TDKP - Sermaye ve devletin artan saldırıları, yoğunlaşan gericilik ve görevlerimiz - Ekim 1998

Devrimin Sesi 200
Ülke yönetiminin iplerini, darbe dönemlerinde açıkça, "olağan dönemlerde" perde arkasında hep ellerinde tutan Amerikancı generaller, Refah-Yol hükümeti döneminde birdenbire ortaya attıkları "irtica" tehdidiyle ülkenin günlük politik idaresini, o günden bu yana gerek MGK aracılığıyla, gerek brifinglerle, gerekse de vurucu açıklamalarla ve girişimlerle, kısacası pekçok aracı kullanarak yönlendirmeye başladılar. Yaygın olarak "28 Şubat süreci" olarak adlandırılan, ama bazı yanları çok öncelere uzanan bu gerici gelişme sonrasında, Refah-Yol hükümetine yol verildi, Yılmaz-Ecevit Hükümeti kuruldu ve süreç kendi içinde çeşitli aşamalardan geçerek halen devam ediyor.
Genelkurmay tarafından oluşturulan ve ilan edilen "yeni milli güvenlik konsepti"yle gerici politik hedefleri belirlenmiş olan bu süreç, devlet ve gericilik cephesinde işçi ve emekçi hareketinin darbeleri altında açılan gedikleri kapatmayı, devleti yeniden yapılandırmayı ve onun toplumsal dayanaklarını "solcu ve ilerici" çevrelerinde desteğini -"irtica tehditi" altında- alarak tazelemeyi ve genişletmeyi hedefliyor. Genelkurmay kumandasındaki bu yeniden yapılanma sürecinde gericiliğin kalıcı ve istikrarlı olmasa da, bazı ileri adımlar attığı, kitle desteğini geçici olarak bir süre için de olsa genişlettiği bir gerçektir.
Gericilik, Refah-Yol hükümetini buruşturdu ve çöpe attı. Bu dönem aynı zamanda, "irtica" demagojisiyle modern yaşam biçiminin tehlikede olduğu fikrinin yaygınlaştırılarak orta sınıfların, küçük burjuvazinin üst tabakalarının tedirginleştirildiği ve kısmen destek güçleri haline getirildiği, hükümetten kovulan parlamento'daki düzen partilerinin dışında kalan - eski hükümet partileri törpülenip hizaya getirilmeye çalışılıyor- partilerin, hayali bir şeriat-güncel bir tehdit olmadığı anlamında- tehlikesine karşı Genelkurmay çizgisinde birleştirilmeye çalışıldığı bir dönem oldu. Gericilik tarafından ülkedeki tüm gelişmeler, merkezinde generallerin bulunduğu politik bir biçime göre yeniden şekillendirilmeye başlandı. Kısacası generaller darbe yapmadan, ama darbe yapmış gibi ülkeyi yönetmeye başladılar.
CHP destekli Yılmaz-Ecevit Hükümeti kuruldu ve sermaye ve gericiliğin asıl hedefleri bir bir uygulamaya konuldu. Özelleştirme hız kazandı, ülkenin emperyalizme bağımlılığında yeni anlaşmalar ve işbirliklerine yönelindi, başta işçi sınıfı olmak üzere, köylülük ve diğer emekçi sınıf ve tabakalara yönelik ekonomik ve politik saldırılar yoğunlaştı. Gazeteler, partiler kapatılıyor, sivil faşist çeteler halka ve gençliğe karşı yeniden organize ediliyor. İşçi ve emekçi hareketinin dinamik ve ileri kesimleri ya "vatan hainliği" ya "bölücü" ya da "ülke çıkarlarına karşı olmak" damgasıyla susturulmaya çalışılırken, bunların yanısıra "irticaya karşı" darbe tehdidiyle tüm toplum hizaya sokulmak, mevcut gerici politikanın ardındaki destek artırılmak isteniyor.
Öte yandan bu süreç aynı zamanda, Susurluk olayı ile pislikleri ortalığa saçılmış olan devletin kirli işlerinin üzerinin örtülmesinde de ileri adımların atıldığı bir süreç oldu. Tutuklu sanıklar bir bir tahliye edildi, mahkemelerdeki dosyaların adliyelerin tozlu raflarında çürütülmesinin önü açıldı. Daha sonrasında da bazı adi çete, mafya ilişkileri ortaya atılarak, dikkatlerin devletin, kontrgerillanın üzerinden kaçırılmaya çalışıldığı bir süreç yaşanmaya başlandı. Demirel, Evren ve Ağar'ın sembolik olarak da olsa -Demirel daha sonra kıvırdı- bir araya gelmesi, devlet açısından dünü ve bugünü birleştirirken gelecekte tutulacak yolun da habercisi oldu. Çözümsüzlüğü arttıkça saldırganlaşan gericiliğin bu saldırılarını püskürtebilecek tek olanağın; merkezinde, omurgasını işçi sınıfı hareketinin oluşturduğu, güçlü ve birleşik bir halk hareketinin örgütlenebilmesi olduğu anlaşılmak zorundadır.
