tag:blogger.com,1999:blog-338255602024-03-24T22:53:15.109-07:00Marksist Leninist DeğerlendirmelerMarksist Leninist Yazı ve Değerlendirmelerden SeçmelerUnknownnoreply@blogger.comBlogger1541125tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-80760898393269447252024-03-23T23:53:00.000-07:002024-03-24T22:51:40.821-07:00Güney Doğu Asya serisi; Myanmar'da bahsedilmeyen bir vekalet savaşı; Washington'daki “sürgün Hükümeti”ne karşı Askeri Hükümet<div style="text-align: justify;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgNuRPlv4fiQg_N0Hjg4oyHx4Yap22xGEzErjVwM-V8FSD1hh-xdj7cL769eZGobFGRIMTlFdEKMuDAzw9fxdwfpEp0St5YTEzwDmCw1cDY1f7pf8UgP3Z7U5CbTPBJ-bwp6wyHLGMXMp7KsgtDD4oko9XxCYtfuLB7XfSKSiZUyayYLd5s9Ecw/s987/cover.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="987" data-original-width="749" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgNuRPlv4fiQg_N0Hjg4oyHx4Yap22xGEzErjVwM-V8FSD1hh-xdj7cL769eZGobFGRIMTlFdEKMuDAzw9fxdwfpEp0St5YTEzwDmCw1cDY1f7pf8UgP3Z7U5CbTPBJ-bwp6wyHLGMXMp7KsgtDD4oko9XxCYtfuLB7XfSKSiZUyayYLd5s9Ecw/s320/cover.jpg" width="243"></a></div>Erdogan A.</div><div style="text-align: justify;"><br></div><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><div style="text-align: justify;">"Egemen sınıfın fikirleri her çağda egemen fikirlerdir: yani toplumdaki egemen maddi güç olan sınıf aynı zamanda onun egemen entelektüel gücüdür. Üretim araçlarına sahip olan sınıf aynı zamanda zihinsel üretim araçları üzerinde de kontrol sahibidir". Karl Marx</div></blockquote><div style="text-align: justify;"><br></div><div style="text-align: justify;"><b>Giriş</b></div><div style="text-align: justify;"><br></div><div style="text-align: justify;">Egemen sınıf maddi ve manevi üretim üzerinde kontrole sahip olduğundan iletişim araçlarının işlevi egemen sınıfın çıkarlarına hizmet eder ve anlatıları da bu çıkarları yansıtır. Geçmişteki savaşlardan ve dünya olaylarından Ukrayna ve Gazze'deki son olaylara kadar Batı anlatılarının yalanlarına tanık olduk. TIME dergisinin kurucusu Henry Luce bir keresinde şöyle demişti; "İlk sayfadan son sayfaya kadar... ortaya çıkan her şey benim görüşümü yansıtmalı ve bu böyledir" (Halberstam D, s. 91)</div><div style="text-align: justify;"><br></div><div style="text-align: justify;"><div>Hakim sınıfların dünya çapında Kitle İletişim araçlarına sahip oldukları gerçeğinden yola çıkarsak, onların herhangi bir konudaki anlatılar üzerinde kontrole sahip olmaları kaçınılmazdır. Anlatıları sundukları içerik çerçevesi içinde kalacak şekilde zihinleri etkiliyorlar. Bu anlatılardan etkilenenler yalnızca cahil veya ortalama insanlar değil, aynı zamanda kendilerine Marksist diyen kişiler de etkileniyor. Bunlar, hakim anlatılardan etkilenerek, özünde çok farklı olmayan, ezberlenmiş sloganlarla süslenen nüanslarda değerlendirmeler yapıyor ve bir konu hakkında duruş belirliyorlar. Bu nedenle Batı anlatısından etkilenerek bu tür yanlış önermelerden hareket etmek kaçınılmaz olarak yanlış sonuçlara ulaşacaktır. Myanmar ile ilgili olarak kamuoyunun algısını şekillendirmek diğer örneklerde olduğu gibi bir başka örnektir. Güneydoğu Asya'daki çoğu ülke gibi Myanmar'daki muhalif medya da tamamen ABD, İngiliz, Fransız ve Avustralya'nın yanı sıra, Ana akım medya ve "Özgür...", "Demokrasi.." gibi göz alıcı kelimelerle başlayan çürümüş medya tarafından finanse ediliyor. .. Özelde Myanmar ve genel olarak Güney Doğu Asya ile ilgili sundukları sansasyonel, tek taraflı “haberler” için, safsatadan başka bir delil sunmuyorlar. Haber ve yazılar komplo teorisi spekülasyonlarıyla dolu. Dünya olaylarında yerel vekil medya, ana akım medyayı sadece haberlerde değil, yorumlarda da takip ediyor. Batı Medyası anlatıları oluşturuyor, “gündem”i belirliyor, yerel medya da bunu yakalayıp tüm sosyal medyada yayıyor; Facebook ve TikTok Güneydoğu Asya’da en çok kullanılanlar gibi görünüyor.<span></span></div></div><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2024/03/guney-dogu-asya-serisi-myanmarda.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-85446991445731492352024-03-22T05:54:00.000-07:002024-03-24T22:52:43.184-07:00Yaklaşan Felaket ve Onunla Nasıl Mücadele Edilmeli?<p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgucRBhCP06rAfNV8TbunecL8JBnapNZehD1Tv-lzmmQ2m3xcKFor86XndsIORuXuiEwkka_wSunwr6hs3AN1KCKufXlR2euHkYrQ5FkJ3_4TRiQEYbbc5QPJHotbPUxO4SUoP2ToB6v06_FeTr5WczbzBBush-ltJGDcbJXLB4Y39nLDFx3mkI/s528/1347850_orig.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="397" data-original-width="528" height="241" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgucRBhCP06rAfNV8TbunecL8JBnapNZehD1Tv-lzmmQ2m3xcKFor86XndsIORuXuiEwkka_wSunwr6hs3AN1KCKufXlR2euHkYrQ5FkJ3_4TRiQEYbbc5QPJHotbPUxO4SUoP2ToB6v06_FeTr5WczbzBBush-ltJGDcbJXLB4Y39nLDFx3mkI/s320/1347850_orig.jpg" width="320"></a></div> Lenin<p></p><p style="text-align: justify;">Sosyalizme ilerlemekten korkarak öncü olunabilir mi?</p><p style="text-align: justify;">Buraya kadar söylenenler, Sosyalist-Devrimcilerin ve Menşeviklerin güncel oportünist fikirleriyle yetişmiş bir okurda kolaylıkla aşağıdaki itirazı uyandırabilir. Burada açıklanan önlemlerin çoğunun zaten demokratik değil, sosyalist önlemler olduğunu söyleyebilir!</p><p style="text-align: justify;">Burjuva, Sosyalist-Devrimci ve Menşevik basında genellikle (şu ya da bu şekilde) dile getirilen bu mevcut itiraz, geri kapitalizmin gerici bir savunmasıdır, Struveci kisveyle süslenmiş bir savunmadır. Sosyalizm için olgunlaşmadığımızı, sosyalizmi "geçirmek" için henüz çok erken olduğunu, devrimimizin bir burjuva devrimi olduğunu ve bu nedenle burjuvazinin uşakları olmamız gerektiğini söylüyor gibi görünüyor (Fransa'daki büyük burjuva devrimciler 125 yıldır önce tüm zalimlere, toprak sahiplerine ve kapitalistlere karşı terör uygulayarak devrimlerini büyük bir devrim haline getirdiler!).</p><p style="text-align: justify;">Sosyalist-Devrimcilerin de katıldığı ve bu şekilde tartışan <b>burjuvazinin sahte Marksist uşakları, emperyalizmin ne olduğu</b>nu, kapitalist tekelin ne olduğunu, devletin ne olduğunu ve<b> devrimci demokrasinin ne olduğunu </b>(görüşlerinin teorik temellerinin incelenmesinin gösterdiği gibi) <b>anlamıyorlar.</b> Bunu anlayan herkes sosyalizme doğru ilerlemenin mümkün olmadığını kabul etmek zorunda kalır.<span></span></p><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2024/03/yaklasan-felaket-ve-onunla-nasl.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-15924493485466459592024-03-11T01:44:00.000-07:002024-03-11T01:53:05.748-07:00“SOL MUHASEBE”; LENİNİZM, “ELVEDA PROLETARYA” MI?<p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi5URGBedUuNqwudE1_5ja9B9hdvfvbr5k3iuax7Qbo6oXIB_f_h8QK8mzT6IdtWW0rUMmExudA7BlpCgZEIqvhB4oeHsw6Dhr4H81PwwmMiXhqBTSdqFMlmF2je8SUZAh6gnhwhyrNnHVVwYhZSP7rTe7mtsFMMTYluQCt2_qrlesr8a3zYd16/s701/sol%20muhasebe.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="373" data-original-width="701" height="170" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi5URGBedUuNqwudE1_5ja9B9hdvfvbr5k3iuax7Qbo6oXIB_f_h8QK8mzT6IdtWW0rUMmExudA7BlpCgZEIqvhB4oeHsw6Dhr4H81PwwmMiXhqBTSdqFMlmF2je8SUZAh6gnhwhyrNnHVVwYhZSP7rTe7mtsFMMTYluQCt2_qrlesr8a3zYd16/s320/sol%20muhasebe.jpg" width="320"></a></div>Hasan Ozan İltemur<p></p><p style="text-align: justify;">II. MAKALE</p><p style="text-align: justify;">“Bu toplumsal devrimin zorunlu bir koşulu, sömürücülerin direnişini ezebilmesini sağlayacak ölçüde siyasal iktidarın proletarya tarafından fethi anlamına gelen proletarya diktatörlüğüdür. Proletaryanın büyük tarihsel görevini yerine getirebilmesini sağlamak üzere, uluslararası Komünist Parti, proletaryayı, bütün burjuva partilerinin karşısında bağımsız bir siyasal parti olarak örgütler; sınıf mücadelesinin bütün görünümlerinde işçilere önderlik eder; sömürülenlere kendileri ile sömürücüler arasındaki uzlaşmaz çıkar çelişkisini gösterir ve proletaryaya, yaklaşan toplumsal devrimin tarihsel anlamını ve gerekli koşullarını açıklar. Aynı zamanda, parti, emekçi ve sömürülen kitlelerin diğer kesimlerine kapitalist toplum içindeki durumlarının umutsuzluğunu açıklar ve sermayenin boyunduruğundan kendilerini kurtarabilmeleri için toplumsal devrimin zorunlu olduğunu onlara gösterir. İşçi sınıfının partisi, Komünist Parti, proletaryanın bakış açısını kabul etmeleri ölçüsünde, emekçi ve sömürülen nüfusun bütün tabakalarını kendi saflarına çağırır.” (Lenin, abç)</p><p style="text-align: justify;">Marksist-Leninistler için proletarya, son sömürücü toplum olan kapitalizmin özgül ve temel ürünü, özel mülkiyetle bağlarını koparmış, zincirlerinden başka kaybedeceği bir şeyi olmayan, kapitalizmi yıkacak, çağımızın merkezinde duran, geleceği belirleyecek ve kuracak sonuna dek tek devrimci sınıftır. Proletarya modern ücretli kölelerden oluşan, kapitalist üretimin sinir merkezlerinde yer alan, üretimden gelen gücü ile kapitalizmi yıkacak, sosyalizmi kuracak, komünizme (sınıfsız toplum) geçmeye önderlik edecek biricik sınıftır. Bu rol, onun tarihsel ve güncel rolüdür. Özel mülkiyet tabanı üzerinde yükselen hiçbir sınıf bu rolü oynayamaz ve aynı zamanda sömürülen, ezilen tüm emekçi sınıf tabakaları kurtarmadan da kendi kurtuluşunu başaramayacak bir sınıftır işçi sınıfı.<span></span></p><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2024/03/sol-muhasebe-leninizm-elveda-proletarya.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-64714464122565934052024-03-11T01:40:00.000-07:002024-03-11T01:52:31.622-07:00“SOL MUHASEBE”, İŞÇİ SINIFI, BATIDA 2. DEVRİMCİ CEPHE*...(ÜÇÜNCÜ BÖLÜM)<p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi5URGBedUuNqwudE1_5ja9B9hdvfvbr5k3iuax7Qbo6oXIB_f_h8QK8mzT6IdtWW0rUMmExudA7BlpCgZEIqvhB4oeHsw6Dhr4H81PwwmMiXhqBTSdqFMlmF2je8SUZAh6gnhwhyrNnHVVwYhZSP7rTe7mtsFMMTYluQCt2_qrlesr8a3zYd16/s701/sol%20muhasebe.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="373" data-original-width="701" height="170" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi5URGBedUuNqwudE1_5ja9B9hdvfvbr5k3iuax7Qbo6oXIB_f_h8QK8mzT6IdtWW0rUMmExudA7BlpCgZEIqvhB4oeHsw6Dhr4H81PwwmMiXhqBTSdqFMlmF2je8SUZAh6gnhwhyrNnHVVwYhZSP7rTe7mtsFMMTYluQCt2_qrlesr8a3zYd16/s320/sol%20muhasebe.jpg" width="320"></a></div>Hasan Ozan İltemur<br><br> I. MAKALE<p></p><p style="text-align: justify;">Değişik siyasi çevrelerin pek çoğunun seçim sonuçları üzerine yaptıkları açıklamalarda (“Muhasebe”) ortaklaşan bir vurgu var: İşçi sınıfından, işçi sınıfı hareketinden kopuğuz...</p><p style="text-align: justify;">Bu çerçevede yapılan analizler temel bir gerçeğe işaret etmektedir. İşçi sınıfı burjuva partilere, sendika ağalarına, sarı sendikal çizgilere terk edilmiş durumda. Bu olgu, Türkiye ve Kürdistan’ın tarihsel ve yapısal gerçeğidir. İşçi sınıfı hareketinin ciddi tarzda canlanarak geliştiği dönemlerde işçi sınıfı üzerine kalem oynatan ve göreli olarak harekete yanaşanlar, şu veya bu şekilde hareketle bağ kurmaya yönelenler, hareketin gerilediği süreçlerde, adeta yazıp çizdiklerini unutmakta, bu yönelimlerinden esaslı bir tarzda kopmaktadır. Üstelik bu “bağ kurma” </p><p style="text-align: justify;">yönelimi esasen dışarıdan yardıma gitme ve dayanışmayla sınırlı kalmaktadır. Şu 15-16 Haziran büyük işçi direnişi üzerine yazılan-çizilenlere bakıyoruz. Oldukça iyi saptamalar var. </p><p style="text-align: justify;">Marksist-Leninist teorinin işçi sınıfı ve kapitalizm, sınıfın tarihsel rolü üzerine nitelikli değerlendirmelere de tanık oluyoruz. Fakat iş pratiğe gelince tablo değişiyor. Bu analizleri yapan siyasi yapıların yaşamdaki duruşlarına (eyleminin içeriği!) bakınca, ortaya içler acısı bir tablo çıkmaktadır. Bu çelişki sözün eylemin, eylemin sözün arkasında olmaması gerçeğini çok çarpıcı tarzda gözler önüne sermektedir. Zaten oportünizm, teori ile pratiğin birbirinden kopukluğu, çift kimliklilik durumudur...<span></span></p><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2024/03/sol-muhasebe-isci-sinifi-batida-2.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-65719857931376742782024-02-27T02:38:00.000-08:002024-03-21T23:07:09.181-07:00Ukrayna'da Vekalet Savaşı, İki yıl sonra ; Savaşın başlangıcındaki analizlerimize ve tahminlerimize yeniden bir bakış..<p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUOJsbjAphge7XFgNPemVGMteYJTkcOVr1yDgU8rrGtUp9ZBZRN-FZsH6HGJTqucXKQJWYaKomi3dL8XEphdSlHywsDbIwK2LdM1d46Y-Ckz-RvJy3s848cH1M0mz3Zps-BEHz_Vue0Z8AaGfRXkj5kNs0Z_LSU41aIAUhG2D68aCH7TuviHre/s2204/ukraine%20possib.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1528" data-original-width="2204" height="222" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUOJsbjAphge7XFgNPemVGMteYJTkcOVr1yDgU8rrGtUp9ZBZRN-FZsH6HGJTqucXKQJWYaKomi3dL8XEphdSlHywsDbIwK2LdM1d46Y-Ckz-RvJy3s848cH1M0mz3Zps-BEHz_Vue0Z8AaGfRXkj5kNs0Z_LSU41aIAUhG2D68aCH7TuviHre/s320/ukraine%20possib.jpg" width="320"></a></div><div style="text-align: justify;">Ukrayna'daki savaş, gelecekte kaçınılmaz olmaktan çok daha önce, çok kutuplu bir dünyanın oluşmasını sağlayan tarihi bir olay olarak her zaman hatırlanacaktır. Bir başka deyişle Ukrayna'daki savaş dünya tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Bu gelişme, Kautskycilerin, her türden Troçkistin ve onların "ultra-emperyalizm teorisini" (bu arada, bu teori daha önce buna inter-emperyalizm adını veren Hobson'un teorisiydi) açık ya da gizli savunmalarının suratına atılan yeni bir tokat oldu. Tek kutuplu dünyayı, “tek ülke”, “tek dünya partisi”, “tek dünya lideri” vb. egemenliği altında, "düşmanlıklardan uzak toplumsal kalkınmanın yeni bir dönemi" olarak güzelleştirdiler.</div><p></p><p style="text-align: justify;">"Ultra-emperyalizm", "tek kutuplu dünya" fantezileri ve dilekleriyle, “kapitalist düzenin “güneşli” taraflarını olduğu gibi bırakarak, emperyalizmin “karanlık tarafını ” ortadan kaldırmak istediler (ve hala istiyorlar). <i>(Bukharin)</i> Lenin, ultra-emperyalizmin mümkün olduğunu ancak geçici olduğunu belirtti.</p><p style="text-align: justify;">Marks Kapital'de şöyle diyordu; “Hiçbir toplumsal oluşum, içinde var olan tüm üretici güçler gelişmeden asla kaybolmaz ve yeni yüksek üretim ilişkileri, bunların maddi varlık koşulları eski toplumun rahminde olgunlaşmadan asla ortaya çıkmaz.” Marksizm'in diyalektiğini uygulayarak ve Lenin'in eşitsiz ekonomik gelişme teorisini dikkate alarak," özelde (özünde veya biçiminde bir değişiklik anlamında yeni) ve genel olarak her yeni toplum, geleceğin toplumunun, geleceğin iç ve uluslararası ilişkilerinin yeni bir biçimini içinde taşır" diyebiliriz. (Çok kutuplu dünyadan-1inci DS öncesi, ve devamında tek kutupluya doğru değişim, Tek kutuplu dünyadan, iki kutupluya (Sovyetler donemi), tekrar tek kutupluya (1991) ve simdi tekrar çok kutupluya değişim örneği)<span></span></p><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2024/02/ukraynada-vekalet-savas-iki-yl-sonra.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-34261181849875224522023-11-19T00:22:00.000-08:002023-11-19T00:22:15.873-08:00Kolektif Batı- Fantezi ve yanılsamalardan gerçeklere; Ukrayna, Gazze <p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-ayE2hYp-0RKtSOp7VW6MUHVk1xsuCgpfU21S2k-jdS0-tlc_ySCECSbcBNXXMj1oeF5lqE1tPm_Px3Jofr6Z71404WgYGXbFJmzw7bK-tIdAbnrzqroNyBxJeeLc0C4QUj27FlRkwRYx4ItmhmgQRrxLKiPvGaXHXDYDDd3Jnpbe72WbfEkk/s976/gaza%20bombing.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="549" data-original-width="976" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-ayE2hYp-0RKtSOp7VW6MUHVk1xsuCgpfU21S2k-jdS0-tlc_ySCECSbcBNXXMj1oeF5lqE1tPm_Px3Jofr6Z71404WgYGXbFJmzw7bK-tIdAbnrzqroNyBxJeeLc0C4QUj27FlRkwRYx4ItmhmgQRrxLKiPvGaXHXDYDDd3Jnpbe72WbfEkk/s320/gaza%20bombing.jpg" width="320"></a></div>Ukrayna'daki savaşa ilişkin ilk analizimizde, Ukrayna'nın medya manşetlerine yönelik siyasi amaçlı taktiklerinden farklı olarak, Rusya'nın açıkça tanımlanmış bir stratejisi olduğunu ve savaşı stratejik hedeflerine ulaşacak şekilde yürüttüğünü belirtmiştik. Rusya'nın bu savaşı, tam kapsamlı bir savaş yerine, bu hedeflerin gerçekleştirilmesine hizmet edecek taktiklerle yıpratma savaşı olarak devam ettireceğini belirtmiştik.<p></p><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px; text-align: left;"><p style="text-align: justify;">“Rusya stratejisi, kısa vadeli bir askeri strateji değil, uzun vadeli hedefleri olan, 'etki alanını' genişletmek ve NATO'nun sadece kendi sınırında değil, mümkün olduğu kadar NATO varlığını 1990'lardaki statüye kadar geriletmek olan siyasi bir stratejidir. Bu, savaşın kış boyunca sürdürülmesini, Rusça konuşulan tüm bölgelerin, hatta şehir ve kasabaların işgal edilmesini ve bunların özerk olsun ya da olmasın Rusya topraklarına entegre edilmesini gerektiriyor. Odesa, Ukrayna'nın Karadeniz'den kesilip ABD'ye bağımlı hale getirilmesi ve kendine bağımlı bir ülke haline getirilmesi açısından hayati önem taşıyor gibi görünüyor. Rusların genel stratejisinin gerçekleşebilmesi için bu bir zorunluluktur. Belirttiğimiz gibi “Dinyeper, Nikolayev, Odessa'nın nüfusu ve ilerici ideolojik yapısı göz önüne alındığında, Ukrayna burjuvazisini İstanbul on anlaşmasında kabul ettiğinden çok daha ağır bir anlaşmaya zorlamak için kendilerini ve yerel halkı bu bölgelere ilerlemeye hazırlıyorlar.."