KÜRESELLEŞME ÇÖKTÜ MÜ*?
Hasan Ozan
18 NİSAN 2020
2008’de patlak veren kapitalizmin genel ekonomik kriz döneminde olduğu gibi
Covid-19 salgınında da küreselleşmenin çöktüğü ısrarla işlendi.
Aslında bu söylem ve analiz belirsiz, lastik gibi dört bir yana çekilebilen liberal gerici bir karakteristiğe sahiptir. Burjuva liberal, burjuva milliyetçi ideolojik ve siyasi demagojiye dayanmaktadır. Dileyenin dilediği gibi kullandığı bir oportünizmden ibarettir.
Peki bu sorun nasıl ele alınmalıdır?
Evet, emperyalist burjuvazinin neoliberal sermaye birikimi modeli ve politikası sınırlarına ulaşarak dibe vurdu. Bir yandan dünya proletaryası ve halkların mücadelesi, diğer yandan çok kutupluluk olarak şekillenmeye başlamış emperyalist dünya sisteminin gerçekleri, öte yandan sıklaşan ekonomik krizler, krizlerden gönenç evresine geçemeyen, kronik durgunluğa saplanmış, düşük büyüme oranlarıyla kapitalizm gerçeği esnek kapitalist birikim modeline ve neoliberal politikalara ağır darbeler indirmiştir.
‘’Küreselleşmenin krizi’’ emperyalizmin krizidir. C-19 krizi bir olgudur ama emperyalist küreselleşmenin krizinin bir görünümüdür; onu derinleştiren, keskinleştiren, ona genişlik kazandıran bir gelişmedir. Ana sorumlusunun kapitalizm olduğu eko-sistemin yıkımının, küresel ısınmanın, küresel virüs salgınlarının kapitalizmin, burjuva egemenliğin devrimle yıkılması gerektiğini daha çarpıcı açığa çıkaran bir olgudur. Uluslararası sermaye, küresel virüs salgınını kullanarak, emperyalist küreselleşmenin krizinin bir dışa vurumunun çarpıcı bir ifadesi olan salgını bütün kötülüklerin kaynağı olarak pazarlamaya çalışmakta; emperyalizmin genel krizinin, güncel ekonomik krizin üstünü örtmek istemektedir. Dünya sermayesinin ve yedeğindeki akımların demagoji ve manipülasyonuna karşın mızrak çuvala sığmıyor. Küresel ölçekte neoliberal politikaların ötesinde kapitalist üretim tarzı, emperyalist dünya sistemi daha kapsamlı ve derin sorgulanmaya başlanmıştır ve eğilim gelişecektir. Kapitalist emperyalizmin yarattığı yıkımların faturasını salgına ve neoliberal politikalara keserek kapitalizmi aklama çabasına karşı mücadele etmek de güncel bir görevdir.
Devam edecek olursak;
Dünya sermayesi henüz neoliberal birikim politikalarının yerine geçecek yeni bir birikim politikası da geliştirebilmiş değil. Fakat bu gereksinimi gittikçe daha yakıcı yaşamaktadır. Önümüzdeki süreçte uluslararası tekellerin azami kar gereksinmelerine yanıt verecek politikalar geliştirilecektir.
Emperyalist küreselleşmenin çöktüğü analizi nesnel ve bilimsel değildir.
Emperyalist küreselleşmenin nesnel maddi temelini dünya çapında üretici güçlerin büyümesi, dünya çapında üretimin toplumsallaşması yatmaktadır.
Uluslararası tekellerin doğuşu, yükselişi, emperyalizmin başlıca biçimlerine dönüşümü bu sürecin ürünüdür.
Süreçleri, olan biten gelişmeleri nesnel temellerinden kopararak yapılan analizler kaçınılmaz olarak metafizik, idealist karakterdedir.
Küreselleşmenin çöktüğünü ileri sürenlerin bu savlarını kanıtlamak için üretici güçlerin küreselleşmediğini, üretimin ve sermayenin küresel ölçekte yoğunlaşıp merkezileşmediğini ya da bu olguların çöktüğünü kanıtlamaları gerekir. Ki bunu kanıtlamaları da mümkün değildir. Emperyalist küreselleşme uluslararası tekellerin damgasını bastığı emperyalist kapitalizmi dile getirir. Bundan sonra da emperyalizm, emperyalist küreselleşme uluslararası tekellerin (ÇUŞ) emperyalizmi olmaya devam edecektir.