Sermaye ve devletin bu saldırılarına, baskı ve terörün dozunun artmasına rağmen işçi ve emekçi hareketi de yeni bir yükselişe adımlarını atmaktadır. Tek tek işyeri ve işkollarynda mevzii direnişler gündeme geliyor, enerji ve maden işçilerinin, Seka işçilerinin özelleştirmeye karşı direniş ve eylemleri, metal işçilerinin açtığı yeni yol sınıfın kararlılığını açıkça ortaya koyan örnekler oldu. SEKA direnişi sermaye saldırılarının püskürtülebileceğini açıkça ortaya koydu. Metal işçileri işçi sınıfının dinamiklerini ortaya koyarken, kökleşmiş gerici önyargyları yerle bir etti, sendikal harekette yeni bir yönelimin güçlü belirtilerini ortaya koydu. Yeni toplu sözleşme döneminde sınıfın daha güçlü mücadelelere yöneleceği bugünden görülebiliyor.
Köylülük içindeki hoşnutsuzluk da giderek derinleşiyor. Üretici köylülüğün protestoları artıyor. Diğer bazı köylü mücadeleleri örneğinde olduğu gibi dün "uyumakta" olan sınıf ve tabakalar mücadeleye uyanıyor. Bu uyanışın, özellikle somut talepleri için mücadeleye atıldıkları koşullarda dinsel ideolojiden etkilenmiş olan "en geri" kesimleri de içine alarak genişlemesi beklenmedik bir gelişme olmayacaktır. Bütün bunların sermaye ve gericiliğin daha da sarsılmasına yol açması kaçınılmazdır.
Buna karşın devletin ve sermayenin yapmak istedikleri, ulaşmak istediği gerici hedefler belirgin ve açıktır. Vurgulamak gerekir ki, politik gelişmeler ve ülkenin içinden geçtiği süreç kısaca özetlendiği gibi, bilinemez ve anlaşılamaz değildir. Parti basınımız ve materyallerimiz bu konuda yeterince açık ve net tespitleri içermektedir. Bizim için sorunun düğüm noktası partimizin ve onun güçlerinin görev ve sorumluluklarını en ileri düzeyde kavramasında, sermaye ve devletin saldırılarını püskürtmek üzere, sınıfın güçlerini ve emekçi yığınları harekete geçirebilme yeteneğini gösterebilmesinde yatmaktadır.
O halde işçi ve emekçi hareketi, hareketin bugünkü düzeyi bize güncel olarak hangi görev ve sorumlulukları yüklemektedir, ne tür bir çalışma ile bunların üstesinden gelmeyi olanaklı kılabiliriz? Bugün bu sorunun yanıtlanmasının özel bir önem taşıdığı ortadadır.
İlk olarak , sermaye ve devlet işçi ve emekçi hareketine karşı bugün geçmişle kıyaslanamayacak düzeyde ekonomik ve politik bir saldırı yürütmektedir. Özelleştirme, sosyal kazanımların gaspı, ülkenin emperyalist talana sonuna kadar açılması, politik yaşamın alabildiğine gericileştirilmesi, ekonomide ortaya çıkan bazı kriz belirtilerinin ve sarsıntıların "kriz" olarak yansıtılması ve sınıfa saldırının bahanesi olarak kullanılmaya başlanması bu saldırıların ana unsurları durumundadır. PKK sorunu bahane edilerek Suriye'ye karşı gerici bir savaşın kışkırtılması, bazı adımların atılması örneğinde olduğu gibi, "milli sorunlar" ortaya atılarak fiilen uygulanacak olan kriz yönetim biçimleriyle, bu tür saldırıların daha da tırmanacağı görülebilmektedir.
Buna karşın tek tek işyerleri ve bazı işkollarında bu saldırılara karşı kararlı mevzii işçi direnişleri yapılmakta, işçiler kendilerine yönelen saldırıları azim ve kararlılıkla püskürtmeye çalışmaktadırlar. Saldırıya uğrayan işçi kesimleri kendi yapabileceklerinin pek çoğunu yapmakta, ancak bu direnişler henüz yeterli desteği bulamamakta, genel bir direnişe doğru genişleyememekte, ya da bu yöne doğru ilerlemekte çok sancılı bir yol izlemektedir. Oysa "kriz" tehditleriyle yöneltilen saldırıları boşa çıkarmanın, yükü sermayenin sırtına yıkmanın yolu, hareketin tam da bu yöne doğru kararlılıkla ilerlemesinden geçmektedir.