</p><p style="text-align: justify;">Hem Rusya'nın hem de ABD'nin stratejilerini özetleyecek olursak; Bir taraf, ülkeleri kendi elinde tutmak ya da yenilerini NATO'ya girmeye zorlamak için “ortakları” ve/veya uşakları aracılığıyla hükümetlere oynuyor. Diğer taraf, kaçınılmaz olarak ayaklanacakları, protesto edecekleri ve hükümetlerini reformlara ve tarafsızlık pozisyonuna zorlayacakları beklentisiyle insanların korkusu, acıları ve hoşnutsuzlukları üzerinden oynuyor. <span></span></p></blockquote><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2023/11/kolektif-bat-fantezi-ve-yanlsamalardan.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-81123124998998982912023-10-17T02:33:00.002-07:002024-03-24T22:52:01.047-07:00Israil Filistin çatışması üzerine - Kısaca <p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEigAB0Nmt3c4vg4fLCv2FndjDA0Dw6zgAGVupBPWI7JijuSQu-LK3wEDmZ0YSU6jXagB_zUlsA6_7Zd1d897Sdf9GaRYAM25-3_QJG3VywXsOMJ8hmpdJmxxM_IeMF1e_e2pFjbbANvZjK1Flfh-DJdkfsPuga7n7MJKQKrqIVST3KfPbfoThMc/s738/gaza%20strp.png" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="726" data-original-width="738" height="315" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEigAB0Nmt3c4vg4fLCv2FndjDA0Dw6zgAGVupBPWI7JijuSQu-LK3wEDmZ0YSU6jXagB_zUlsA6_7Zd1d897Sdf9GaRYAM25-3_QJG3VywXsOMJ8hmpdJmxxM_IeMF1e_e2pFjbbANvZjK1Flfh-DJdkfsPuga7n7MJKQKrqIVST3KfPbfoThMc/s320/gaza%20strp.png" width="320"></a></div>Ukrayna savaşı ile ilgili olduğu gibi, Batı Medyasında İsrail-Filistin çatışmasına ilişkin haberler başından beri unutma-atlamalar, çarpıtmalar ve sansasyonel yalanlarla dolu.<p></p><p style="text-align: justify;">Hamas saldırısının temel nedenlerini şu aşamada tespit etmek mümkün değildir. Kaçınılmaz olarak çok sayıda varsayım ve açıklama var ve bunlardan bazıları “komplo teorileri” olarak etiketleniyor. Böylesine ciddi bir olayın başlangıç aşamasında “komplo teorileri” yoktur, yalnızca varsayımlar vardır. Birden fazla varsayımın ve muhtemelen çoğu varsayımın bir kombinasyonunun bir dereceye kadar geçerliliğinin olması kuvvetle muhtemeldir. Batı Medyası tek taraflı anlatımıyla ya olası tüm nedenleri reddedip “komplo teorileri” olarak etiketliyor ya da İsrail-Filistin meselesinin tarihini atlayıp olaya “Hamas saldırısı”nın başlangıcından yola çıkıyor.</p><p style="text-align: justify;">Dikkatleri Ukrayna savaşından uzaklaştırmak ve Batı Anlatı ve fantezilerinin çöküşünü engellemek amacıyla bu olayın planlanmış ya da kışkırtılmış olabileceğini varsaymak bir komplo teorisi değildir. Ancak tek başına asıl neden olarak bu varsayım Gazze'nin tarihini göz ardı eder, ırkçı İsrail rejimini meşrulaştır ve Hamas'ın ve Filistin halkının gerçek gücünü küçümser. Gazze yarım asırdır Filistinliler için açık bir hapishanedir. Gazze'nin gıda ve elektriği İsrail'in kontrolü altında; bu kontrol, her zaman yerel halkın ölmesine değil hayatta kalmasına yetecek bir orandaydı. Ezilenlerin ve sömürülenlerin bir gün bir şekilde zalime karşı ayaklanması kaçınılmaz bir sonuçtur.<span></span></p><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2023/10/israil-filistin-catsmas-uzerine-ksaca.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-13615438644180321142023-08-22T20:42:00.003-07:002023-08-22T20:42:52.650-07:00Trocki'nin Kızıl Ordu'nun Yaratıcısı Olduğu Efsanesi Üzerine - Kısaca <div style="text-align: justify;"><br></div><div style="text-align: justify;">28 Ocak 1918'de Lenin, Halk Komiserleri Konseyi'nin İşçi ve Köylü Kızıl Ordusu'nun kurulması ve ordu yonetimi icin Tüm Rusya Komitesinin kurulması ve Kızıl Ordu'nun Askeri İşler Halk Komiserliği'ne bağlı yönetimine ilişkin bir kararname imzaladı.</div><div style="text-align: justify;"><br></div><div style="text-align: justify;"><b>Podvoisky, Yeremeev, Mekhonoshin, Krylenko, Trifonov, Yurenev</b> bu komitenin üyeleri olarak atandı.</div><div style="text-align: justify;"><br></div><div style="text-align: justify;"><b>Troçki bu komite içinde değildi.</b> O dönemde Troçki, Dışişleri Halk Komiseri görevini yürütüyordu.</div><div style="text-align: justify;"><br></div><div style="text-align: justify;">Almanya ile müzakerelerin başarısızlığı, Troçki'nin Dışişleri Halk Komiserliği görevinden alınmasına neden oldu. Yani Kızıl Ordunun kurulmasında sembolik bir gün olan 23 Şubat 1918'de Troçki'nin hiçbir ilgisi yoktu.Kızıl Ordu o zamanlar dışişleri komiseri olan <b>Troçki olmadan yaratılmıştı.</b></div><div style="text-align: justify;"><br></div><div style="text-align: justify;">Sovyet Rusya'daki <b>ilk halk savunma komiseri</b> 1901'den beri parti üyesi olan eski bir Bolşevikti, köken olarak Rus olan Nikolai Ilyich Podvoisky <b>10 Aralık 1917'den 14 Mart 1918'e kadar bu görevi devam ettirdi.<span></span></b></div><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2023/08/trockinin-kzl-ordunun-yaratcs-oldugu.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-1688582059160316442023-05-27T08:08:00.003-07:002023-05-27T08:08:32.353-07:00KADINLAR DÜNYAYI NASIL DEĞİŞTİRİYOR?[1]<p style="text-align: justify;"> SİBEL ÖZBUDUN</p><p style="text-align: justify;"> Bana bakın, koluma bakın! Ektim ve biçtim,</p><p style="text-align: justify;">ve çiftliklerde çalıştım. Hiçbir erkek benimle yarışamazdı!</p><p style="text-align: justify;">Ve ben bir kadın değil miyim?</p><p style="text-align: justify;">Bir erkek kadar çalışır ve -bulabildiğimde- onun kadar yerim.</p><p style="text-align: justify;">Kırbaca da bir erkek kadar dayanırım!</p><p style="text-align: justify;">Ve ben bir kadın değil miyim..?”[2] </p><p style="text-align: justify;"> </p><p style="text-align: justify;">Kadın Hareket(ler)inin hedefi nedir, sizce? Ya da feminizmin, kadın kurtuluş hareketinin, kadınların özgürlüğü hareketinin vb. vb. -hangi meşrebe göre, nasıl tanımlıyorsanız-?<span></span></p><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2023/05/kadinlar-dunyayi-nasil-degistiriyor1.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-51890750076737468052023-05-25T09:53:00.012-07:002023-06-04T10:25:39.690-07:00Kurumsal Faşizm ve Tek adam Faşizmi birbirinden farklı şeyler mi? Faşizmin siyasi içeriğinin boşaltılması.<p><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjkxrxmhlP86MbWrSk11HO4j3koY64O9rIYaEwjgddK_4bmFpKFyizavFcKs1U4Kijg57A2-oi_Amo6FFSlQpN8JUwa75VCP3EPZjTFs9UztcNx5Ecbe-p8E2iu15w6Gntjnd0iabf6iathoajQZglYDqNIxzw3F4hblo8wv-knsdrdcDPPlw/s1042/parlamento%20.jpg" style="clear: left; display: inline; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="494" data-original-width="1042" height="152" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjkxrxmhlP86MbWrSk11HO4j3koY64O9rIYaEwjgddK_4bmFpKFyizavFcKs1U4Kijg57A2-oi_Amo6FFSlQpN8JUwa75VCP3EPZjTFs9UztcNx5Ecbe-p8E2iu15w6Gntjnd0iabf6iathoajQZglYDqNIxzw3F4hblo8wv-knsdrdcDPPlw/s320/parlamento%20.jpg" width="320"></a><span style="text-align: justify;"></span></p><div style="text-align: justify;">“<a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2023/05/secim-sonuclar-ve-kantladklar.html">Secim
sonuçları ve Kanıtladıkları</a>” başlıklı yazıda, “ (AKP ve CHP) ikisi arasında bir fark yok”
ikisi de “faşist” o nedenle “karışmayalım”, kenarda duralım, “devrimi
bekleyelim” anlayışının Marksizm Leninizm ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi
yoktur. …Bilinçsizce yapılan bu iddianın altında yatan ise teorik yetersizlik,
tekelci kapitalizmin bir ürünü olan Faşist siyasi sistem ile temeli yine
baskıya dayanan “burjuva demokrat” <b>sistemi ve taraftarlarını birbirine
karıştırmaktır</b>. Bu yanlış anlayış
kitleleri faşizme karşı örgütleme ve harekete geçirme, faşizme karşı cephe
oluşturmanın önünde ciddi engeller koyan tehlikeli bir anlayıştır. “Kapitalist egemenliğin sürdürülmesi, işçi
sınıfının bölünmesine bağlıdır. Dolayısıyla burjuvazi için “asıl tehlike,
birleşik işçi sınıfı cephesidir” demiştim.<b> </b></div><div style="text-align: justify;"><b><br></b></div><div style="text-align: justify;"><b>Faşizmin ne olduğu konusunda var
olan bu kafa karışıklığı </b>kendisini <b>CHP’yi “kurumsal faşizm”, Erdoğan AKP’sini
de “tek adam faşizmi”</b> olarak tanımlama pratiğinde göstermektedir.</div><div style="text-align: justify;"><span></span></div><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2023/05/kurumsal-fasizm-ve-tek-adam-fasizmi.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-86901916212754985222023-05-15T14:46:00.023-07:002023-05-24T18:55:56.777-07:00Seçim sonuçları ve kanıtladıkları. <p><span style="text-align: justify;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh8wkB8UF-2CWzmbdNkpVuMQqXgek_-jAB5Bkaqunt3zRzwXFpbKWJiN6AQqqf_7dpf5degiOkkNHe7IawI8bxztF8ok3xWnsJ7eSc46D-C9ZobugA5rXtl-Zh905oq5qd3kvvzbmxzNipPM5v0RNnwR6f8oSsa9TQ5hDUpv8MlzwghOSIOjw/s373/secim%20sonuclar.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="373" data-original-width="354" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh8wkB8UF-2CWzmbdNkpVuMQqXgek_-jAB5Bkaqunt3zRzwXFpbKWJiN6AQqqf_7dpf5degiOkkNHe7IawI8bxztF8ok3xWnsJ7eSc46D-C9ZobugA5rXtl-Zh905oq5qd3kvvzbmxzNipPM5v0RNnwR6f8oSsa9TQ5hDUpv8MlzwghOSIOjw/s320/secim%20sonuclar.jpg" width="304"></a></div><div style="text-align: justify;">Seçim sonu<a name="_Hlk135064646">ç</a>larının en önemli kanıtladığı
gerçeklerden birincisi sayısı gittikçe azalan, önemsizleşen ve hayalciliği gerek
teorik ve gerekse pratikte ortaya serilen "aşırı sol" maskesi
arkasında "ya Devrim Ya hiçbir şey" sloganlarıyla pasiflik peşinde
kosan ve pratik sonuçta AKP'nin koltuk değneklini yapan birkaç örgüt ve küçük
burjuva entelektüellere vurulan bir tokat olarak kendisini göstermiştir.</div><p></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">"Seçimlere katılmalı mı" başlıklı yazıda şunları vurgulamıştım; <br>
<br>
"Nüfusun (yanılıyor olabilirim) yüzde 60’inin gerici olduğu, yüzde
90’indan fazlasının Parlamentodan umut beklediği -yani öznel şartların var
olmadığı- Türkiye gibi bir ülkede devrimci bir “parlamento” mücadelesine karşı
çıkmanın Marksizm Leninizm ile bağdaşabileceğine inanmıyorum"<span></span></span></p><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2023/05/secim-sonuclar-ve-kantladklar.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-83776471657257352012023-05-03T07:13:00.005-07:002023-05-23T08:15:55.698-07:00 Sandık demokrasisinde seçim<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgkP4SSDJmcZdSXHTCYGmObIS_BVofxiN5zNGV0wlhHirN8tD0-CoG0g3cKTIzA6YjVBickyplExzNC2xW-GA0-97c7dsXLrfYOWgIZZ8bvmR_oTsUq0j2V6zSwZ29WEC2NVbE3wzQ8Z1hYrZFXvOQRTgmIcOFxBW7yu1uEK6zkqmhMI1Jmjw/s675/SANDIK%20DEMOKRAS.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="423" data-original-width="675" height="201" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgkP4SSDJmcZdSXHTCYGmObIS_BVofxiN5zNGV0wlhHirN8tD0-CoG0g3cKTIzA6YjVBickyplExzNC2xW-GA0-97c7dsXLrfYOWgIZZ8bvmR_oTsUq0j2V6zSwZ29WEC2NVbE3wzQ8Z1hYrZFXvOQRTgmIcOFxBW7yu1uEK6zkqmhMI1Jmjw/s320/SANDIK%20DEMOKRAS.jpg" width="320"></a></div>Irfan Erdogan<br>Mayıs 03, 2023<h1 style="text-align: left;"><b><span lang="TR" style="line-height: 34.24px;"><span style="font-family: arial; font-size: large;">Kapitalist sınıf diktatörlüğünün “sandık demokrasisinde seçim: </span></span></b><b><span lang="TR" style="line-height: 34.24px;"><span style="font-family: arial; font-size: large;">14 Mayıs'ta ne olacak? </span></span></b></h1><div><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Arial Black",sans-serif" lang="TR">Güncel Özet: 3 Mayıs 2023 <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="line-height: 17.12px;"><span style="font-family: arial;">Kapitalist sınıf diktatörlüğünün “sandık demokrasisi” oyununda Türkiye’de iki güç yarışta: (1) Belli bir örgütlü teolojiyi egemen yapmak için en son aşamayı tamamlayıp Yeni Türkiye’yi kurmak isteyenler ve (2) laik burjuva rejimini sürdürerek Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girmek isteyenler. Şu günlerde artırılan söylemlere bakıldığında aşağıda açıkladığım olasılıklardan biri ön plana çıkmaktadır: Eğer orduyu da arkalarına aldılarsa (bilmiyoruz, ama dünya tarihinden örnekler bu olasılığın olduğunu göstermektedir) veya ordu hiç karışmazsa (bu olasılık da mümkün, ama tam tersi de olup ordu ikiye bölünebilir), her olası durumda, Cumhur ittifakı diğer örgütlü silahlı güçleri kullanarak “vatanı felaketten korumak için” “işbirlikçilerini gece yarısı tutuklayarak” çıktıkları yoldaki amaçlarını gerçekleştirme işinde son hamleyi yapacaklardır. (CHP’li yöneticiler yukarıdaki olasılığı konuşanları, korku iklimini yayan kötü niyetli kişiler olarak niteleyerek, “geleni görmezden gelme” yolunu seçmektedir, aynı yüz yıl öncesinden beri Avrupa ve diğer ülkelerde yaptıkları gibi. Ben korku iklimi yaratma veya birilerini kötüleme işinde değilim: Ben son yüzyıldan beri dünyada olanlara ve Türkiye’de son zamanlarda olanlara bakarak, öne çıkan olasılıkları sunuyorum (ki bunu biraz tarih okuyan ve ortamı gözlemleyen herkes düşünebilir). Bu olasılıklardan en olası olan da silahlı güce hükmettiklerini düşünenler (veya hükmedenler) sandık demokrasisini çöpe atacak, kendi sandıklarıyla gelen bir düzeni kurmanın son aşamasını tamamlayacaklar: Kapitalist sınıf diktatörlüğünün devletinin asıl sahipleri bundan hiç de rahatsız olmayacaktır, çünkü onlar krizlerde ve kulluk ortamlarında çok daha fırsatlar elde ederek pazarlanırlar.<span></span></span></span></p></div><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2023/05/sandk-demokrasisinde-secim.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-68064706633132669842023-04-30T08:39:00.005-07:002023-04-30T09:42:18.331-07:00Haber; "PKK ile en çok Tayyip’in ilişkisi oldu, AKP’nin oldu"<p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIZinwBS4G7x5KyfMp-Sx7W8_0klJmqjOSiZPKRQBBaw2gMSg2JURD6R026sD99kH_yq1Eagy4RH-sIdDq-esFKWd62rVvG2x1SuJcwGdgmk-AdsvLfNtein88uNDJ-8kUyhdyW7uDOOwl1_DxmCqVwp1fuK_YSCVfjktPv8OFXLoNuXmOEw/s690/murat-karayilan.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="390" data-original-width="690" height="181" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIZinwBS4G7x5KyfMp-Sx7W8_0klJmqjOSiZPKRQBBaw2gMSg2JURD6R026sD99kH_yq1Eagy4RH-sIdDq-esFKWd62rVvG2x1SuJcwGdgmk-AdsvLfNtein88uNDJ-8kUyhdyW7uDOOwl1_DxmCqVwp1fuK_YSCVfjktPv8OFXLoNuXmOEw/s320/murat-karayilan.jpg" width="320"></a></div>28 Nisan 2023<p></p><p style="text-align: justify;"><a href="http://mezopotamyaajansi35.com/tum-haberler/content/view/206301">http://mezopotamyaajansi35.com/tum-haberler/content/view/206301</a></p><p style="text-align: justify;"><i><b>Bazı haberler içinde diyalektik bağlantılı önemli bilgileri taşır</b></i>.</p><p style="text-align: justify;">"<i>sorun, bir örgütün büyüklüğü sorunu değil, politikasının gerçek ve nesnel anlamı sorunudur: bu politika yığınları temsil ediyor mu, onlara hizmet ediyor mu, yani onların kapitalizmden kurtulmalarını amaçlıyor mu, yoksa azınlığın çıkarlarını, azınlığın kapitalizmle uzlaşmasını mı temsil ediyor?</i>”” <i>Lenin</i></p><p style="text-align: justify;">--------</p><div style="text-align: justify;"><b>Karayılan AKP ile olan temasları anlattı</b><br><br></div><div><div style="text-align: justify;">PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, muhalefeti "Kürt karşıtlığı" üzerinden hedefe koyan AKP'nin 2005’ten 2015’e kadar dolaylı-dolaysız PKK ile çeşitli düzeylerde hep ilişkilenme içinde olduğunu belirterek, o süreçleri anlattı. </div><div style="text-align: justify;"> </div><div style="text-align: justify;">AKP-MHP iktidarı seçim propagandasını Kürt karşıtlığı üzerinden kurdu. Seçimlere sayılı günler kala Amed merkezli 21 kentte yürütülen operasyon kapsamında Kürt gazeteciler, hukukçular, sanatçılar, siyasetçiler ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin hedef alınması da bu politikanın bir ayağı yapıldı. AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da muhalefeti her defasında Kürt siyaseti üzerinden vurmaya çalışarak, sonuç almak istiyor. Medya Haber TV’ye 17 Nisan'da konuk olan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Erdoğan'ın bu çıkışına, "PKK ile en çok Tayyip’in ilişkisi oldu, AKP’nin oldu" diye yanıt verdi. Kalkan'dan sonra PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan da bu konuya dikkat çekti. <span></span></div></div><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2023/04/haber-pkk-ile-en-cok-tayyipin-iliskisi.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-5292817754537895752023-04-21T09:10:00.001-07:002023-04-28T09:13:18.767-07:00SAVAŞIN, ENERJİ VE İKLİM KRİZİNİN TARIMA ETKİSİ*<p style="text-align: justify;">Okçuoğlu</p><p style="text-align: justify;">18 Nisan 2023</p><p style="text-align: justify;">Tarım krizi sorununa yaklaşımda göz önünde tutulması gereken bazı noktalar</p><p style="text-align: justify;">Tarım yapısı gereği sanayiye nazaran daha karmaşıktır:</p><p style="text-align: justify;">1) Sanayi üretimi salt pazar içindir.</p><p style="text-align: justify;">Tarımda ise üretim her zaman, her şart altında pazar için değildir.</p><p style="text-align: justify;">2) Sanayide üretim, normal şartlar altında, kesintisizdir. Yani ürünün pazara akışı, normal şartlar altında kesintiye uğramaz.</p><p style="text-align: justify;">Tarımda ise durum farklıdır. İklim koşulları tarımsal üretimin çevrimini belirler. Örneğin çoğu ülkede tarım ürününde çevrim senede bir defada tamamlanırken, iklimin uygun olduğu ülkelerde (tropik bölgeler) yılda bir kaç defa ürün elde edilebilir; yani tarımda üretim çevrimi yılda birkaç kez gerçekleşir.