Header Ads

Header ADS

TDKP BİRİNCİ (KURULUŞ) KONGRESİ BELGELERİ - 1980 - Uluslarası Durum

ULUSLARARASI DURUM, TÜRKİYE'NİN İÇİNDE BULUNDUĞU KOŞULLAR VE ÖNÜMÜZDEKİ GÖREVLER

Çağımız, kapitalizmin ölüm çağı olan emperyalizm ve proleter devrimleri çağıdır.

Emperyalizm, işgücünün de meta haline geldiği, meta-ekonomisi üzerinde yükselen en önemli üretim araçlarının kapitalistlerin ve büyük toprak sahiplerinin tekelinde olduğu ve üretim araçlarından kopan işçi sınıfının yarattığı değerlerin en büyük kısmının (artı-değer) gasp edildiği, plansız ve anarşik üretimin kâr amacına uygun ak yapıldığı kapitalizmin son aşamasıdır. O can çekişen kapitalizmdir.

Sanayi sermayesine ve serbest rekabete dayanan sanayi kapitalizminin yerini alan tekelci kapitalizm, kapitalizmin temel gelişme yasalarının rolünü oynaması sonucunda ve bu gelişmenin tarihi bir sonucu olarak ortaya O, tercih edilebilir bir siyaset değil, bir zorunluluktur

Sermayenin ve üretimin yoğunlaşıp merkezileşmesi; rekabeti tümden ortadan kaldırmayan, ama onun yanı sıra varolan, tekellerin doğmasına yol açtı. Tüm ekonomik hayata damgasını vuran tekeller, kapitalizmin son aşamasına karakterini veren ve sanayi sermayesiyle banka sermayesinin iç içe geçmesiyle oluşan mali sermayeye dayanır. Bu sermaye, tekelci, asalak, rantiye nitelikleriyle sanayi sermayesinden ayrılır. Tekelci sermaye, diğer üretken olmayan sermaye biçimlerinden (örneğin tefeci sermayeden) modern sanayi temelinde ortaya çıkması bakımından farklıdır; ama o, kendisini esas olarak, spekülasyon gibi mali dalaveralar gibi tekelci iş ilişkileri çerçevesinde maddi zenginliklere el koymaya dayanarak ve serbest rekabetçi kapitalizmden farklı olarak ortalama kârı değil, tekel kârını amaçlayarak yeniden üretir. Tekelci kapitalizmin kalbi, basit bir araç olmaktan çıkan bankalar olmuştur.

Mali sermaye, pazarları ve hammadde kaynaklarını denetimi altına almış, bunu dünya ölçüsünde gerçekleştirmiştir. Daha sanayi kapitalizmi döneminde yaratılan dünya pazarı, emperyalizm döneminde, sermayenin uluslararasılaşmasına bağlı olarak oluşan kapitalist dünya ekonomisinin bir unsuru olmuştur. O, yalnızca ve esas olarak ticari değil, sermaye ilişkileri temelinde işlevini sürdürmeye başlamıştır.

Tekelci kapitalizmin ayırt edici bir özelliği, meta ihracından ayrı olarak özel bir önem kazanan sermaye ihracıdır. Rekabetçi dönemde, kapitalizm, yine uluslararası ilişkiler geliştirmeye yöneliyordu ve bir dünya pazarı yaratmıştı. Bunun nedeni, ulusal pazardan daha çok büyüyen kapitalist üretimin ortaya çıkardığı üretim fazlasına yani pazarlar bulma ve gelişen sanayiye hammadde temin etme ihtiyacıydı. Bu, kendisini, esas olarak ulusal bir çerçevede yeniden üreten sanayi sermayesinin ve sanayi kapitalizminin bir özelliğiydi. Tekelleşen sermaye ise, esas olarak ulusal değil uluslararası çerçevede kendini yeniden üretir. Metropollerde oluşan «sermaye fazlası» hammaddelerin bol ve ucuz toprağın ve ücretlerin ucuz, kâr oranının yüksek, sermayenin kıt olduğu alanlara doğru akar; ve mali sermaye, doğrudan doğruya kapitalist dünya ekonomisini (var olmadığı yerlerde kendi uzantısı bir kapitalizm geliştirerek), üretimi egemenliği altına alır. Pazarların ve hammadde kaynaklarının, ülkelerin denetim altına alınması, bu alanlarda üstünlükler elde edilmesi bu temelde gerçekleşir. Bu, tek tek ülkelerin ekonomilerinin kapitalist dünya ekonomisi denilen zincirin halkaları haline gelmesi demektir. Bu sermaye egemenliğinin dünya Ölçüsünde genelleşmesi demektir.