Küreselleşme/uluslararasılaşma kapitalist üretim tarzının bir gelişme yasasıdır. İlkel birikimden manifaktüre, sanayi kapitalizminden emperyalist tekelci kapitalizme, oradan uluslararası tekellerin damgasını bastığı küreselleşmeye doğru tarihin akışından bu olguyu net bir şekilde görmekteyiz. Küreselleşme kapitalizmin doğal tarihsel gelişme eğilimidir.
Tanrısal bir iradeden, evrensel bir akıldan vs. doğmaz, aksine kapitalizmin nesnel gelişme yasaları üzerinde şekillenen ve gelişen bir süreçtir.
Kapitalizm pazar ekonomisidir. Kapitalizmin doğuşu ve yükselişi kapitalist pazarın doğuşu ve yükselişi sürecidir. Dağınık yerel pazarların birleştirilmesiyle ulusal pazarın doğuşu, kapitalizmin dünya çapında yayılma süreciyle dünya pazarının oluşması, oluşan dünya pazarının bütün içsel çelişki ve çatışmalarıyla birlikte daha bütünleşik hale gelişi kapitalist gelişmenin nesnel karakterinden kaynaklanır.
Diyalektiğin yerine metafiziği, materyalizmin yerine idealizmi geçirerek bu süreç ve gelişme eğrisi anlaşılamaz.
Kapitalist küreselleşme süreci otomatik bir gelişme süreci değildir. Bu süreç kendi tarihsel gelişme seyri içerisinde kesintileri, iniş çıkışları, sıçramaları içeren bir süreçtir. Kapitalizmin genel ekonomik krizlerini, I. ve II. dünya savaşlarını, sosyalist kampın doğuşunu hatırlayalım; 89/91 çöküşünü ve ardı sıra gelişen süreci hatırlayalım…
C-19 salgını, keza patlak veren küresel ekonomik kriz olgusu küresel kapitalist üretim ve dolaşım sistemine ağır darbeler indirdi. Ekonomik gelişme oranları hızla dibe doğru gitti. Dünya ticareti daraldı. IMF’nin, Dünya Bankası’nın, DTÖ’nin, OECD’nin açıkladığı verilerden bu gerçeği görmekteyiz. Ancak her kriz kapitalizmde üretim ve sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşme sürecini ivmeler. Gerek ekonomik kriz gerekse de C-19 pandemisi küresel ölçekte küçük ve orta çaplı mülk sahiplerinin iflasını hızlandıracaktır; doğan boşluğu bir kez daha uluslararası tekeller dolduracaktır. Dünya ölçeğinde proleterleşme süreci ivme kazanacaktır.
Sınıfsal uçrumlar daha da keskinleşecektir. ‘’Teknolojik işsizlik’’ ivme kazanacaktır.
Şu veya bu ölçekte devlet kapitalizmi uygulamalarının bu gelişmeleri önlemesi olanaklı olmayacaktır. ‘’4.0 devrimi’’ ivme kazanacak, bu gelişmeye uyum sağlayamayan tekeller ve işletmeler, eski tip sektörler iflas edecek; bu yarışta geride kalan ülkelerin gelişmiş emperyalist tekellere ve devletlere bağımlılığı artacaktır. Online sistemlere dayanan ödeme ve çalışma biçimleri yoğunlaşıp yaygınlaşacaktır. Yeni yönetişim tarzı ve biçimleri gelişecektir. Yapay zekaya dayanan teknolojik atılımlarla kapitalist maliyet fiyatları düşürülecektir. Dijitaleşme yerküremize daha derinden ve daha yagın ve daha hızlı sarıp yerleşecektir.
Teknoloji şirketlerinin, AR-GE çalışmaların önemi daha da artacaktır.
Eko-sistemi koruma adına, kar amaçlı ‘’Yeşil ekonomi’’ sektörleri gelişecektir. Bill Clinton’nun yardımcısı Al Gore’nin 2000 yılında DP adayı olarak başkanlık yarışına girdiğinde seçim vaadleri içinde eko-sistem ve ‘’Yeşil sanayi’’ nin geliştirmesi üzerinde ısrarla durması tesadüfi değildi. Şu ‘’Korona krizi’’nden sonra ‘’Yeşil ekonomi’’ alanı tekeller için sermaye birikiminin ve yeniden yapılanmanın etkin bir alanı haline gelecektir. Avrupa’da 10 Çevre Bakanının, ‘’pandemi sonrası ekonomiyi yeniden canlandırma planlarının çevre ve iklim sorunlarını hesaba katması gerektiği’’ çağrısı da bu olguya işaret etmektedir**.