</p><p style="text-align: justify;">3) Sanayide iklim/hava şartlarının belirleyici önemi yoktur. Kapitalist, karlı olacağına inanıyorsa, kutuplara da fabrika kurabilir.<span></span></p><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2023/04/savasin-enerji-ve-iklim-krizinin-tarima.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-5443174546370740742023-03-18T10:28:00.003-07:002023-05-01T10:33:28.586-07:00SEÇİMLER, POLİTİKA VE SEÇİM TAKTİĞİ<p style="text-align: justify;"> 4 ŞUBAT 2023 CUMARTESİ</p><p style="text-align: justify;">Dinci faşist diktatörlüğün elebaşı seçim tarihini açıkladı: 14 Mayıs. İşin “hukuksal” tarafını geçiyoruz. Ortada anayasa ve yasalarla bağlanmış bir yasal çerçeveden bahsedilemez. Bunlar özellikle 2013’ten bu yana “tarih” oldu. “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”yle yasama, yürütme, yargı tek elde toplaştı; başında da TC tarihinin gördüğü en kibirli “Cumhurbaşkanı” dinci faşist Erdoğan var. Söylediği her şey yasadır, en üst yasadır. Dinci faşist keyfilik sınır tanımıyor. Dinci faşist devlet terörü ve toplumsal demagoji, dış politikada şoven, ırkçı, ilhakçı, yayılmacı saldırganlık süreci belirliyor. “Topluma giydirilmiş bir deli gömleği” var. En ufak muhalif tavır bile faşist cezalandırılma yoluyla eziliyor. Politik özgürlük yoksunluğu yaşamın her zerresine damgasını basıyor. Müthiş bir toplumsal çürüme düzeni sarmış durumda. “Narko devlet”, “mafya devlet” olgusu faşist diktatörlüğün karakteristiklerindendir. Sıradan kitleler kendi deneyimleriyle bir dizi gerçeği daha çıplak görmeye başladı...</p><p style="text-align: justify;">I</p><p style="text-align: justify;"><b>Seçimler yapılabilir mi? Yapılabilir. Peki seçimler yapılmayabilir mi? </b></p><p style="text-align: justify;">Yapılmayabilir. Yapılırsa iptal edilebilir mi? Edilebilir. Peki seçimlerin yapılıp yapılmayacağı neye bağlıdır? Politik güçler dengesine. Seçimlerin yapılıp yapılmayacağı devrimle karşı devrim arasındaki mücadeleye, karşı devrimin kendi iç çelişki ve çatışmalarına; bu olgunun iç, bölgesel, uluslararası konjonktürdeki yerine; dinci faşist “Saray yönetimi”nin hesaplarına bağlıdır. Her halükarda Erdoğan’ın kadir-i mutlak bir güç olmadığını bilmek gerekiyor.</p><p style="text-align: justify;">Tepesinde Erdoğan’ın oturduğu, AKP-MHP bağlaşmasına dayanan politik rejim her cephede yıpranmaya devam ediyor. Politik rejim ve Erdoğan AKP’si önemli bir güç kaybı yaşıyor. Bu eğilimin süreceği anlaşılıyor. İç ve uluslararası sermaye henüz tümden desteğini çekmemekle birlikte Erdoğan’la daha fazla gidilemeyeceğini görüyor. Sömürü ve zulme, toplumsal adaletsizliğe karşı birikmiş ve büyümekte olan ve “sosyal patlama”ya dönüşme tehdidi taşıyan siyasal ve toplumsal öfke gibi gerçekler, bir seçim yapılmasını gerektiriyor. Ekmek, adalet, özgürlük talebi toplumsallaşmaya, politikleşmeye devam ediyor. Bu eğilim özellikle Batı’da büyük kitle hareketlerine dönüşmemiş olmakla birlikte, gelişmektedir. “Sosyal patlama” korkusu iktidarı ve muhalefetiyle burjuvazinin realitesidir. Kendi aralarındaki it dalaşında da bu tehlike ve tehdidi hep hesaba katmaktadırlar. Sokakları faşist terör eşliğinde yasaklayıp ezen politika ile, “bizi sokaklara çekmek istiyorlar, provokasyona gelmeyeceğiz, sandıkta hesap soracağız” diyen politika, aynı burjuva politikanın birbirini tamamlayan iki yüzüdür. Bu birlik, proletaryaya, halka, Kürt ulusal devrimine karşı kurulmuş burjuva ittifakın gerçeğidir.</p><p style="text-align: justify;">AKP kendiliğinden çekilip gitmeyecektir. Erdoğan bunu defalarca açıkladı; “kaybedeceğimiz çok şey var” diyerek altını da çizdi. İç politikada sınır tanımayan toplumsal demagoji ve manipülasyon, dizginsiz faşist devlet terörü, neoliberal ekonomik saldırı; dış politikada emperyal yayılmacı, ilhakçı, işgalci saldırganlık ve kışkırtıcılık, dinsel faşist rejimin ve Erdoğan’ın politik çizgisidir. Politik iktidarı bırakmamak için, kaybedeceği bir seçimi yaptırmama ya da bugün öne çıkan yanıyla yapıldığı koşullarda seçim sonuçlarını tanımama, oy gasbıyla iktidarı zorla elde tutma politikası Erdoğan faşizminin politikasıdır. Örgütlediği ve yönettiği, silahlandırdığı on binlerce dinci faşist paralı askerini, SADAT’ı da, daha önce yaptığı gibi, açık bir tehdit unsuru olarak kullanmaktan geri durmamaktadır. Dinci faşist rejimin planlarının ve tehditlerinin boşa çıkarılıp çıkarılamayacağı son tahlilde işçi sınıfının ve halkların gücüne ve direnişine bağlıdır.</p><p style="text-align: justify;">Türk-Kürt, Alevi-Sünni, laik-anti-laik kutuplaştırması yoluyla denetimli iç savaş yönelimi, Kürdistan’a, Kobani’ye daha kapsamlı bir işgal saldırısı; keza örneğin 3-5 Yunan adasına/kayalıklarına bir çıkartma yaparak ya da içeride Ankara Gar katliamı gibi katliamlar gerçekleştirerek ya da Suriyeli göçmenlere dönük ırkçı faşist kışkırtma ve kitlesel katliamlar yaparak kitleleri terörize edecek bombalamalarla, birkaç önemli politikacısını suikastle öldürerek “terörizme” vs. karşı mücadele gibi manevralarla olağanüstü hal ilan ederek seçimleri yaptırmayabilir ya da iptal edilebilir, seçim sonuçları hiçe sayılabilir. Açık ki, faşist elebaşı, bir kez daha “Ya ben ya da kaos!” politikasını fütursuzca dayatacaktır. </p><p style="text-align: justify;">Geçmişte bunlar yaşandı ama bu kez, daha keskin bir saldırganlık eşliğinde bu oyun oynanacaktır. Kedinin fareyle oynaması örneğinde olduğu gibi, Erdoğan ve AKP’si “millet ittifakı” ile oynamaktadır. Yani, Erdoğan senaryoları karşısında durabilecek dirençli bir burjuva koalisyon yok. Ki “Cumhur ittifakı” ile “Millet ittifakı” arasında büyük bir oy farkı da olmadığı görünüyor. Politik rejimin, Erdoğan ve AKP’sinin bu denli yıprandığı koşullarda bile memnuniyetsiz, öfkeli geniş kitleleri yanlarına çekememeleri, bir çekim merkezi haline gelememeleri CHP’nin, “Millet ittifakı” cephesinin gerçeğidir. Etkili bir halk hareketinin gelişememesinin yanı sıra, Erdoğan’nın en büyük avantajlarından birisi de karşısında, kendisinin çizdiği sınırlar içerisinde sözde “muhalefet” yapan burjuva partilerin varlığıdır. O da bu olanağı tepe tepe kullanmaktadır ve kullanacaktır.</p><p style="text-align: justify;">Bütün olasılıkların hesaba katılması, bu bağlamda mücadeleci pozisyon alınması, yaşamsal önemdedir. Olası gelişmeleri boşa çıkarabilecek güç, şimdilik devrimci hareket, özellikle de yurtsever hareket ve HDP’dir; meşruluk hattında mücadele etmek, geniş kitleleri seferber etmeyi başararak sokaklarda mücadele etmek tek çıkış yoludur. Hatırlatmak gereksizdir ki, Erdoğan rejiminin manevraları ve saldırıları, tersinden dönüp onu vurabilir. Tersinden bu tablo, yeni devrimci olanakların ortaya çıkması ve kullanılmasının aracı haline dönüşebilir. Bütün mesele hazırlıklı olmak, buna uygun konumlanmak ve militan kitlesel mücadele yolunda yürüyebilmektir. Bu görevi yerine getirebilmek ise tümüyle hazırlık düzeyinizle, manevra yeteneğinizle, vs. bağlıdır. “Emek, Özgürlük İttifakı” bu araçlardan birisidir. HDP olmazsa ittifakta yer alan çoğu partiden ise böyle bir militanlık beklenemez...</p><p style="text-align: justify;"><b>Seçim sürecinde devrimci ve komünist programa bağlı faaliyet önemlidir. </b></p><p style="text-align: justify;">“Sosyal reform” program ve stratejisine bağlanmış bir çalışma kuşkusuz ki devrim ve sosyalizm programının yok sayıldığı ya da ikincil plana itildiği bir siyasal çalışmadır. Bütün zayıflığına ve zaaflarına karşın, devrimci-demokrasinin ve komünist hareketin varlığı, devrimci niteliğinde ısrar etmesi son derece değerlidir. Kuşkusuz ki sadece program ve ilkelerle, genel stratejik sloganlarla sınırlı yapılacak bir seçim çalışması karşılıksız kalacaktır. Bu bağlamda önemli olan, programın ışığında güncelleştirilmiş, sınıfın ve halkların güncel talepleriyle birleştirilmiş, somutlaştırılmış politika yapabilmektir... Bu olgu, en geniş anti-faşist kuvvetlerin birleşik cephesini ve mücadelesini gerektirmektedir. Bu sınıf mücadelesinin yakıcı ve her bir gelişme evresinde her bakımdan geliştirilmesi gereken politik gereksinimdir.</p><p style="text-align: justify;">II</p><p style="text-align: justify;">Geçen seçimlerde (yerel seçim) HDP’nin politikası, doğru taktik bir politikaydı. Devrimi anlamayan devrimcilik kategorisi ve yönelimi bu gerçeği anlayamamıştı ve “sol” keskinlikle biçimlenen “seçim taktiği”yle “mücadele” etmişti.</p><p style="text-align: justify;">Herhangi bir burjuva kampa yedeklenmemek; burjuva muhalefeti kitlelere bir alternatif olarak sunmamak; karşı devrim içerisindeki çelişkilere fiilen oynamak, Erdoğan rejimine ve AKP’ye, AKP-MHP ittifakına (“Cumhur ittifakı”) kaybettirmek; faşizm ve sermayeye karşı mücadelede darbeyi, en zayıf halkaya, “Saray rejimi”ne yöneltmek; İyi Parti’nin aday olduğu kentlerde karşı aday çıkarmak; halkların kardeşliği hattında yoğunlaşmak, izlenen taktiğin unsurlarıydı.</p><p style="text-align: justify;">Nitekim bu taktik başarılı oldu. AKP başta metropoller olmak üzere pek çok yerde yerel seçimleri kaybetti. Bu, geniş kitlelere moral ve cesaret verdi. </p><p style="text-align: justify;">Türk ırkçılığının, şovenizmin politik etkisi altında olan kitlelere halkların kardeşliği doğrultusunda gerekli ve önemli bir mesaj verildi. </p><p style="text-align: justify;">Şovenizmin etkisi altında olan Türk ulusundan kitlelerin, (öncelikle de CHP tabanı) üzerinde sorgulamaya yol açan etki gücü yarattı. HDP’nin Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olarak kilit rolü; HDP’siz “Millet ittifakı”nın kaybetmeye mahkûm olduğu daha keskin biçimde açığa çıktı. Ve burjuva muhalefet cephesi ve kitle tabanında HDP’nin güç ve rolü daha belirginleşti. Ki burjuvazi ve klikleri bu gerçeğin çok iyi bilincindedirler.</p><p style="text-align: justify;">Bir olgunun altı çizilmelidir. Burjuva karşı devrim içerisindeki parçalanma, çelişkilerin keskinleşmesi, dolaylı olarak devrime yarar. </p><p style="text-align: justify;">Stalin bu olguyu “stratejide dolaylı yedekler” kategorisinde inceler. Ancak karşı devrimin iç parçalanmasından yararlanabilmek politik güç olmayla bağlıdır; herhangi bir politik güç değil, manevralar yapmayı, darbeler indirmeyi sağlayacak bir politik maddi güçten, kudretli bir kitlesel hareketten ve öncü kuvvetin varlığından bahsediyoruz. Kürt halkı, yurtsever hareket, HDP böyle bir güçtür. HDP Türk ulusundan işçi ve emekçilerin özellikle de ileri kesimlerinin politik desteğini almayı başaran bir partidir. İşte bundan dolayıdır ki, geçen yerel seçimlerde AKP’ye ağır darbeler indirilebildi ve HDP’nin siyasetteki kilit rolü gösterilebildi. </p><p style="text-align: justify;">HDP’nin seçim taktiği, güç toplamaya, kitleler nezdinde politik etkisinin büyümesine hizmet etti. Faşist propagandanın HDP’nin “terör örgütü” olduğu demagojisi de ciddi bir darbe aldı. Şovenizme kitle temeli oluşturan geniş kitleye halkların kardeşliği mesajı taşınabildi. Bu, nesnel olarak devrimci, anti-faşist olanakları geliştirdi ama seçim sonrası bu olanaklardan ne kadar yararlanılabildiği sorunu ayrıca incelenmelidir; bu bağlamda, devrimci ve komünist hareketin, HDP’nin atıl kaldığı söylenebilir. Bu da devrimci-demokratik ve komünist hareketin zayıf bir güç oluşuyla, güncel mücadelenin gereksinmelerine yanıt olmaktan uzak olmasıyla bağlıydı ve bağlıdır...</p><p style="text-align: justify;">HDP’yi pek çok açıdan eleştirebiliriz (parlamenter hayaller, sınıflar arası uzlaşma vs.) ve eleştirmeliyiz de. “Birlikte vurma” taktiği ve siyasal tarzı, her zaman ve her konuda HDP’yi onaylamak anlamına gelmez. HDP’ye destek eleştirel “destek”, propaganda ve ajitasyon özgürlüğüne dayanan bir destek olacaktır. İdeolojik ve siyasal bağımsızlığı korumak ama politik mücadelede birlikte yürümek politik mücadelenin gereksinimidir. Ortak düşmana (faşizm ve sermayeye) karşı ortak mücadele perspektifi ve güncel politikasının gözden yitmesi ağır bir zaaf olur...</p><p style="text-align: justify;">Kuşkusuz ki, taktik politikalar koşullara bağlı olarak değişir. Dün doğru, geliştirici, devrimci ya da devrimci rol oynayan taktikler, bir başka durumda mücadelenin gelişmesinin önünde engele dönüşebilir vs. İlkelerde katı, taktiklerde esnek olmak sınıf mücadelesinin bir gereğidir. </p><p style="text-align: justify;">Taktiklerin stratejik zaferi uzaklaştıran değil, yakınlaştıran; strateji doğrultusunda güç toplayarak seferber etmesine hizmet etmesi durumunda anlamlı bir politik ağırlığı olacaktır. Sınıf ve geniş kitlelerle bağı olmayan, kendine dönüklükten kurtulamayan, sınırlı grupsal güçle yapılanmış parti ve siyasi çevrelerin “seçim taktiğimiz” üzerine yazıp çizmesi de pek anlamlı olmamaktadır. Eğer maddi bir güç olarak sınıfa ve kitlelere dayanan politik bir güç değilsen, bu durumda “seçim taktiği” adına söylenenler etkisiz kalır. Dahası bu tarz siyaset lafazanlığa, biçimselliğe tekabül eder. Doğru taktik politikaların toplumsal ve siyasal bir karşılığını bulması yaşama geçirilmesinin ön koşuludur. Gündemi etkileyen ciddi bir politik güç değilsen, “seçim taktiğimiz” üzerine yapılacak propaganda ve ajitasyonun da, kendi dar siyasal çevreni memnun etmenin ötesinde çok bir anlamı kalmamaktadır. Unutulmamalı ki, “militanlık” içerisinde geçilen siyasal koşulların gündemleştirdiği politik gereksinmelere yanıt vermekten, lafta değil, gerçek ilişkilerde karşılığını bulacak ve bulması gereken yanıt olmakta somutlaşır. Militan mücadelenin komünist teori ve pratikte anlamı budur; yani militanlığın ölçüsü, dar grupsal çıkarlara, mezhepçi taktiklere, “radikal eylem”lere dayanmaz; ölçü, devrim ve sosyalizm kavgasının ve bu kavganın güncel koşullarına ve gereklerine ne kadar yanıt verip veremeceğinle ölçülür ve ölçülmelidir.</p><p style="text-align: justify;">Komünist işçi hareketi yaratamayan, işçi sınıfı hareketi içerisinde ciddi bir politik güç haline gelemeyen, proletaryanın en yakın müttefiği olan kent yoksulları (yarı-proletarya) içerisinde ciddi bir ağırlık oluşturmayan, bu eksende emekçi kitleler içinde ciddi bir ağırlık oluşturmayan bir güç isen, bu durumda, “taktik politika”lar, “seçim taktiğimiz” üzerine yazılıp çizilenlerin fazla bir rolü olmayacaktır. Bu komünist hareketin tarihsel ve güncel açmazıdır. Bu olgu, hem komünist hareketi hem de işçi sınıfı hareketini güçsüz bırakan en yakıcı olgudur. </p><p style="text-align: justify;">“Ezilencilik”le bu sorun çözülmek bir yana, “ezilenler” teorisi ve pratiği ile komünist hareket kendi öz sınıfsal temellerinden daha fazla koparak halkçı eğilimlerin tutsağı haline gelmektedir. Komünist işçi hareketine dayanan bir güç olarak “ezilenlerle” ilişkilenmek ile “ezilenci”liğin peşinde sürüklenmek farklı şeylerdir. Komünist hareketin gerekleri ve gereksinmeleri birincisine dayanır ve dayanmalıdır. Bugün de olduğu gibi, işçi sınıfı hareketinin tarih boyunca hep reformistlere, burjuva sendikal harekete terkedilmiş olması; bu tabloyu yıkacak sistematik bir politikanın, teori ve pratiğin ortaya konulamamış olmasıyla bağlıdır. İşçi sınıfının ve kent yoksullarının ana kitlesinin gerici ve faşist partilerin oy deposu olması komünist iddianın neden yaşam bulamadığının sorgulanmasıyla birlikte ele alınmalıdır. Kesin olan şudur: Türkiye devriminin kaderi büyük sanayi merkezleri ve işçi sınıfı tarafından belirlenecektir...</p><p style="text-align: justify;">III</p><p style="text-align: justify;">Burjuvazi karşısında proletaryanın siyasal bağımsızlığın korunması, taktik değil, ilkesel bir sorundur. Taktikler ilke bozmaya tekabül edemez. Ama ilkeler de taktiğin yerine ikame edilemez; ilke bozmaya tekabül eden taktik politikalar, berbat bir oportünizme sürükler. Ama taktik politikaların yerine idame ettirilen ilkeler de “sol” oportünizm ve aydın geveziliği üretir. Her iki durumun da proleter devrimci öncülükle ilişkisi yoktur; mücadelenin gereksinmelerine yanıt vermez. Güncel siyasetini ilkelerine, program ve stratejine bağlı olarak yürütmek zorundasın. Ama güncel politika ve taktiklerin yerine/adına ilkelerini, program ve stratejini geçirirsen, burada yapılan politika değil, “politika”dır. İşte proleter militanlık denen şey, asgari ve azami amaçlarına bağlanmış güncel siyaset üretmekten ve somut mücadelenin gereksinmelerini karşılamakta somutlaşır. Bunu yapamadığın koşullarda öncü adını hak edemezsin, kendiliğindenliğin önünde boyun eğer, yarı-kendiliğindenci bir çizgide sürüklenip gidersin; üstüne üslük “İdarei maslahatçılık”ı, dar pratikçi ilkelliği “büyük politika” vb. olarak lanse edersin; ama nihayetinde gerçek yaşamda proleter ve geniş emekçi kitlelerden, kitle hareketlerinden kopuk durumun teorisini yaparak kendi küçük dünyan içinde ne kadar mükemmel olduğunun ajitasyonunu yaparsın, ama bu kadar işte.</p><p style="text-align: justify;">Devrimciliğin, komünistliğin ölçütü “sol” keskinlik değildir. Burjuvaziye ve faşizme karşı en keskin lafların arkasına geçebilir, buna da “yüksek siyaset ve öncülük” diyebilirsiniz. Bu, öteden beri Türkiye devrimci hareketinin karakteristiklerindendir. Sağ oportünizmin “sol” oportünizme ya da tersi yalpalamalara dönüşmesi, savrulmalar da bu tarihin geri yanlarından, karakteristiklerinden birisidir. Bu iki uç, birbirinin yerine geçebilir ve bu potansiyel her zaman vardır...