Tekeller ve emperyalist ülkeler bu çerçevede dünya-ekonomik bakımdan paylaşırlar ve yeniden paylaşırlar. Paylaşım, güç ilişkileri temelinde gerçekleşir. Bu paylaşım yalnız ekonomik alanla sınırlı kalmaz, dünya, aynı zamanda toprak olarak da paylaşılır. Onun zaten paylaşılmış olması ise bir yeniden paylaşımı gerekli kılar. Çünkü genel olarak eşitsiz bir biçimde gelişen kapitalizm, emperyalizm döneminde bir dizi sıçramayla ve eşitsizliğin boyutlarının daha artması ile gelişir. Pazarlar, hammadde kaynakları, yatırım alanları ve sömürgeler üzerindeki tekelci egemenlik, bu eşitsizliği derinleştirmiştir. Böylelikle tekeller ve emperyalist devletler arasında güç ilişkileri değişir ve yeni oluşan duruma uygun yeni payın talepleri ortaya çıkar. Yeniden paylaşım ancak zora dayanarak ve sonunda emperyalist savaşlara yol açarak gerçekleşir. Emperyalizm koşullarında savaşlar kaçınılmazdır. Savaşın kaynağı emperyalizmdir.

Emperyalizm, Kapitalizmin Tüm Çelişmelerini Son Derece Keskinleştirdi

Üretimin ve emeğin sosyalleşmesiyle mülk edinmenin özel kapitalist biçimi arasındaki kapitalizmin temel çelişmesi, emperyalizm aşamasında tamamen olgunlaştı. Son derece dev boyutlarda gerçekleşen ve işçileri binler, on binler halinde büyük makinalı sanayi işletmelerinde toplayan kapitalist üretim, emperyalizm koşullarında dünya ölçüsünde sosyalizmin maddi ön koşullarını yarattı.

Emperyalizm, küçük üreticilerin mülksüzleştirilmesi sürecini ilerletmekle kalmadı; küçük tekellerin yanında küçük kalan orta ve büyük kapitalistlerin özel mülkiyet alanından kopmalarına da yol açtı. Küçük kapitalistler arasındaki çelişmeler ve rekabet, yerini tekeller arasındaki rekabete bıraktı, rekabet ve çatışmalar son derece yıkıcı bir özellik kazandı.

Kapitalizmin yol arkadaşı olan ve devrevi olarak tekrarlanan buhranlar, emperyalizm döneminde daha da sık ve ölümcül sonuçlarıyla görülür oldu. Üretici güçlerin gelişmesiyle kapitalist mülkiyet ilişkileri arasındaki temel zıtlık keskinleşti; emperyalizm üretici güçlerin belirli ölçülerde gelişmesine yol açmakla birlikte esas olarak. onun gelişmesinin önünde engel durumuna geldi. Bu koşullarda üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetten ve üretimin anarşik niteliğinden kaynaklanan; üretimin sınırsız bir biçimde gelişme eğilimiyle emekçi kitlelerin sınırlı tüketimi arasındaki çelişmenin birbirinin pazarı olan çeşitli üretim dalları arasındaki değişmede uyumsuzluğa yol açmasıyla oluşan buhranların korkunç sonuçlara yol açması kaçınılmazdı ve öyle oldu. Buhran devreleri kısaldı, devre tamamlanmadan ve refaha ulaşılmadan belirli bir canlanmadan hemen sonra tekrar çöküntüye yöneten kronik buhranlar ortaya çıktı. Üretimi ve pazarları egemenliği altına alan tekeller, fiyatların düşmesini engelleyerek, emekçilerin yoksulluğunu artırarak buhranların, işsizlik ve pahalılığın yıkıcı sonuçlarını derinleşirdiler. Eskiden etkilerini esas olarak tek tek kapitalist ülkelerde gösteren buhranlar, artık çok yönlü kapitalist dünya buhranlarına dönüşebildi.

