirecek ABD dışında başka bir NATO gücü yoktur. Bu da Çin ve Rusya’ya karşı “it dalaşı”nda Türkiye’yi vazgeçilemez kılmaktadır. Diktatör Erdoğan tam da buna oynuyor.

ABD ve AB Türkiye’yi yok sayarak hareket edemeyeceklerini kabullendiler.

NATO’nun 2030 konseptinde ana rakip Çin, düşman Rusya olsa da açık olan şu: ABD, Çin’i çevrelemek için Pasifikte yeni ittifak ilişkileri geliştiriyor. Askeri ağırlığı o bölgeye kaydırıyor. Ama aynı zamanda Avrupa’yı yanında/arkasında tutmak için Rusya’ya karşı mevcut hattı korumak zorundadır. Bu durumda Çok ihtiyaç duyduğu Türkiye ile didişmesinin jeopolitik açılımına çıkardan çok zarar vereceğini görmüş olmalıdır. Görünüşteki yumuşama, sorunları süreç içinde çözme anlayışı bu nedenden dolayıdır. Diktatör Erdoğan buna da oynuyor.
Diktatör, dış politika sadağında atabileceği epeyi ok biriktirdi.

Kim kime muhtaçtır? Tabii burada muhtaçlık görecedir; bir konuda muhtaç olursun, başka bir konuda olmazsın. Burada söz konusu olan jeopolitik muhtaçlıktır. Atom bomban da olsa, dünyanın en güçlü ülkesi olsan da dünya hakimiyetini sürdürmek veya hakim konumunu devam ettirmek istiyorsan veya bu hakimiyeti elde etmek istiyorsan bu jeopolitikanın gerçekleşmesi için rekabette kilit bir coğrafyaya muhtaç olabilirsin. Bu da Türkiye’dir. Coğrafya olarak Türkiye, dünya jeopolitiğinde her dönem önemli olmuştur ve bugün ABD’nin, Rusya’nın ve yakın gelecekte Çin’in jeopolitikasında Türkiye’nin stratejik konumu oldukça önemlidir.

Taviz verdi mi, vermedi mi, Biden’ın elini öptü mü öpmedi mi, Putin tarafından azarlanır mı, fırçasını yer mi soruları minvalinde çokça tartışılabilinir. Ancak bu, üzerinde durmaya değer vermediğimiz gerçeği değiştirmez. O gerçek de Türkiye’nin nasıl bir ülke olduğudur.

Bir kere de olsa düşünelim: Türkiye nasıl bir ülke? Sömürge mi, yarı-sömürge mi (yarı-feodali de katalım), yeni sömürge mi, ekonomik sömürge mi, mali sömürge mi? Türkiye nasıl bir ülke veya sömürge ki, örneğin bazen ABD ile bazen de Rusya ile birlikte Rojova’da işgallere girişiyor, İdlib’den çıkmıyor, Güney Kürdistan’da kalıcı üsler kuruyor; Doğu Akdeniz’de MEB sahasını ilan ediyor, Maraş bölgesini de açıp Kuzey Kıbrıs’ı tam vilayete çeviriyor, Karadeniz’de, Libya’da bayrak sallıyor, Güney Kafkasya’da Rusya’ya rağmen ve onunla işbirliği içinde Azerbaycan-Ermenistan savaşının kaderini belirliyor; nasıl bir sömürge ülke ki, 13 ülkede (birkaçı BM şemsiyesi altında) askeri üs kurabiliyor?

Uşak, el öptü, teslim oldu vb. demenin ötesinde bir şey söylemeyen bir “sol”! ‘70’li yılların mirası olan emperyalizm-sömürge, yeni sömürge, yarı sömürge ilişkisini o zaman nasıl kavradıysak bugün de 21. yüzyılın ilk çeyreğinde aynı kavrayışla sınıf düşmanı analizi yapıyoruz. Aradan 50 sene geçmiş, dünyada pek çok değişim olmuş, ama Türkiye hala yerinde sayıyor. 50 sene öncesinin emperyalizm anlayışıyla 50 sene sonra yol alınamayacağını anlamış durumda değiliz. O köhnemiş, çarpık emperyalizm anlayışına göre emperyalizm her şeye muktedirdir, bir kere emperyalist hep emperyalist veya bir kere yarı sömürge hep yarı sömürge.