</p><p style="text-align: justify;">Geçen seçim deneyi, yeni süreçte kendi özgün gerçeği içerisinde dikkate alınmalıdır. Önemli bir politik deneyimdi. İki burjuva bloktan birine yedeklenmeden fiili manevralar yaparak gücü açığa çıkarmak; güç toplamaya, karşı devrimin iç çelişki ve çatışmaları derinleştirmeye, kendine alan açmaya, daha etkili darbeler indirmeye, mücadeleyi geliştirmeye hizmet eden taktikler yaşamsal önemdedir.</p><p style="text-align: justify;">Lenin,</p><p style="text-align: justify;">“Daha güçlü bir düşman, ancak en büyük çabayı sarf ederek ve düşmanlar arasındaki herhangi bir, hatta en küçük yarıkların en eksiksiz, uyanık, dikkatli, ustaca ve zorunlu kullanımıyla yenilebilir.</p><p style="text-align: justify;">Bunu anlamayanlar, Marksizmin, genel olarak modern bilimsel sosyalizmin en küçük bir zerresini bile anlayamadıklarını ortaya koyarlar.” diyor.</p><p style="text-align: justify;">Burjuva karşı devrim cephesinde büyümekte olan iç parçalanmayı derinleştirerek de yolu açma politik mücadelenin ve tarihin önemli bir dersidir. İster iktidar da ol, isterse muhalefette, her dönem karşı devrim içi parçalanmalardan yararlanmasını bilmek gerekir; lafla değil, kitlesel politik bir güç, politik ve askeri bir güç olarak, yoksa bu “yararlanma” </p><p style="text-align: justify;">sözleri lafazanlıktan öteye zaten geçmez.</p><p style="text-align: justify;">Politika sanatı ve politik önderlik yeteneği, politik mücadele tarzı bakımından Lenin’in şu sözlerinden öğrenilmelidir ve Lenin’in söylediği şey, ancak politik-maddi bir güçsen yaşama geçirebilir.</p><p style="text-align: justify;">“Kendinden daha güçlü olan bir düşman, ancak en son kertesine varan bir çaba gösterilerek ve düşmanlar arasındaki en küçük çatlaktan, ayrı ayrı ülkeler burjuvazileri arasında, her ülkenin içindeki burjuvazinin çeşitli grupları ve kategorileri arasında en küçük çıkar çelişkilerinden ve aynı zamanda geçici bir müttefik olsa da, sallantılı olsa da, koşula bağlı bulunsa da, pek o kadar sağlam ve güvenilir olmasa da, sayıca güçlü bir müttefiki kendi tarafına kazanmak için, en küçük olanaktan en büyük özen ve uyanıklıkla, en ustaca ve en akıllıca yararlanıldığı takdirde yenilgiye uğratılabilir.”</p><p style="text-align: justify;">Burjuva cephenin iç parçalanmasına yedeklenmek ile, bu parçalanmadan devrimci, anti-faşist ve sosyalist mücadelede yararlanmak iki farklı politikadır. Birincisi reddedilmelidir, ikincisini kavramadan da devrimci politik öncülük iddiasında bulunamazsın.</p><p style="text-align: justify;">Türkiye’de seçim mücadelesi, yalnızca dar anlamda iç bir sorun değil, mücadelenin diğer sorunlarında da olduğu gibi, iç bölgesel, uluslararası politik mücadele ve güçler dengesinin ve mücadelesinin bir parçasıdır. </p><p style="text-align: justify;">Sözgelimi, AKP-MHP ittifakının, dinci faşist rejimin yıkılıp yıkılmaması sorunu sadece iç politikanın sorunu değildir ve ortaya çıkacak sonuçlar da içerisiyle sınırlı olmayacaktır... Yani meseleyi geniş bir perspektiften ele almak ve değerlendirmek zorunludur.</p><p style="text-align: justify;">Eylemde birlik, propaganda ve ajitasyonda özgürlük ilkesi, faşizm ve sermayeye karşı kurulan güç ve eylem birliklerinde, cepheleşmelerde olmazsa olmaz koşuldur; dahası bu ilkesel bir sorundur.</p><p style="text-align: justify;">HDP bir birleşik cephe harekatıdır; keza bileşimi genişlemeye açık olarak kurulan “Emek ve Özgürlük” bağlaşması da aynı özellikte, olumlu bir gelişmedir. Bu ittifak güçlerinin sokak vurgusu önemlidir ve pratik tutarlılıkla uygulanması için azami derecede bir irade sergilenmelidir. </p><p style="text-align: justify;">Böyle bir iradenin geliştirilmemesi durumunda, söz konusu saptama kuru laf kalabalığı olarak kalacaktır. Ki bu bağlam başlı başına bir irade savaşımını gerektirir. Yoksa bağlaşmaya dahil olan reformist ilerici partilerin yapacakları şey, ortadadır.</p><p style="text-align: justify;">Proletarya için, parlamento ve parlamenter mücadele, devrim ve sosyalizm mücadelesinde yardımcı bir mücadele alanıdır. Keza parlamenter mücadele parlamento dışı mücadeleye bağlıdır...</p><p style="text-align: justify;">Genel ve yerel seçimler, proletaryanın asgari ve azami amaçları temelinde politik müdahalenin fırsatları ve biçimleridir. Bu bağlamda devrimci ve komünist hareketin stratejik hedefleri HDP ve sosyal reformist hareketten temelde farklıdır. Bu bilinç ve donanıma sıkı sıkıya bağlı kalmak gerekir.</p><p style="text-align: justify;">Bu hatırlatmaları şundan dolayı yapma gereği duyduk; faşizm ve sermayeye karşı kurulan ittifaklar şu veya bu akımı tatmin etmeyebilir. Bu bağlamda da birleşik cephe politikaları içerisinde yer alan devrimci ve komünist kuvvetler, propaganda ve ajitasyon özgürlüğünü kullanarak, kendi amaçlarına bağlı faaliyetlerini yürütecektir. Bu seçimlerde devrimci yapılar HDP etrafında gündemleşecek “seçim taktiği”nde yetersiz gördüğü her konuda kendini özgürce ifade edebilecektir. Bir diğer ifadeyle, eğer HDP etrafında örülen bağlaşma ortak bir seçim taktiği etrafında şekillenirse, bu durumda, her bir akım, çevre, parti, yetersiz bulduğu her konuda “kamuoyu”na seslenme özgürlüğü vardır; dar kafalı, tarikatçı, mezhepçi, sekter analizlerle, bu gerçeği görmezden gelmek baştan aşağı yanlış olacaktır. Sen bir yerden bir yere kadar omuz omuza yürürsün, yürüdüğün süreçte de kendini ifade etmek istediğin her konuda da propaganda ve ajitasyonunu yürütürsün. </p><p style="text-align: justify;">İdeolojik mücadele yürütmenin de önünde hiçbir engel yoktur.</p><p style="text-align: justify;">Doğru, devrimci bir seçim taktiği bahanesinin arkasına gizlenerek HDP’den uzak durma politikası sosyal şoven bir sınıfsal, ideolojik-politik kimliğin bas bas bağırmasıdır. Sermaye ve faşizmin baskısının ürünü olan “Kürtlerle bir arada görünmemek” politikası, düpedüz politik özgürlük mücadelesinden kaçma politikasıdır. Bu politika CHP vb. partiler için anlaşılabilir ama “devrimcilik”, “sosyalizm” adına iddia sahibi görünenler için kabul edilebilir değildir. Değildir, çünkü bu duruş ve zihniyette devrimciliğin D’si, sosyalizmin S’si yoktur. Dahası bu duruş ve zihniyetle tutarlı bir anti-faşist demokratik bir mücadele bile yürütülemez.</p><p style="text-align: justify;">“Devrimciler herhangi bir burjuva cepheye taraf olamaz, bundan dolayı HDP seçim taktiği dün yanlıştı, bugün de böyle bir politikayı kabul edemeyiz” </p><p style="text-align: justify;">vs. diyenler var.</p><p style="text-align: justify;">Peki bu değerlendirme ve eleştiri ne kadar doğru? Evet herhangi bir burjuva kampa dahil olmamak gerekli. Ama geçen seçimlerde HDP “Millet ittifakı”nın bir uzantısı ya da yedeği olmadı ki! Bu burjuva blok on milyonlara kurtuluş seçeneği de olarak sunulmadı. Buna inanmayan her devrimci yapı da kendi programının propagandasını yaptı. HDP’nin kilit parti konumuna gelmiş olması, her kanadıyla burjuvazinin istemediği şeydir. Ve bu istenmeyen şey, politik bir gerçek olarak kendini burjuvaziye ve şovenizmin, milliyetçiliğin etkisi altında olan kitlelere kendini dayattı; “iç ve dış güçler”den hiç kimse bu gerçeği yadsıyamıyor. Çünkü mızrak çuvala sığmıyor. </p><p style="text-align: justify;">Bugün HDP boşuna mı sürekli faşist terörle susturulmaya çalışılıyor? HDP’yi siyaseten etkisiz bir güç haline getirmek, kapatma hamleleri vb. tesadüfi değil ki! Yurtsever Kürt hareketini ezemeden HDP’yi ezemezsin ve HDP “Doğusu ve Batısı”yla birlikte ciddi bir politik güç ve cephedir. HDP kurtuluş değildir ama kurtuluşa giden yolda bir araç olarak görülmelidir. </p><p style="text-align: justify;">Bugün, nesnel olarak devrimci rol oynayan anti-faşist, anti-sömürgeci bir partidir. Faşist diktatörlük, bütün kamplarıyla burjuva bloklar, Kürt ulusal burjuvazisi, sayısız yol ve araçla HDP’yi tasfiye etmek ya da sistemin uysal bir parçası olacak partiye dönüştürme mücadelesi veriyor. </p><p style="text-align: justify;">HDP “bize aittir”. Sınıfsal iddia ve politik hedefinde sağlam dur ama anti-faşist mücadelede birlikte yürü; seçim süreci de bunun aracıdır.</p><p style="text-align: justify;">Seçimler sürecine girildi. Henüz ciddi bir heyecan dalgasından bahsedilemez. Ancak bu hava gelişmektedir. HDP cumhurbaşkanı seçimi bağlamında gelişmelere göre taktiksel tutumunu somutlaştıracaktır. HDP kapatılma tehdidi altında yaşıyor ve her bakımdan ağır baskı ve saldırıların kuşatmasında. Ancak en kötü durumda bile bu süreci atlatacaktır.</p><p style="text-align: justify;">Değişik seçeneklerin gündemde olduğu görülüyor. HDP, “Emek ve Özgürlük bloğu” İlk turda kendi bağımsız cumhurbaşkanı adayı etrafında seçimlere katılabilir.</p><p style="text-align: justify;">Resmi bir ittifak kurmadan, fiili olarak, “Millet ittifakı”nın “uygun” bulunabilecek adayı desteklenebilir ya da bu “destekleme” ikinci turda ortaya çıkabilir. Eğer bir destek gerekirse, bu destek HDP’nin, Emek ve Özgürlük blogunun “uygun bulduğu” adayı ve partisini kurtuluş umudu olduğu için değil, faşist diktatörlüğün “verili durumda” en zayıf halkasından vurulması için olacaktır. Bu gerçek, her durumda en geniş kitleler nezdinde vurgulanmalıdır.</p><p style="text-align: justify;">Boykot taktiği HDP’nin gündeminde yok. (Boykot taktiği son erekte özel koşullarda gündeme girebilecek bir taktik politika olabilir.) Seçimlere katılmak en geçerli politika olacak ama ne olursa olsun, sokakların, milyonların gücü temelinde ilerlemek, geniş kitlelerin birikmiş öfkesine ve taleplerine dayanarak eylem gücünü açığa çıkarmak temel olmalıdır. HDP, “üçüncü yol” üzerinde yürüyecektir. Ve “üçüncü yol” “Millet ittifakı” ile anlaşma-blok kurmak gibi bir yol değildir. HDP, “Emek ve Özgürlük blogu” </p><p style="text-align: justify;">kendi yolunda ayrı yürüyecektir. Bu durum, değişik burjuva partilerle görüşmek gibi manevraları dışlamaz. “Toplum”, “Kamuoyu” nezdinde, kendi gücünü burjuva muhalefete dayatarak onları teşhir etmesi doğru bir tutumdur. Burjuva muhalefet partilerine, “Millet ittifakı”na ilkesel tutum açıklama istek ve baskısı, kamuoyunun gündemine girme, azgın faşist teröre karşın kendini geniş kitlelere duyurma, etkileme taktiğinin bir boyutudur. </p><p style="text-align: justify;">“Millet ittifakı” ve partileri “oyuna ihtiyaç duydukları” HDP’ye muhtaçtırlar. HDP oyları “çantada keklik” değildir. Buna karşın onlar HDP’nin baskısına karşı direnmektedir. Dahası, bir arada görünmeme politikasını izlemektedirler. Her adımları hesaplı-kitaplıdır. Ortada tarafların “irade savaşı” var. Her bir tarafın hesabı farklı farklı. Bu da kaçınılmazdır. Fakat devletinden Erdoğan’ına, CHP’sinden bilmem ne partisine kadar uzanan cephede herkes HDP’nin kilit parti rolünün farkındadır. Burjuva cephelerin manevraları bu gerçeği de hep hesaba katarak şekillenmektedir...</p><p style="text-align: justify;">Neymiş efendim, “burjuva bir partiyle, Millet ittifakı ile görüşülemezmiş.” </p><p style="text-align: justify;">Peki neden? “Çünkü onlar düşman, bu onlar hakkında hayaller yayar.” vs. Bu dar kafalılıktır. HDP ağırlığı olan, legal, meşru siyaset yapan politik bir güç olarak, mücadeleyi geliştirdikten sonra, şeytanla da görüşebilir... </p><p style="text-align: justify;">Duruma göre şu burjuva partiyle görüşür, duruma göre şu partiyle görüşmez ya da görüşme talebini ret eder ve bu taktik manevraları da kendi politikasının gereklerine bağlı ele alır.</p><p style="text-align: justify;">Ayrıca şu gerçeğin üzerinden atlayamazsınız: HDP Türkiye ve Kürdistan’da devrimi yapacak, sosyalizmi kuracak bir parti değil ki. HDP’nin böyle bir iddiası ve hedefi yok. Ona “neden bizim programımızı, amaçlarımızı benimsemiyorsunuz” diyemezseniz ki! O zaman ne dediğinizin farkında değilsiniz. HDP’nin nesnel sınırlarının ve politik karakterinin bilincinde olmak gerekiyor. Dünya da bizden ibaret değildir. Karşı devrimi zayıflatacak, devrim cephesini güçlendirecek, halkların kardeşliğini ve ortak mücadelesini geliştirecek taktiklerle seçim sürecini omuzlamak lazım.</p><p style="text-align: justify;">Burada söz konusu olan “cumhurbaşkanı” seçimidir. Genel seçimlerde HDP, ilerici sol blok ya da dileyen her akım kendi adaylarıyla arenada olacaktır. (Bu bağlamda özel istisnalar olabilir.) Çıkarılacak aday önemli olmakla birlikte bir değerlendirmede sorun politikanın bütünlüğü içerisinde ele alınacaktır. Kendi cumhurbaşkanı adayı ile ortaya çıkmak HDP’nin, “Emek ve Özgürlük bloku”nun doğal hakkıdır. Bunun nasıl gerçekleşeceği koşullara bağlıdır. Daha baştan “ne olursa olsun kendi adayını göstermemeli” denemez. </p><p style="text-align: justify;">Bu politik toyluk olur. HDP ve ilerici blokun ne pahasına olursa olsun “Millet ittifakı”nın adayını desteklemesi politikası olamaz. Böyle bir cendereye girmek de kabul edilemez. Faşist diktatörlüğe karşı mücadelede yakalanacak taktik halka, dinci faşist Erdoğan rejiminin yıkılmasıdır. </p><p style="text-align: justify;">Darbeyi faşist diktatörlüğün zayıf halkasına indirmek gerekir. Burada sorun salt AKP-MHP Hükümeti’nin ve Erdoğan’ın seçimleri kaybetmesi değildir; bu ilk adımdır, daha da önemlisi sonraki süreçtir... Tek başına Erdoğan cephesinin cumhurbaşkanlığı seçimlerini, milletvekili seçimlerini kaybetmesi politik rejimin çöküşü anlamına gelmez ama buradan önemli bir yol açılır ve bu açılan gedikten sokak siyaseti ve gücü ile yeni ve yıkıcı darbeler indirerek yürümesini bilmek gerekecek. Doğaldır ki devrimci ve komünist hareket her bir aşamada kendi program ve stratejisine bağlı davranacak ve taktiksel politikaları bu ayrım çizgisinde uygulayacaktır. </p><p style="text-align: justify;">Yani reformist perspektifle devrimci perspektif arasındaki temel ayrımın her bir gelişme evresinde korunması gerekir. Bu bakımdan HDP öncülüğündeki blokun çizdiği çerçevenin ötesinde sorun ele alınmak zorundadır. </p><p style="text-align: justify;">Emperyalizme bağımlılık ilişkilerinin, işbirlikçi tekelci burjuvazinin egemenliğinin devrimle yıkılması, sorun bu hedefle bağlı ele alınmalıdır. </p><p style="text-align: justify;">Bu bağlamda, faşist diktatörlüğe karşı mücadelede anti-faşist blokun başarısı önemli bir adım ama yetersiz bir adım olacaktır özellikle sokak siyaseti yolundan politik mücadelenin geliştirilmesine yüklenmek gerekir. </p><p style="text-align: justify;">“Sosyal reformlar”ın yolunun açılabilmesi, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılıp genişletilmesi bile tamamen proletarya ve halkların ortay koyacağı mücadele gücüne bağlıdır.</p><p style="text-align: justify;">Bu seçim süreci de devrim ve karşı devrim cephesi arasında sert ve karmaşık mücadelelere tanık olacak. Zayıf halkayı yakalamak, yüklenmek ve kırmak güncel anti-faşist görevdir. Bunu başarmak, Türkiye, Ortadoğu halklarının, Kürt halkının lehine olacaktır. Ve Erdoğan faşist hükümetinin yıkıldığı koşullarda, “restorasyon hükümeti” olarak devreye girebilecek burjuva muhalefetten de hiçbir beklenti içerisinde olmadan mücadeleyi güçlü ve yaygın tarzda sürdürmek gerekecektir...</p><p style="text-align: justify;">AKP’nin ve Erdoğan’nın seçimleri kaybetmesi ne devletin ne de politik rejimin yıkılması anlamına gelmez. AKP devlet içerisinde etkin, yaygın örgütlenmiş bir güçtür; seçimleri kaybetmesi, otomatik olarak, onun devlet içindeki iktidar mevzilerini kaybetmesi anlamına gelmez... Bu gerçeklerin sınıfa, geniş kitlelere anlatılmasının, anti-faşist kitle hareketinin devrimci baskısının dayatılmasının, olası bir “restorasyon” hükumetinin kurulması koşullarında, yakıcı bir görevdir.</p><p style="text-align: justify;">Hatırlatmak gereksiz olmayacak; “Cumhur ittifakı”nın seçimleri kaybetmesi, “Millet ittifakı”nın hükümeti kurması durumunda “burjuva demokratik” açılımlar beklenmemeli. Olası yeni cumhurbaşkanı ve hükümet, bazı sınırlı taktik manevraların dışında, geçmişe sünger çekme politikası izleyecektir. </p><p style="text-align: justify;">Liberal beklentilerle hayaller yayılmamalı ve karşı mücadele yürütülmelidir. Her şey, proletarya ve halkların fiili, meşru mücadelesine bağlıdır ve bağlı olacaktır. “Devletin bekası”ndan başka bir şey düşünmeyen burjuva muhalefetten “demokrasi, insan hakları, adalet, eşitlik”, “Kürt sorununda demokratik açılım” bekleyenler burjuva liberalleridir ve onlar bu hayalleri sürekli yaymakta ve yaygın beklentiler yaratmaktadırlar. </p><p style="text-align: justify;">Dolayısıyla bu liberal eğilime karşı kesin bir ideolojik mücadele geliştirmek, sınıfı ve kitleleri uyarmak, yeni ve daha etkili mücadelelere hazır olmak gerekir.</p><p style="text-align: justify;">Son olarak eklemek isteriz. HDP öncülüğünde anti-faşist blokun salt seçim bloku olmamasını dileriz... Keza kurulan blok içinde yer alan değişik parti ve grupların kendileri için en fazla milletvekili koparma grupçuluğuna, oportünist fırsatçı ve hesaplı tutumlarına karşı da mücadele edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu çirkinlik her zaman göz çıkarmıştır...</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Saygılarımızla,</p><p style="text-align: justify;">Hasan ozan | hasan.ozan62@gmail.com</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Not: Bu e-posta, https://yenidemokrasi.blogspot.com adresindeki İletişim Formu gadget'ı yoluyla gönderildi</p><div style="text-align: justify;"><br /></div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-18233896123836848962023-02-24T09:05:00.001-08:002023-04-28T09:09:29.414-07:00DEPREM, KAPİTALİZM, SOSYALİZM VE KONUT SORUNU SOSYALİZMDE KONUT SORUNU NASIL ÇÖZÜLÜR?