Sömürgelerle kapitalist devletler arasındaki çelişme do olağanüstü keskinleşti. Sermaye ihracı yoluyla bu ülkelere sızan, buralarda kendi uzantısı bir kapitalizm geliştirerek bu ülkelerin ekonomilerini denetimi altına a-mali sermaye, buralarda geniş halk kitlelerinin, işçi ve köylülerin yarattıkları değerlen yağmaladı, ulusal zenginliklere el koydu. Emperyalizm, aynı zamanda ezilen halkların siyasi ve kültürel olarak baskı altına alınması ve köleleştirilmesi ve mali boyunduruk altına sokulması demektir. Ama bu yağma ve baskı, ezilen halkları, emperyalizme, artan ölçülerde karşı çıkmaya yöneltti. Ayrıca, buraları sömürmek için, bu sömürünün gerçekleşmesinin aracı olan komprador nitelikte bir kapitalizm geliştiren emperyalizm, proletaryanın ve küçük üreticilerin farklılaşması sürecinin gelişmesine, dolayısıyla ulusal bilincin yanı sıra sosyal bilincin doğmasına ulusal kurtuluş hareketinin yanı sıra sosyal kurtuluş mücadelelerinin ortaya çıkmasına neden oldu. Görünüşte «ulusal» devletlerin kurulması ve bu ülkelerde yönetimin uşaklarına devredilmesi gibi yeni-sömürgeci yönetimler, emperyalistlerin başvurdukları hilelerden başka hır şey değildir ve bu yöntem de emperyalizme karşı mücadelelerin gelişmesini engelleyemedi. Kapitalizmin buhranı geri ülkeleri etkilemezlik etmez, aksine buralar da buhranın sonuçları daha yıkıcı bir durum alır. Ulusal burjuvazinin, reformculuğun maddi temeli olarak sistemli bir şekilde satın alınması sonucu olarak ulusal kurtuluş hareketine ihanet ederek emperyalizmle uzlaşması ise, onun halk kitleleri üzerindeki etkisinin azalması ve özellikle köylülüğün proletarya önderliği altına girmesinin ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerinin birleştirilerek kesintisiz sosyalizme yönelinebilmenin ön koşullarını hazırladı.

Emperyalizm, metropollerdeki proletarya hareketi ile sömürge, yarı-sömürge ve bağımlı ülkelerdeki ulusal kurtuluş hareketlerinin proletarya ile ezilen ulus ve halkların kendine karşı, mali sermaye egemenliğine karşı birleşmesine yol açtı.

Emperyalizm aşamasına giren kapitalizm, bunun yanında içerden de çürümekte buhranların yanı sıra savaşa da yol açan tekeller ve emperyalist devletler arasındaki çekişme, onu yine çöküşe götürmektedir. Zaman zaman geçici anlaşmalar ve bloklar oluşturarak işbirliği yapan tekeller ve tekelci devletler arasında rekabet esastır. Uluslararası mali sermaye, çeşitli ulusal mali sermaye gruplarından oluşmaktadır. Onlar tek bir dünya ekonomisi içinde yer almalarına karşın, farklı ulusal ekonomilere dayanmaktadırlar. Kısaca uluslararası mali sermaye parçalı bir bütün oluşturmaktadır. Sermayenin uluslar-arasılaşması eğilimi, tek bir dünya tröstünün oluşması doğrultusunda rol oynamasına karşın, kapitalizmin gittikçe daha fazla derinleşen ve kendisini kaçınılmaz çöküşüne götüren çelişmeleri, buna ulaşılmadan onu çöküşe mahkum etmekte; ve yine sıçramalı ve eşitsiz gelişme yasası emperyalist devletlerin sürekli ve sağlam bir birlik oluşturmalarına olanak vermemektedir.