‘’Sosyal liberal politika’’larla, sözde yoksulluğa, sosyal güvencesizliğe vb. karşı mücadele adına yükler tekellere, devlete değil, ‘’Hayırsever’’
kurumlar, ‘’sivil toplum’’ yapıları gibi daha yaygın platformlara daha fazla dayanılarak sadaka politikaları öne çıkacaktır.
‘’Serbest piyasa ekonomisinin ve özel sektörün bütün sorunları çözeceği’’
demagojisinin teşhir olması ve sermayenin ‘’yönetişim modeli’’nin çöküşü bir olgudur. Her kritik dönemeçte burjuva devletlerin krizin yükünü proletarya ve halklara fatura ederken tekellerin yardımına koşması, trilyonları aktarması kapitalizmin bir gerçeğidir. Tekelci devlet kapitalizmi uygulaması ile tekellerin batması, batan önemli tekellerin ve işletmelerin kurturılmasına bugün de önem verilecektir. Devlet kapitalisti önlemler dizisi liberal ve reformist çevreler tarafından da sosyalizm olarak lanse edilecek ve gerçek bir sosyalist alternatife karşı ideolojik ve politik saldırılar ve manipülasyon yoğunlaşacaktır. Ki, bu sahte propaganda ve ajitasyon daha bugünden başlamıştır.
Bazı sanayi ve tarım işletmelerinin ‘’ulusal güvenlik’’ adına ulusal sınırların içerisine kayması olanaklıdır. Uluslararası tekellerin üretimlerinin bir kısmını ülkeye ya da değişik bölgelere kaydırması görülecektir. Ancak bu gelişmenin ana ölçütü kardır, sermaye kar oranları nerde yüksekse orda olmaya, oraya yönelmeye devam edecektir. Hiçbir uluslararası tekel, dünya pazarını terkederek sadece kendi pazarına çekilmeyecektir. Bu kapitalizmin doğasına aykırıdır; bu bağlamda belirleyici olan azami kar yasasıdır. Küresel tedarik zincirlerindeki bazı değişimler sadece yeniden yapılanmanın gereklerine, emperyalist rekabet ve hegemonya mücadelesinin gereksinmelerine bağlı şekillenecektir. Sözgelimi ABD, ABD’nin en önemli emperyalist rakibi ve dünyanın atölyesi olan Çin’e bağımlılıkların arttığı sektörlerde, tedarik zincirlerinde değişik düzeyde düzenlemeler yapacaktır. Çin’in, ABD ve AB’de stratejik sektörlerde satın alma ve birleşmeler yoluyla güç kazanma politikasına karşı artan oranda yasal kısıtlamalar politikası ivmelenecektir. Daha bugünden Japonya’da, ABD’de, Almanya’da bu doğrultuda atılan adımlardan bu olguyu görmekteyiz.
Küresel salgınların daha sık gerçekleşeceği öngörülerine bağlı olarak başta Batı ülkeleri olmak üzere ülkeler, gerekli mamul maddelerin üretimini kendi ulusal pazarlarına çekmeye önem verecekler.
AB’nin salgın krizinde üye devletleri (İtalya, İspanya, Fransa gibi) kendi kaderiyle baş başa bırakması, krizin altında kalması, AB içi yeni tartışmaları, ayrışmaları, yeniden yapılanmayı gündemleştirecektir.
İngiltere’nin AB’den ayrılması bu koşullarda daha fazla dikkate alınacaktır. Örneğin, ‘’Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Almanya ve Hollanda'yı İtalya ve İspanya gibi ülkelere yeterli desteği vermemekle suçladı, bunun AB'nin geleceğini tehlikeye attığını söyledi.’’ haberi de olası gelişmenin yönüne işaret etmektedir.
Emperyalist küreselleşmeyle, onun yeni evresiyle emperyalist dünya sisteminin bütün çelişki ve çatışmaları, sorunları da küreselleşmiştir.