<p style="text-align: justify;"> 21 Şubat 2023</p><p style="text-align: justify;">Okçuoğlu</p><p style="text-align: justify;">Umutlar kesildi. Artık enkazın altından yeni bir “müjde” verme umudu da kalmadı. Devlet bütün “ihtişamı”yla deprem bölgesinde “güvenliği” sağladı. Ölen öldü, kalan sağlarla yoluna devam etmenin planlarını yaptı, yapıyor. Ama mutlaka bu enkazın hesabını soracaktır; zaten sorumlu gördüğü bazı müteahhitleri, “kolon kesenleri”, hatta denetleme yapmayan sorumluları tutukladı, bunların yurt dışına kaçmalarını engelleyici tedbirler aldı. Şimdi sıra yaraları sarmaya geldi. Yara sarması gereken de devlettir. Devlet her şeye muktedirdir. Öyle ki, “başını koyduğun o omuz da devlettir”. Bir “taktir-i ilahi”dir, bir “kader”dir başımıza gelen, olan oldu, şimdi ayağa kalkmanın sırasıdır anlayışı içinde 11 ilin Anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğması için planlar hazırlandı bile.</p><p style="text-align: justify;">Her şeyi planlayan ve icra edecek olan devlettir. İnşa edildiğinden bugüne kadar ışıkları hiç sönmeyen Saray’da devlet oturmaktadır. O devlet diktatördür. O diktatör, o kadar anlayışlı ki, neredeyse her depremzede ile doğrudan ilgilenmiş, hatta Adıyaman’da enkaz altında kalan, kurtarıldıktan sonra da yaşama veda eden Bircan inek için sahibesi Birgül Tuncay’a bir taziye mesajı gönderirse veya bizzat konuşup bir-iki inek sözü verirse hiç şaşmamak gerekir. Ne de olsa Saray bir devlet pr (halkla ilişkiler) merkezidir. O merkezin başında da diktatör durmaktadır.<span></span></p><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2023/02/deprem-kapitalizm-sosyalizm-ve-konut.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-76736868871855908622023-02-15T09:02:00.010-08:002023-04-28T09:04:41.488-07:00SERMAYE KÂR İÇİN HER TÜRLÜ CİNAYETİ İŞLER<p style="text-align: justify;"> Okçuoğlu</p><p style="text-align: justify;">14 Şubat 2023</p><p style="text-align: justify;">“Sermaye, kâr olmadığı zaman veya da az kâr edildiği zaman hiç hoşnut olmaz, tıpkı eskiden doğanın boşluktan hoşlanmadığının söylenmesi gibi. Yeterli kâr olunca sermayeye bir cesaret gelir. Güvenli bir yüzde 10 kâr ile her yerde çalışmaya razıdır; kesin yüzde 20, iştahını kabartır; yüzde 50, küstahlaştırır; yüzde 100, bütün insani yasaları ayaklar altına aldırır; yüzde 300 kâr ile sahibini astırma olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılmayacağı tehlike yoktur. Eğer kargaşalık ile kavga kâr getirecek olsa, bunları rahatça dürtükler. Kaçakçılık ile köle ticareti bütün burada söylenenleri doğrular." (T. J. Dunning, l.c., s. 35, 36.). Aktaran: Marks; Kapital, C. I, s. 788, dipnot).</p><p style="text-align: justify;">Devletin, Saray’ın, diktatörün üzerine çok gidiliyor. Özellikle Millet İttifak’ında toplanan, Cumhur İttifak’ına seçimlerde alternatif olan burjuva muhalefet, depremin beraberinde getirdiği bütün sorunların tek sorumlusu olarak diktatörü görüyor. Kılıçdaroğlu, özenle devlete sahip çıkıyor, Erdoğan’a yükleniyor. Deprem gerçekten de siyasi olarak burjuva muhalefet için bir seçim aracına dönüşmüş, fırsat olmuştur. Karşılıklı atışmalar daha nasıl kapsamlaşacak ve derinleşecek, bunu göreceğiz. Diktatör de depremi fırsata çevirerek, “mağdurluk” üzerinde ulusal ve uluslararası bir şova mutlaka hazırlanacaktır. Bu arada depremde kaybedilen canların giderek artması sadece bir sayısal tespit olacaktır.<span></span></p><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2023/02/sermaye-kar-icin-her-turlu-cinayeti.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-16103948868749823552023-02-09T09:00:00.001-08:002023-04-28T09:02:01.081-07:00DEPREM FELAKETİ KADER DEĞİLDİR<p style="text-align: justify;"> 8 Şubat 2023</p><p style="text-align: justify;">Okçuoğlu</p><p style="text-align: justify;">6 Şubattan bu yana devam eden ana ve artçı depremlerin etkisi 10 ili ve açıklandığı gibi 13,5 milyonluk bir nüfusu etkisi altına almıştır. Merkez üssü Maraş ve 7,7 ve 7,6 büyüklüklerinde gerçekleşen bu depremlerin neden bu kadar yıkıcı olduğunun açıklanması başka bir yazı konusu olabilir. Ancak, depremlerin şiddeti ne olursa olsun, ne kadar geniş bir sahayı kapsarsa kapsasın, deprem gerçekleştikten sonra yapılması gerekenleri örgütlemekte tek sorumlu güç devlettir. Deprem vergisinde, depreme dayanıklı binaların inşa edilmesi için krediye, ihalelere, kontrollere varana kadar bütün sorunların hesabını vermesi gereken de devlettir.</p><p style="text-align: justify;">Depremin 2. gününde itibaren moloz yığınına dönmüş “depreme dayanıklı” yeni binalardan, başkaca yıkıntılardan “bir mucize daha” diye adeta görevlendirilmiş canlı TV haberlerinden anladığımız, devletin yıkık altında kalmış ve kurtarılmayı bekleyen on binlerce insandan umudunu kestiğidir. 1999 depremiyle karşılaştırıldığında bu depremde daha çok can kaybı olacağı açıktır.<span></span></p><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2023/02/deprem-felaketi-kader-degildir.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-82801567991359514222023-01-17T16:56:00.005-08:002023-01-17T16:56:44.134-08:00PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ VE SOSYALİZM AYRIMI ÜCRETLENDİRME BAKIMINDAN NE ANLAMA GELİR?<div style="text-align: justify;">16 Ocak 2023<br>I. Okcuoglu<br><br></div><div><div style="text-align: justify;">Ücret Konusunda Lenin ve Troçki’yi Anlamak</div><div style="text-align: justify;"><br></div><div style="text-align: justify;">Gerçi sosyalizmde ücret bağlamında hukuk konusuna yeteri kadar değindik. Ama işin içine Troçki karışınca bu sorun üzerinde biraz daha durmak gerekir diye düşünüyorum.</div><div style="text-align: justify;"><br></div><div style="text-align: justify;">Hangi Troçkist örgütün temel yazılarına bakarsanız bakın, değişmeyen bazı temel anlayışları mutlaka bulacaksınız. Bu anlayışlar, dünyada ne kadar Troçkist örgüt varsa hepsinin ortak yönüdür. Troçki’yi farklı değerlendirebilirler, ama bu konuda hepsine yön veren Troçi’nin anlayışıdır. Bu örgütlerin, kendi ifadeleriyle “eğilim”lerin her biri kendisi için bir Troçki inşa etmiştir. Ama yine de hepsinin kesin olan ortak anlayışları vardır. Bu anlayışlardan birisi, komünizmin ilk evresi/aşaması olarak tanımlanan sosyalizmdir; bu bağlamda SSCB, Stalin’dir. Troçki, sosyalizmi sınıfsız, devletsiz bir toplum olarak değerlendirir. Ancak, buna, sosyalizme ulaşabilmek için toplumun bir geçiş döneminden geçmesi gerektiğini, bu geçiş döneminin de proletarya diktatörlüğü olduğunu iddia eder. Bu durumda:<span></span></div></div><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2023/01/proletarya-diktatorlugu-ve-sosyalizm.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-64446924474271708092023-01-10T16:52:00.005-08:002023-01-17T16:57:08.573-08:00“İlahi Adalet” mi, “Ebedi Adalet” mi, Yoksa Ne? Sosyalizmde Ücretlendirme İlkesi ve Adaletin Terazisi<div style="text-align: justify;">9 Ocak 2023<br><br>Okcuoglu<br><br></div><div><div style="text-align: justify;">Ücret Konusunda Marks, Engels, Troçki, Proudhon, Lassalle ve Dühring’i Anlamak!</div><div style="text-align: justify;"><br></div><div style="text-align: justify;">Eşitlemeciler, ”ilahi adalet”çilerin veya “sonsuz adalet”çilerin, ütopik sosyalistlerin dünyasında, örneğin Robert Owen’ın komünal sisteminde, Pierre-Joseph Proudhon’un “ebedi adalet” dünyasında veya daha somut olarak Eugen Karl Dühring’in komününde yaşamaları gerekirdi. Yaşamaları gerekirdi diyorum, çünkü ne eşitlemecilerin ne de her türden tembellik hakı kullanmak isteyenlerin emperyalizm çağında yaşayabilecekleri bir yer yoktur. Paylaşımda (sosyalizmde) “ebedi adalet” arayanların, yani eşitçilik arayanların dünyası, küçük burjuva hayal dünyasıyla süslenmiştir. Bunun nasıl bir dünya olduğunu Marks, Engels, Lenin ve SSCB’ pratiğinde de Stalin gözler önüne sermişlerdir.</div><div style="text-align: justify;"><br></div><div style="text-align: justify;">Şüphesiz, “tembellik hakkı”nı kullanmak isteyenler vardır ve var olacaklardır. Ancak, “tembellik hakkı”nın aynı zamanda “aç kalma”, yememe, giyinmeme, konutsuz kalma, sosyal (yanlış oldu,) yalın haliyle insan olmama hakkı olduğunu bilmeleri gerekir. Ütopik sosyalistlerde, Proudhon’da, “bilimi altüst eden Dühring”de en azından üretime; var olana, üretilmiş olana katılmışlık söz konusudur. “Tembellik hakkı” kullanmak isteyenler ise tamamen asalaktır; başkalarının hakkına el koymak isteyenlerdir. Bırakalım sosyalizmi, bu anlayışın sosyal olmakla dahi uzaktan yakında bir ilişkisi yoktur. Paul Lafargue’ın kapitalizm bağlamında öne sürdüğü düşüncelerini sosyalizmde “tembellik hakkı” diye sahiplenmek bir insanı, en hafif deyimle ifade edecek olursak asosyal yapar. Böylesi asosyallerin sayısını küçümsememek gerekir.<span></span></div></div><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2023/01/ilahi-adalet-mi-ebedi-adalet-mi-yoksa.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-49535171727243365002023-01-02T15:20:00.007-08:002023-01-02T23:12:23.670-08:002023 ve Türkiye’nin çıkmazdaki (ya da) dönemeçteki durumu<div style="text-align: justify;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj8i4ZWON-hg0HkhBv8xpyGx0zX-AteE_zlsm3M4bNmi4pp9YEfNJv6wdBIoVNQSwHpThI92V9n-LKVgzHn-QsNcpMOCHE8OU0Zjpv8ZkgTeCedy4IfowRFcqucsVvAIXDaF6aw8F_CEZQYeqj6OpdkWzYf_XNrADN68TrYsZz4cL5pQOiy3w/s685/energy%20hub.png" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="423" data-original-width="685" height="198" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj8i4ZWON-hg0HkhBv8xpyGx0zX-AteE_zlsm3M4bNmi4pp9YEfNJv6wdBIoVNQSwHpThI92V9n-LKVgzHn-QsNcpMOCHE8OU0Zjpv8ZkgTeCedy4IfowRFcqucsVvAIXDaF6aw8F_CEZQYeqj6OpdkWzYf_XNrADN68TrYsZz4cL5pQOiy3w/s320/energy%20hub.png" width="320"></a></div>Yeni yıla “iyimser” düşüncelerle ve umutlarla” girdi tüm Türkiyeliler. İyimserlik, pozitif düşünmek muhakkak ki sağlık açısından iyidir. Ancak ayakları somut gerçeklere basmayan iyimserlik ve pozitiflik siyasi ve ekonomik olarak “hayalciliktir”. Var olan şartlara ve gelişmelere baktığımızda, görünen gerçek su ki Türkiye 2023’e -hadi ekonomik sorunları bir yana bırakalım şimdilik- siyasi açıdan oldukça tehlikeli ve kargaşalı bir köşeye doğru dönmüş vaziyette girdi.</div><div style="text-align: justify;"><br></div><div style="text-align: justify;">Anlamamız ve her zaman hesaba katmamız gereken Türkiye’nin “tek başına”, kendiyle sınırlı ve sadece kendini ilgilendiren bir ülke olmadığı, bir sürü ülkelerle çevrildiği ve ilişkileri olduğu için Türkiye’deki gelişmelerin diğerlerini de olumlu ya da olumsuz etkileyebileceği reddedilemeyecek, göz ardı edilemeyecek gerçeğidir. Bu nedenle de Türkiye’deki gelişmelerden olumsuz olarak etkilenecek olanların bu gelişmelere seyirci kalmayacağı ve gelişmeleri kendi çıkarları yönünde değiştirmek, yönlendirmek için her türlü hesaplamaları yapacağı ve sabote etme planlarını yaşama uygulayacakları kaçınılmazdır.</div><div style="text-align: justify;"><br></div><div style="text-align: justify;">Suriye üzerine geçmiş makalelerde “Türkiye’nin Rusya ve ABD arasındaki dansının” kaçınılmaz olarak bir gün sona ereceği ve birisini seçmek zorunda kalacağını ve bu seçiminde sadece Türkiye’de değil, dünya genelinde ekonomik stratejik yapıları değiştirebileceğini vurgulamıştım. Okuduğum kadarıyla henüz Türkiye ve Suriye anlaşması gelişmeleri üzerine siyasi bir değerlendirme görmedim. Türkiye’nin Suriye de başlayan Rusya ile stratejik ortaklığı, bu anlaşmanın gerçekleşmesi ile noktalanacak bir niteliğe ve içeriğe sahiptir. Yani Ocak sonuna ya da Şubat'a kadar bu anlaşmanın gerçekleşmemesi için ABD ve Batı tarafından her türlü oyunlar sergilenecektir. Bunda başarılı olamasalar bile “oyunlar” seçimlere ve seçim sürecine kadar devam ettirilecektir. Devamı hakkında sadece bu gelişmelerin sonucuna bağımlı olarak bir değerlendirme yapabiliriz.<span></span></div><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2023/01/2023-ve-turkiyenin-ckmazdaki-ya-da.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-27518974867859529332023-01-02T13:09:00.000-08:002023-01-02T13:09:01.940-08:00 III-SOSYALİZMDE ÜCRET FARKLILIĞI KAÇINILMAZ BİR YASALLIKTIR (II)<p style="text-align: justify;">Okçuoğlu,</p><p style="text-align: justify;">ÜCRET KONUSUNDA MARKS VE STALİN'İ ANLAMAK</p><p style="text-align: justify;">Marks'ın “Gotha Programı Eleştirisi”nde yer alan anlayışı Marksist-Leninist politik ekonomide ücret konusunda temel anlayışı oluşturur. Bu anlayış aynı zamanda sosyalizmde ücretlendirmede eşitliğin olamayacağını da içerir. Ancak, bu gerçekliğe rağmen, Marksizm’i savunduğunu söyleyenler arasında sosyalizmde ücret eşitliğini savunanlar da var. Ne gariptir ki, hiçbir kanıtı, maddi temeli olmamasına rağmen sosyalizmde ücrette eşitlemeciliği savunanlar bunu Marks'a mal ederler. SSCB’de bu küçük burjuva hayalperest anlayışın baş savunucusu Troçki ve o zaman için SB'de devrimden yana tavır almış olan bilumum küçük burjuva unsurlardı.</p><p style="text-align: justify;">Karl Marks, sosyalizmi inşa sürecinde paylaşım normlarının komünist olmayacağını, burjuva olacağını veya sosyalizm aşamasında paylaşım normlarının burjuva özelliklerinden arındırılmış olmayacağını “Gotha Programı Eleştirisi” nde açık seçik yazar, hatta ücret farklılığının nedenlerini sıralayarak örnekler. Bolşevikler için bu makale, diğer şeylerin yanı sıra ücret konusunda da ilham kaynağı olmuştur.</p><p style="text-align: justify;">“Gotha Programı Eleştirisi”nde Marks’ın söylediği oldukça açıktır: Sosyalizm, kapitalizmden devraldığımız toplumdur; onun özelliklerini, kalıntılarını taşır. Devralınan kapitalizme/burjuvaziye özgün olan özellikler bugünden yarına ve kendiliğinden yok olmazlar. Bu nedenle, sosyalizmi inşa ederken devraldığımız toplumdan kalma özellileri dikkate almak zorundayız. Bu zorunluluk içinde uyulması gereken bir yasallık taşır. Dikkate alınması gereken zorunluluklardan birisi de ücrettir. Ücretlendirmede sosyalizmin ilkesi, “çalışmayan aç kalır”, toplumdan, bireysel olarak harcadığın işgücü kadar alabilirsin; diğer bir ifadeyle, işgücü harcaması (emek) olarak topluma verdiğinin tam karşılığını alırsın. Burada söz konusu olan, harcanan işgücüne göre, yaptığın işin tam karşılığı olarak ücret alınmasıdır. Bu, paylaşım ilkesi, toplumda, ücret bakımından kaçınılmaz olarak eşitsizliği beraberinde getirir. Bu da burjuva bir haktır; toplumun henüz "Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre!" ilkesini -komünizmde söz konusu olacak olan bu ilkeyi- gerçekleştirebilecek bir gelişme içinde olmadığını, ancak ve ancak "Herkesten yeteneğine göre, herkese emeğine göre” ilkesinin söz konusu olabileceğini gösterir.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Başta Troçki olmak üzere eşitlemecilerin ve günümüzde Troçkistlerin ücretlendirme konusunda temel tezleri şudur: Harcanan işgücüne (emeğe) göre paylaşım sosyalist bir toplumda ayrımcılığa, yeni sınıf oluşumuna neden olur. Bu nedenle SSCB’de yeni sınıf oluşumuna neden olacak bir ücret sistemi uygulanmamalıdır. Troçki bunu açıktan savunur. Sosyalizmde ücret, paylaşım eşitliğinden bahseden ücret eşitlemecilerinin bu anlayışı SSCB'de 1920'li yılların başında uygulandı. Bu dönem, Bolşeviklerin ücretlendirme konusunda ne yapacaklarını henüz tam kararlaştıramadıkları, daha doğrusu bilemedikleri, el yordamıyla yürümek zorunda oldukları bir dönemdi. Sonuçları çok ağır oldu.</p><p style="text-align: justify;">Eşitlemecilik – Küçük Burjuva Sosyalizmi</p><p style="text-align: justify;">Marks ve Engels, bir bütün olarak Marksizm-Leninizm, eşitlikten Troçki'nin, bilumum eşitlemecilerin anladığını anlamıyor, bunların eşitlik anlayışı ile Marksizm-Leninizm’in eşitlik anlayışı arasında hiçbir ilişki yoktur; Marksizm-Leninizm’de eşitlik talebi, bireyin yok edilmesi ve bütün insanların eşitlenmesi olarak tanımlanmıyor. Böylesi anlayışlar bilimsel sosyalizmden önce, ütopik sosyalistler tarafından savunuluyordu. Onlar, sınıflı toplumun özünü ve sınıfları ortadan kaldırmanın ne anlama geldiğini; bunun sonuçlarını göremiyorlardı. Marks ve Engels ise eşitlik talebinin ancak sınıfların ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşebileceğini öğretiyorlar. Bunun ötesine geçen her eşitlik talebi bir ütopyadır ve Troçki, eşitlemeciler, eleştirmenler ve günümüzde Troçkistler bu ütopyayı savunuyorlar.</p><p style="text-align: justify;">1936 Sovyet anayasasının 118. maddesinde “SSCB vatandaşları, işin nicelik ve niteliğine göre ücretlendirilmiş garantili çalışma hakkına sahiptir”(1) denir. Bu anlayışa varmak ve uygulamak çetin bir mücadelenin sonucudur. Burada söz konusu olan, ücrette eşitlemeciliğe karşı açık bir mücadeledir.</p><p style="text-align: justify;">SSCB’de ücrette eşitlemeciliğin nasıl anlaşıldığı üzerinde biraz durmakta yarar var.