Direnişlerin bugüne kadar sadece adet olduğu üzere verilen gelenekselleşmiş destek biçimlerine değil, sınıfın diğer kesimlerinin fiili desteğini sağlayacak daha ileri bir desteğe ihtiyacı bulunuyor. Bu tutumla hareket etmek, bütün bu direnişlerin sınıfın çoğunluğunu kapsayan bir genel direnişe doğru ilerleyebilmesinin kolaylaşması için; yeni toplu sözleşme döneminin özelliklerini de dikkate alarak, işçilerin şimdiden ortaya çıkmış direnme eğilimlerinin güçlenmesini teşvik etmek, bunun için bugünden gerekli çalışmayı yapmak, bu yöndeki gelişmelerin hızlanmasına yardım etmek en temel görevlerimizden birisidir.
İkinci olarak; istikrarlı bir fabrika ve işyeri çalışması, hareketin ihtiyaçlarına bağlı olarak daha farklı çalışmaların öne çıktığı -bu dönemlerde fabrika ve işyerlerinde olağan dönemlerde olduğundan daha başka şeyler yapmak gerekir!- dönemler dışında, her dönemde yapılması gereken temel bir çalışmadır. Bu çalışmada geçmişe göre masefe katetmemize rağmen henüz gerekli mesafeyi alamadığımızı bilmemiz; yapmamız gereken çalışmanın pek azını yaptığımızı görmemiz gerekir.
Bu durumu hızla değiştirecek adımları atabilmeliyiz. Çünkü son söz, işçi sınıfının bütün tarihsel mücadelelerinin tecrübesinin de kanıtladığı gibi, fabrika ve işyerlerinde söylenecektir. Ancak ayaklarını sıkıca buralara basan, buralardan yükselen, tüm emekçi halkı kendi omurgası etrafında birleştirme yeteneğini gösterebilen bir işçi hareketi son sözü söyleyebilecek güçte olacaktır. Hareketin fabrika ve işyeri ayaklarının güçlü olması durumunda, yerel platformların da birleştirici ve harekete geçirici rollerini daha ileriden oynayabilmeleri de olanaklı olacaktır.
Üçüncü olarak; hareketin bugün yaratmış olduğu mevzileri korumak, bunları pekiştirmek ve yaygınlaştırmak, etkilerinin güçlenmesi için çalışmak diğer bir temel görevimizdir. Gericiliğin saldırılarının yöneldiği ilk alanlar buralarıdır ve dolayısıyla saldırılar ilk olarak bu mevzilerde göğüslenebilir, ilk cephe buralarda kurulabilir. Bu alanları ne kadar güçlendirir, etkilerinin yaygınlaşmasına ne kadar önem verirsek, saldırıları püskürtecek mevzileride o kadar güçlendirmiş, hareketin doğal gelişme dinamiğine o kadar hizmette bulunmuş olacağız. Bilmemiz gerekir ki, bugünün işlerini ne kadar iyi ve ileriden yapabilirsek, sonraki dönemin, onun, hareketin önüne çıkaracağı yeni görevlerin üstesinden gelmeyi başarmayı da o kadar güvence altına almış olacağız.
Dördüncü olarak; yeni ve genç güçleri kazanma, onları günlük mücadeleye seferber etme ve eğitme, gençliğin enerjisini devrim ve sosyalizm için seferber etme görevinin üstesinden üstün bir yetenekle gelmek zorundayız. Çevremize gelen yeni güçlere somut bir iş vermeyi, onların bu temelde ilerlemelerini sağlamayı, bu konuda halen görülen tereddütlerden kurtulmayı mutlaka başarmalıyız.
Son olarak; bütün bu çalışma ve mücadeleleri tek bir bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin potasında eritmeyi başarmak zorundayız. İşçi ve emekçi kitlelerinin yaşantılarından, mücadelelerinden yola çıkarak öne sürdükleri acil taleplerin kararlı savunusu ile birlikte, bu mücadelenin politik alana genişlemesinin çalışmasını yapmalıyız. Esasen metal, enerji, Seka vb. gibi işçi direnişleri, özelleştirmeye ve çetelere karşı gelişen tepkilerin boyutları bu durumun olgunlaştığını yeterince ortaya koymaktadır.
Burada sıralanan koşulların önem sırasına göre olmadığını sanırız vurgulamak gereksizdir. Partimiz görevlerini ve sorumluluklarını başarıyla ve yetenekle yerine getirebilecek birikime, kararlılığa ve olanağa sahiptir. O halde bir gün., bir saati bile boşa geçirmeyecek bir tutumla ileri atılmak zorunda olduğumuzu kesin bir biçimde anlamalıyız.
Hiç yorum yok