‘’Küreselleşme’’ bölgeselleşmeyi engellemek bir yana onu da içermektedir.
Emperyalist kamplaşmalar, çok kutupluluk olgusunun yükselişi emperyalist küreselleşme süreciyle iç içedir ve iç içe gelişir. Bu olgunun dünya ekonomisi üzerinde sayısız etkisi olmaktadır. Emperyalist küreselleşmeyi bölgeselleşmeyle, emperyalist küreselleşmeyi emperyalistler arasındaki kutuplaşma ve çatışmalarla bağdaştıramayanlar kuşkusuz ki ağır bir yanılgı içerisindedir. Bu süreç kapitalizmin içsel uzlaşmaz çelişki ve çatışmalarıyla, dünya devrim ve karşı devrim cephesi arasındaki uzlaşmaz karşıtlıkla, hegemonya ve rekabet mücadeleleriyle, patlak veren kapitalist emperyalizmin ekonomik krizleriyle; emperyalizmin genel bunalımıyla iç içedir. Eşitsiz ve dengesiz gelişme yasası hükmünü sürdürmeye devam eder.
Yani kapitalizmin küreselleşmesi, ne otomatik bir süreçtir ne de çelişmesiz bir bütündür.
Emperyalist küreselleşme sürecinde kriz dönemlerinde sermayenin kendi ulusal limanına doğru çekilme eğilimi göstermesi emperyalist küreselleşmenin çöküşünün kanıtı falan değildir. Aynı tarihsel gelişme eğrisinin görünümlerinden birisidir bu olgu. Bu gelişmeleri anlamak yerine, mekanik bir tarzda bu olguyu ‘’küreselleşmeninin sonu’’ olarak lanse etmek ne bilimsel tutarlılığa ne de olguyu açıklama karakterine sahiptir.
Burjuvazi, ÇUŞ’lar, devletsiz yapamazlar. Unutulmaması gerekir ki, burjuva devlet, burjuva egemenliğin başlıca aracı ve temel dayanağıdır. “Ulusal devlet” mali sermayenin, uluslararası tekellerin en güvenilir limanıdır.
Burjuva devlet, tekellerin, mali oligarşinin en güçlü korunağı, örgütlü siyasal ve askeri temel saldırı aracı, başlıca saldırı üssüdür. Burjuva devlete sırtını dayamayan tek bir uluslararası tekel (ÇUŞ) yoktur. Burjuva devlete ve devletler hiyerarşisine dayanmadan ayakta kalan ve sömürü yapan ve yayılan tek bir ÇUŞ gösterilemez. Dolayısıyla her sıkıştığında tekellerin yuvaya doğru çekilme yönelimi içerisinde olması anlaşılırdır. Şu ‘’Koronavirüs krizi’nde de bu olguya tanık olmaktayız.
Kaldı ki emperyalist dünya sistemi içerisinde dünya pazarında etkili olan ve dünya pazarında yükselen her güç ateşli bir çekilde ‘’küreselleşme’’ savunucusu olurken, gerileyen emperyalist devletlerin ‘’küreselleşme’’
karşıtı konuşması, ulusal gümrük duvarlarını yükseltmesi de anlaşılır bir olgudur. Bu ilk defa ortaya çıkmamaktadır da. Bir dönemden beri Trump yönetiminin ‘’küreselleşme’’ye atıp tutması, başta Çin’e karşı olmak üzere AB’ye karşı geliştirdiği ticaret savaşı, Çin’in ise küreselleşmeyi ateşli bir şekilde savunması bu gerçeklerin ifadesidir. Bu olguları emperyalist küreselleşmeyle bağdaşmaz görmek, kapitalist üretim tarzını, emperyalist kapitalizmi anlayamamak anlamına gelir. ‘’Küreselleşme’’ karşıtı ajitasyon yapan burjuva milliyetçiliği burjuva ulus devleti yüceltirken gerçekte kapitalizm ve emperyalizmi savunmaya da devam etmektedir. Gerici milliyetçi, şöven propagandayla proletarya ve halkları aldatmaya çalışmaktadır. Türkiye’de ulusalcı gerici ve faşist kesimlerin propaganda ve ajitasyonunda da bu olgu somuttur.
Saygılarımızla,
Hasan Ozan | hasan.ozan@gmail.com
Hiç yorum yok