</p><p style="text-align: justify;">Stalin “İdareciler Konferansı”nda yaptığı konuşmasının ücret bölümünde şunları söyler:</p><p style="text-align: justify;">“Daha önce, endüstriyel canlanma döneminde, teknik donanımımızın karmaşık olmadığı ve üretim ölçeğinin büyük olmadığı zamanlarda, işgücünün sözde dalgalanmasını ‘tolere etmek’ bir şekilde hala mümkündü. Şimdi bu farklı bir konu. Şimdi koşullar temelden değişti. Şimdi, tam teşekküllü yeniden yapılanma döneminde, üretim ölçeği çok büyük ve teknik ekipman son derece karmaşık hale geldiği için işgücünün dalgalanması, fabrikalarımızı dağıtan bir üretim belası haline geldi. Artık işgücünün dalgalanmasına katlanmak demek, sanayimizi parçalamak, üretim planlarını yerine getirmeyi ve ürünlerin kalitesini iyileştirmeyi imkansız kılmak demektir.</p><p style="text-align: justify;">İşgücündeki dalgalanmanın nedeni nedir?</p><p style="text-align: justify;">Bunun nedeni ücretlerin yanlış örgütlenmesinde, yanlış ücret cetveli sisteminde, işçi ücreti alanında ‘solcu’ eşitlikçilikte yatıyor. Bazı fabrikalarımızda ücret tarifesi, vasıflı iş ile vasıfsız iş, ağır iş ile hafif iş arasındaki fark neredeyse ortadan kalkacak şekilde belirleniyor. Eşitlikçilik, vasıfsız işçinin meslek içi eğitimle kalifiye işçi haline gelmeye ilgi duymaması, böylece ilerleme perspektifine sahip olmaması, bu yüzden işletmede kendisini, yalnızca ‘biraz para kazanmak’ için geçici olarak çalışan ve sonra başka bir yerde ‘şansını deneyecek’ olan, ‘sayfiyeye çıkmış biri’ olarak hissetmesine yol açar. Eşitlikçilik, vasıflı işçinin, sonunda vasıflı işçiye layık olduğu değeri veren bir işletme bulana kadar işletmeden işletmeye dolaşmak zorunda kalmasına yol açar.</p><p style="text-align: justify;">Bir işletmeden diğerine ‘genel’ göç, işte işgücü dalgalanması bundandır.</p><p style="text-align: justify;">Bu kötülüğü durdurmak için eşitlikçiliği ortadan kaldırmak ve eski tarife sistemini parçalamak gerekir. Bu kötülüğü durdurmak için vasıflı iş ile vasıfsız iş, ağır iş ile hafif iş arasındaki farkı dikkate alan bir tarife sistemi oluşturulmalıdır. Demir-çelik sektöründe merdane başındaki bir işçiyle ortalığı temizleyen hademenin aynı ücreti almasına göz yumulmamalıdır. Bir makinistle bir katibin aynı ücreti almasına göz yumulmamalıdır. Marks ve Lenin, vasıflı ve vasıfsız iş arasındaki farkın sosyalizmde bile, hatta sınıfların ortadan kaldırılmasından sonra da var olacağını, bu farkın ancak komünizmde ortadan kaybolacağını, bu nedenle sosyalizmde de ‘ücretin’ gereksinime göre değil, yapılan işe göre ölçülmesi gerektiğini söylerler. Ancak ekonomistler ve sendikacılar arasındaki eşitlemecilerimiz bununla hemfikir değiller ve bu farkın Sovyet sistemimizde artık ortadan kalktığına inanıyorlar. Kim haklı: Marks ve Lenin mi yoksa eşitlemeciler mi? Herhalde Marks ve Lenin'in haklı olduğu kabul edilmelidir. Ama bundan şu sonuç çıkar: Bugün ücret sistemini, vasıflı ve vasıfsız iş arasındaki farkı hesaba katmadan eşitlikçilik ‘ilkeleri’ üzerine inşa edenler Marksizm'den, Leninizm'den kopmuştur.</p><p style="text-align: justify;">Eğer işletmelerde sağlam bir işçi çekirdeğine gerçekten sahip olmak istiyorsak her sanayi dalında, her fabrikada, her bölümde ilk planda ve esas olarak işletmede tutulması gereken, az çok vasıflı işçilerden oluşan önder gruplar vardır. Bu önde gelen işçi grupları, üretimin temelini oluşturur. Bunların işletmede, bölümde kalıcı bir şekilde tutulması, tüm personelin işletmede tutulması ve işgücü dalgalanmasının kökten budanması anlamına gelir. Ama bunlar işletmede nasıl tutulabilierler? Bunlar ancak terfi ettirilirse, ücretleri yükseltilirse, ödeme işçinin vasfının hakkını verecek şekilde örgütlenirse işletmede tutulabilirler.</p><p style="text-align: justify;">Ama bunları terfi ettirmek ve ücretlerini yükseltmek ne demektir, vasıflı olmayan işçiler üzerindeki etkisi ne olacak? Bu, başka her şey bir yana, vasıfsız işçiler için fırsatlar yaratmak ve onları ilerlemeye, vasıflı işçi kategorisine yükselmeye teşvik etmek anlamına gelir. Şimdi yüz binlerce ve milyonlarca vasıflı işçiye ihtiyacımız olduğunu sizler de biliyorsunuz. Ama vasıflı işçi kadroları elde etmek için, vasıflı olmayan işçileri teşvik etmek ve onlara bir ilerleme, yükselme şansı vermek gerekir. Ve bu yolda ne kadar cesur gidersek o kadar iyi olur, çünkü işgücünün dalgalanmasını ortadan kaldırmanın temel yolu burada yatar. Burada tasarruf etmek istemek suç işlemek demektir, sosyalist sanayimizin çıkarlarına aykırı hareket etmek demektir...</p><p style="text-align: justify;">Yani: İş gücündeki dalgalanmayı ortadan kaldırmak, eşitlikçiliği ortadan kaldırmak, ücretleri doğru bir şekilde örgütlemek, işçilerin yaşam koşullarını iyileştirmek - görev budur.”(2)</p><p style="text-align: justify;">Alman yazar Emil Ludwig ile söyleşisinde Stalin sosyalizmde eşitlik, eşitlemecilik üzerine şunu söyler:</p><p style="text-align: justify;">“Size şu soruyu sormama izin verin: ‘Eşitlemecilik’ ten bahsediyorsunuz, burada bu kelimeye genel eşitlikle ilgili belli bir ironik nüans veriyorsunuz. Oysa genel eşitlik sosyalist bir idealdir.”</p><p style="text-align: justify;">Stalin: “İnsanların aynı ücreti aldığı, eşit miktarda et, eşit miktarda ekmek aldığı, aynı kıyafetleri giydiği, aynı ürünleri aynı miktarlarda elde ettiği bir sosyalizm - Marksizm böyle bir sosyalizmi tanımaz.</p><p style="text-align: justify;">Marksizm sadece şunu söyler: Sınıflar nihai olarak ortadan kaldırılmadığı sürece, çalışma yaşamak için bir araç olmaktan çıkıp insanların ilk yaşam ihtiyacına, toplum için gönüllü çalışmaya dönüşmediği sürece, insanlara çalışmalarının karşılığına göre ödeme yapılacaktır. ‘Herkesten yeteneğine göre, herkese çalışmasına göre’ - işte sosyalizmin Marksist formülü, yani komünizmin ilk aşamasının, komünist toplumun ilk aşamasının formülü budur.</p><p style="text-align: justify;">Ancak komünizmin bir üst aşamasında, komünizmin üst evresinde herkes yeteneğine göre çalışacak ve çalışması karşılığında gereksinimlerine uygun alacaktır. ‘Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinimine göre’.</p><p style="text-align: justify;">Farklı insanların sosyalizmde farklı gereksinimlere sahip olacakları ve oldukları açıktır. Sosyalizm zevklerle ilgili olarak, gereksinimlerin niceliği ve niteliğiyle ilgili olarak farklılığı hiçbir zaman inkar etmedi. Marks’ın Stirner’i eşitlemecilik eğilimi nedeniyle nasıl eleştirdiğini okuyun, 1875 yılında Gotha Programı’nın Marks tarafından eleştirisini okuyun. Marks, Engels, Lenin'in sonraki eserlerini okuyun, eşitlemeciliğe nasıl bir şiddetle karşı çıktıklarını göreceksiniz. Eşitlemeciliğin kaynağı, bireysel köylünün düşünce tarzıdır, tüm malların eşit paylaşılması gerektiği görüşüdür, ilkel köylü ‘komünizmi’nin mentalitesidir. Eşitlemeciliğin Marksist sosyalizmle hiçbir ortak yanı yoktur. Ancak Marksizmi tanımayan insanlar, sanki Rus Bolşevikleri tüm malları bir araya yığıp sonra onları eşit biçimde dağıtacakları ilkel düşüncesine sahip olabilirler. Bu tür düşüncelere, ancak Marksizm’le hiç ilgileri bulunmayan insanlar sahiptir. Cromwell'in ve Fransız devriminin zamanında ilkel ‘komünistler’ gibi insanlar, komünizmi böyle düşünmüşlerdi. Ama Marksizm’in ve Rus Bolşeviklerinin bu tür eşitlemeciliğe varan ‘komünist’lerle hiçbir ortak yanı yoktur.”(3)</p><p style="text-align: justify;">Eşitlemeciliği parti üyelerinin nasıl anladıklarını ve neden öyle anladıklarını Stalin XVII. Parti Kongresine sunduğu siyasi raporda anlatır. Konuşmasından bazı bölümler:</p><p style="text-align: justify;">“Parti düşmanları, her renkten oportünistler, her türden milliyetçi sapmacılar yenildi. Ancak bunların ideolojilerinin kalıntıları, bazı Parti üyelerinin zihinlerinde hala yaşamaya devam ediyor ve çoğu zaman kendilerini hissettiriyor. Parti’yi, onu çevreleyen insanlardan kopuk bir şey olarak görmemek gerekir. Parti, onu çevreleyen çevrede yaşar ve etkinlik gösterir. Dıştan sağlıksız ruh hallerinin Parti’ye sızmasının ender olmaması şaşırtıcı değildir. Ancak ülkemizde bu tür ruh halleri için kuşkusuz bir zemin vardır, çünkü salt bizde hala, gerek kentte gerekse köyde bu tür ruh halleri için verimli bir toprak oluşturan ara nüfus katmanları vardır.</p><p style="text-align: justify;">Partimizin XVII. (30 Ocak-4 Şubat 1932) Konferansı, İkinci Beş Yıllık Plan’ın uygulanmasında temel siyasi görevlerden birinin ‘kapitalizmin ekonomide ve insanların bilincindeki kalıntılarının aşılması’ olduğunu açıkladı. Bu tamamen doğru bir düşüncedir. Ancak, ekonomide kapitalizmin tüm kalıntılarının artık aşmış olduğumuz söylenebilir mi? Hayır, bu söylenemez. İnsanların bilincinde kapitalizmin kalıntılarını aşmış olduğumuz hiç mi hiç söylenemez. Bu, yalnızca insan bilincinin gelişimi ekonomik durumunun gerisinde kaldığı için değil, SSCB’de ekonomide ve insanların bilincinde kapitalizmin kalıntılarını canlandırmaya ve korumaya çalışan biz Bolşeviklerin onun karşısında barutumuzu kuru tutmak zorunda olduğumuz kapitalist çevre hala var olduğu için de söylenemez...</p><p style="text-align: justify;">Örneğin, sınıfsız, sosyalist toplumun kurulması sorununu ele alalım. XVII. Parti Konferansı, sınıfsız, sosyalist toplumun yaratılmasına doğru ilerlediğimizi ilan etti. Sınıfsız toplumun, deyim yerindeyse, öyle kendiliğinden gelmeyeceği açıktır. Onu tüm emekçilerin çabalarıyla, mücadeleyle kazanmak ve kurmak gerekir. Proletarya diktatörlüğünün organlarını güçlendirerek, sınıf mücadelesini geliştirerek, sınıfları ortadan kaldırarak, kapitalist sınıfların kalıntılarını ortadan kaldırarak, iç ve dış düşmanlara karşı mücadele ederek...</p><p style="text-align: justify;">...Yenilgiye uğratılan anti-Leninist grupların ideolojilerinin kalıntıları kesinlikle yeniden canlanacak durumdadır ve yedi canlılıklarını yitirmiş olmaktan uzaktır.</p><p style="text-align: justify;">Şu açıktır: Eğer görüşlerdeki bu karışıklık ve bu Bolşevik olmayan ruh hali Partimizin çoğunluğuna eğemen olsaydı, Parti terhis edilmiş ve silahsızlandırılmış olacaktı.</p><p style="text-align: justify;">Devamla tarım arteli ve tarım komünü sorununu biraz daha ileri götürelim. Artelin bugünkü koşullarda kolektif çiftlik hareketinin tek doğru biçimi olduğunu şimdi herkes kabul ediyor. Ve bu tamamen anlaşılabilir: a) artel, kolektif çiftçilerin kişisel, günlük çıkarlarını, kolektif çıkarları ile doğru tarzda birleştirir; b) artel, kişisel, ve kısa vadeli günlük çıkarları uygun biçimde kolektif çıkarlara uyarlar ve böylece dünün bireysel köylüsünün kolektivizm anlayışı ile eğitilmesini kolaylaştırır.</p><p style="text-align: justify;">Salt üretim araçlarının toplumsallaştırıldığı artelden farklı olarak komünlerde, şu son zamana kadar, sadece üretim araçları değil, her bir komün üyesinin ev ekonomisi de toplumsallaştırılmıştı, yani artel üyelerinden farklı olarak, komün üyelerinin kişisel mülkiyetinde kümes hayvanları, küçükbaş hayvanlar, inekler, tahıllar veya ev çevresinde arazileri yoktu. Bu demektir ki, komünlerde, üyelerin kişisel çıkarları, günlük çıkarları dikkate alınmış ve kolektif çıkarlarla bağdaşır olmaktan çok, bir küçük burjuva eşitlikçiliği uğruna kişisel çıkarlar, kolektif çıkarlar tarafından geri plana itilmişti. Komünün en zayıf noktasının bu olduğu açıktır. Ve esasında, komünlere çok seyrek rastlanmasını ve ancak birler ve onlarla sayılmalarını açıklayan da budur. Yine bu nedenden ötürü, komünler varlıklarını korumak ve dağılmamak için ev ekonomisinin toplumsallaştırılmasından vazgeçmek zorunda kaldılar; şimdi komünler işgününe göre hesap yapmaya, üyelerine kişisel kullanım için tahıl dağıtmaya başlıyorlar; kümes hayvanlarının, küçükbaş hayvanlarının, bir ineğin vb. kişisel mülkiyetine izin veriyorlar; ama bundan şu sonuç çıkar ki, komünler fiiliyatta artel haline gelmişlerdir. Bunda hiçbir kötülük yoktur, çünkü yığınsal kolektif çiftlik hareketinin sağlıklı gelişmesinin çıkarları bunu gerektirmektedir.</p><p style="text-align: justify;">Bu, elbette demek değildir ki, komün artık genelde gerekli değildir, artık kolektif çiftlik hareketinin en yüksek biçimi değildir. Hayır, komün gereklidir ve komün elbette kolektif çiftlik hareketinin en yüksek biçimidir, ama geri teknik ve ürün eksikliği temelinde ortaya çıkan ve kendisi artel haline gelen bugünkü komün değil, daha gelişmiş bir teknik ve ürün bolluğu temelinde ortaya çıkacak...olan gelecekteki komün. Mevcut tarım komünü, zayıf gelişmiş teknoloji ve ürün eksikliği temelinde oluşturuldu. Aslında komünün eşitlikçilik yolunu tutması ve üyelerinin gündelik kişisel çıkarlarını bir yana bırakması da bununla açıklanır...</p><p style="text-align: justify;">ncak (Artel ve komün) konusunda bazı parti üyeleri arasında tam bir kafa karışıklığı var. Bunlar, Partinin kolektif çiftlik hareketinin temel biçimi olduğunu ilan etmekle sosyalizmden uzaklaştığını, komünden, yani kolektif çiftlik hareketinin en yüksek biçiminden, daha aşağı bir biçime doğru bir gerilemeye girdiğini düşünüyorlar. Şu soru ortaya çıkıyor: Neden? Çünkü, diyorlar, artelde eşitlik olmadığı söyleniyor, çünkü artelde, kolektif çiftlik üyelerinin gereksinim farklılıkları, kişisel yaşam tarzlarındaki farklılıklar sürüyor; oysa komünde eşitlik var, çünkü komün üyelerinin gereksinimleri ve kişisel yaşam koşulları eşitlenmiştir. Ama birincisi, bizde artık gereksinimlerin ve kişisel yaşam koşullarının eşitlendiği, eşitçiliğin hüküm sürdüğü komünler yok. Pratik gösterdi ki, komünler eşitlikçilikten vazgeçmedikleri ve fiilen artel...haline gelmedikleri taktirde, mutlaka yok olacaklardı. Dolayısıyla artık gerçekte var olmayan bir şeye dayanılmamalıdır. Sonra, her Leninist —eğer o gerçek bir Leninist ise— bilir ki, gereksinimler ve kişisel yaşam tarzı alanında eşitlikçilik, Marksist tarzda düzenlenmiş sosyalist bir topluma değil, herhangi bir asketler tarikatına yaraşır gerici, küçük burjuva bir ahmaklığıdır, çünkü tüm insanlardan, hepsinin aynı gereksinimleri duymaları ve aynı zevkleri taşımaları, tüm insanların kişisel yaşam tarzlarında bir ve aynı örneğe uymaları talep edilemez...</p><p style="text-align: justify;">Bu insanlar besbelli ki, sosyalizmin toplum üyelerinin gereksinimlerinin ve kişisel yaşam tarzlarının eşitlikçiliğini, eşitlenmesini, tek düzeye getirilmesini talep ettiklerini düşünüyorlar. Böyle bir varsayımın Marksizm’le, Leninizm’le hiçbir ortak yanı olmadığını söylemeye gerek yok. Marksizm, eşitlikten, kişisel ihtiyaçlar ve yaşam...tarzı alanında eşitlikçilik değil, sınıfların ortadan kaldırılması anlar, yani;</p><p style="text-align: justify;">a) Bir kez kapitalistler devrildikten ve mülksüzleştirildikten sonra tüm emekçilerin sömürüden kurtuluşta eşitlik;</p><p style="text-align: justify;">b) Üretim araçları bir bütün olarak toplumun mülkü haline geldikten sonra, herkes için üretim araçlarının özel mülkiyetinin kaldırılmasında eşitlik;</p><p style="text-align: justify;">c) Herkes için yeteneklerine göre çalışma yükümlülüğünde eşitlik ve tüm emekçiler için performansına göre ödeme hakkında eşitlik (sosyalist toplum);</p><p style="text-align: justify;">d) Herkes için yeteneklerine göre çalışma yükümlülüğünde eşitlik ve tüm emekçiler için gereksinimlerine göre alma hakkında eşitlik (komünist toplum). Ve Marksizm, burada, insanların zevklerinin ve ihtiyaçlarının nitelik ve nicelik olarak ne sosyalizm döneminde ne de komünizm döneminde eşit olmadığını ve olamayacağından hareket eder.</p><p style="text-align: justify;">Marksist eşitlik anlayışı budur.</p><p style="text-align: justify;">Marksizm başka bir eşitlik tanımamıştır ve tanımaz.</p><p style="text-align: justify;">Bundan sosyalizmin, toplum üyelerinin ihtiyaçlarının eşitlikçiliğini, eşitleştirilmesini, aynılaştırılmasını, onların beğenilerinin ve kişisel yaşam tarzlarının aynılaştırılmasını talep ettiği, Marksistlerin planına göre herkese aynı kıyafeti giydirme ve her birinin aynı yemeği aynı miktarda yemesi gerektiği sonucu çıkartmak – birtakım yavan şeyler, bayağılıklar söylemek ve Marksizme kara çalmak demektir...</p><p style="text-align: justify;">Marksizm’in eşitlikçiliğin düşmanı olduğunu anlamanın zamanı geldi. Marks ve Engels, daha ’Komünist Manifesto’da ‘genel bir çileciliği ve kaba bir eşitlikçiliği’ (4) öğütlediği için ilkel ütopik sosyalizmi gerici diye nitelendirerek damgalıyorlardı. Engels, ‘Anti-Dühring’ inde, Dühring’in Marksist sosyalizme karşıt olan ‘radikal eşitleştirici sosyalizm’inin çok sert eleştirisine tam bir bölüm ayırmıştır.</p><p style="text-align: justify;">Proleter eşitlik talebinin gerçek içeriği, sınıfların kaldırılması istemidir. Bunun ötesine geçen her eşitlik talebi, zorunlu olarak saçmadır.”(5)</p><p style="text-align: justify;">Lenin de aynı şeyi söylüyor:</p><p style="text-align: justify;">"Engels, sınıfların kaldırılması demek olmayan bir eşitlik kavramı, ahmakça ve saçma bir boş inandır, diye yazmakta bin kez haklıydı. Burjuva profesörler bu eşitlik kavramıyla ilgili olarak, bizi insanları birbirine eşit kılmak istemekle suçlamaya çalıştılar. Kendilerinin uydurdukları bu saçmalığı sosyalistlere yüklemeye çabaladılar. Ama cahilliklerinden, sosyalistlerin ve hele çağdaş bilimsel sosyalizmin kurucuları olan Marks ve Engels'in, ‘eğer eşitlikten sınıfların kaldırılması anlaşılmıyorsa, eşitlik içi boş bir sözdür’, dediklerini bilmiyorlardı. Biz sınıfları ortadan kaldırmak istiyoruz ve biz bu anlamda eşitlikten yanayız. Ama bizim bütün insanları eşit yapacağımızı iddia etmek, boş bir söz ve aptalca bir aydın uydurmasıdır.”