Diktatör Erdoğan konuşsa bir türlü, konuşmasa bir türlü; konuşursa adı teslim oldu oluyor; konuşmazsa herhalde azarlanmış oluyor. Bu tanımlamaları geçen bir değerlendirme yok!

Tarafların toplantılarda ve ikili görüşmede rahat hareket etmelerinden de sonuç çıkartmıyoruz.

Çevriler de dahil toplamda 1,5 saat içinde çözülemeyecek sorunları çok rahat ele alıyorlar. Normalde diktatör bir “eyy” çekerdi. Ama olmuyor. Öyle ki, J. Biden’ın diktatörün yanına geliyor. Ancak biz bundan bir el öpme sonucu çıkartıyoruz. Açık ki, her iki taraf nasıl hareket edeceklerini, sorunları nasıl ele alacaklarını, nasıl duyuracaklarını; uzlaşılan-uzlaşılamayan sorunların hangileri olduğunu önceden konuşmuşlar.

Diktatör Erdoğan Brüksel’e gideceği gün Çin ile yüklü miktarda bir swap anlaşması yapıyor. Tabii bu onun elini güçlendiriyor.

Brüksel’den doğrudan Şuşa’ya gidiyor. El öpen, teslim olan diktatörün Şuşa’da ne işi olabilir? Orada ABD ve Rusya’nın gözünün içine baka baka Aliyev ile “Şuşa Beyannamesi”ni imzalıyor. Kafkasya’da Türkiye, Rusya, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve İran’dan oluşan altı ülkenin ortak hareket etmesini yeniden öneriyor. Bunu da ABD/AB ve Rusya’nın gözünün içine baka baka yapıyor. Yani her iki tarafa mesaj veriyor.

Bütün toplantı ve görüşme boyunca ve Şuşa ziyaretiyle aynı zamanda batı ve doğu (asıl olarak Rusya) arasında kurduğu denge politikasının normal karşılanmasını, kabul edilmesini istiyor.

Rusya, kızacağına, Türkiye'ye uçuş yasağını kaldırıyor. Keza Fransa ve Almanya’da seyahat kısıtlamalarını kaldırıyor.

Köşeye sıkışmış veya sıkıştırılmış bir diktatör için bu kolaylıklar neden sağlansın?

Kısacası, bu görüşme vesilesi ile Türkiye’nin nasıl bir ülke olduğunu birkaç makalede ele alarak analiz etmeye çalışacağım:


1. makale:

TÜRK BURJUVAZİSİ KENDİ HİKAYESİNİ YAZIYOR (I)

“ALT-EMPERYALİZM”, “ÜST”-EMPERYALİZM VE TÜRKİYE

TÜRKİYE NASIL BİR ÜLKE?

2. Makale:

TÜRK BURJUVAZİSİ KENDİ HİKAYESİNİ YAZIYOR (II)

“ALT-EMPERYALİZM”, “ÜST”-EMPERYALİZM VE TÜRKİYE

JEOPOLİTİKA VE ULUSAL GÜVENLİK

3. Makale:

TÜRK BURJUVAZİSİ KENDİ HİKAYESİNİ YAZIYOR (III)

“ALT-EMPERYALİZM”, “ÜST”-EMPERYALİZM VE TÜRKİYE

TÜRKİYE NASIL BİR ÜLKE?

4. Makale:

TÜRK BURJUVAZİSİ KENDİ HİKAYESİNİ YAZIYOR (IV)

“ALT-EMPERYALİZM”, “ÜST”-EMPERYALİZM VE TÜRKİYE

“ALT-EMPERYALİZM” VE TÜRKİYE


5. Makale:

TÜRK BURJUVAZİSİ KENDİ HİKAYESİNİ YAZIYOR (V)


“ALT-EMPERYALİZM”, “ÜST”-EMPERYALİZM VE TÜRKİYE


Troçki ve Günümüzde Troçkistler Neyi Reddediyorlar?


6. Makale:


ABD, RUSYA VE ÇİN PERSPEKTİFİNDEN DÜNYA JEOPOLİTİKASINDA TÜRKİYE’NİN YERİ

Sonuncusu hariç bu makaleler bu senenin Mart-Nisan aylarında hazırlandı.

Türk burjuvazisinin hikayesinin analizi Türkiye işçi sınıfının hikayesinin analizi olmaksızın eksik oldurdu. Bu nedenle “Türkiye İşçi Sınıfı Kendi Hikayesini Yazacak” başlığı altında bu sorunu ele alacağım.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.