Emperyalizm, Can Çekişen Kapitalizmdir Ve Sosyalizmin Arifesidir

Birinci Emperyalist Savaş ve Rusya'da proletarya diktatörlüğünün kurulması, kapitalizmin genel buhranına, onun ilk aşamasına girmesine yol açarak proletarya devrimleri dönemini başlattı. Sosyalizmin maddi koşullarının yalnızca tek tek ülkeler açısından değil, dünya çapında, emperyalist sistem açısından ortaya çıktığı emperyalizm koşullarında artık dünya proleter devrim süreci başlamış oldu.

Bilimsel teknik devrim, tekelci devlet kapitalizmi gibi, kapitalizmi istikrara kavuşturacağı revizyonistlerce iddia edilen hiçbir olgu çağımızda kapitalizmi çöküşten kurtaramaz. Kapitalizmin istikrarını, yine, ne işçi aristokrasisi ve geri ülkelerde ulusal burjuvazinin reformculuğa temel oluşturmak üzere satın alınması ve ne de baskı, şiddet ve onun faşizme başvurması sağlayamaz. Bunlar uzun vadede tam tersi sonuçlar verir, kapitalizmin genel buhranını şiddetlendirirler.

Kapitalizmin genel buhranının belirgin özelliği, dünyada birbirine düşman iki kampın yaratılmış olmasıdır. Kapitalist-emperyalist ülkelerle sosyalist ülkeler bir birinin karşısında yer almışlardır. Bir kısım eski sosyalist ülkelerde kapitalizmin restorasyonunu ve sosyal emperyalizmin ortaya çıkması bu durumu ortadan kaldırmamış, kapitalizmi geçici olarak güçlendirse de onu çöküşten kurtaracak bir rol oynayamamıştır, oynayamaz.

Genel olarak kapitalizm, özel olarak onun son aşaması emperyalizm sosyalizme kaçınılmaz olarak yol açmaktadır. Çağımız kapitalizmden sosyalizme geçiş çağıdır ve o, kapitalizmle sosyalizm arasındaki temel çelişme tarafından nitelendirilmektedir. Ekim Devrimi ile birlikte başlayan dünya proleter devrim süreci gelişmektedir, sosyalist ülkeler (bugün Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti) dünya devriminin destek üsleri ve proletaryanın anavatanıdır. Dünya devriminin güçleri, sosyalist ülkelerin yanı sıra uluslararası proletarya ve ezilen uluslar ve halklardır. Demokratik ve ulusal devrimler artık dünya proleter devriminin bir parçası durumuna gelmiştir. Demokratik anti-emperyalist ulusal burjuvazinin iktidarda bulunduğu ülkeler dünya devriminin müttefikleridir. Karşı-devrimin güçleri ise, uluslararası burjuvazi, gericilik, emperyalizm ve sosyal emperyalizmdir. Devrimin güçlerinin saldırısı, karşı-devrime cepheden yönelirken, iç çelişmeleri onu içinden zayıflatarak devrimci güçlerin işini kolaylaştırır. Devrimci güçler dünya gericiliğinin iç çelişmelerinden doğru olarak yararlandığı takdirde devrim elverişli koşullarda gelişecektir. Ama bir emperyaliste da yanarak diğerine karşı mücadele edilemez, böylelikle emperyalist sisteme, dünya gericiliğine darbeler vurulamaz. Kapitalizmin yol açtığı temel (başlıca) çelişmelere (ileri kapitalist ülkelerde proletarya ile burjuvazi, emperyalizmle ezilen uluslar ve halklar ve emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişmeler), sosyalist (ülkelerle (bugün tek sosyalist ülke) kapitalist ülkeler arasındaki çelişme de eklendiğinde, bunların dünya proleter devriminin (ve onun parçası olan ulusal ve demokratik devrimlerin) ilerlemesine neden olması tarihi bir zorunluluktur. Proletarya devrimi, kapitalizmin gelişmesinin eşitsizliğinden dolayı, tüm dünyada birden değil, önce bir veya birkaç ülkede zafere ulaşarak gelişecek ve bu zaferler yeni zaferlere dayanaklık ederek, devrimci süreç ilerleyecek ve dünya komünizmi gerçekleşecektir.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.