(6)</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Bazı parti üyelerindeki Marksist sosyalizm üzerine bu fikir karışıklığının ve tarım komünlerinin eşitlikçi eğilimlerine bu aşırı tutkunluğun, bir ara tarım komünlerini idealize ederek, fabrika ve işletmelerde bile, her biri kendi mesleğinde çalışan kalifiye ve acemi işçilerin ücretlerini ortak kasaya koyacakları ve sonra da her birinin eşit pay alacakları komünler örgütlemeye kalkışacak kadar ileri giden, bizim ultra sol salaklarımızın küçük burjuva görüşlerine iki su damlası gibi tıpatıp benzerlikleri kuşkusuzdur. Bu ‘sol’ akılsızların kalkıştıkları çocukça eşitleştirme denemelerinin sanayimize ne kadar zarar verdiğini herkes bilir.</p><p style="text-align: justify;">Görüyorsunuz ki, Partiye düşman yenik grupların ideolojilerinin kalıntıları hala büyük bir yaşam direncine sahipler.</p><p style="text-align: justify;">Şu açıktır: Eğer bu ultra sol görüşler Parti içinde üstün gelseydi, Parti, Marksist bir parti olmaktan çıkardı ve kolektif çiftlik hareketi tamamen örgütsüzleşirdi.”(7)</p><p style="text-align: justify;">“İlahi Adalet”, “Ebedi Adalet” veya başka bir “adalet” adı altında bütün insanları eşit yapacaklarına, “bu aptalca aydın uydurmasına” (Lenin) inananların, bunun için mücadele edenlerin başında 19. yüzyılda Proudhon, Lassalle ve Dühring, 20. yüzyılda Troçki gelmekteydi. Bu saçmalığı 21. yüzyılda da savunanların en başında Troçkistler gelmektedir. “Bu ‘sol’ akılsızların kalkıştıkları çocukça eşitleştirme denemelerinin” Sovyet ekonomisine,“eşitlemecilik” üzerinden inşa edilen sosyalizme verdikleri zarar ortadadır. Bunun bilincinde olan Bolşevikler tarafından eşitçiliğe karşı çetin mücadele verilmiş ve emeğe göre ücret, bu sosyalist ilke kararlılıkla savunulmuş ve uygulanmıştır.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Stalin, öncesinde Marks, Engels ve Lenin de “Sosyalizmin ilkesi, sosyalist toplumda herkesin yeteneğine göre çalışması ve gereksinimlerine göre değil, toplum için harcadığı emeğe göre tüketim araçları elde etmesinden ibarettir” der.</p><p style="text-align: justify;">Peki, bu ilkeyi kaçınılmaz kılan, yasallık yapan nedir?</p><p style="text-align: justify;">1) İşçi sınıfının kültürel düzeyinin yeterince yüksek olmaması.</p><p style="text-align: justify;">2) İşçi sınıfının teknik düzeyinin yeterince yüksek olmaması.</p><p style="text-align: justify;">3) Kafa ve kol işi (“emeği”) arasındaki çelişkinin hala sürüyor olması.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">4)İş/çalışma üretkenliğinin, tüketim araçları bolluğu yaratmak için hala yeterince yüksek olmaması.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Bunlar sosyalizmin ilkeleridir. Bu gerçekliklerden dolayı sosyalizmde toplumun tüketim araçları, toplum üyelerinin gereksinimlerine göre değil, toplum için harcanan işe/çalışmaya göre paylaştırılmak zorundadır.(8)</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Peki, bu zorunluluk, bu yasallık, bu burjuva adaletsizlik, bu burjuva hak/hukuk ne zaman ortadan kalkar?</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;"> </p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">1)İşçi sınıfının kültürel düzeyinin yeterince yüksek olduğu koşullarda.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;"> </p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">2)İşçi sınıfının teknik düzeyinin yeterince yüksek olduğu koşullarda.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;"> </p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">3)Kafa ve kol işi (“emeği”) arasındaki çelişkinin ortadan kalktığı koşullarda.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;"> </p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">4)Herkesin yeteneğine göre çalıştığı koşullarda.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;"> </p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">5)Toplumdan yaptığı işe göre değil, kültürel seviyesi yüksek bir insan olarak ihtiyacı kadarını aldığı koşullarda.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;"> </p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">6)İş/çalışma üretkenliğinin, tüketim araçları bolluğu yaratacak derecede gelişmiş olduğu koşullarda.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;"> </p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Bunlar da komünizmin ilkeleridir. Bunların gerçekleştiği koşullarda insanlar yaptığı işe göre değil, gelişmiş bir insan olarak, toplumun ihtiyaçlarına göre çalışma ve toplumdan gerekli duyduğu kadar tüketim araçları alma bilincine varmış demektir.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;"> </p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Bu yasallığın ortadan kalkışı koşullarını Stalin şöyle sıralar. (Aynı koşullardan Marks, Engels ve Lenin de bahsederler). Ancak onlarınki teorik bir açıklama iken, Stalin’in açıklaması Sovyet pratiğinin doğrudan bir yansımasıdır.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">“Komünizm, daha yüksek bir gelişme düzeyini temsil eder. Komünizmin ilkesi, komünist toplumda herkesin yeteneğine göre çalışmasından ve tüketim araçlarını harcadıkları işe göre değil, bilakis kültürel olarak olarak gelişmiş bir insan olarak sahip oldukları gereksinimlere göre elde etmelerinden ibarettir. Bu, işçi sınıfının kültürel ve teknik düzeyinin, kafa ve kol emeği arasındaki ikiliği ortadan kaldıracak kadar yükseldiği, kafa ve kol emeği arasındaki ikiliğin ortadan kalktığı ve emek üretkenliğinin öyle yüksek bir düzeye ulaştığı anlamına gelir. Tüketim maddelerini bolca güvence altına alabilir, böylece toplumun bu tüketim maddelerini üyelerinin ihtiyaçlarına göre dağıtmasını sağlayabilir.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Bazıları, kafa ve kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kaldırılmasının, mühendislerin ve teknisyenlerin, kafa işçilerin kültürel ve teknik düzeylerinin orta nitelikte işçilerin düzeyine düşürülmesi temelinde, kol ve kafa işçilerinin belirli bir kültürel ve teknik eşitlenmesiyle sağlanabileceğine inanıyorlar. Bu tamamen yanlıştır, sadece küçük burjuva gevezeler komünizm hakkında böyle düşünebilirler. Gerçekte, kafa ve kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kaldırılması, ancak işçi sınıfının kültürel ve teknik düzeyinin mühendis ve teknisyen düzeyine yükseltilmesiyle sağlanabilir. Bunun mümkün olmadığını düşünmek gülünç olurdu. Ülkenin üretici güçlerinin kapitalizmin zincirlerinden kurtulduğu, emeğin sömürünün boyunduruğundan kurtulduğu, iktidarın işçi sınıfının ve genç neslin elinde olduğu Sovyet toplumu koşullarında bu kesinlikle gerçekleştirilebilir. Düşünsel ve bedensel emek arasındaki çelişkinin temellerini sadece işçi sınıfının böylesi bir kültürel ve teknik gelişiminin ortadan kaldırabileceğinden, sadece onun sosyalizmden komünizme geçişe başlamak için gerekli olan yüksek emek üretkenliğini ve tüketim araçları bolluğunu garanti edebileceğinden kuşku duymak için hiçbir neden yoktur.”(9)</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Marks ve Engels Komünist Manifesto'da “Komünizmin ayırıcı özelliği, genel olarak mülkiyetin kaldırılması değil, burjuva mülkiyetin ortadan kaldırılmasıdır. Ama modern burjuva özel mülkiyet, ürünlerin üretilmesinin ve mülk edinilmesinin sınıf zıtlıklarına, birinin diğerini sömürmesine dayanan sisteminin nihai ve en tam ifadesidir” diyorlar.(10) Esas olan, bu burjuva özel mülkiyetin, sömürünün bu kaynağının ortadan kaldırılması ve böylece sınıf eşitsizliğinin yok edilmesidir. Bu bağlamda Komünist Manifesto'dan okuyalım: “İnsan yaşamının devamı ve yeniden üretimi için yapılan ve geriye başkalarının işine komuta edecek hiç bir fazlalık bırakmayan iş ürünlerinin bu kişisel mülk edinilmesini hiç bir biçimde kaldırmak niyetinde değiliz. Ortadan kaldırmak istediğimiz tek şey, sadece, işçinin sırf sermayeyi artırmak için yaşadığı, egemen sınıfın çıkarının gerektirdiği kadar yaşadığı mülkiyetin bu rezil karakteridir.</p><p style="text-align: justify;">Burjuva toplumda canlı iş, sadece, birikmiş emeği çoğaltmaya yarayan bir araçtan başka bir şey değildir. Komünist toplumda ise birikmiş emek, sadece, işçilerin yaşam sürecini genişletmek, zenginleştirmek, geliştirmek için bir araçtır... Komünizm kimseyi toplumun ürünlerini mülk edinme gücünden yoksun bırakmıyor, sadece, o mülkiyet aracılığıyla başkasının emeği üzerinde hakimiyet kurma hakkını ortadan kaldırıyor.”(11)</p><p style="text-align: justify;">Demek ki, Marksist eşitlik talebi, sınıf eşitsizliğinin ortadan kaldırılmasında anlamını buluyor. SSCB'de olduğu gibi bu talep gerçekleştirildiğinde sosyalizmde tüketim araçları, emeğin (işin, çalışmanın) niceliğine ve niteliğine göre dağıtılır uygulamasının ne denli doğru olduğu anlaşılabilir. Belki de “ilahi, sonsuz adalet” peşinde koştukları için Troçki ve eşitlemeciler Marks ve Engels’i, SSCB somutunda da Lenin ve Stalin’i anlayacak durumda değillerdi, değiller.</p><p style="text-align: justify;">Eşitliğin en yüksek aşaması veya eşitliğin en yüksek biçimi ancak ve ancak komünizmin ikinci aşamasında (ilk aşaması sosyalizmdir) gerçekleşebilir. Eşitlik ve ondan kaynaklı sorunlar bağlamında SSCB'yi eleştirenler; tam eşitlik, ürünlerin tam eşitlik ilkesine göre paylaşımını talep edenler, SSCB'nin henüz komünizmin en yüksek aşamasına gelmediğini, proletarya diktatörlüğü ve sosyalizmi farklı anladıkları için görmüyorlar. Bunların başında o zaman için Troçki, bugün de Troçkistler gelmektedir. Bu konuda acımasız bir demagoji, bir çarpıtma söz konusudur; Stalin'in komünizmin aşamaları ve her bir aşamasında eşitlik sorununu doğru ele almasına rağmen, bunlar, Stalin'e ve SSCB'de sosyalizmin inşasına bu konuda da saldırmak için savunulmayanı savunuldu göstermekten de çekinmemişlerdir. 'Olguları doğru anlamak istiyorsak, her şeyden önce, SSCB'de daha şimdiden sosyalist, sınıfsız toplumun var olduğunu ifade eden resmi teoriyi reddetmeliyiz' diyen Troçki'den başkası değildir. SSCB'de böyle bir ‘resmi teori’nin hiçbir zaman olmadığını, savunulmadığını Troçki'nin herkesten daha iyi bilmesi gerekirdi. Stalin önderliğinde SBKP(B)'nin her zaman ve her yerde sürekli savunduğu, SSCB'nin sınıfsız toplum aşamasında olmadığıdır; SSCB'de sömürücü sınıfların ortadan kaldırılmasına rağmen hala farklı sınıfların -işçi sınıfı, köylülük- olduğudur. Bu konuda Stalin'in ne dediğini hatırlatalım. “SSCB Anayasa Taslağı Üzerine” konuşmasında “Anayasa Taslağının Temel Özelliklerini” anlatırken şunları söyler: “Sovyet toplumumuz esas itibariyle sosyalizmi gerçekleştirmiş, sosyalist toplumu kurmuştur, yani Marksistlerin genellikle komünizmin birinci ya da alt aşaması dediklerini gerçekleştirmiştir. Demek ki, ülkemizde komünizmin ilk aşaması, sosyalizm, esas itibariyle gerçekleşmiştir. Komünizmin bu aşamasının temel formülü bilindiği gibi şudur: ‘Herkesten yeteneğine göre herkese emeğine göre’... Ne var ki, Sovyet toplumu ‘herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre’ formülünün egemen ilke olduğu komünizmin daha yüksek aşamasına, hedefi gelecekte komünizmin bu üst aşamasını gerçekleştirmek olmasına rağmen, henüz ulaşamamıştır.”(12)</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Komünist toplumun ilk aşamasının, yani sosyalist toplumun özellikleri üzerine Marks, “Gotha Programı Eleştirisi”nde şunları söyler: “Burada ele almamız gereken, kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur. Bu bakımdan birey olarak üretici (gerekli kesintiler yapıldıktan sonra), topluma vermiş olduğunun tam karşılığını alır. Onun topluma verdiği şey, birey olarak, kendi emek miktarıdır. Örneğin, toplumsal işgünü, bireysel çalışma saatleri toplamından oluşur; her üreticinin birey olarak çalışma zamanı, toplumsal işgünü olarak sunmuş olduğu kısımdır, onun bu bakımdan katkısıdır. O, toplumdan, şu kadar emek verdiğini saptayan bir belge alır (bunda kolektif fonlar için sarf etmiş olduğu emeğin kesintisi yapılmıştır) ve bu belge ile toplumun tüketim araçları stoklarından, emeğinin eşit bir tutarı kadar bir miktar alır. Topluma, bir biçimde sunmuş olduğu aynı emek miktarını, ondan, başka bir biçimde geri alır.”(13)</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Bunun ne olduğunu somutlaştıralım veya başka biçimde ifade edelim:</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">1) Sosyalizm, kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplumdur.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">2) Bundan dolayı kaçınılmaz olarak iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını taşır.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">3)Bu bakımdan bu topumda, yani sosyalizmde birey olarak üreticiler arasında ürünlerin paylaşımı, çalışmasının ürünü olarak topluma kazandırdığı açısından bir eşitlik yoktur.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">4) Birey olarak üretici (gerekli kesintiler yapıldıktan sonra), topluma vermiş olduğunun tam karşılığını alır.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">5)Birey olarak üreticinin topluma verdiği, kendi harcadığı/yaptığı iş/çalışma miktarıdır. Bu miktar bireyden bireye değişir.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">6) Bu değişkenlikten dolayı, gerekli fonlar çıkartıldıktan sonra yaptığı için tam karşılığı neyse onu başka bir biçimde aynı miktar olarak geri alır.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">SSCB'de komünizmin ilk aşamasındaki uygulama ile “Gotha Programı Eleştirisi”nde Marks'ın uyarıları (Yukarıdaki Stalin ve Marks'ın anlayışları) aynı içeriklidir. Stalin önderliğinde Bolşevik Parti, Marks'ın bu anlayışını pratikte doğru uygulamıştır. Ama ne Troçki'nin ne günümüzde Troçkistlerin ve ne de bilumum eşitlemecilerin bu konuda Marks'tan da öğrenme niyetinde olmadıklarını görüyoruz.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Sosyalizmde ücret konusunda Lenin ve Stalin, Bolşevik Parti, Marks'ın, O’nun Gotha Programı'ndaki anlayışının takipçileri ve uygulayıcıları olmuşlardır. Troçki başta olmak üzere bu eşitlemeciler, nasıl ki, tek ülkede devrim ve sosyalizmin inşasının dünya devrimin bir basamağı, bir aşaması, bir parçası olduğunu anlamadıysalar, kapitalist toplumun kalıntıları üzerinde yükselen komünizmin ilk aşamasının son aşamasından farklı olacağını da anlamadılar. Sosyalizmde paylaşımın nasıl olacağını Marks, yukarıya aktardığımız görüşünün devamında şöyle açıklar:</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">“Besbelli ki, burada uygulanan ilke, eşit değerler değişimi olduğu ölçüde, meta değişimini düzenleyen ilkenin aynıdır. İçerik ve biçim değişmiştir, çünkü değişmiş koşullar altında hiç kimse emeğinden başka bir şey veremez ve öte yandan da bireylerin mülkiyetine bireysel tüketim araçlarından başka hiçbir şey geçemez. Ama birey olarak ele alınan üreticiler arasında bunların dağıtımı konusunda egemen ilke, eşdeğer metaların değişimine hükmeden ilkeden farksızdır: Bir biçimdeki belli bir miktar emek, başka bir biçimdeki eşit miktar emekle değişilmektedir.”(14)</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Sosyalizmde ücret eşitlemecileri, eşitlik konusunda anti-Marksist görüş savunuyorlar, SB'de komünizmin üst aşamasındaki eşitliği arıyorlar. Ama bu görüşü, Marks'ın bu konudaki anlayışı temelinde Marksizm-Leninizm, küçük burjuva bir anlayış olarak reddetmekte ve SB gerçeği de bu anlayışı tamamen çürütmektedir. Marks, komünizmin alt aşamasında eşitlikten neyin anlaşılması gerektiğini şu sözleriyle ifade eder: “Demek ki, meta değişiminde eşdeğer değişimi yalnızca ortalama olarak var olduğu, tek tek durumlarda olmadığı halde, ilke ile pratiğin ortak çekişme içerisinde olmamasına karşın, eşit hak, burada, hâlâ -ilke olarak- burjuva haktır...</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Bir insan, bedensel ya da zihinsel olarak bir başkasından üstün olabilir, böylece aynı süre içerisinde daha fazla emek sağlayabilir veya da daha uzun süre çalışabilir ve emeğin bir ölçü görevi yerine getirebilmesi için, süresi ve yoğunluğu saptanılmalıdır.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Bu eşit hak, eşit olmayan bir emek için eşit olmayan bir haktır. Hiçbir sınıf farkı tanımaz, çünkü herkes bir diğeri gibi sadece bir işçidir; ama eşit olmayan bireysel yetenekleri ve böylece de üretken kapasiteyi doğal bir ayrıcalık olarak zımnen kabul eder.’’(15)</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">1) Komünist toplumun bu aşamasında, yani sosyalizmde “eşit hak...hala ilke olarak burjuva haktır.”</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">2)Bir insan diğerinden zihinsel ve bedensel olarak farklı olabilir ve bundan dolayı aynı zaman zarfında veya daha çok çalışarak daha fazla üretebilir. İşin, ölçü olabilmesi için ölçülebilir olması gerekir. Bunun içinde çalışma süresinin ve yoğunluğunun belirlenmesi gerekir.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">3) Burada “hala ilke olarak geçerli olan burjuva hak” aslında “eşit olmayan bir emek için eşit olmayan bir haktır”, yani “eşitsizliğe dayanan bir haktır”.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">“Demek ki bu, özünde, her hak gibi eşitsizliğe dayanan bir haktır. Niteliği gereği, hak, ancak aynı ölçüt kullanıldığında söz konusu olabilir; ama eşit olmayan bireyler (ve bunlar eşit olsalardı ayrı ayrı bireyler olamazlardı) yalnızca aynı açıdan değerlendirildiklerinde, yalnızca belirli bir yönden ele alındıklarında, örneğin, bu durumda olduğu gibi, geri kalan her şeyden tecrit ederek yalnızca işçi olarak hesaba katıldıklarında, aynı bir ölçütle ölçülebilirler. Ayrıca, bir işçi evlidir, öteki değildir; birinin ötekinden daha çok çocuğu vardır, vb., vb.. Bu durumda eşit emek sarf ettikleri halde ve dolayısıyla toplumsal tüketim fonundan eşit ölçüde yararlanma olanağına sahip bulundukları halde, biri gerçekten ötekinden çok alacaktır, biri ötekinden daha zengin olacaktır, vb.. Bütün bu sakıncalardan uzak durabilmek için, hak, eşit olacak yerde, eşit olmamalıydı.”(16)</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Sosyalizmde ücret konusunda “ilahi adalet”, eşitlik değil, eşitsizlik esastır, bu kaçınılmazdır.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">1) Evli işçi.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">2)Evli olmayan işçi.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">3) Çocuğu olmayan işçi.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">4)Farklı sayılarda çocuğu olan işçi.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">5)Bu farklara rağmen eşit emek harcayan bu işçiler toplumun tüketim fonundan eşit ölçüde yararlanma olanağına sahipler. Ancak, buna rağmen her biri toplumun tüketim fonundan diğerinden daha çok veya da az almaktadır. Eşit hak uygulanmış olsaydı, çocuğu olmayan işçi ile diyelim ki beş çocuğu olan işçi toplumun tüketim fonundan aynı ölçüde alacaktı. Bu türden “sakıncalar”ın ortadan kaldırılması için “hak, eşit olacağı yerde eşit olmuyor.”</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Yani, evlilik, çocuk sayısı, işgücünün değerlendirilmesi (harcanmasındaki nicel ve nitel farklılıklar) gibi olgular, komünizmin ilk aşamasında ürünlerin paylaşımında eşitsizliği yaygınlaştırır. Bu türden olgular, Marks'ın deyimiyle “kusurlar” veya “istenmeyen durumlar” komünist toplumun ilk aşamasında -sosyalizmde- kaçınılmazdır. Çünkü bu toplum, kapitalizmin yıkıntıları üzerine kurulan toplumdur ve kaçınılmaz olarak onun birtakım özelliklerini taşıyacaktır.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Marks'ın “kaçınılmaz” gördüğünü “kusurlar”, “istenmeyen durumlar” SBKP(B), SSCB'de sosyalizmin inşasında hesaba katmıştır. SSCB'de “... eşit emek sarf ettikleri halde ve dolayısıyla toplumsal tüketim fonundan eşit ölçüde yararlanma olanağına sahip bulundukları halde, biri (üretici, çn.) gerçekten ötekinden (diğer üreticiden, çn.) çok alacaktır, biri ötekinden daha zengin olacaktır, vb.. Bütün bu sakıncalardan uzak durabilmek için, hak, eşit olacak yerde, eşit olmamalıydı” uygulanmıştır.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Bolşevikler, Marks'ın sosyalizmde ücretlendirme anlayışını “kılı kırk yararak” uygulamışlardır.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Marks ve Engels sosyalizm söz konusu olduğunda bazı öngörülerde bulunmuşlardır (devlet, proletarya diktatörlüğü vs.). Ama bunlar hep genel çerçevede kalan öngörüler olmuştur. Sadece sosyalizmde ürünün paylaşımı, ücretlendirme konusunda genelin ötesine geçerek en azından ilkeler seviyesinde somut önerilerde bulunmuşlardır. Bu somutluk da, “Gotha Programı Eleştirisi”nde yer aldığı kadarıyladır. Eşitlemecilerin bunu neden anlamadıklarını da ben anlamıyorum. Doğrudur, anlamasına anlıyorlar, ama “ilahi adalet”, o “ebedi adalet” ve “eşitlik” ideolojik olarak ağır basıyor olması gerekir.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Bir daha:</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Aynı yazısında Marks “Ama bu gibi kusurlar, uzun ve sancılı bir doğumdan sonra kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekli ile komünist toplumun birinci evresinde kaçınılmaz şeylerdir. Hukuk, hiçbir zaman, toplumun iktisadi yapısından ve onun koşullandırdığı kültürel gelişmeden daha yüksek olamaz” diyor(17). Marks, “komünist toplumun birinci evresinde”, yani sosyalizmde ücrette eşitsizlik kaçınılmazdır, sosyalizmim inşasında, toplumun komünist aşamaya doğru ilerlemesinde; yani sosyalizmden komünizme geçilmesinde bu bir yasallıktır diyor.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">“Kaçınılmazlık” nesnel koşullardan kaynaklanmaktadır. Nesnel koşullar ise yanlış hukuk anlayışına sığdırılarak açıklanamaz, üstü örtülemez. Marks bunu da söylüyor. Ne yani “Hukuk, hiçbir zaman, toplumun iktisadi yapısından ve onun koşullandırdığı kültürel gelişmeden daha yüksek olamaz” demek? Eşitlemeciler ise Marks’ın söylediğinin ve SSCB’deki uygulamanın tam tersini söylüyorlar; toplumun “iktisadi yapısını ve onun koşulladığı kültürel gelişmeyi”; ücrette eşitlemeciliğin olamayacağına dair bu yasallığı gözardı ederek çıkartılacak yasalarla ücrette eşitlemeciliği sağlamalıyız diyorlar. Toplumu, henüz hazır olmadığı iktisadi yapı ve kültürel gelişmeye denk düşen hukukla cendereye alıyorlar. '20'li yılların başında bu hukuku gerçekleştirmek ve ücrette eşitlemeciliği sağlamak için mücadele ettiler.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Kime inanalım?</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Ücret konusunda da eşitsizliğin “komünist toplumun birinci evresinde kaçınılmaz” olduğunu, bu anlamda bunun, bu kaçınılmazlığın bir yasallık olduğunu temellendiren/açıklayan Marks, Engels, Lenin ve Stalin’e mi inanalım?</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Yoksa “ilahi adalet” peşinde koşan Troçki gibi eşitlemecilere mi?</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Devam edecek</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">III. Makale</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">“İlahi Adalet” mi, “Ebedi Adalet” mi Yoksa Ne?</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Sosyalizmde Ücretlendirme İlkesi ve Adaletin Terazisi!</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Ücret Konusunda Marks, Engels, Troçki, Proudhon, Lassalle ve Dühring’i Anlamak!</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">*</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Açıklama/Kaynak:</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">1) 1936 Sovyet Anayasası –o zamanki adıyla Stalinist Anayasa- madde 118</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">2) Stalin; C. 13, s. 51-54, “Neue Verhältnisse - neue Aufgaben des wirtschaftlichen Aufbaus” - “Yeni Koşullar – Ekonomik İnşanın Yeni Görevleri” , 23 Haziran 1931</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">3) Stalin; C. 13, s. 104/105, “Alman Yazar Emil Ludwig İle Görüşme”, 13 Aralık 1931</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">4)“Hristiyan çileciliğine sosyalist bir renk vermekten daha kolay şey yoktur. Hristiyanlık özel mülkiyete karşı, evliliğe karşı, devlete karşı çıkmamış mıdır? Bunların yerine yardımseverliği ve yoksulluğu, evlenmemeyi, nefis terbiyesini, manastır hayatını ve kiliseyi vaaz etmemiş midir? Hristiyan sosyalizmi; rahibin aristokratın kin dolu kıskançlığını takdis ettiği kutsal sudur.” (Marks-Engels; C. 4, s. 484, “Komünist Parti Manifestosu”)</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">“Proletaryanın bu ilk hareketlerine eşlik etmiş olan devrimci literatür, zorunlu olarak gerici bir niteliğe sahipti. Eldekilerle yetinmeyi ve en kaba biçimiyle bir toplumsal eşitliği öğretiyordu.” (Marks-Engels; C. 4, s. 489, “Komünist Parti Manifestosu”)</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">5) “Eşitlik istemi proletaryanın ağzında böylece ikili bir anlam taşır. Bu istem ya ... apaçık toplumsal eşitsizliklere karşı zengin ile yoksul, efendi ile köle, harvurup harman savuranlar ile açlık çekenler arasındaki karşıtlığa karşı kendiliğinden bir tepkidir; böyle bir tepki olarak o, yalnızca devrimci içgüdünün dışavurumudur ve doğrulanmasını da burada —yalnızca burada— bulur. Ya da burjuva eşitlik istemine karşı... işçileri kapitalistlere karşı, kapitalistlerin kendi savları yardımıyla ayaklandırmak için bir ajitasyon aracı hizmeti görür ve bu durumda bu istem, burjuva eşitliğin kendisiyle ayakta durur ve onunla birlikte yıkılır. Her iki durumda da proleter eşitlik isteminin gerçek içeriği, sınıfların kaldırılması istemidir. Bundan öte her eşitlik istemi, zorunlu olarak saçmadır.” (METE; C. 20, s. 99. F. Engels; Anti-Dühring)</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">6) Rede Lenins, „Wie das Volk mit den Losungen der Freiheit und Gleichheit betrogen wird“, (“Özgürlük ve Eşitlik Sloganlarıyla Halk Nasıl Kandırılıyor?”).</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">7) Stalin; C. 13, s. 314-317; XVII. Parti Kongresine sunulan siyasi rapor. III. Bölüm (Parti), “İdeolojik ve Siyasi Önderlik Sorunları”</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">8) Bkz.: Stalin; C. 14, s. 33. ”Stahanovcuların I. Birlik Danışma Toplantısındaki Konuşması, 17 Kasım 1935</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">9) Stalin; agk. s. 33-34</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">10) METE; C. 4, s. 475, (Komünist Manifesto”)</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">11) METE; C. 4, s. 476-477, (Komünist Manifesto”)</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">12) Stalin; C. 14, “SSCB Anayasa Taslağı Üzerine” konuşması, Türkçesi; s. 80</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">13) METE; C. 19, s. 20, “Gotha Programı”</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">14)METE; agk., s. 20, “Kritik des Gothaer Programms”</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">15) METE; agk., s. 20-21, “Kritik des Gothaer Programms”</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">16) METE; agk., s. 21, “Gotha Programı”</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">17) Agy. (“Gotha Programı”)</p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-4660633796487764202023-01-01T13:03:00.001-08:002023-01-02T13:06:27.333-08:00 SOSYALİZMDE ÜCRET FARKLILIĞI KAÇINILMAZDIR, BİR YASALLIKTIR!<p style="text-align: justify;">Okçuoğlu,</p><p style="text-align: justify;">MARKSİST-LENİNİST POLİTİK EKONOMİNİN SORUNLARI (III)</p><p style="text-align: justify;">6 Nisan 2022'de yayımlanan makalede Marksist-Leninist Politik Ekonominin Sorunları (I) çerçevesinde Yaşam Koşulları Yok Edilen Dünya-Enerji Bağlamında Yapısal Krizi ele almıştık.</p><p style="text-align: justify;">10 Nisan 2022'de yayımlanan makalede de Marksist-Leninist Politik Ekonominin Sorunları (II) çerçevesinde Kapitalizmim Genel Krizinin Beşinci Aşamasını ele almıştık.</p><p style="text-align: justify;">Önceki yıllarda bu çerçevede çok makale yayınlamıştım. Günümüzde ise Marksist-Leninist Politik Ekonominin Sorunları çerçevesinde ele alınması gereken başka konuları da. Örnek verecek olursak: 20. Yüzyıl Sosyalizmi, 21. Yüzyıl Sosyalizmi; Politik Ekonomi Ders Kitabının Akıbeti; Kavramsal Olarak Marks’ın İş/Çalışma ve İşgücü Tanımlamasındaki Karmaşa; Sosyalizmde Ekonomik Yasalar; Sosyalist Tarımda Kolhoz (Grup) Mülkiyeti Bir Yasallık mıdır?; Sosyalizmde Devletin Yapılanması (Gelişmesi); Sosyalizmde Hukuk; Sosyalizmde Meta Üretimi; Sermaye ve Üretimin Uluslararasılaşması (Emperyalist Küreselleşme) ve Uluslararası Kar Oranı.</p><p style="text-align: justify;">Bu makalede sosyalizmde ücret farklılığının neden kaçınılmaz olduğunu, neden bir yasallık olduğunu Sosyalist Sovyet Cumhuriyetleri Birliği (1) (bundan sonra SSCB) somutunda ele alacağız. Ancak, konuyla doğrudan bağı olduğu için bir ön açıklama da yapmak gerekir. Gerekli olursa diğer makalelerde de konunun anlaşılması için ön açıklamalar yapabiliriz. Ancak, bu makalede olduğu gibi uzun olmaz.<span></span></p><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2023/01/sosyalizmde-ucret-farkliligi.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-51181218047537075902022-12-28T09:07:00.010-08:002022-12-28T09:30:33.277-08:00Roboski ve ABD Türkiye katliam ortaklığı<p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgYYTk2Fe79a1-L1XR6-pYNIGj3NRGqYgHnOY9OlEIYLg4zblUjjt2BGFQwF1UzsYKXpA_O2M7YiXdqPKuhmA7IJpWdgX1uA1jfYYqAqphTbvIYpxGeVh3e_-ciXne255bfI_Ps0t7zNalRYh6QrnVSD8nLwuLcGTKas9cVdjqcU923328LSA/s555/roboski.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="428" data-original-width="555" height="247" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgYYTk2Fe79a1-L1XR6-pYNIGj3NRGqYgHnOY9OlEIYLg4zblUjjt2BGFQwF1UzsYKXpA_O2M7YiXdqPKuhmA7IJpWdgX1uA1jfYYqAqphTbvIYpxGeVh3e_-ciXne255bfI_Ps0t7zNalRYh6QrnVSD8nLwuLcGTKas9cVdjqcU923328LSA/s320/roboski.jpg" width="320"></a></div><div style="text-align: justify;">Genel olarak haberlerde Batı medyasına güven olmaz. Ancak eğer haber içinde "resmi" açıklamaları taşıyorsa bu veriler yapılacak değerlendirmelerde kullanılması gerekir. Bu verilerin kullanılmaması öznelliğin, seçiciliğin ve bir tür gizleme amacının işareti olabilir. Neden bu "ortaklık" gizlenmeye çalışılıyor? Bu tavır oportünistlik ve hipokratlık olmaz mı? </div><p></p><p style="text-align: justify;">Wall Street Journal'ın 16 Mayıs 2012 tarihli yorumunda katliamın ABD resmî kurumlarında bir hareketliliğe neden olduğunu vurguluyordu. Bunun nedeni ise katliama kurban olanları "tespit edip" Türkiye ortaklarına haber verenin ABD subayları olduğu kanıtlı gerçeğinde yatıyordu.</p><p style="text-align: justify;">The Wall Street Journal'a açıklanan ABD Savunma Bakanlığı tarafından yapılan bir iç değerlendirmeye göre, </p><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><p style="text-align: justify;">ABD insansız hava aracı, kervanın hareketlerini bildirdikten sonra uçup gitti ve saldırı yapıp yapmama kararını Türk ordusuna bıraktı. ABD'li üst düzey bir savunma yetkilisi, "Karar veren Türkler oldu" dedi. "Bir Amerikan kararı değildi."</p></blockquote><p style="text-align: justify;">Yani kervanı, yerini ve yönünü tespit eden ve Türkiye resmi makamlarına bildiren ABD, bombalamayı yapan Türkiye. İste size katliam ortaklığı. Ancak her zaman olduğu gibi kendilerini ve katliamdaki suçlarını örtbas etmek için devam ediyor yorumcu;<span></span></p><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2022/12/roboski-ve-abd-turkiye-katliam-ortaklg.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-33825560.post-46755632514234511982022-12-27T16:56:00.017-08:002023-01-11T09:49:48.942-08:00Seçimlere katılmalı mı – Parlamenter mücadele üzerine- Kısaca<p><span style="text-align: justify;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHkyOYsVUbbSpo-2n1olWb3V0gcJq7ufuq38dOWRbdtZUAlMEq5rxpRVK8oXc_7hfQ2sEXo1nDgL3PINxHdW_r13JKTVUSifRrCEgQ-78zoxpYuSMihiPUzGJwTvdoUBP-S7Qiuwez4R27DLSAzsV2_t51LYFeByHN-_E3p_lSn1dVBrorjw/s808/emek%20ittifaki.png" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="450" data-original-width="808" height="178" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHkyOYsVUbbSpo-2n1olWb3V0gcJq7ufuq38dOWRbdtZUAlMEq5rxpRVK8oXc_7hfQ2sEXo1nDgL3PINxHdW_r13JKTVUSifRrCEgQ-78zoxpYuSMihiPUzGJwTvdoUBP-S7Qiuwez4R27DLSAzsV2_t51LYFeByHN-_E3p_lSn1dVBrorjw/s320/emek%20ittifaki.png" width="320"></a></div><div style="text-align: justify;">Mesaj olarak gelen bu soruların sayısının oldukça artması ve yakında
uzun bir süre internetten yoksun olmam olasılığı nedeniyle, “adam cevap bile
vermiyor” yanlış anlaşılmasına neden vermemek için kısa bir yazı ile cevap
vermek gerekli oldu.</div><p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 0.5in; text-align: justify;"><b><span lang="TR">“Parlamento için devrimci bir şekilde
savaşmalıyız</span></b><span lang="TR">, ama
bir <b>devrim için parlamenter tarzda değil</b>; güçlü bir parlamento
için <b>devrimci bir şekilde savaşmalı</b>, iktidarsız (güçsüz) bir “parlamentoda” <b>devrim
için değil</b>"" <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Seçimlere katılıp katılmama konusu bir ülkenin özgül şartlar<a name="_Hlk123049670">ı</a>na, mücadelenin içinde bulunduğu sürece ve güçler dengesine
bağımlı bir konudur. Yani ezbere tavır belirlenecek bir konu değildir. <br>
<br>
Nasıl ki sosyalizm bir hamlede gerçekleştirilebilecek bir “durum” değil, uzun
bir dönemi kapsayan, ileri geri adımlar atılmasını gerektiren bir “süreç” ise, sosyalizm
için mücadele de “tek bir hamle” mücadelesi değil, her verili durumlarda öne çıkan
sorunlarla baş edilmesi gereken, adım-adım ilerleyen bir “süreci” kapsar. Bu süreç
içinde istisnasız her “mücadele biçimi” kullanılabilir. Marksist Leninistler “terör”
dahil hiçbir mücadele biçimini reddetmezler. Ancak Lenin’in sayısı iki bine ulaşan,
Stalin’in bini aşan yazı ve yazışmalarından sadece birkaçını okuyup ezberleyip
her duruma uygun reçete gibi ele alıp uygulamak, onları okuma yerine sol maskesi
arkasındaki burjuvazinin Leninizm’i yorumlamalarını okuma hastalığı, kişiyi ya sağa-
reformizme, ya da sola-sol çocukluk hastalığına itecektir ve maalesef ki yaygın
olan da budur. Yani içinde bulunduğumuz dönemde
hâkim olan, Lenin’in “her şeyi zaten bildiğini zanneden ve okumaya araştırmaya
gerek duymayan en kötü komünisttir” sözleriyle vurguladığı, ta tepelere kadar çıkan
“kötü komünistliktir.” * <i>Lenin, Gençlik Birliklerinin Görevleri<span></span></i></span></p><a href="https://yenidemokrasi.blogspot.com/2022/12/secimlere-katlamal-m-parlamenter.html#more">Read more »</a>Unknownnoreply@blogger.com0